8 Eylül 2008 Pazartesi

Burçlar.. anılar...

"Hayat Tanrı'nın armağanıdır, bu armağan için şükürler olsun..Yaşadığım her gün için, tüm yaşadıklarım ve yaşayacaklarım için şükürler olsun....Hayatımda var olan/olmayan her insan için şükürler olsun...Öğrendiğim ve öğreneceğim dersler, düzeltme ve yeniden deneme şanslarım için şükürler olsun.. Çıplak geldiğim dünya okulundan çıplak gideceğim, kazandığım her lokma için şükürler olsun....Isıtan ve iyileştiren muhteşem günışığı için, doğanın verdiği bolluk bereket ve sevinç için şükürler olsun.. Görebildiğim masmavi gökyüzü için, koklayabildiğim çiçekler için şükürler olsun.....Soğuk kış günü soluduğum sıcacık yuvam için şükürler olsun....Her buluşma için, karsılaştığım her insan için, aldığım her gülümseme için, dostlarımla sevincimi ve üzüntümü paylaşabildiğim için şükürler olsun..Yaşam enerjisi içinde, bu enerjinin bir parçası olduğum için şükürler olsun..... " (Alıntı)
....., İstanbul
2 Ramazan
2 Eylül 2008 / Salı
Elimde bir burç kitabı. Meraklıyımdır ya, bilenler bilir… :))
Değişik kitaplar okumuşumdur bu konuyla ilgili; ancak bu elimdeki, gerçekten de bir Başak insanına dahi “Olursa bu kadar olur” dedirtecek cinsten bir kitap. Biliyorsunuz ben de Terazi yükselenli bir Başak’ım. Elimdeki ciltlenmiş bir fotokopi, kitabın aslı değil. Kitabın aslını iki yıl kadar önce aramış, internette dahi bulamamıştım. Yazarı Linda Goodman, kitabın adı ‘Burçlar’, çeviri Sevim Or.
Bir kitap…neler getirdi yine aklıma. Ancak, anlatmadan önce, niye bu satırları yazmaya başladığımdan söz edeyim.
Kızım geldi az önce odama. Kitabı görünce ‘Babam geçen gün bu kitabı okuyordu.’ Dedi. Şaşkınlık belirttim, bilirim oldum olası ben okurken, inanmadğını, aslı olmadığını söylemiştir her seferinde. Eline alıp da burç kitabı okuyacak, öyle mi? Kendi burcunu okurken ‘Aynı ben, ben de böyleyim, hakikaten de çekilir gibi bir burç değil!?” demiş. İsabet buyurmuş. Oldukça zor bir insan. Sanki ben kolaymışım gibi yazıyorum bunları… :))
Gelelim, kitabın hikayesine.
Küçük kızımın ilkokula başladığı yıl tanışmıştım E’yi… Kızımın okulunda öğretmendi. İlk zamanlar birkaç gün, kızımı almaya geç gittim. Çıkış saatini yanlış biliyormuşum. Belki 5 dakika, yine de çocuğu etkilemiş. –HİÇ DE BEŞ DAKİKA DEĞİLDİ ANNE-
Bir öğleden sonra kızımı okuldan aldım, kampusün yanılmıyorsam A kapısından çıkış yapmak üzere ilerliyorum arabayla: –B KAPISIYDI-
— Anne, bak… Şu … renk giysili hanım kim biliyor musun? deyip, ekledi: “Bugün ağlıyordum, yanıma geldi. Bizim okulda öğretmenmiş. “Üzülme, senin gibi güzel kızı ben evime götürürüm annen gelmezse…” dedi.
Bunları anlatırken öğretmenin bulunduğu yeri geçmiştim. Dikiz aynasından geriye baktım, geri vitese takıp yanında durdum. Selam verip, kendimi tanıttım. İlgisi için teşekkür edip, arabaya davet ettim.
Kısa bir tereddütten sonra bindi. Evi yakındaydı zaten. O arada biraz konuştuk. Üçüncü sınıf öğretmeniydi yanılmıyorsam o zaman.
Çok sevindim, bu yıl yayladaki evine gittiğim arkadaşım M.nin oğlunun öğretmeniydi ve çocuk çok zorlanıyordu. ‘Ay, o siz misiniz?’ demiş bulundum. ‘Pek hoş şeyler duymamışsınız anlaşılan hakkımda’ dedi.
Buyrun, geriye çark edin bu noktadan. ‘Yoo…’ dedim. Hem bu kadar hoş bir hanımdan beklemem de farklı özellikler taşımasını…
Sonrasında bu hanımla çok samimi olduk. Hani geçenlerde beni kapıda bekleten bir komşumdan bahsetmiştim ya, sonradan çok samimi olduğumuz… Onun kızı, Nesrin, ben ve E… Ne maceralarımız var, gülüyorum düşündükçe.
Şimdi sattığımız evin yapımı tamamlanmamış, ufak tefek eksiklikleri var, yine de bir akşam hamburgerleri aldık. O evde çay demliyoruz. Balkon ışığı yanıyor ya da mutfak ışığı. Terası alt kata(ön bahçeye) bağlayan merdivenlerin ferforjeleri hazır, takılmamış bekliyor. Bir gürültü duyduk. E. alt katta! Arabaya taşıdık bir ön yoklamadan sonra… Ambulansın gelmesi daha uzun vakit alacaktı ve durumu çok vahim gibi değildi.
O gecemiz acilde geçti. Tetkikler, tomografiler…
Düşünürken gülüyorum şimdi. Herkes geçmiş olsuna geliyor arkadaşa, kimse bizim evde düştüğünü bilmiyor. Biz (Nesrin ve ben) her gün E’deyiz. Can ciğer kuzu sarması olduk sanki.
Samimiyetimiz bu olayla başladı. Sonra, E’nin ağabeyi beyin kanseri oldu. Ağabeyinin eşi de aynı okulda öğretmendi ve onunla da samimi olmuştuk. Bu dönemde sıkça ziyaretlerine gittim. Ağabeyinin kitapları arasındaydı işte bu burç kitabı.
Öğretim görevlisiydi ve çok zeki birisiydi.
Burç ilgimi duyunca bu kitabı okumam için vermişler, sonrasında fotokopisini çektirmiştim.
Bir şey hatırlarım ondan. Bilgisayarla çok haşır-neşir olduğundan şikayet ediyordu. Sigarayı da hastalanınca bırakmıştı.
Cep telefonu konusunda tehlikeye dikkatimi çeken ilk o olmuştur. Bir krizi cep telefonu ile konuşurken olmuştu ve ‘o zaman beyin ve cep telefonu bağlantısını anladım’ derdi, telefonu kendisinden uzak tutarak konuşurdu, gerektiğinde.
Bir akşam, müziği sevdiğini ve çok iyi bağlama çaldığını bildiğimden, bir kanun konserine götürmüştüm onu. Hastaydı. Kemoterapi sonrası, saçları dökülmüş. Mevsim kış. Başında bir bere... Konseri öylece izledik. Çok mutlu olmuştu.
Allah (c.c) rahmet eylesin.
Neler neler oldu bakıyorum da sonrasında…
Nesrin evlendi. 2 çocuğu var. E, müdür yardımcısı birkaç yıldır.
Annesinin kuzinede pişirdiği hamsili ekmeğin tadını yıllardır unutmadım.
Ağabeyinin eşi yine öğretmen olarak çalışıyor. İkizleri vardı, biri kız, biri erkek. Arabayla gezdirdiğim ve ilgilendiğim için beni pek severlerdi. Gördüklerinde koşarak yanıma gelirlerdi.
Hâlen de öyleyim ya…
O zamanlar sınıf gecesi, gösteri vs. olduğunda çalışmalar sırasında kızları bagajda bile taşımışımdır kampus içersinde Ne kadar hoşlarına giderdi çocukların.
Şimdi de İstanbul’da çocuklarla aram yine iyi… Gören, yanıma koşuyor.
—Abla, abla…
Sarılıyoruz, öpüyorum onları. Oyunlarına katılıyorum birkaç sözle.
Geçen gün bir çocuk grubu kapının önündeydi. Her zamanki gibi azıcık lafladık onlarla…
—Nasılsınız kızlar?
—İyiyiz…
—Duyamadıım??
—İyiyiiiz!.. Ses kuvvetli çıkıyor bu kez koro hâlinde.
Ne demişler, ‘Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi tekkede, çocuk çocuğu :)) iki dakikada bulurmuş.’
Aslı böyle değil miydi bu sözün, boşverin, ben böyle uyarladım.
Aklıma bir Temel fıkrası geldi hâl böyle olunca;
……………………………..
* Yazıyı PC’ ye aktarmayı benim ‘terazi’ üstlendi ama tamamını yazamayınca devamını getirmek bana düştü. Yazarken, kendisiyle ilgili kısımları kocaman harflerle vurgulayarak düzeltmekten de geri kalmadı görmüş olduğunuz gibi… : ))
devamı:
Bilmece soruyor Temel:
-Kafestedur, sarudur, öter...
-Kanaryadur..
-Pilemedun, hamsidur.
-Hamsi kafeste olur mi?
-Pen koydum oni..
-Sari olur mi?
-Poyadum oni..
-Öter mi?
-E, o kadar şaşurtmacasi olsun. Pilmecedur bu, daa.. : ))
TRT' de ana haber spikeri olabilecek kadar dilimize vâkıf olduğumu sanırım. 24 yıl kalmama rağmen, aksan özürlüyüm. Karadeniz aksanı yok bende.
'Anne bırak, sen taklit etme' diyor çocuklarım.. : )
Yazılacak ne çok şey var. Ben mi gevezeyim yoksa? : )
Canım istemediğinde ketumumdur aslında, eşref saatimde olmam gerek...
Yazı konusunda malzeme çok. Sıralamayı şaşırıyorum. Çoğu kez yazmaya elverişli vaktim yok.
: (
Konu küçük kızımdan açılmışken..Henüz 5-7 yaşları arasında..
Bir akşam, elektrik kesintisi sonrası.. elektrik gelmiş, mum yanmaya devam ediyor. Seda oynuyor onunla. Normalde izin vermem, yanındayım diyerek göz yumuyorum. Ahmet ve Senâ da yanımızda. (oğlum ve büyük kızım)
Ahmet'in seslenmesiyle alevi görmem aynı anda oluyor:
-Anne, Seda'nın saçı yanıyor!
Saniyeler içerisinde bir tülbenti kapatıyorum ateşin üzerine, elime ilk gelen o... Havayla teması keserek alevi söndürmek...
Seda çok korkuyor, sâkinleştiriyorum.
12 yaşına kadar saçlarının yalnızca uçlarını aldırdım. Bana benziyor diye kesmeye kıyamadım.Çocukcağız benim yüzümden kısa saçlı halini hiç bilemedi, bebekliğinden sonra.
Bir iki resmi yukarıda, 1. sınıf, sınıf gecesi'nde çekilmiş...
Şimdi soruyorum ona 'Ne işin vardı o mumla?' diye...
-Şirin babacılık oynuyordum, diyor.Parşömen okuyordum.
-Mum ışığında?
-Elektrikle okumuyordu şirin baba da..
-Parşömen mi?
E, her halde yani, teksir kâğıdı olacak hâli yok!..
...
Niye bu kadar çok bilir bu çocuklar? : )
-Ertesi gün çok kızmıştın bana, o gün bir şey söylemedin ama... diyor.
-Az bile yapmışım, diyorum. İlk gün o şokla üzerine gelemezdim ama yaptığının yanlış olduğunu da anlatmam, seni zarar verebilecek şeylerden korumam gerekiyordu.
...
Meryem' le konuşuyoruz geçen gün. 18 ay arayla iki kemoterapiyi kaldıramayacağım diyor.
İbrahim Saracoğlu' na gitmiş. Bitkisel bir tedavi kürü vermiş, kullanıyormuş.
Ona geldiğimiz ile özel bir domates cinsinden götürmüş.
'Hiç bu kadar güzel domatesler yememiştim' demiş Saracoğlu da...
Arkadaşım otları tanır epeyce, doğal şeylere meraklıdır. O yüzden, bu kadar dikkatime rağmen kanser oldum, artık hiç bir şeye inanmıyorum diyordu. Anne ve anneanne genetiğinde de aynı hastalık vardı yalnız..
Saracoğlu için 'tanıyor musun?' diye sordu.
Sürekli tv de, kitabı mâlûm.. Şahsen tanımıyorum ama tanışırız.. diyorum gülerek...
Bir dahaki randevuma sen de gel, beraber gidelim diyor.
Haber ver giderken, bir engelim yoksa gelmek isterim diyorum.
...
Son bir kaç günüm âcilde geçti. İki kez âcile götürdüm kızımı. Gastroenterit teşhisi..
Sindirim sistemi fazla hassas, dikkat etmesi gerekiyor.
Ablam gidiyor bugün. Onu yolcu edeceğim kısmetse.
Önceki günlerin yazılarını da sonradan yazarım yapabilirsem..
Sevgiler...
Hayat

2 yorum:

SeyyAh dedi ki...

Burçların içerdiği bilgilerin büyük çoğunluğu kişilerin karakter, kişilik ve şahsiyetleri hakkında ortalama doğrularda isabet kaydediyor. Okudukça doğrular ile doğru olabilirler arasında gidip geliyoruz.
Çocuklarımıza söz yetişitirmek mümkün mü???
Bu arada yazılacak ne kadar çok konu varsa, yazarsanız da zevkle okuyabilecekler var ....
Cep telefonu konusunda da haklı bir düşünce ... Olabildiğince az öz ve uzak tutarak konuşulmalı...
Kızınıza ve size geçmiş olsun dileklerimizi bırakıyor sağlıklar diliyoruz...

Sefer JAN dedi ki...

Selamlar.

Ben de hatıralarınızı okurken, yüzümde bir gülümseme belirdi. Demek böyleymiş başkasının mutluluğuna sevinmek :-)

Çocuklar doğuştan dahidir, dünyamıza "uyma"ya çalışırken, çocukların çoğusu sıradanlaşır. Önemli olan bu zekalarını kaybettirmemek ;-)

En güzel dileklerle...

Sefer