Ama, işin uzmanı, deneyim sahibi kurumları siz de bilirsiniz, bu birkaç bin kişi aracılığında milyonların duygularını ya da kararlarını kamuya yansıtabiliyorlar.
Evet, işte bu yaşları altmış beş ve daha yukarı yaşlardaki insanlarla yapılan o soruşturmada, katılanların yani yanıtlayanların yalnızca yüzde yirmisi mutlu olduklarını söylemişlerdir.
Yüz insanda yirmi kişi… Yüz insan… Yirmisi bunlardan mutlu, geriye kalan sekseni.. mutsuz!
Kendi deyimleriyle söyleyeyim. Yaşamın kurbanları.
“Biz” demişler; “kurbanız!”
Sözün burasında duralım mı biraz? Duralım. Duralım ve çevremize bakalım. Bizim de yakınımızda, uzağımızda durmadan acıdan, umutsuzluktan, hatta ölümden söz eden, iki sözünün birinde yakınan insanlar yok mu?
Var elbet.
Oysa yaşam ya da yaşamak sözcüğünü açan düşünürler, insana çok ilginç gelen yorumlar yapıyorlar. Örnek mi?
“Yaşam, canlı ve etkin bir varlığı ölü bir varlıktan ayıran niteliktir,” tanımlamasının ardından bir başka düşünür, “yaşam, bir şeyin yararlılık sürecidir,” diyor.
Oysa yaşam dediğimiz süreç ya da olgu yaşanmadığı ya da yaşanmaktan kaçındığında, içimizde patlak verir. Evet, nasıl buhar basınç nedeniyle kabından dışarıya fırlamaya hazır olduğunda, kapağını olanca gücümüzle bastırıp ona engel olmaya çalışmak, son derece sakıncalı ise, hayatı olması gerektiği biçimde yaşamamak da, bu yolla harcadığımız kişisel baskı da, içimizde, iç dünyamızda benzeri sakıncalı basınçları yaratır.
Yaşamı bu biçimde sürdürmek, korkulara, olağanüstü tedirginliklere götürür bizi.
Yalnızlığa, umarsızlığa, kedere… her birini birer liman sanarak sığınırız. Orda da demir atar kalırız hep.
Daha da açarak söyleyeyim:
Yaşamımızı salt bir duygu üzerine yoğunlaştırırsak, daha sonra her şeyi o duyumuzla bağdaşan çok dar, çok kısıtlı bir çerçeve içinde görmez miyiz? Görürüz.
Yıllar önce yitirdiğimiz, çok sevdiğim, dostum, yönetici Ahmet Tekelioğlu’nun (hiç unutmuyorum) şöyle dediği aklıma geldi şimdi. Derdi ki:
“Çok can sıkıcı bir olayla karşı karşıya geldiğimde, önce ben öldüm mü, ben hayatta mıyım derim. Eh, yaşadığıma göre, demek ki bu olayı aşabilecek gücüm var diye düşünürüm. Ondan sonra da oturup o can sıkıcı olayı aşabilecek çareleri aramaya, arayıp bulmaya bakarım.
Yaşamak, neresinden bakarsanız bakın, güzel şeydir:
Yücedir, olağanüstüdür, görkemlidir, eşsizdir. Salt yaşıyor olmamız bile, mutlu olmak için yeterli bir neden değil midir dersiniz?
Mutluluk dediğimiz şey, yaşamın içindedir.Güzel bir yemektedir, kar yağarken pencereden bahçeye bakmaktır, okumaktır, yazmaktır, sevmek ve sevilmektir, dinlemektir, yürümektir, konuşmaktır, üretmektir, yaratmaktır..
Yaşama küsmek mi? Hayır, bir insan olarak en son, ama en son ya da hiç ama hiç yapmamamız gereken şey, hayata küsmektir.
İzninizle buna hakkınız olmadığını da söylemeliyim size.
Feyyaz Tokar
.........
Benim yaşımdan da uzuuun yıllardır (Masal gibi di mi?) Saatli Maarif Takvimi alınır her yıl evimize, hem de büyük boy olacak… : )
Yukarıdaki bilgiyi anneme gittiğim zaman işte oradan kendi el yazımla not aldım.Bir aydan fazla oldu yazalı ama o da bugünü bekliyormuş.. : )
Bu arada.. Doğum günüme ait takvim yaprağı hâlen aile albümünde saklanır. 17, Eylül. 1961 Pazar : )
E, önemli gün tabiî saklanmalı, değil mi? ; )
Oğlumla konuştum da bugün, şafak sayıyor kendileri… 81’ den geriye illerin plaka no. larına endekslendi şafaklar. Bugün hangi ildesin, diye sordum. 38, Kayseri… dedi.
34, İstanbul’ a doğru yaklaşıyor…
İki yıl önce doğum günümde Uzungöl’ deydim. Karadeniz’ de olsaydım bu yıl da giderdim sanırım. Dün bir GB tan fazla yer tutan resimlerimi yanlış bir komutla uçurdum. Bahçe ve çiçekler ağırlıklıydı onlar.. Çok bol miktarda evden çekilmiş günbatımı manzaraları, sebze- meyveler, ille de çiçekler…
Ayrıca yürüyüş parkuruma ait olanlar ve hatırlamadığım başkaları...
Bu kadar büyük boyutta olmasa kurtarılması daha kolaydı ama yine de çaresiz değil, özel programlarla kurtarılabiliyormuş bilgisayara format atılmadıkça...
Oğlumun gelmesini bekleyeceğim bunun için.
Uzungöl resimleri başka oturumlarda da mevcut olduğundan, doğum günümde daha önceden güne dair yazdıklarımla birlikte vizyona girebilirler...
: ))
Var git çiçekleri vardır şimdi yaylalarda çimen yeşilinin içinde viole- mor parıldayan...
Severim yeşil- mor kombinasyonunu... : )
Daha iki ay önce gittiğim gezimin ayrıntılarını bile anlatamadım.
Niye adımın 'assolist' e çıktığı belli oldu. : )
Arkadaşlar arasında gecikince, 'Assolistler en son sahne alırlar' deyip bir şarkıyla durumu kurtarıyordum. Blogda işim zor. ; )
.....
Her zaman önümüzdeki duvarları görmek mutsuz etmiyor mu bizi...Bırakalım gözlerimiz duvarların ötesini görebilsin.. Eğer onlar göremezse gönül gözümüz anlatsın bize herşeyin altında yatan güzellikleri... İşte öğretici bir öykü:
BOŞ DUVAR
Bu yazıyı okumanız sadece 30 saniyenizi alacak ve sonunda hayata ve ilişkilere bakış açınız değişecek.!!!
İleri derecede hasta iki adam aynı hastane odasındaydılar.
Adamlardan birinin her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu, ciğerlerindeki suyun süzülmesi için. Bu hastanın yatağı odadaki tek pencerenin tam yanındaydı. Diğer hasta ise hep sırt üstü yatmak zorundaydı. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur, eşlerini, ailelerini, evlerini, işlerini, askerlik anılarını, tatilde gittikleri yerleri anlatırlardı birbirlerine. Pencerenin yanındaki hasta, her öğleden sonra oturmasına izin verdikleri saati diğer hastaya pencereden görebildiklerini anlatarak geçiriyordu. Diğer hasta hep bir sonraki günü iple çekmeye başladı, dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için.
Pencere, içinde çok güzel bir göl olan parka bakıyordu.
Ördekler ve kuğular gölde yüzerken çocuklar model bot'larını suda
yüzdürüyorlardı. Genç aşıklar, gökkuşağının tüm renklerindeki
çiçeklerin arasında kol kola dolaşıyorlardı. Ulu ağaçlar etrafı süslüyor,
uzaktan şehrin silueti görünebiliyordu. Pencere kenarındaki adam bunları
muhteşem bir detayla anlatırken, odanın diğer ucunda yatan adam gözlerini kapar ve bu muhteşem manzarayı hayalinde canlandırırdı.
Sıcak bir öğleden sonra, pencerenin yanındaki adam geçmekte olan bir şenlik alayını tarif etti. Diğer adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandırabiliyordu, pencere kenarındaki adamın tasviriyle.
Günler ve haftalar geçti. Bir sabah banyo yaptırmak için su getiren gündüzcü hemşire pencere kenarında yatan hastanın cansız bedeniyle karşılaştı: uykusunda, huzur içinde ölmüştü. Hüzünlendi, hastane görevlilerini cesedi dışarı taşımaları için çağırdı. Uygun zaman geçtiğine kanaat getirir getirmez, diğer hasta pencerenin Kenarındaki yatağa taşınmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Hemşire memnuniyetle isteğini yerine getirdi, hastanın rahat olduğundan emin olduktan sonra onu yalnız bıraktı. Yavaşça, duyduğu acıya aldırmadan, bir dirseğine yaslanarak dışarıdaki dünyaya bakmak üzere yatağından doğruldu adam. Sonunda, dışarıyı kendi gözleriyle görme zevkini yaşayabilecekti. Pencereden dışarı bakabilmek için yavaşça dönmeye zorladı kendisini.
Pencere, boş bir duvara bakıyordu. Adam hemşireye, vefat eden
oda arkadaşının pencerenin dışında görünen harika şeylerden bahsetmesine sebep olan şeyin ne olabileceğini sordu. Hemşirenin cevabı, ölen adamın kör olduğu ve pencerenin önündeki duvarı görmediğiydi.
- "Sanırım seni cesaretlendirmek istedi" dedi.
Epilog: Diğer insanları mutlu etmek çok büyük mutluluk getirir, kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylaşılan dertler yarısı kadar üzüntü verir, paylaşılan mutluluklar ise iki katı artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız, sahip olduğunuz ve paranın satın alamayacağı her şeyi paylaşın.
Bugün bize bir hediyedir. Bu yazının kaynağı bilinmiyor, fakat okuyan
herkese mutluluk getirecektir.
Duvarların ötesini görebilmek...
Sizlerden de bulunduğu iklime uymadığını ya da iklimin kendisine uygun olmadığını düşünenleriniz olmuştur muhtemelen...
Bu şekilde düşünenlerden birisi bendim. 24 yılda çok hoş dostluklar geliştirmek kısmet oldu evet, ilk günlerim hattâ uzun yıllarım pek çok şeyi kendimle paylaşmakla geçti.
Gurbetin gelişimime faydası olmuştur bir yönden ve olumlu sayamayacağım etkileri de kimi yönlerden...
Farklı bir iklimin çiçeği olduğumu ve solup, kuruduğumu düşünmüşümdür zaman - zaman...
'Olması gereken olur' demişimdir sonra..
'Olması gereken olur!...'
İşte gurbete ait duygularımdan bir kesit:
(Resim, terasta çektiğim günbatımı resimlerinden.. hani bilgisayarımdan silinenlerden birisi...)
Gurbet Akşamları...
Merhaba,
Öncelikle, Crea, guzella çok teşekkürler..Benimle ne çok birlikte olduğunuzu bilseniz eminim ki sizler de şaşırırdınız, yürürken, okur-yazarken, boş kaldığım/kalabildiğim pek çok ânımda sizler varsınız.Bu, yalnızca ikiniz için değil, yazan tüm arkadaşlarım için geçerli.
Boşluğunuzu hissediyorum.Bugün de bir arkadaş dâvetini belki bir, olabilirse birkaçınızla konferans görüşme ayarlayabiliriz düşüncesiyle geri çevirdim.İçinizde yazışmasam dahi mail ve tel aracılığıyla görüştüğümüz arkadaşlarımız var.İyi bir dinleyici olduğumu sanırım, tanıdığım, -beni gerçekten tanıyabilecek kadar yakınlaşan- herkesin güvenini kazanabilmiş olmak da benim mutluluğum.Varlığımın bu şekilde anlamlı olduğuna inanıyorum.Yoksa hayat dediğiniz nedir ki..ne kalır elde tüm bir ömrün bilânçosundan geriye??
guzella, dayın ve sizler için zor dönem gerçekten, dileğim odur ki en kolay bir şekilde bu dönemi geride bırakabilesiniz, dayın ve sizler için gelişmeler olabilecek en olumlu biçimde olur inşallah canım.
there's no light, yazını ilk okuduğumda yürüyüşe çıkmak üzereydim, öylesine içime oturdu ki yazdıkların o akşam çıkamadım, öylece kalakaldım içimde boğulurcasına bir sıkıntı hissi ve acıyla..Bildiğim yöntemler de bu ruh halini atabilmeme yetmedi.Sana Hayat'ın hayatından bir kesit sunayım tüm duygusallığımla...
Bir vakitler çok güzel bir kız varmış,akıllı, neşeli,hayat dolu..! O da farkındaymış kendisine bağışlanan ( inanıyorum ki hiç bir maddi ya da manevi sahip olduğumuzu sandığımız şey bizim değildir, ne zaman bizden geri alınacağını bilmediğimiz, bilemediğimiz emanetlerdir.) özellik ve güzelliklerin; duruşu, hâli-tavrına da yansırmış bu özgüven duygusu..
Yaşam kurgusu içinde, bir gün kendisini, doğup- büyüdüğü yerlerden çok uzaklarda bulmuş, tüm sevdiklerinden, sevenlerinden..Ne zor günlermiş onun için bu günler..kapatmış kendisini çevreye, içe dönükleşmiş..yavaş yavaş sönmekteymiş gözlerindeki yaşam ışığı..Tam 6 ay, oturma odasının perdelerini gündüz dahi açmamış, öylesine içselleşmiş bu en mutlu olması gereken, beklenen dönemde..
Bu arada iki kez gitmiş doğup büyüdüğü kente..Her gidişinde cıvıl cıvıl olup canlanmış, sanki denizine kavuşmuş balık misâli...Kimliğini bulmuş yeniden..Yitirdiğini sandığı, rafa kaldırdığı...
Kentinin plakasını taşıyan araçlara bile farklı gözle bakarmış, bir dost yüzü görmüşcesine...
Gün batımları ayrı birer hüzünmüş onun için..güzel sesiyle yüreklere işlercesine duygulu söylermiş gurbet şarkılarını böylesi zamanlarda..sesine yansırmış duyguları, nağmeler buğulanır, çatallanırmış yüreğine akıttığı yaşların yansımasıyla...
"Gurbet elde her akşam battı bağrımda güneş,
Yâre giden yollarda hasret oldu bana eş.."
Şu anda da hem yazıp hem söylüyorum bu şarkıyı, o günleri tekrar yaşıyorum.
"Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi baska biçimde.
Eriyorum gitgide;
Elveda her ümide.
Gurbet benligimi de
Bitirmis bir içimde.
Ne arzum, ne emelim...
Yaralanmis bir elim
Ben gurbette degilim,
Gurbet benim içimde. "
Eveeet, biraz ağlamak gözlere renk katar, canlandırır, artık gülmeye başlayabilir miyiz?? :)
Zaman içerisinde çok geniş bir çevre edindim.Genelde aranan, sevilen bir insandım.Sevildiğimi de bilirdim aynen şimdiki gibi ama ben de sevgiyle, ilgiyle yaklaşmışımdır hep canım...:)
Gurbetin izleri silindi mi, hayır..o hep içimde ve sanırım öyle kalacak.Ona rağmen yaşamayı öğrendim.Yitirdiklerimi değil, elimde bulunanları ön plana çıkardım.
Yaşadığım, gördüğüm her olaydan dersler çıkarmaya çalıştım.
Epey bir olgunluk kazandırdı bana itiraf ediyorum ki..Zaten olgunluğa meyilli bir karakter yapısındaydım, daha bir güçlendi sanırım bu özelliğim.
Seni ne kadar iyi anladığımı tahmin edemezsin.
Öyle zamanlarım oldu ki, bu saattte kime giderim, kiminle paylaşabilirim bu duygumu diye düşündüm, arabanın direksiyonu öylece kaldı elimde ya da elim arabanın direksiyonunda:
"Akıllı ol kızım, bu saatte dışarı çıkamazsın, hem de bu ruh haliyle..Sâkin ol, bu da geçecek.."
Konuşmak istersen hazırım.Teresa, sen de hayatımdan bir kesit izledin eğer okuduysan..Bana kırılma..Olumsuz şeyler yaşamamamdan değil hayata gülerek bakma arzum, tutumum..Benim de içimde sakladığım acılarım var.Bunlara rağmen yenilmek bana yakışmaz, bize yakışmaz, burası bir imtihan alanı.. diyorum.Her ne zaman istersen tel. bağlantımız olabilir.Müsait olmadığımda da ilk fırsatta seni arayacağımdır.msn de sıkılıyorum ben, yazmaya bile yetişemiyorum çoğu olayları, oysa yazmayı, sonradan okumayı seviyorum.Burada yazan tüm arkadaşlarım için teklifim geçerlidir.Gücüm yettiğince..:)
Yenilmeyeceğiz değil mi arkadaşlar? Pes etmek yok değil mi???
Aslâ dönmek yok..!!!
Hep sevgiyle..ümitle..yaşam ışığıyla..sağlık..mutlulukla kalın/kalalım...Hayat
Yaa.. çok kasvetli mi oldu? Dün- bugün arasında geziniyoruz. : )
Zorluklarla baş etmeyi öğrenmeyi deniyoruz.
Daha iç açıcı bir geçmiş yazımı da ekleyeyim buraya, ortam şenlensin... : )
26 Ağustos 2007 Pazar
O yüzden geçmişi yazamayınca bağlantı kopuyor.
Gelelim bugüne…
Sabah güzel bir kahvaltı hazırladım ama kızımın bir sınavı vardı, her ikimiz de pek bir şey yemeden çıktık evden.Gideceği yere bıraktım, dönüş yolunda buraya ilk geldiğim yıllardan bir komşumuza rastladım, o da fark etti beni, gülümseyip devam ediyordu ki bir U dönüşüyle yanlarına gidip selâmlaştım.Konuşurken ‘….. Müzesi’ nin bahçesinde kahvaltıya gidiyorduk bize katılır mısınız? ‘ dediler.
Çok iyi olurdu, yıllardır buradayım, çocuklarım bile defalarca gitti ben daha gitmedim oraya, dedim..
Yolda Edebiyat ilgimden açıldı söz, meğer arkadaşın eşi, il Kültür ve Turizm Müdürüymüş.
Baltayı taşa vurduk bu kez, sınavdayız..dedim..: ))
Müzenin bahçesine arabayla girilmiyor normalde, kapılar açıldı bize tabii, eğlenceli bir duygu.. : ))
Hoş sohbet, güzel bir kahvaltı..Geçmiş- gelecek pek çok şeyden konu açıldı.Sonrasında, rehberimiz, Kültür müdürümüz oldu ve müzeyi gezdik, açıklamalar eşliğinde, bu çok farklı oluyor cidden.
O arada kızım sınavdan çıkıp, beni aradı.Bir kahve içmeye davet ettiler arkadaşlar..Kızımı da alıp, tekrar geldim bahçeye..Sohbet çok samimi bir havada geçti.
Oğulları vardı yanlarında, 16 yaşında, aklı başında bir genç, maşallah..
Şiir yazıyormuş.
Eren, yazacaksın değil mi, bekliyorum şiirlerinden örnekleri…: ))
Bu kez, şehrin en büyük müzesini gezdirmeyi teklif ettiler.Biz de hep merak etmekle birlikte gitmemiştik oraya..
Cidden büyük bir şaşkınlık yaşadım, bu ilde bu kadar güzel bir müze olduğunu bilmiyordum, mutlaka tanıtılmalı, sn. başbakan da çok çok şaşırmış gördüğünde ve çok beğenmiş.
Orada da bahçeye bir masa attı görevliler ve çay içtik, gezmemiz bittiğinde.
Çok fazla resimler çektim ve gerçekten büyülendim.
Güzel bir gündü doğrusu..:)
Beklenmedik ne çok şey yaşıyoruz, bu seferki hepimizin mutlu olacağı cinstendi…
İstese, planlasa denk düşüremez insan böylesi karşılaşmaları…
Bir önceki gün de sohbetteydim. Yazılar hep birbirine bağlı olduğu ve ben bir öncekini pc ye aktaramadığım için biraz havada kalacak anlatılanlar..
Öncki hafta dünkü gelenlerin çoğu, ilçelerden birinin belediye başkanının kızkardeşine gitmiştik..Dünse diş dr.u ablamızdaydı sohbet.Önceki hafta eski bir arkadaşın kızkardeşiyle tanışmıştım, devamlı gelenlerdenmiş meğer..Nasıl kaynaştık ama, biz konuşuyoruz, herkes bize bakıyor neredeyse..
Bu kez bir tanımadığım hanım vardı, o da ısrarla haftaya gelmemi istedi.Neden tanımıyorum sizi, daha önce gelmediniz mi,diye sordu.
Assolistimdir, dedim gülerek. Dr. abla çok peşimden koşmuştur sağ olsun ama, az gelebilmişimdir.
Çok güzel okuyormuşsunuz , herkes çok etkilenmiş, haftaya dinlemek isterim dedi..Onu da bana çok methettiler, bakalım haftaya birbirimizi dinlemek kısmet olacak inş..
Seçicidir çok, daha kimseye bu kadar ısrar ettiğine rastlamadım, dedi diğer arkadaş hayret etmiş bir ifadeyle..
Ben de çoğu insanla kaynaşırım, iletişim sorunu yaşamam genelde ancak yakın çevremdeki herkes hakikaten olumlu niteliklere sahiptir diyebilirim çok şükür.
İnsanların belli karakter özelliklerini taşımalarına dikkat etmeye çalışırım, yakın olacaksam..
Hani peşimi bırakmayacaktınız, dedim. Nerelerdesiniz? : ))
Öylesine ilgi gösteriyor ki sağolsun her gördüğünde..
Ablama nasıl çıkıştım telefonda dedi, neden tanıtmadı sizi bana? Neden bu kadar geç kaldım?
Geç değil canım, dedim.Akıllı uslu bir demimde yakaladınız beni.. : ))
Mutfağa geçtik diğerleri gittikten sonra. Babamın sene devri dolayısıyle helva kavurmak istiyordum, orada hazırlayıp paylaştırdık yine.
Bu kez becerikliliğim gündeme geldi. Ya, pratiğimdir ve hakikaten lezzeti garantidir hazırladıklarımın ancak, ben sıkılırım fazla mutfakta oyalanmaktan. Arada bir ayrıntıya kaçarım ve zevk alırım, onun dışında çok vakit harcamak istemem sürekli..
Yapılacak öyle çok şey var ki..Öylesine değerli ki vakit…
Az önce bahçeye çıktım. Her şey hoş göründü gözüme..Hani kokulu silgilerimiz vardı ya baygın kokan, çok hoşlandığımız; melisa çiçek açmış, akşamları kokar yalnızca, gündüz hissetmezsiniz.
Yanından geçerken varlığını hissettirdi bana..Bir sandalye çekip oturdum yanına, derin nefesler çekerken, ağustosböceklerinin senfonisini dinliyordum bir yandan, gözlerim kimi zaman kapalı duyumsamaya çalışıyordum ılık, tatlı rüzgârı, sokak fenerlerinin ışığında farklı görünen sarmaşık güllerini, coşan mor salkımları, yıldızsız,yer yer bulutlarla kaplı gökyüzünü…
Beyaz yasemin dikmiştim kapı girişime, girerken hissedilsin kokusu diye..Çiçeklerinin yalın, duru zarafetini de severim hem…
Güzel bir yaz gecesi daha…
Her geçen gün ve gecemizin güzelliklerle, iyiliklerle dopdolu olması dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder