31 Temmuz 2009 Cuma

Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri...(Yazının tümü ve ses kaydımla)


MOV00015
by hayateylul



Bir özel ses kaydıdır yukarıda izlediğiniz...
Kanunum görüntüde, kendi sesimle bir bölüm yazıdan...
Hayat

Yazan ve yaşayışı ne şekilde olursa olsun, bağlamıyor beni...
İsterse yazılarıyla yaşayışı farklı olsun.. Sevmem bu özelliği -kendimde, elimden geldiğince düzeltmeye çalışıyorum- yine de bu kadar doğru olduğuna inandığım ve yürekten gelen kelimelerle seslenebilen bir insan bunu bir an olsun hissetmediyse yazamaz ya da yüreğime böyle dokunamazmış gibi duyumsuyorum.Kaldı ki tek düzeltme gayreti içerisinde olabileceğim, benim kendi yanlışlarım.
Can dostumla görüştüm, bir seyahat sırasında yemekte karşılaşmışlar Cezmi Ersöz' le.
Sonra da şiir dinletisine katıldım, ardından da kitaplarını satın aldım, diyordu.
Bir başka şiirini bana okudu, o da çok etkiledi beni.
Anlaşılan kitaplarına bakacağım, alıcı gözüyle.
Bu yazıdakilerin, sizi bilemem, ben tasavvuf düşüncesi ile örtüştüğünü düşündüm.

Cezmi Ersöz; Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri...

Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar, hayata ve insanlara merhamet duyarlar ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşayamazlar...

Aşk işaretiyle doğanlar, yaşarken dünyaya talip olamazlar... Bilirler ki ne isteseler, neyi alsalar, ne kazansalar, aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları, teselli etmez... Gönüllü sürgündür onlar... Gizliden gizliye, hissederler bunu... Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere. Kopup geldikleri ışığa olan inançları ne kadar büyükse, içlerindeki acı o kadar derindir... Bu acı, hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri... Bu acı, hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye var olduklarını...

Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden... Yorulur kendisini anlata-mamaktan... “Sevgilim!” der, “sevgilim!” ama sevgilim dediği yanında değildir, bilir... Bazı günler insan soluksuz kalır, içindeki sevgili olmasa bile, karşısındakine deliler gibi sarılır... O olmadığını bile bile, sonsuz bir umutsuzlukla sarılır... İnsan soluksuz kalmayagörsün, sevgili diye bütün yanlışlarına, bütün kaçışlarına, kendine yaptığı ihanetlere sarılır... İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye-görsün, her şey olmak, her yere yetişmek için bu hayata düşer... Her şey olduğunu, her yere yetiştiğini sandığı anda, ortada kendisi yoktur artık... Kaybolmuşluğa çok yakındır... Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır... Daha az acı çekiyordur artık... Ama artık daha mutsuzdur eskisinden... Daha mutsuzdur, o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...

Soluksuz kaldığımı kendimden bile sakladığım bir gündü... Kaybolmuşluğa yakındım... İçimdeki acı hızla eksili-yordu... Işık soluyordu; soluyordu, tıpkı sesim gibi... Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi... Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi, neyi kirlettiğimi... Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden, kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız hiç önemli değil... Gerçekten değil... Kaybolmuş insanlar birbirini çabucak buluyor... Umutsuzluk, umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık... Sanki ikimiz de dilini, kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye... Oysa böyle bir şey yoktu, hep buradaydık... Işığımızdan koptuğumuz yerde... O ışığı orada bırakıp bu dünyaya, bu hayata gönül indirdiğimiz, her şeyde, her yerde olduğumuzu sandığımız yerde... Hep o soluksuz kaldığımız yerde... Daha vakit var, o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimiz de... Belki aynı gece, belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik... Susuz ve yorgun... Yaşamaya köpekler gibi aç, ama ölüme dünden razı...

Bana geldik... Belki içimizdeki acıyı avutur, koptuğumuz ışığı ikna eder, biraz olsun hiç yaşamamış, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar, içimizden bir ömür çalar, yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır, buradan, bu hayattan yolumuza devam ederiz, sanmaya geldik... İçtik, şımardık, ağladık, hayatı özledik, çığlık attık; ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırık kalp, onca vazgeçiş, onca erteleyiş, onca unutuluş, bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı... Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık... Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda... Aynı andı, belki de peş peşe, derinden, çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi, kesik kesik, ağlamaya başladık... Engel olmaya çalışsak da yine de kahredici bir hoşluğu vardı, bu ağlayışın içimizde... Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu... Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu... Gidecek bir yerimiz yoktu ama kaybolmamıştık... Bu yüzden, kahredici bir hoşluğu vardı gözyaşlarımızın...

Sonra, sabah oldu... Sonra, acı ve özlemin yerini, utangaç bir boşluk aldı... Bütün o eksik hazların yerini, derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti, yaramda hiç unutmayacağımız bir ürperti bırakarak gitti... Yaram ki kimse onun kadar beni anlayamaz; yaram ki kimse onun kadar beni sevemez... Gözlerimden çok, içimdeki yaramı sevdim... Çünkü ondan başka kimse, bana beni göstermedi. Herkese ama herkese yalan söyledim, ama bir tek o biliyor hepsini... Bir tek o gördü, beni kendimi aldatırken... Onu unutmaya çok çalıştım... Yok saymaya... Hayat diye, içine girmediğim akvaryum kalmadı... Her mevsim, mutluluk modaydı... O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım... Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım... Akvaryumun içinde, herkes gibi camların dışında bir yeri özledim... Bana ait olmayan bir hayatta, hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla, akvaryumun dışını özledim... Yaramı unutup neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim... Bilmiyorum, belki bunu da kendi yaramı unutmak için yaptım hep... Sonunda anladım ki nereye gitsem, sonunda yarama dönüyorum... Ne yapsam, ne etsem, döndüğüm tek yer, yine o eski kalbim... Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigâr... Ne kadar sevse de insan, tükenip yorulduğu bir saat var... Herkesin bencil bir ömrü var... İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi, onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi, çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım... Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden, hayatlardan, yorgun ve bencil sevgilerden utanarak... Sanki, kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım... Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte... Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben... Onu her arzulayışımda, karşıma Tanrı çıkar. Beni böyle eksik, böyle yarım, böyle susuz, böyle bir başına o bırakmıştır... Tanrı vardır ve benim sonsuz susuzluğum ondandır...

Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir, hayattan korkmamayı öğrendim... Kime dokunsam, Tanrı ya sonsuz bir yakarış; kime dokunsam, o büyük kopuşun sancısıydı; kime dokunsam, kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi... Kime dokunsam, eksik ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi...
Tanrı’yı unutmak, içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen... Böyle zamanlarda, kalkıp giden her şeyin peşine takılırım... Bütün zamanların, bütün trenlerin, bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim... Farklı olmak adına, kendim olmak adına, herkes gibi olmak adına, koşarım giden her şeyin ardından... İçimdeki Tanrı’yı, içimdeki aşkı, soluksuz, kimsesiz bırakarak, koşarak giderim her şeyin ardından... Kendimi hatırlamamak için, her anımı, her dakikamı tıka basa, bu hayatla doldururum... İçimdeki aşkı, içimdeki susuzluğu unutabilmek için, bir projeye, bir yaz-boz tahtasına dönüştürürüm kendimi... Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım... Herkesle ve her yerde olmak için, her yere bir an önce yetişmek için, kendime bana ait olmayan bir kalp, bir yüz alıp kimsenin bilmediği, uğramadığı bir boşluğa yerleşirim... Herkes ve her şey olmak için, beni çağırdıkları her yerde olmak için, bu boşlukta yaşadığım kimsesizlik, bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar, bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim, bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır... Bana Tanrı’sız ömrümü, yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır... Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi... Verdiğim sözleri, ettiğim yeminleri... Atarım kendimi herkesin ortasına... Gözlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne... Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya... O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerim... Öç alırcasına kendimden... Dökerim her şeyi ortaya... Herkesin kendinden kurtulmak için, kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için... Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir, böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakamaz... Herkes bir an önce, eksik ve yanlış da olsa, bir gece önceki ömrüne dönmek ister... Herkes, susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister...

Bunları bilince, bunları hissederek yaşayınca, kimseye kızamıyor insan. Öfke, dönüp dolaşıp geliyor, yine içte patlıyor... İçimde patlıyor... Çünkü kime kızıp kimi lanetlesem, en sonunda onu içimde buluyorum... Suçladığım herkeste, biraz ben varım... Kimi yargılasam, elimde kanı var... Kime bağlansam, onda haksızlık ettiğim ömrüm, susuz bıraktığım Tanrım var... Kime koşup sarılsam, onda kolları bağlı erdemim var... Başkalarını yargıladıkça, kendisini tutsak eden, başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var... Oysa ne yapsam, o yurtsuz gecem, susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz... Sorar hesabını... Defalarca gelip geçerek ömrümden, kimlerdi, diye sorar o kanayan yüz bana; kimdi, bütün gece onca yargıladıkların... İtildiğin ve sığındığın hüzünden tek bir yanıt çıkar, tek bir ses... O sesler, o bütün gece yargıladıkların, aslında sensindir... Bilirsin ki o ıssız gecede, bunu sana söyleyen senin sesindir... Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur... İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi, içinde öyle kimsesiz, öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir... Ne olur, sus ve öfkelenme der, bu ses bana... Boyun eğ, bu sese... Kabullen onu... Bir kez olsun, kendi sesinin önünde eğil, der... Bir kez olsun, kulak ver ona... Kulak ver ona, onun neleri yitirdiğini, neleri sonsuza dek kaybettiğini, bir kez olsun onun ağzından duy... Yüzünden akan kanı olsun öp... Sadece gözyaşı değil onlar, dokun onlara, dokun kendi kanına, yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın... Orada, bütün yargıladıkların var... Orada, reddettiğin bütün ömrün var... Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa, hepsi kanında saklı... Seni terk edip ihmal edenler, seni bir türlü anlamak istemeyenler, seni yargılayıp dışında bırakanlar, orada... Orada, seni deliler gibi sevseler de senin içine bir türlü giremeyenler... Ne olur, bir kez olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır!.. Ne olur, bir kez olsun anla, ömründen daha uzağa gidemezsin!.. Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin... Ne olur, anla, onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin!.. Ne olur, bir kez olsun anla, yaranı yok sayarak hiçbir yere gidemezsin!..

Yaşamak ne ki hem kendini, hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil mi?.. Yaşamak, yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?.. Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi?.. Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?..

Bu hayatın ne yengisi, ne yenilgisi teselli etti beni... Ne zaman kazandım, ne zaman artık kurtuldum, desem, daha derin bir boşluk açıldı önüme... Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola, kazandıkça kaybettim, yükseldikçe alçaldım... Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmış ki ne zaman aşkın bir güzellik görsem, ertelediğim hayatım gelirdi aklıma... İçimdeki erdemi, suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü...

Çünkü ne zaman kirli, inançsız bir gece yaşasam, anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam, çok uzaktan, çok eski bir duygu, bana rağmen, bana inat, yanımdan geçip giderdi... Kimi sevsem, hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı... Kimi anlamaya çalışsam, hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme... Kime elimi uzatsam, o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim?.. Kime sarılsam, verip de tutmadığım sözler çıkardı karşıma...

İnsan, her sabah doğan güneşten utanır. İnsan, er ya da geç gelen mevsimlerden utanır...

İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrısı’ndan utanır...

İnsan, bunca işarete, bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerlerden utanır...

İnsan, yanan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır...

Cezmi ERSÖZ

Söyleyemedim...

30 Temmuz 2009 Perşembe

İçimizden biri: Antigone - 4.. bölüm


Kaldığımız yerden devam...
25-07-2007, 11:24
antigone

AYRICA "HAYATEYLÜL" , "SALATA" ,
ikinize de teşekkür ederim. Başa dönmek, yaşanılanları tekrarlamak, bahsetmek zordur bilirim. her defasında her anlatım yeniden bir daha yaşamak demek çünkü o "an"ları... Teşekkür ederim.

dünkü mesajlar bilgisayarın başına çok kötü şekilde geçmiş olmamla ilgiliydi. Ama genel olarak ben de iyiyim. Ve haklısınız,
sakin davranabilmek... Bekleyebilmek...
çok zor ama çok değerli, önemli hatta gerekli eylemler bunlar.
elimden geldiğince sakin davranabilmeye çalışıyorum. Bu kadar hızlı ve yoğun yaşamaya alışmış bir kadın için bu hiç kolay olmuyor ama her gün buna daha da inandığımı ve her gün dünden biraz daha fazla bişeyler yaptığımı, her yeni gün biraz daha iyi olduğumu seziyorum...

hayat herşeyiyle beraber ilerlemeye devam ediyor. ZAMAN...
bizraz zamana ihtiyacı var bu kadının... Biraz "zaman"a...
Ve haksızlık etmek istemiyorum şu an yaşadıklarım da benim hayatıma dahil ve yarınımın belirleyicileri bir nevi...

Bir paLyaço lafıdır;
"ÖLÜME HAYIR DEMEM YETMEDİ, YAŞAMA EVET DEMEM GEREK'"

arkadaşlar,
"YAŞIYORUZ" ya. daha ne?

25-07-2007, 02:46

antigone

Kendime vermeye çalıştığım telkin şu aralar;
"KIZIM SENİN SANA VERİLEN "DEĞER"DEN BAĞIMSIZ OLARAK BİR "DEĞER"İN VAR!"

Ama sürekli diyoruz ya, "sakin olabilmek, bekleyebilmek"...
bu telkini kedime diyebilmem için sakin olabilmem gerekiyor.

Ve şu anda kusmalarım birincil itici gücünü kilo almak kaygısından değil, öfkelerimden alıyor. O kadar çok öfke birikmiş ki içimde. Beni üzen için de, bana haksızlık eden içinde "o da bir insan. onun da sorunları vardır. onun da kendine göre bi dolu yaşantısı var. anlamaya çalış." dedim kendime. Ki,mseye hiç cevap vermedim. Hani kızar da ilişkini kesersin ya zarar gördüğünü anladığında artık ben onu yapmadım ve hep yeniden kurmaya, aksaklığı olan yeri yeniden tamire uğraştım. ama bu tamiratlarda hep yalnızdım. İlişki 2 kişiliktir en az değil mi? O "2"nin "1"i hep kayıptı. "1"lerden biri, sadece ben vardı tamiratta. o yüzden tamir edilen yer de çok çabuk bozuldu hep. Hep tamir, hep hasar...Hep tamir, hep hasar...

Ve bir kötüsü de "bağımlı" bir kişiliğim var. (ah babam ahh!)
bağlanıveriyor, güveniveriyor ve ayrılamıyorum bir türlü. Ayrılmayı, gitmeyi, terk etmeyi, reddetmeyi, hayır demeyi beceremiyorum...

Tüm bunlar o kadar kısır bir döngü ki, bulimiadan ötürü mü gelişti bunlar yoksa bunlardan ötürü mü bulimia şiddetini artırıyor, bilemiyorum...İki tarafa da birbirini tetikleyerek gidiyoruz bakalım...

Ama yazdığın gibi, vazgeçmedim. Hep "başaracağım" inancı var. Haa, bu inancım uygun davranışlarda bulunmama yetecek kadar kuvvetli değildi belki de şimdiye dek. ama 2 gündür burada yazıyorum ve şu an o inancın kendini güçlendirdiğini hissediyorum.

sorumluluklarım var, en önce kendime, sonra aileme, sonra işime, birlikte çalıştığım insanlara...

Bazen görüşmelerde karşımdaki insana dediklerime kendim inanamıyorum. Bir an geliveriyo görüşme sırasında kulaklarım dediklerimi duyuyor, kendimi dinliyorum, neler diyorum diye, şaşırıyorum... Vay be, ee, sen ne zaman bunlara inanacak, düşünecek ve yapacaksın kızım diyorum Hatta bazen (malesef) görüşmeden bu yüzden koptuğum oluyor. Vicdanen hırpalanıyorum. Karşımda kendinden bahsetmek için gelen bir insana karşı ben ne yapıyorum? şuna bak, ben hala kendimle meşgulüm diye kendime kızıyorum. Bu da yoruyor insanı inanın...

Ama hep inandım, hala inanıyorum ve herşeye olan inancımı kaybetsem de bu inancımı korumak için elimden geleni yapacak ve hep inanıyor olacağım ki;

HAYAT GÜZEL...
YAŞAMAK GÜZEL...
HER NERDE VE HER NASIL YAŞANIYOR OLUNURSA OLSUN, YAŞAMAK BİR SANAT!
YAŞADIĞIM HİÇBİR ŞEY ŞU AN YAŞAMIYOR OLMAKTAN DAHA KÖTÜ OLAMAZDI...

VE SON OLARAK;

HAYATIN OLASILIKLARININ BENİM TAHMİN EDEBİLDİKLERİMDEN ÇOK DAHA FAZLA OLDUĞUNA OLAN İNANCIM!!!!!

25-07-2007, 03:57

antigone

Merhaba salata…
Nasıl samimi bir koku yayıldı cümlelerin üzerinde gözlerim kelimelerini takip ederken…
Tesadüfler… Rastlantı diye bir film vardı izlemeni öneriyorum, eğer izlememiş isen… O kadar çok şey buluyor, gündelik hayat içinde görememiş olduğu o kadar şeyi görme şansı elde ediyor ki film üzerinden. Rastlantının Oruç Aruoba ile gelmesi daha da güzel bence Oruç Aruoba en sevdiğim filozof-şairdir. Her kitabını okudumö(?). Okudum demek haksızlık olur aslında, onun kitapları bitmiyor. Ben bitiremiyorum en azından. Hiçbir kitabının sayfalarına bir defa uğramadı gözlerim, hep daha fazla kere.. Hatta uğramak yanlış kelime, sadece bir sayfasının üzerinde aylarca yaşadığım oldu…Oruç Aruoba ile tanışmam onun “de ki işte” kitabı aracılığıyla oldu. Çöpçatanımız oldu bu kitap. İyki de bu kitabı gördüm ve o güzel insanı tanıdım. Aslında sonra Bilge Karasu’nun kitaplarında da isminin geçtiğini hatırladım. Ama “dost kitabevi”nde ayrıca karşılaşmamız gerekiyormuş benim artık “oruç auoba” ismini takip etmeye başlamam için 

Ne çok yaşıyoruz birbirinden değerli. Birbirimizden haberimiz olmadan birbirimize benzer şeyleri aynı anlarda…belki de senin çıktığın o pastaneye az önce ben girmiştim ya da biraz sonra ben gireceğim bir yerde birinin ısrarını reddemeyerek yediğim bir şeyden duyduğum rahatsızlıkla “nasıl olsa kusacaksın, biraz daha biraz dada fazla ye” diyen o sevimsiz iç sesimin beni itelemesiyle…Belki de sen o pastanedeyken ben de aybı anda aşağı sokaktaki simitçiden 5-6 hayır 7, yetmez 8 simir alışverişi yapıyorum. Bir kaşarlı, zeytinli, peynirli, domatesli…Eee simit çeşidi de arttı, nasıl olsa kusulacak, bir kere içeri bir besin girdi, madem bu kadar çeşidi var simidin, hepsinden birer tane. Hayattaki lezzetlerden uzak kalmamış olurum böylece. Gündelik hayta yiyemiyorsun kızım, nasıl olsa kusacaksın yeeeeeeeeeeeeee! Hepsini de aynı yerde yemedim hi. Bir yerde biraz yer(norm-al insanlar kadar), ağzımı orda siler, hesabı öder kalkarım… sonra başka bi mekana çok açım, sabahtan beri bişey yemiyorum beni doyurun! Bilmezler ki doymak-acıkmak gibi kavramlar yok benim hayatımda. Önüme o tatlıların tepsisini getirseler hepsini yiyebilirim, bilmezler ki! Ama kusacağımı da bilmezler! “ben”i bilmezler, tanımazlar…

Murathan Mungan der ya;
“KASADA OTURAN KASİYER KIZI HERKES GÖRÜR AMA KİMSE TANIYAMAZ.”
O MİSAL…

“ sensin psikolog olan söyle , napcam ben....” demişsin ya…Hastanede yatarken de en zorlandığım şey buydu işte. İnsanların analmadıkları. İnsanların görmedikleri, gözden kaçırdıkları bişey; orda “psikolog” değildim orda “hasta”ydım.. Onlar öyle dedikçe onlarla ilgilenmeye başladım ve ben yine kendimi unuttum. Kendimi hatırlamam bir gece (haberim yok, farkında değilim) yattığım yatağa oturmuşum ve sol elimin baş parmağının tırnağı ile sağ elimin baş parmağının şişman kısmının derisi kazımışım. Derim kalkmış, içerde etim görünüyor, kanamış, büzüşmüş…Öylece de uyuyakalmışım. Sabah bi uyandım, hemşire bana bağırıyor…Sitem ediyor. Hadi diğerlerinden beklermiş de “ben”den beklemezmiş… Ben kocaman okumuş, hem de bu bilimi okumuş bi psikologmuşum. Hiç yakışıyor muymuş bana? Aynı gün psikiyatristle görüşmede doktorun odasında ne varsa birbirine kattım, tekmeledim, bağırdım ağladım… İnsanların bilmelerini istediğim tek şey; “ben de insanım! Anlamayabilirsiniz, bunu beklemiyorum ama duyun beni ne olur! Görün! Bakın bana! Dinleyin!” sadece buydu istediğim. Bu neye yaradı? Hastanede kalış süremin uzamasından başka hiçbir işe yaramadı tabii… Yani de annemin de sinir olmasına hizmet etti. Neden? Çünkü kız nerde diyolar. Diyecek cevap bulamıyo kadın? Kanı düştü vs vs vs kontrolde… Ziyarete gelelim diyolar, annem; yok yok, olmaz, önemli değil, çıkcak nasıl olsa… Ben çıkmadıkça bana kızıyor. Rezil etim ya annemi. Şuna bak, kanser olsam daha mutlu olacak, insanlara açıklayabilecek, bunu nasıl açıklasın? Kızım yiyo ve kusuyo. Ne düşünürler annem hakkında? Çok ayıp kızım senin bu annene ettiğin, çok!
Sakin sakin sakin sakin sakin sakin sakin….

Özür dilereim… yazdıkça moralim bozuluyor ve sinirleniyorum. Kalkasım var klavye başından ancak kalkarsam yemeye gideceğim, biliyorum o yüzden yazmaya devam edeceğim…kalkmayacağım. Kalkmıyorum…kalkmıyorum…

Sakin…sakin sakin sakin…sakin…evet….evet daha iyi…evet kızım daha sakin..çok güzel…biraz daha…evet, bunu başarabilirsin. Daha önce başarabildin, biliyorsun. Bunu da başarırsan başardığın günlerin sayısı artacak…hadi kızım, sana güveniyorum…evet bak başarıyorsun…kalkıyorum deyip de kalkmadığın, yazmaya devam ettiğin kaçıncı dk. O sinirlenmen üzerine kaç dk geçti bile bak…evet…çok güz(Kendime teşekkür ederim…teşekkür ederim…)

Evet şunu demek istiyorum salata;
O insanlara rağmen biz hala böyle güzel kalmayı başarabiliyoruz, daha büyük bir şey var mı? Yalancısına, samimiyetsizine, güzensizine karşın biz hala bu değerleri yaşatabiliyoruz. Bu ciddi bir beceridir ve bunu küçümsememek gerekir. Kendimizi tebrik etmeli, kendimizin değerini bilmeliyiz. BİLMELİYİZ! Ki biliyoruz da aslında, ama sadece bazı anlar hatırlamakta zorlanabiliyoruz. Olsun, biraz gayret biraz çaba biraz sabır ile biz nasıl olsa bu bilgiyi hatırlayacağız. Önemli olan bu bilgiye sahip olmamız. “var” olan bilgi hatırlanır, haa o an önünde engel olduğu için geri gelmekte zorlanıyor olabilir, ama olsun o an onu hatırlayamamamız o bilginin kaybolduğu artık aksinin geçerli olduğu anlamına gelmiyor. O bilgi(O insanlara rağmen biz hala böyle güzel kalmayı başarabiliyoruz)var, orda zihnimizde…biraz geç, biraz sonra…ama elbet! Elbet hatırlanacak!!!!

Ve diyorsun ya;
“duygusal açlık hat safhada, beni seven biri oldugunu düşünmüorm. insanların egoları için yaptıklarını görünce kendimi yere göğe sığdıramıyorm.
ama eee yani, nie sevmiorm kendimi. neden böle b.ktan bi durumdayım.”

Juliete yazdığımı tekrarlamak istiyorum izninle;

“SENİN,
SANA VERİLEN "DEĞER"DEN BAĞIMSIZ OLARAK
BİR "DEĞER"İN VAR!"
Bu bu kadar…”daha”sı yok bunun!

Ve…

Ve Oruç Aruoba’nın dediği gibi;
“İNSAN NE YAŞIYORSA ‘O’DUR”

sakin davranabilmek... Bekleyebilmek...

çok zor, ama çok değerli, önemli hatta gerekli eylemler bunlar.
elimden geldiğince sakin davranabilmeye çalışıyorum. Bu kadar hızlı ve yoğun yaşamaya alışmış bir kadın için bu hiç kolay olmuyor ama her gün buna daha da inandığımı ve her gün dünden biraz daha fazla bişeyler yaptığımı, her yeni gün biraz daha iyi olduğumu seziyorum...

hayat herşeyiyle beraber ilerlemeye devam ediyor.
ZAMAN...
biraz zamana ihtiyacı var bu kadının...
Biraz "zaman"a...
Ve haksızlık etmek istemiyorum;
şu an yaşadıklarım da benim hayatıma dahil ve yarınımın belirleyicileri bir nevi...

Bir paLyaço lafıdır;
"ÖLÜME HAYIR DEMEM YETMEDİ,
YAŞAMA EVET DEMEM GEREK'"

arkadaşlar,
"YAŞIYORUZ" ya. daha ne?

25-07-2007, 05:08

antigone

okuduğumda çok etkilendim...
bu etkiyi hissedecek olan herkesle paylaşmak istedim;

"yalancının cezası kimsenin kendine inanmayışı değil,
asıl kendinin kimseye inanmayışıdır."
bernard shaw

25-07-2007, 08:30

antigone

"napcam psikolog olan sensin sen söle" derken diğerleri ile aynı manada söylemediğini bildiğim için sizinle kelimelerimi paylaşmaya, kendimi anlatmaya devam ettim. aksini düşünsen emin olun ki siteden ayrılırdım. Hayateylül ile de konuşuyoruz; şu an burada iken olumsuz olabilir, kızgın olabilir, aksi olabilir ama düşünülenin düşünüldüğü an düşünüldüğü gibi iletileceğine olan inancımdan.

Gün boyu bir (hatta kaç "bir") maske ile dolaşıp duruyoruz. ve ben mesaim(iş+dışarısı) bitip de "ev"ime geldiğimde çok yorgun hissediyorum taşıdığım o maskeden ötürü. O maskeyi şöyle keyifle bi anda yüzümden çekip çıkardığımda, işte o zaman yüzümün aldığı nefesi, tenimiz yaladığı oksijenin lezzetini tarif edemem size. İstediğim iyi olmak, beğenilmek, sevilmek değil...(buradki bir çok insanın da belirttiği gibi); sadece konuşabilmek...Sözüm kesilmeden, sürekli yetersiz, yanlış, haksız, saçma, çocukca olduğumu söylemek için kuduran, ve bunu söylerken büyük keyif alan insanlarca lafımın ağzıma tıkılmadan konuşmamı bitirebilmek. Demek istediklerimi cümlelerimin sonuna kadar dinlemeye hazır insaalara anlatmak...anlatmak...anlatmak...Sadece bu!

Güven bana, rahatsız olduğum her şeyi rahatsız olduğum an nedeni ile birlikte belirteceğim! Dürüstlük deniyor ya bunun adına... Ben olduğum gibi(kendimden anladığım kadarı ile, fark ettiğim ben kadar) kendimden bahsetmeye devam edeceğim. Dinleyen, anlamaya çalışan(anlayan demiyorum, bunu beklemiyorum, beklenmemeli de),merak eden her insanı arkadaş bileceğim. Dediklerini dedikleri gibi anlamak istiyorum insanların. Alt yazı aramaktan, alttan geçen cümleler bulmaktan sıkıldım. Tiksindim.

tek isteğim; sadece PAYLAŞMAK...olduğu gibi...olduğu-MUZ gibi...

hoş kal..

* Not:

(Burada Chi' den de bir mesaj eklemek istiyorum.Grubun genç 'bilge' siydi o... : )Amerika' da okuyordu ilk tanıştığımızda yanılmıyorsam. Şimdi, memnun olduğu bir işi var ancak o da biliyor ki onun için risk henüz bitmedi.
Şu anda aktif olarak görüştüğüm iki kişiden birisi.)

25-07-2007, 10:20
Chi
Hepiniz harikasiniz arkadaslar. Mesajlarinizi okurken icimden size sarilmak ve herseyin gececegini soylemek geldi. Yeter ki kendinize bunun bitecegini inandirin. belki cok kolay olmayacak ama icinizdeki istek cok acik bir sekilde ortada.

salata, ozellikle ailene olan bakis acinla cok guclu bir insan oldugunu soylemek istiyorum. bunu sen de biliyorsundur belki ama insanlar bir turlu baskalarindan duymayinca kendilerini inandirmiyorlar. bu bilince erismis olman bile cogu insanin hayatlari boyunca beceremedigi birsey. etraftan gelen haksiz elestirilere kulak asmamak gercekten cok buyuk bir guc. ve sen icindeki bu gucu kullanabiliyorsun.

aslinda hikayelerimiz ne kadar farkli olsa da hepimizin yasadiklari ayni. bir sekilde kucuklukten kalan travmalarimiz var. ben de cogu kez soylediklerimin fazla utopik, idealist, hayalci oldugu soylenerek yerildim. ancak bunlari bize soyleyen insanlarin da o kadar cok yardima ihtiyaci vardi ki. biz sadece bir suru kisiyi idollestirip ondan sonra bilincsizce hayallerimizi yikmasina izin veriyoruz. aslinda annemiz, babamiz, patronlarimiz, ogretmenlerimiz vesaire hepsi bizim gibi insanlar. sonucta hepsi insan. onlarin soylediklerinin de aptalca, sagliksiz, hatta bazen bizden bile cocukca oldugunu anlayana kadar kendimize coktan fazlasiyla zarar vermis oluyoruz.

ancak dedigim gibi yasadigimiz tecrubelerimiz benzer oldugu kadar, iyilesirken izlenecek yolun da benzer olduguna inaniyorum ben. ayni sekilde hisseden, ayni seyleri yasayan, hikayeleri farkli ama ozleri ayni bir cok kadin var dunyada. baskalari iyilesebiliyorsa siz de yapabilirsiniz. mesela ben iyilesme yolunda emin adimlarla yuruyorum. ve artik (aman nazar degmesin ) en sonunda yeme krizlerinden kurtulacagim konusunda kendime guveniyorum. en sonunda bunun tarih olacagina kendimi inandirdim.

icinizdeki kizginligi cok iyi anliyorum, bulimia ile savasan bir cok kisinin kontrol edilemez derecede kizginlik sorunlari da olabiliyor. ama bunlardan kurtulmak da mumkun. sadece kafanizdaki o kizginligi besleyen dusunceyi kaldirip, onu daha saglikli dusuncelerle degistirmek yapmaniz gereken. Negatiflere degil, pozitiflere odaklanmak ve sadece varolmanin yeterli oldugunu bilebilmek. hic kimse ya da hic birsey olmaniz gerekmiyor. Sadece var olabilmek onemli olan.

Bir de evet, var olabilmek derken ayni zamanda kendin gibi olabilmeyi de kastediyorum. ancak, salata soyle birsey varki kendin olabilmek icin once kendini bilmek gerekiyor. "ben kimim, benim icin neler onemli ve neden" sorularini surekli sormak gerekiyor. yani kendini sevmek kadar kendini bilmek de onemli. bu aralar uzerinde en cok dusundugum sey bu. "ben kimim veya ben neyim".

cok karisik oldu yine ama antigone yazdigini cok sevdim onu da soylemek istedim.

“SENİN,
SANA VERİLEN "DEĞER"DEN BAĞIMSIZ OLARAK
BİR "DEĞER"İN VAR!"

belki de bu yazilanlari tum benliginizle ozumsedikten sonra tam olarak iyilesebilecegiz.

buranin yeniden aktif olmasina cok seviniyorum, yazmaya devam edin. hepimiz icin.

sevgiler

25-07-2007, 10:33
antigone

"hepimiz hepimiz için..."
2 gündür buradayım ve paylaştığım her an keyifle yazıyor adını hayatıma...
2 gündür hastanede uyguladığım "günlük"ü tekrar tutma kararı alma çabasında olduğunu görüyorum zihnimin ve gerçekten kendimi, seviyorum zihnim bunları düşünürken yakalandıkça tarafımdan

evet, başlayacağım, tekrar yeni bir defter ve her yeni günde sabah kalktığımda hissettiklerimin özeti bir en fazla 3 cümle...Sonrasında gün içinde neden ne kadar yediğim...Bunları not etmeye başlayacağım. O kadar işe yaramıştı ki. Önünde her gün ne yediğini sana gösteren kağıtlar var. Seni sana gösteren kağıtlar...

"İnkar"larımı imkansızlaştıran kağıtlar...

yarıda bırakmadan devam edeceğim. kararlıyım. tekrar başlayacağım, çünkü dişlerim, bağırsaklarım, kilom, midem, kaslarım... tabuta girmeye heves etmeye başlıyor gün geçtikçe. Henüz değil. henüz o karanlığa dönmemecesine girmek istemediğimden eminim. Hiç bir şeyden emin olmasam da bundan EMİNİM!

yaşamaya, VAR olmaya devam etmek isitoyurm.
Ben bu hayat üzerinde bir ÖZNE olarak eylemlerde bulunmayı seviyorum. Cümleme(hayatıma) eklenecek NESNE leri merak ediyorum. Cümle(hayat)m bu kadar kısa sürmemeli... Daha söyleyecek çok şeyim var bu CÜMLE ile...

"siz"leri bulduğum için mutluyum!

hoş kalın...

* * *

...........sürecek... biraz daha, umarım. : )
Sevgiler...
Hayat

İçimizden biri: Antigone - 3. bölüm


Evet, bugün Antigone ile ilgili forum mesajlarından örnekler alıntılamayı deneyeceğim, seçerek...
Farklı renklerle vurgulayacağım yazılarımızı.
Antigone için siyah, benim yazdıklarım için eflâtun tonlamalarını kullanacağım. İşte ilk mesajı:
merhaba...gruba yeni katıldım. tüm günceleri okuyamadım ama benim de anlatacak çok şeyim var...ve inanıon şu an "siz"leri bulduğum için, anlatacaklarımı ,hayatı , yaşadıklarımı dinleyecek insanlarının olduğunu gördüğüm için çok mutlu hissediyorum kendimi.
antigone,Siz de hoş geldiniz.. Nick' iniz ilgimi çekti, trajedi kahramanı seçmek tiyatro ilgisinden mi, gerçek hayatınızın çok daha olumlu, güzelliklerle dolu olması dileğimle..Yalnız değilsiniz, paylaşımlarınızı bekliyorum.Sevgilerle..

24-07-2007, 05:26
hayateylül...gördüğün için teşekkür ederim...İsmim tiyatroya ilgimden...yarım kalmış bir istek..belki yeterince istememekten ya da belki aynı anda başka birçok şeyi istiyor olmaktan. Tıpkı yemek arzum gibi...aynı anda herşey... Ama hepsi...hepsi... Neyin neyle karıştığı önemli değil,içime almak, ezmek...ezmek...ezmek...ezmek...daha...daha...daha ezmek... içerden içimde artık yer kalmadığı mesajı gelene dek tıka basa sanki bir çöplükmüş gibi midemi doldurmak...içeri gönderilenlerde hiçbir ayrım, gruplandırma yapmadan...en yan yana olmazları bile kol kola takıp da yollamak mideye. ama fazla alışmasınlar. midede çok kalmalarına izin vermeyeceğim, tuvalete gideceğim biraz sonra...ve eğileceğim...yeterli!gerisi kendiliğinden çıkacak.alıştılar. onlar da hemen oturmuyorlar içerde. biliyorlar benim onları içeri alışımdaki hevesle kovacağımı...

yarım kalan lezzetler...
yarım kalan istekler...
hiçbir şeyin tadını tam alamamalar...
karman-çorman bi yaşam, herşey birbirine karışmış, bulamaç...sıra yok, düzen yok...ama sürekli bir düzen, plan çabası var...
sürekli acele etme hali. yerinde duramama hali. sanki her an yakalanacakmışcasına bir yerde çok uzun süre duramama hali...

özür dilerim...
klavye başına oturmadan 5 dk olmadı tuvalette kaşar peynir, bezelye konservesi, kremalı bisküvi mideden nasıl çıkar onu izledim...

tek bir derdim var...
"dinlenmek"...
başka da bir şey istemiyorum.
evet ben de bu günlüğü kullanmayı istiyorum..

bulimik 3.5 ay hastanede yatılı tedavi görmüş, herşeyi iyice yoluna koymuş ama hayatında olan bir kriz durumu ile taa en başa dönmüş, tedavisi boşa gitmiş bir kadın olarak kelimelerimi buraya dökmeye devam edeceğim.

24-07-2007, 07:34
bu hastalığın tüm hayatımı dağıttığını, ilişkilerimi mahvettiğini sürekli görmek, sürekli bu hastalık kaynaklı mantık dışı davranışlarımla yüzleşmek...nefret ediyorum kendimden. çok mu lazımdı güzel olmak...neye yarayacaktı? neye yaradı? ne oldu? nefret ediyorum. bu çaresizlikten,bu yalnızlıktan, bu beklentisizlikten be dağınıklıktan. hayatımdaki herşeyi kaybediyorum...herşeyi...ailemi...sağlığımı. ..ilişkilerimi...dostlarımı...arkadaşlıkları mı...yarınımı...dişlerim kalmadı...önden bakan arkasını görebiliyor dişlerimin. diş doktorum; senin ağzına baktığımda dünyam kararıyor diyor. anlamaz ki. duyarlılık-mış..yalan! bu doktorlara eğitimleri sırasında duyarlılık sahibi olmalarını sağlamayı başaramıyor eğiticiler. iş-ten önce belki de duyarlı olmayı, karşısına geçen insanı görebilmeyi öğretmeleri gerekli.
erkekler...
hepinizden nefret ediyorum.Size kendimi beğendirmek için miydi bunca çaba?
uzaydan bakıldığında bi çin seddi bi de ben görülüyomuşum...ya öyle olsaydı.ne vardı? neden ağrıma gitti...o yaşlarda nerden bilecektim ki bunun buralara varacağını...ortaokuldaydım.alay ettiler durdular. sonra cine 5te gösterilen bir dizi..."top models"..ne mutlu bana, zayıflama yöntemini öğretti; KUSMAK!
nefret ediyorum...nefret ediyorum...
hele bir de tedavi sonrası geri dönüş yaşadığım için kendimi hiç affedemiyorum.
Nereye gidiyorum? ne olacak bana? neden daha iyiye gitmiyor-um?
NEDEN?
neden?
neden?
neden?
neden?

24-07-2007, 11:29
Sevgili antigone,
Tiyatro benim de ilk göz ağrılarımdandır, hâlen de benim için yeri çok özeldir.Öylesine ünlü, duayen niteliğinde isimleri izleme olanağım olmuştu ki tiyatronun yeri hep ayrı kalacak benim için..Şimdilerde eski tadı pek az oyunda bulabiliyorum yazık ki..
Dediğiniz gibi, aynı anda tüm ilgilerine yönelemiyor insan, tercihler yapma durumunda kalıyor.
Günlüğe dahil olalı kaç ay geçtiğini net hatırlamıyorum, kimlik bilgilerimden de bakmadım şimdi, hatırımda kaldığı kadarıyla 60 lı sayfalar civarında yazmaya başladım, bu süre içerisinde pek çok paylaşımı oldu arkadaşlarımızın, sabırla okuyabilirseniz yaşadıklarınıza benzer pek çok yaşanmışlıkla karşılaşacak, duygu ve düşüncelerinizde de ilerleme isteğinizde yalnız olmadığınızı göreceksiniz, inanıyorum ki...
Sevgili Crea' nın da dediği gibi pek çok şeyler yazıldı, çizildi, paylaşıldı yararı olabilir düşüncesi ve dileğiyle bu sayfalarda..
Düşünüyorum da söylenecek neler kaldı ek olarak, Son 1 yılda çeşitli sitelerde 1000 ya da fazla yazılar, alıntılar paylaştım ve kısa değildi bunlar, çokluk duygu ve düşüncelerimle harmanlanmış, onları destekler nitelikteki anlamlı bulduğum yazılardı.
Ne söylesem belki de kendimi tekrarlamış olacağım, olsun..
Yazmayı düşündüğüm bir hikâyem var, elim varmıyor birkaç gündür yazamadım, yazarken hüzünleneceğim, biliyorum, düşünürken bile etkileniyorum.
Bu gözler neler gördü, neler düşünüp sorguladı bu zihin, nelerle kavruldu bu yürek neler hissetti??
Söylemişimdir, insanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır.Bir gün ajandamı karıştırırken şu satırlarla karşılaştım:
"Rüzgâr ne kadar sert eserse essin, kayadan alıp götüreceği tozdur..!!! "
"Bizi öldürmeyen, bizi güçlendirir..!!! "
Bu sözlerden etkilenmiş ve kaydetmişim, günün tarihiyle..
Karakterimde olgunluğa meyil vardı zaten ancak yaşadıklarım bambaşka bir ben çıkardı ortaya..
Hep kendine güvenen bir tip olmuşumdur nedense..Bununla birlikte hayat bazen sizi düşünmediğiniz yönlere de sürüklüyor ve almanız gereken dersleri de alıyorsunuz.
Öğrendiklerimin bir kısmını paylaşmak isterim sizlerle de:
*Sevgi görmek için, sevgi verebilmeli, SEVGİ MERKEZDEN ÇEVREYE YAYILAN BİR ENERJİDİR..
*Sizden yayılan bu enerji, siz istemeseniz de insanları çekecektir.Aynen ışığın pervaneyi çektiği gibi..!
*Çevrenizi sevmenin yolu, öncelikle kendinizle barışık olmanız, kendinizi sevmenizden geçer.
*Yaşanılan hiç bir şey tesadüfi değildir ve kişisel gelişimimizi tamamlamamız adına muhakkak bir anlamı ve önemi vardır.
*İnsan, iradesine söz geçirebildiğinde kendini daha bir saygıya değer, sevilmeye değer hissediyor, bu çok hoş bir duygu, bir kez bunu yakaladığınızda vaz geçmek istemeyeceğinize inanıyorum.
*Yaşam disiplini önemli ve gerekli bir şey, adım adım da olsa eksikler tesbit edilip, tamamlanmaya çalışıldığında gerçekten de inanılmaz sonuçlara ulaşılabiliyor..
*Çok ve doğru kaynakları okumak, çok düşünmek, çok telkin insan üzerinde gerçekten etkili oluyor, zaman içerisinde neleri değiştirdiğinize kendiniz bile şaşırıyorsunuz..
En değerli varlığın kendinsin, biliyor musun? Lütfen hırpalama onu, varsa hatâlarınla bile barış, sana doğruyu bulduracak rehberler olsun onlar..Kendinle inatlaşma lütfen, ben denedim, barış imzaladığımda çok daha olumlu düşünüp, davranabildiğimi gördüm.
Düzenli ve dengeli beslenir ve "KİLO ALMA BAHASINA BİLE OLSA KUSMAYACAĞIM, EN ÖNEMLİ ŞEY BENİM SAĞLIĞIM VE BEN DOĞRU DAVRANIŞLARI HAYATIMA KATTIKÇA, YANLIŞ OLANLARDAN, BANA ZARAR VERENLERDEN UZAKLAŞACAĞIM.!! "düşüncesini ve bunun gereklerini bıkmadan, yorulmadan hayatına hakim kılmayı denersen, gerkli psikolojik desteği sağlarsan, "yaşadığım her ne olursa olsun, cevabım yemek yemek olmayacak..!!! "
"GEREKİRSE BİR TEK KİŞİ BİLE BEĞENMESİN, ŞU ANDA ÖNEMLİ OLAN TEK ŞEY SAĞLIĞIM VE BEN ONU GERİ KAZANACAĞIM..! " meydan okumasını yapabilecek cesareti bir gün kendinde bulacağına inanıyorum.
Lütfen geçmiş sayfalarda da yazılı olanları oku..
Zor olmakla birlikte imkânsız değil inan..!!!
Tüm arkadaşlara sevgiler...

25-07-2007, 11:16
Ne güzel şeyler söylüyorsunuz. Sözlükten ne güzel kelimeleri yan yana getirebilmiş, cümleler kurabiliyorsunuz. Ben de bunu yapıyorum. Gün boyu, her gün bunu yapıyorum. Kimliğinize dair neleri ne kadar anlatıyorsunuz bilmiyorum ama ben sanırım bahsetmek istiyorum.

2004 yılında üniversiteden mezun oldum. Mezun olduğum bölümün adı; Psikoloji. Yani ben şu an bi "psikolog"um. 3 seneye yakındır bu mesleği icra ediyorum. Görüşme yaptığım kişiler beni hayat dolu, neşeli, hep olumlu bakan biri zanneder. İnsanlara telkin vermeyi çok güzel becerdiğim söylenir sürekli. Görüşmelerim (bence) kayda değer geçmektedir. Ve şu an bir kamu kurumunda "psikolog" olarak görevime devam ediyorum. 2 senedir bir devlet memuruyum aynı zamanda. "Aynı zamanda" diyorum çünkü meslek bilginden başka bilgi ve beceriler istiyor devlet memurluğu. Ve inanın diğer kurumlardan farklı, başka bir kurumda çalışıyorum. Çok zor bir kurumda. Çalıştığım insanlar toplumun kaçtığı, kendini koruduğu, sevmediği, istemediği, nefret ettiği insanlar. "Suç işlemiş insanlar" ile çalışıyorum. İşlediği suç davranışından ötürü cezası verilmiş, infaz eden insanlarla çalışıyorum. Tüm gün kapalı, içeri havanın, güneşin girmediği, binanın içinde bulunan herkesin bin bir zorlukla çalıştığı bir kurumda çalışıyorum. Sabahları kuruma girerken herkesin nefesini tuttuğu ve akşam mesai bitiminde bina dışına çıkınca ancak nefesini bıraktığı bir kurumda çalışıyorum.

Çok “keyifli” bir mesleğim var. Yaptığım işin çok değerli olduğunu ve layık olabilmek için mesleğime elimden geleni yapıyorum. Ama kendimi PARÇALAR-CA-SINA!
Ben? Ben nerde kalıyor bilmiyorum artık. belki de kendime olan nefretimden, kendimle aramdaki uzaklıktan, sevmediğim-değiştiremediğim davranışlarımdan ötürü kendimi reddimden kaçıyorum. Kendimle iletişimi en iyi nasıl kesebilirim? Kendimden kaçarak... Kendimden en iyi nasıl kaçabilirim? Hayatımı "diğerleri" ne adayarak... Artık öyle bir hal aldı ki, insanlara hak ettiklerinden fazlasını bile vermeye başladım. Sürekli bir vermek, daha vermek derdim var. Her şey iyiydi, sorun yoktu ama artık somut olarak sağlık sorunlarım ve bunaltılarım başladığında... Üst üste sürekli olumsuz yaşantılar içine girmek zorunda kaldığımda hepsi ile aynı anda baş edemeyince gördüm ki, bana yardım eden yok!!!!!!!!
Ama bana yardım edecek bir "ben" de yok ortada. "ben"i kaçırmışım... Kızgın bana.

Ben "ben"le ilgilenmiyor. Derdime koşmuyor ben "ben"in! Bir başkası hiç koşmuyor.(-muş.) Aslında kızgın mıyım, üzgün mü? Kırgın mı? Yoksa yorgun mu bilemiyorum...

Babam bana bir defa demişti ki; "senin yaşadığın tüm şeyleri bir başkası yaşasa şu ana senin olduğun yere kadar bile gelemezdi. sen güçlüsün. Her şeye rağmen sen devam ediyorsun" Babamdan hayatım boyunca duyduğum tek güzel cümle budur. (biraz eşelediğimizde “ben”i altında “baba” çıkıyor zaten. Pek çok kız çocuğunun yetişkinliğini olumsuz yönde etkilemiş bir “baba”sı olduğu gibi…)

Ortaokul 2 sınıfın bitiminde tanışılan “bulimia” ile o gün bugündür yaşıyorum. Hemen herkesin de bildiği gibi başlarda çok güzeldi. Kilo veriyor ve gittikçe güzelleşiyordum (?). Orta sona başladığımda okulun “gözde kızı” olmuştum. Benimle dalga geçen erkekler bana çıkma teklifi etmeye başlamıştı. Her şey “güzellik” içindi. Dostluk, sevda tüm insani güzel değerler “güzellik” varsa vardı! Neyse o günlere fazla dönmek istemiyorum. Orta sondan sonra terapilere başladım. Özel psikolog ve psikiyatrist görüşmelerim başladı. Ama terapi ilerledikçe rahatsız olmaya başladım, başka şeyler çıktı su yüzüne; annem-babam…neyse onlardan da bahsetmek istemiyorum… Lise..Serseri, idealist, rocker bir genç kızdım. Baştan aşağı siyah giyinir, zincirler takar, gözlerimi bir hortlak gibi kopkoyu siyaha boyardım. Bilirsiniz bu görüntüyü, çok yabancı değil.

Lisede üniversite sınavına sadece evden uzaklaşmak için hırs yapıp da çalıştım. Gittim de… Bir deniz kentinde üniversite okudum. Denizle tanıştım. Deniz insanıyla elbet… Denizin olduğu yerde sürülen yaşamı yaşadım… Bu süreçte bulimia yetmiyor ya, çok zor, çok aşağılandığım, beni kadın çalışmalarında gönüllü çalışmaya yöneltecek kadar kendime güvenimi sarsan iki ilişki yaşadım. Anlatamam içeriğini. Kime neyi ne kadar anlatırsan anlat asla ulaşamaz o bildiği ile senin yaşadıklarına. Senin yaşadığın kadarı değildir, olamaz asla anlattıkların! Bu yüzden anlatmama gerek yok.

Üniversite bitti..işe başladım. Öğrenci iken daha kolaydı bulimik yaşam sürmek. Ama işe başlayınca… İnsanlar anlamadı. İnsanların hayatında “öğle yemeği” diye bi ara var. Ve insanlar o ara-da o kadar çok şey paylaşıyor ki… Bende yok. Ben de böyle bir ara, hayatımda böyle bir kavram olmadığı için onlara katılamadım, ortak olamadım. Ama ortak olamadıkça dışlandım iş yerimde. Tehlikeli algılanmaya başlandım. Tavırlar oluştu bana karşı, olumsuz… Ve ilişkilerimi kaybetmemek için kendime zarar vermeyi göze aldım; yemeklere katıldım, yedim…Ama sonra kustum. Bir süre iyi gitti. Ama o da olmadı.. yemek ardına da oturup kahve içiyorlar. Ama ben onlarla yemek ardına o kadar oturursam yediklerim içimden çıkmaz hale gelir. Erken kalktım. Bu defa da bu sorun oldu… Ne yapsam olmadı… Çünkü ne yapsam sonunda, içinde bir “kusmak” vardı. Hastanede tedavi olma kararı aldım. Apar topar işi bıraktım. O çok sevdiğim kenti terk ettim. Geldim doğduğum büyüdüğüm o koca kente yine. Hastaneye yattım hemen. Bir psikolog olarak psikiyatri servisinde yatmak ne demek, bunu da anlatamam… Nasıl zorlandım. Bulimia tedavisine geçmeden bunla uğraşmamız gerekti. 4 aya yakın hiç dışarı çıkmadan yattım. Hatta alkolizm eğilimi teşhisi de kondu. Alkol yasaklandı. (Hoş şu an hayatıma en sık misafir(?) olan şeylerden biri yine alkol).

Annem babam değil, ben yaptım bunları. Onlar sürekli beni suçlamakla, annem ağlamakla ve bana kızmakla meşguldü. İstesem kusmazmışım, neden yapıyormuşum? Anlatamadım. Açıp da bişeyler okumadılar, videoları izlemediler ben ve benim gibiler hakkındaki… Onlar için önemli olan bunu yapmamdı. Neden yapıyor? Beni görmeye çalışmadılar. Beni anlamak dertleri olmadı. Hiç olmadı zaten. Üniversiteyi kazandığımda da hiç unutmam; kazandın haberi geldiği an, babamla kavga etmeye başladılar. Beni tebrik eden yok. Bakakaldım. Kavga nedendi? “Başka bir kenti yazmasına neden izin verdin, al işte başka kente gidecek”in kavgası…Kaçtım… Ağlayarak kaçtım… Ve başka bir kentte okumaya gittiğime hiç ama HİÇ pişman olmadım.

Şimdi yine başka bi kentte çalışarak kendi hayatımı kendim kazanıyorum. Bunun adı kazanmak mı bilmiyorum… Ama yazdıkça fark ediyorum ki…Anlatamam…Ben bir şeyler yazdıkça aklıma bir şeyler geliyor, sıraya giriyor ama hepsini yazamam. Yazamam. Hatta yaz-ma-MALI olduklarım da var içlerinde.

Neyse… Biliyorum ben de bununla baş edebileceğim... Yaşadıklarım(yaşattıkları) kendimde en çok sevdiğim huyum “güven” duyma alışkanlığımı çok zedeledi. Artık öyle kolay güvenemiyorum kimseye. Aslında yine güveniyorum da güvenmemem gerektiğini düşündüğüm için nasıl kontrollü davranıyorum. Her adımdan önce 100 defa düşünüyorum. Ve işte bu beni yoruyor. Oysa insanlara güvenmek ne basitti. Hayatımı nasıl kolaylaştırıyordu. Anlamıyorum; insanlar güvenmeden yaşamayı nasıl başarabiliyor. Birilerine güvenmeden yaşamak çok daha zor, yorucu. Sürekli sana geme ihtimali olan şeylerin hesabını yapmak…Bu çok yorucu bir şey yaaa… Ben çok zorlanıyorum… Hayatı kaçırmak demek bu!

Dinlediğiniz için teşekkür ederim ama daha fazla anlatmak istemiyorum. Sizlerle olmaya devam edeceğim. Ben de bir günün geleceğini ve o günü hiç kusmadan(hastanedeki günlerim gibi) geçirebileceğimi tekrar biliyorum, güveniyorum, inanıyorum. Ama bu şu an olamıyor. Bunu da biliyorum, görüyorum ve yaşıyorum…

Bazen “kendiliği”ne bırakmak gerek hayatı…

“Kendiliği” yaratan zaten senin yaşamış oldukların.

Ve Oruç Aruoba’nın dediği gibi;
“İNSAN NE YAŞIYORSA ‘O’DUR”

* * *
Bugünlük de bu kadarı yeterli zannederim.
Bu notları toparlıyorum, izlemeye devam ediyorum pek çok boyutta, yalnızca bu boyutunda kalmıyorum yeme bozuklukları ve tedavi yöntemlerinin...
Kesinlikle hafife alınmaması gerektiğini bir kez daha yineliyorum.
Sevgiler...
Hayat

29 Temmuz 2009 Çarşamba

İçimizden biri: Antigone - 2. bölüm



Antigone- 1. bölüm linki

Bulimia ve Anoreksiya hastalığıyla mücadele etmeye çalışanlar arasında çok aklı başında, çok yetenekli, başarılı gençler tanıdım.İçlerinden ikisiyle bağlantımı aralıklarla da olsa sürdürebildim, biriyle reelde de tanışıp, görüştüm.Birkaçının mail adresleri ve telefon no ları kayıtlıdır, aradığımda görüşme isteğimi geri çevirmeyeceklerini zannediyorum.
Antigone, yazdıklarıyla çok etkili olabilen birkaç kişiden biriydi. Yazmaktan vazgeçmeye yakın bir dönemimde katılmıştı sanal günlük grubuna...Gerçekten de rahatsızlığı var mı yoksa yazan arkadaşlarla (çoğu genç kızlardı) yakınlaşmaya çalışan, eli kalem tutan birisi mi diye tereddütte kaldığımı da belirteyim. Kimliğini ses tonundan da okumaya çalışacaktım böyle ise niyeti; özel mesajda talep ettiğim görüşme (tel. veya msn aracılığıyla), bu nedenleydi büyük ölçüde...
Bu konulara girmeyecektim ama girdim yine...Yalnızca bir bölümü, yeme bozukluklarının...Başka bölümleri de var elbette, yazmamın ya da link vermemin yanlış algılamalara ve niyetlenmelere yol açabileceğini düşündüğümden, hiç sözünü etmeden izlemede kaldığım boyutları, yaşananlar...Bu kısmını yalnızca alanında uzman olduğunu düşündüklerimle paylaşmamın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
Ne kadar çok genç insanın ailesinden habersiz bu hastalığın pençesinde kıvrandığından, iki yıl öncesine kadar benim dahi haberim yoktu.
Şimdi, Antigone ile bir süre devam eden site içi yazışmasının sonrasında, geçen yıl e-posta adresime gelen yazısı ve cevabımı ekliyorum.
11 04 2008

Ben (sitenin ismi) da çok kısa bir süre yazıştığınız bir kadın... Kusan, 13 seneden bu yana bulimik bir kadın...
Sizleri hep takip eden ama bir türlü sürekli sizlerle konuşmaya hazır olamayan, yüzleşmekten korkan belki kaçan ve tedaviyi hep erteleyen bir kadın...
Sitede ismim "antigone" idi...
Hani mitolojide sisteme karşı duran cüretkar kadın temsili...
Şimdi birden nereden çıktım değil mi?
Anlatayım;
Ben bir dönemdir ankara üniversitesi kadın çalışmaları bölümünde tezsiz yüksek lisans yapıyorum ve alanda "bulimik kadınlar ve kadının bedeline yönelik toplumsal kültürel şiddet ve sonuçları" üzerine çalışmak istiyorum. Sesimizi artık birilerinin duymasını, şu an bu noktalarda oluşumuzun sadece bizim "kilo takıntımız" olmadığını, psikolojinin dediği gibi "irade" ile çözülemediğini, tam da kültürde ve toplumda bizden zayıf olmak-güzel olmak beklenmeye devam ediyorken, sadece bu ödüllendiriliyorken bu rahatsızlık ile baş etmenin hiç de kolay olmadığını ve her birimizi nasıl tükettiğini anlatmak istiyorum.
Bunu yaparken bu rahatsızlığı yaşayan, yaşamlarını nasıl zora sokan bu rahatsızlıktan ötürü yaşamda acemileşen kadınlar ile konuşmak, öyküler yazmak istiyorum. Yazdığımız bu öyküleri "bilim" dedikleri o alana sokmak istiyorum. Bu sayede sesimizi duyurmak gibi bir derdim var şu an.
Bana bu konuda öneri, iş birliği, yardım edebilir misin ?
paylaşıma çok ihtiyacım var, ne yapabileceğimi, nasıl yapabileceğimi bilmiyorum ama sitede yazan her kadın ile bulunduğu ile giderek tek tek görüşebilirim...
Ben kendim de bir psikolog olarak bu rahatsızlığı taşıyorum ve 13 yılın ardına bedenimde çok işlevi kaybetmek üzereyim. hatta tekrar tedavi sürecine girdim, hastaneye yatarak tedavi olacağım. tabii bu tedaviler(?) bize ne kadar faydalı, neler yaşıyoruz, neleri yaşayamıyoruz, bir bütün simit yemek nasıl bir duygu, yeyip de kusmamak nasıl bir his? bunları konuşmak istiyorum. Bu rahatsızlığı yaşayan kadınlar ile konuşmak... neden en çok da hatta tek kadınlar yaşıyor bunu? fikirleri paylaşmak istiyorum.
hangi hazları unuttuk, neleri özledik, neden nerelerden geçerek buralara geldik, konuşmak sadece...
isimsiz...
kimliksiz...
sadece kelimeleri paylaşmak....
duyguları ve düşünceleri...

bana el uzatabilir misin?

benle paylaşabileceğin her duygu-düşünce-eylem için şimdiden teşekkür etmek de istiyorum...
sevgim ile...
Hoş kal.

(Gerçek ad ve soyadını yazmış bu kez)

12 04 2008
Merhaba .....,
İzninle, direkt isminle, yanına herhangi bir sıfat eklemeksizin hitabediyorum, içimden öyle davranmak geldi.Ayrıca ikinci çoğul şahısla değil, 'sen' diyerek seslenmek istedim.
Son 7 ayda benim de yaşantımda oldukça önemli değişiklikler oldu.
En sonuncusu da annemin bakım gerektirecek duruma düşmesi ve bizlerin ona olabildiğince çok vakit ayırmaya çalıştığımız bir dönemdeyim.
Evime bile haftada iki kez ancak geliyorum, belki üç ve bu süre içerisinde bilgisayara çok vakit ayıramıyorum, dahası, yazmak istediğim bir çok şeyi hiç yazmamayı yeğliyorum.
Bulimik ya da anoreksik değilim ama yeme bağımlılığı ve duygusal durum bağlantısını bildiğimi zannederim.
Sana nasıl yardım edebilirim bilemiyorum.Yazdığın süre içerisinde yazılarını çok beğeniyle izlemiştim.
Yine, kimliğini gizli tutma isteğini, hatta görüntülü ya da sesli görüşmek istemediğin de kalmış hatrımda.
Şimdi, illerine gidip görüşebilirim diyorsun.(gerekirse)
Şu sıralar gerçekten de ciddi boyutta olağanüstü halde gibiyim.Bugün evde olup, bilgisayar karşısına oturabilmem bile ekstra bir durum denebilir.
Haberleşelim yine de dilersen, belki ilerleyen gün- aylar içerisinde birlikte bir şeyler üretebiliriz.
Saygı ve sevgimle...
Hayat

12 04 2008
Merhaba,
bunca koşturma arasında uzun ve ayrıntılı yazacak kadar yazdıklarım üzerine düşündüğünü ve düşünmekle kalmayıp zaman ayırarak yazdığını görmek beni çok mutlu etti. :))
Teşekkür ediyorum.

Ben o sayfaya çokca ismini bıraktığını hatırladığım için ve yazılarında ciddi bir empati hissettiğim için senin hayatında da bu meselenin bir yeri var diye düşünmüştüm.
Ama tabii ki önemli değil, bu mesele ile yaşayan bir çok kadın ile yaşadıklarını paylaşmaya hayatından zaman ayırman bile çok değerli inan.

Benim yazılarından hatırladığım senin gruptan kadınlar ile telefonla da görüştüğün ya da özel olarak bir çoğu ile yazıştığın? Yanlış hatırlıyor olabilirim tabii... Senden şöyle bir şey isteyebilirim belki, onlarla konuşarak tabii ki, beni mail adresimi verebilirsin, vermek isterlerse bana onların mail adreslerini verebilirsin ya da telefonlarını vermeyi kabul eden olur ise onları isteyebilirsin. Yani benden biraz bahsedebilirsin. Ankara'da mı yaşıyorsun bilmiyorum ancak ben Ankara'dayım şu an. Eğer imaknımız olabilir ise aynı kentte isek buluşabiliriz.Bilemiyorum...

Ancak belirttiğin gibi önemli bir "kabul" sürecindeyim ve kendime güvenmek istiyorum. Daha iyi, güçlü olduğumu hissediyorum. Ve yıllardan sonra gördüğüm bu konu ancak başkaları ile(tabii ki güvenebileceğin, az da olsa seni anlayabileceğini düşündüğün, seni gören, kulak veren kişiler ile) paylaşabildiğinde ancak kabul edilebiliyor. Yoksa reddetmeye devam ediyor insan bunun bir mesele olduğunu, bilse de bir sorun olduğunu bilmek yetmiyor kabul etmek için işte!

Böyle işte güzel insan...
samimiyetin için teşekkür ediyorum ve görüşmeye devam edebilmeyi diliyorum...

NOt: senin için yapabileceğim bir şey olabilir ise yapabilmeyi isterim. hayatındaki yoğunluk umarım dilediğin şekilde, olmasını istediğin şekilde devam edebilir bundan sonrasında. sen nasıl olsa mutlu ve iyi hissedeceksen o şekilde yaşanabilir umarın günler...

hoş kal.

12 04 2008
Merhaba .....,
Bağlantılarım bir süredir koptu ancak yeniden bağlantı kurmayı deneyebilirim birkaçıyla.
Öncelikle ben sana telefon numaramı iletiyorum, birkaç gün bilgisayara girmeye vakit-imkân bulamayabilirim, evden çıkıyorum yine, az sonra.
Dilersen arayabilirsin, ben de o arada diğer arkadaşlardan birkaçını arar konuşurum diye ümidediyorum.
Saygı ve sevgimle...Hayat

***
Bu süreçten sonra da beni unutmadığını farkediyorum.En son geçenlerde facebook da aramış ve eklemiş, kabul ettim.
Bu sebeple, geçmiş yazışmalarımıza da bir göz attım.Toparlamaya çalıştım.
Mesaj ya da e- posta göndermedim, tâ ki dün geceye kadar...
Dün gece bir not ilettim özel mesaj olarak, facebooktan.
Bu arada, görüştüğüm diğer iki arkadaşa da ondan söz etmiş ve görüşmek isterse, mail adres ya da telefonlarını ona verme konusunda onaylarını almıştım.
Çok şaşıracağım kadar hızlı oldu geri dönüşü: 2, evet yalnızca iki dakika sonra:

28 Temmuz, 23:44
Ben Hayat, hatırlarsın. : )
Ben de seni unutmadım. Chi ve benseno ile bağlantım devam ediyor, istersen onlarla bağlantı kurmana yardımcı olabilirim.
Onlara senden söz ettim, olumlu cevap verdiler.
Çok selâm, sevgiler...

28 Temmuz, 23:46
hatırlamam mıııı??? :))) (site ismi) 'da devam ediyor musunuz?
ben çok ayrı kaldım :(( (.... Üzücü bir durumdan söz ediyor, özel, yayınlamıyorum...)
... şimdi iyiyim, hazırım... mücadeleye devam :) sen istanbuldasın değil mi? tabii ki, hepinizle görüşmek isterim. keşke bir grup çalışması yapabilsek :))) beden-cinsellik-kadın-yemek başlıklarını konuşsak, paylaşsak beraber... kendine mukayyet olasın. sevgiler. .... ... .. .. (tel no. yazmış)

* * *

Telefonla görüştüm onunla, ilk kez...İnsanın anlaşılabilme ve anlatabilme, paylaşabilme ihtiyacı küçümsenemez.

Dilini anlayabilecek insanlara da adım başı rastlayamaz.

Bu Cumartesi görüşmek üzere vedalaştık şimdilik...Yazdıklarını da (site yazışmaları) seçerek yayınlamayı düşünüyorum.Örnek olmalı birçoğumuza, çok çok önemli konular bunlar diye düşünüyorum.

...............sürecek, umarım... : )

İçimizden biri: Antigone

İki yıl kadar önce karşılaştığım birisi, Antigone...
Bu akşam ilk telefon görüşmemizi yaptık kendisiyle, haftasonu İstanbul' a geleceğini söyledi.Buluşmayı düşünüyoruz kısmetse...
Sanal ortamda yazıştıklarımdan..Kuvvetli kalemi, farklı tarzı ve Psikolog oluşuyla, sergilediği duruş bir çoklarından farklıydı.Onunla yazışmalarımı gözden geçiriyordum geçtiğimiz haftalarda.Bu gece bir kısmını yayınlamayı düşünüyorum, kendisinden de izin aldım bunun için.Bu hafta sonu da İstanbul' a geliyormuş, yüz yüze görüşmek niyetindeyiz.
Sanal kimliği: Antigone
Ne çok öykü var hayatın içinde...Ne çok dersler var çıkarabilene...

Artık vakit ayıramıyorum, önceleri bir kaç sitede uzun süreli denebilecek yazılarım, yazışmalarım olmuştu.
Yazmaya devam ettiğim bir siteye ilk yazılarıydı.
Yine vakit sıkıntısı çeken ve yardım talep eden birine cevap vermeden duramayan ben... : )
Özel mesajlarla başlıyorum hikâyeyi anlatmaya... Ben ve Antigone arasında:

25-07-2007 (Konu Yok)
01:58

Selâm,
Dilerseniz bir sesli görüşme ya da chat görüşmesi yapabiliriz.
Buradaki arkadaşlardan birkaçıyla görüşüyorum şu anda..
Yanlış değerlendirmeyeceğinizi umarım.
Selâmlar..

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
03:14 antigone
siz yanlış düşünmedikçe benim neden yanlış düşünebileceğimi düşünüyorsunuz ki, siz neyi nasıl diyorsanız ben o şeyi öyle duyuyorum... Nasıl anlarsam "yanlış" anlamış olurum?

Şu an için sesli görüşmek istemiyorum kimse ile. kelimelerimin sesi ile seslenmek istiyorum sadece.
zaman...

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
03:18
Saygı duyarım..
Kelimelerinizin yeterince güçlü olduklarını düşünüyor ve size başarı dileklerimi iletiyorum.
Selâmlar...

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
03:56 antigone

teşekkür ederim..
kendimi paylaştıkça iyi hissettiğimi gördüğüm bir ev buldum. Evin sakinlerinin samimi olduklarını düşünüyorum. Böyle düşünmek beni rahatlatıyor, mutlu ediyor. Bir süre paylaşmak, yazmak istiyorum... Çünkü son bir senedir o kadar çok şeyi üst üste yaşamak durumunda kaldım ki, yaşamaktan yazmaya fırsat ve güç bulamadım. Yaşayabilmek, yaşamaya devam edebilmek için kullanmam gerekti bende mevcut gücün her damlasını. Ve yazmanın başına geçtiğimde her defasında kalemi elime aldığımda, kalemi oynatacak gücüm kalmadığı ile yüzleştim. Bu beni üzdü, bu beni kızdırdı. Çünkü ben yazarak hayatımı üreten bir insan, daha özeli bir kadındım. Yazamamak birikmelere neden oldu... Biraz boşaltmak istiyorum.
İnanın şu an emanet edebileceğime inandığım(inanmak istediğim) için sırası ve zamanı geldikçe bişeylerin içimden sökülüp de önüme düş-üver-diğini görmek keyfime keyif katıyor ve kendime olan güvenimi onarıyor. Diyorum ki kendime; "biliyorum, sen böyle bir kadındın işte, yanılmadım ben. Ben seni tanımıyor değilim, ben kendimi tanıyorum. Bak kendim hakkında düşüncelerimde yanılmamamışım işte, bak işte, işte hepsi nasıl çıkıyor açığa...". Bu çok değerli benim için. Çok değerli hem de.
İtiraf ederek yaşamak, saklanmadan, gizlenmeden(ki biz bulimikler kadar saklanmanın, kaçmanın zorluğunu bilen nadirdir. belki suç davranışına yönelen insanlar ile yarışıyor olabiliriz) açık açık konuşabilmek. başıma ne gelir, geri dönüşü nasıl olur bana, beni nasıl etkiler bu paylaşımlar demeden yazabilmek, anlatabilmek... sadace kelimelerden oluşan köprülerden bi başkasına ulaşmak...Bir başkası ile aranda hiçbir uyarıcının olmaması, onun dediklerini sadece onun kelimeleri ile yorumlamak... Gözüne, ses tonuna, hareketlerine vb bakarak dediklerinin alt yazılarını düşünmek zorunda kalmamak. Söylediklerinin düşündüklerine ne kadar benzediğini içten içe tartışmadan sadece okumak, ve okuduğun kadarını almak... Şu an buna şhtşyacım var. Sadece buna.

Gösterdiğiniz saygı değerlidir benim için. Bu saygıyı saklayacağıma emin olabilirsiniz.

tekrar teşekkür ederim. Ama ister bu kanaldan ister günlük, ister sitenin diğer tüm sayfaları...hepsinin üzerinde sizizle istediğiniz konuyu paylaşmaya hazırım, bilmenizi isterim. Bildiğim kadarını, yaşadıklarımdan öğrendiğimce, okuduğum, duyduğum, ezberlediğim, düşündüğüm, sandığım, tahmin ettiği kadarı ile dilimin döndüğünce sözlükteki kelimelerin her birini defalarca kullanmaya üşenmeden her an paylaşmaya hazırım... zevkle ve keyifle...

kendinize iyi davranın...
kendinden başka bir insana yüzünü görmeden, sesini duymadan değer verebilmek zordur ama verilebildiğinde bu çok değerlidir. (eğer 2 taraf da samimi ve dürüst bir iletişim içinde olmayı seçmiş ve sürdürebişmiş ise tabii.)
En azından buna İNANMAK bile çok keyifli...

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
04:15 Ynt: (Konu Yok)

Bâzen böyle sabırsız davrandığım oluyor, kendim ne demek istediğimi, ne düşünüp hedeflediğimi bildiğim halde aceleden bunu karşı tarafa aktaramıyorum.
Biraz da kendime olan inanç ve güvenim, sanal ve reelde genelde olumlu iletişim kurabildiğimi görebilmenin getirdiği -hiç arzu etmesem de- saygısızca da değerlendirilebilecek bir davranıştı belki..O nedenle umarım yanlış değerlendirmezsiniz demiştim.
Sayfa güvenilir ellerde..Artık daha rahat olabilirim.Bayrak sizde ve tüm sağduyulu, güzel yürekli arkadaşlarımızda..
En iyi şekilde taşıyabileceğinizin güvenini hissettirdiniz satırlarınızda..
Sevgiyle...

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
04:31 antigone

yazdıklarınızı okudum, biraz üzerinde değişiklik yaptım haddimi aşarak, hoş görün ama bir böyle okuyun, nasıl hissedeceksiniz kendinizi?
daha iyi?
daha kötü?
üzerinde değişiklik yaptığım şeyi emnim hemen far edeceksiniz

Aktarıyorum;
Bâzen böyle sabırsız davrandığım oluyor, kendim ne demek istediğimi, ne düşünüp hedeflediğimi bildiğimi düşündüğüm halde aceleden bunu karşı tarafa aktaramadığımı düşünüyorum.
Biraz da kendime olan inanç ve güvenim, sanal ve reelde genelde olumlu iletişim kurabildiğimi düşünmemin getirdiği -hiç arzu etmesem de- “saygısızca” da değerlendirilebilecek bir davranıştı belki..O nedenle umarım yanlış değerlendirmezsiniz demiştim.
Sayfa güvenilir ellerde..Artık daha rahat olabilirim.Bayrak bizde,biz tüm sağduyulu, güzel yürekli insanlarda..
En iyi şekilde taşıyabileceğimizin güvenini hissediyorum şu an..
Sevgiyle...

Ayrıca;
“saygısızca da değerlendirilebilecek bir davranıştı belki”
Bırakın buna karşı taraf karar versin. Bu sizin kendinizi ifade ederken kullandığınız bir kelime, karşı tarafı şartlayabilir, şüphelenmeyecekken şüphelenmesine neden olabilir. Ve hakkınızda düşünülmesi hoşunuza gitmeyecek bir şeyi neden SİZ karşı tarafa hatırlatasınız ki?
GEREK YOK!
Bırakın o değerlendirsin, eğer ki o dediklerinizi, davranışlarınızı “saygısız” bulduğunu söylerse, söylediği zaman gerekli açıklamayı yaparsınız…
Bence bir deneyin bunu :)

Siz demek istediğinizi diyebildiğiniz kadar deyin ve çekilin, anladığı şeyle bir sorunu olan var ise bunu sorunu olan iletmeli, iletebilmeli. İletemiyorsa samimiyete
GEREK YOK!

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
05:15
Biliyor musunuz, ben kendimi şartlandırmayı hiç sevemedim..
Biraz kuraldışı, devrik cümleyim belki de..
Zaman zaman bunun acısını duyumsasam da beni anlayabilenler kalsın yanımda "düz mantığı" nda gidiyorum hâlen..
Yine de yanımda kalanların az olmadığına inanabilirsiniz..
Belki de bu dünyanın dışında bir yerlere aitim??
Kuralcıyımdır da ancak kendi kurallarım ve inandığım değerler sıkı sıkıya bağlar beni..Bu da benim olumsuz yanım belki..
Beni sevsinler diye uğraşmıyorum ki..Herkes kendi kapasitesince anlasın beni..
Yaklaşımınız gerçekten de hoş..Teşekkür ederim.
Bir yazı yazarken geldi mesajınız..Geçmiş bir dönemine ait yaşamımın..
Hayat nick name' inin sebeplerinden birisidir bu olay..
Biraz duygusalım şu anda yazıp- yazmama konusunda da çok düşündüm.Genelde kendimle paylaşırım çok özelimi ben..
Neyse, bu arada davet de edildim, yazının ortasında bir telefon geldi, süper bir teyzemiz..İnsan gibi insan ve çok sevdik birbirimizi..Yazıya ara vermek de istemiyorum, başlamak için kaç gündür yürek sancısı çekiyorum zaten..
Olduğum gibi sunuyorum kendimi, önerilerinize açık olmakla birlikte..
Sevip- sevmeyeceğiniz; samimiyet kurmak isteyip istemeyeceğiniz tabii ki sizin seçiminizdir.
Sevgi ve saygı ile..
__________________

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
05:35 antigone

"Biraz kuraldışı, devrik cümleyim belki de..
Zaman zaman bunun acısını duyumsasam da beni anlayabilenler kalsın yanımda "düz mantığı" nda gidiyorum hâlen.."



Buna hiçbir itirazım yok.
Ben şuna inanırım, dilidir insanın kendini farkediş sürecinde en büyük yardımcısı...
kendi dediklerine kulak verdikçe ulaşabilir düşüncelerine. Duydukları ile, duydukları sayesinde, duydukları kadar tanır kendini insan. Her dediği bir şekilde kulağına yetişir de çok azını dinler insan. Kaçımız konuşurken hem karşıdaki ile konuşurken hem de kendisini dinliyor? Zordur bu,çok zor...Hem konuşmak hem de konuştuklarını dinlemek...ikisini bir anda yapabilmek!
Biz sadece karşımızdakine bir şey anlattığımızı sanırız oysa kendimiz dinlediğimizde, duyduklarımız der ki bize; "anlattıkların "SEN"sin! SEN "anlattıkların"sın işte! Kendini tanımak isteyen insanın, zihninde ne olup bittiğini anlamak, bilmek isteyen insanın takip etmesi gereken tek gölge bu belki de... O karanlıkta saklanmayı iyi bilen, görünmemeyi iyi başaran düşüncelerimiz var ya, "dil"den sıyıramazlar kendilerini, dil onların bi yanından tutup atıverir dışarı; davranışla veya sözle...
Yeterli değil belki kendini tanımaya bu gölge ama gerekli!

yoksa tabiii ki derdimiz "güzel konuşmak" değil. "güzel konuşmak" diye bir şey yok belki... Hepimiz büyüdüğümüz yerin şivesini bir şekilde taşıyoruz dilimizde. Mesele hangi kelimeleri nasıl ilişkilerle yan yana getirerek cümleler kuruyoruz...Gramer değil, kelimelerin şıklığı değil, etkileme sanatı değil ustası olmaya çalıştığımız ki olmasın da zaten. TVdeki o spiker(?)lerden ne farkımız kalır? Yapmacık, samimiyetsiz, beğenilmek arzusunun ağzından aktığı her kelimesinde açık açık belli olan spikerlerden!
illa beğenilmek, sevilmek gibi kaygılarım yok demişsiniz...Buna da inanıyorum. dert o da değil..İnannın size sizle ilgili sadece sizin için gerekli bir şeydi demek istediğim ve affınıza sığınarak dediğim. Affınıza sığındım çünkü, size "siz"den bahsetme cürretine giriştim. BU üzerime vazife değil asla. Ama samimiyetinize, anlayışınıza güvendim. Ve bu sitede baktım ki herkes herkes için bir şeyler yapmaya çalışıuyor, herkesin ciddi bir paylaşma, anlatma ve anlaşılma derdi var...Bunlara güvendim iişte...

Ve güvenmek, yakınlaşmak...samimi olabilmek...
Bunlara asla kişilerin kendilerinin oturup da düşünerek karar verdiklerini düşünmüyorum. O kadar "kendiliğinden" olan bir şey ki bu...
Çözül-üver-iyorsun... Dök-ül-üver-iyorsun..

Önerilere açık olduğunuzu söylemişsiniz. Bu sanırım içimi rahatlattı. Çünkü yazdıklarıma sizden gelecek tepki ağır da olabilirdi. Olmadı! Gayet yapıcı ve değer veren bir bakışla yanıtladınız beni...

Ben inanın bu adresten bir şekilde haberim olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum...

Umarım hayatınızda, siz neyi nasıl olsun istiyorsanız, o şey o şekilde olur...

sevgi ile...
hoş kalın...

25-07-2007 Ynt: (Konu Yok)
06:02

Teşekkürler benden de,
Etkileyici bir kimlik olduğunuzu düşünüyorum.
Şu anda çıkmam gerekiyor, söz verdim.
İlginizi çeker, okumak isterseniz hazırlamaya çalıştığım yazımın linki:

http://hayateylul.blogcu.com/3709115/

Güzel dileklerimle...


* * *
............ sürecek, umarım. : )
Sevgiler...
Hayat

28 Temmuz 2009 Salı

Ruh Buluşması, Farkındalık...

COŞKUN SABAH -- Nihâvend Saz Semaîsi ( Mes'ud Cemil Bey )



Kanunuma aylardan sonra ilk kez dokundum bugün.. Müzik ruhumu dinlendiriyor tabii her türü değil, o anki hislerime yakın olanı tercihim.
Saz eserleri vazgeçilmezim. İzlemeye değer siz de seviyorsanız eğer...

Ruh Buluşması

Tijen' in yazısı üzerine yukarıya aldım zaten aklımda olan linki bir kez daha...
Ruhumun cismimi yakalamasını isteyecek kadar yoruldum belki de, daha sâkin olabilmek istiyorum.

TELEFON (Belki biraz ütopik, yine de hoş geldi bana...)
Gecenin sessizliği, içindeki huzursuzluğu artırıyordu. Balkona çıktı. Şehir karanlık örtüsüne bürünmüş, evlerin tek tük yanan lambaları aydınlığa yetmiyordu. Gözleri yıldızlara kaydı. Bir mücevher kadar parlak, göz alıcı yıldızları seyretti. Daldı gitti...
Üç ay önce böyle bir geceydi. Gecenin sessizliğini bir telefon bozmuştu. O zamanlar her şey yolundaydı. Hayatında acıyı tatmadan güzel bir yaşam sürmüştü. Her şey, bir trenin raylar üzerinde gitmesi kadar kolay olmuştu onun için; eğitimi, mesleği, evliliği, çocuk sahibi olması. Sonsuz bir hayatın; şımarık çocuğuydu, ta ki telefon çalana kadar…
Ağır adımlarla telefonun yanına gitti. İçi ürperdi; sebebini bilmiyordu. Ahizeyi kaldırırken, huzurun son perdesini kapattığını hissetmişçesine ağır hareket ediyordu. Telefonda beklediğinin aksine telaşlı ya da hüzünlü bir ses yoktu. Tok bir ses ona kimliğini onaylattı.”Evet, benim.” diyebildi. Merakla korku karışmıştı. Bu saatte tanımadığı biri, onun tüm özel bilgilerinin onaylattırıyordu:
—İzmir doğumlusunuz değil mi?”
—Evet.”
—1971 mi?”
__Evet.
—İlk, orta, liseyi İzmir de mi bitirdiniz?”
—Evet…”

Soruları soranın o kadar otoriter bir ses tonu ve konuşması vardı ki; neden bunları söylüyorsun, neler oluyor diye soramadı. Cesaret edemedi. Konuşmanın sonunu merakla bekliyor, süreyi kısaltmak için onaylama cümlelerini başlarda yaptığı gibi kekelemeden; ardı ardına sıralıyordu. Resmi bilgilerin dışında; evlendiği gün, sene gibi çok özel doğru bilgileri de onaylamıştı. Soruların sona yaklaştığını biliyordu. Çünkü bu sene yaşadıklarını da sormaya başlamıştı. Telefondaki ses, bir süre sustu, son sorusunu sordu:

—Dün bir araba aldınız değil mi?”
—Evet.”
—Artık sizi yakinen tanıdığımızı ve bir telefon sapığı olmadığımızı sanırım anladınız. Şu ana kadar sizin hakkınızdaki bilgilerden yanlış olan oldu mu?”
—Hayır.”
—Bakın bu bir uyarı telefonu. Bu bilgiye nasıl ulaştığımızı size açıklayamayacağız ama bir terör örgütünün kara listesine alınmışsınız. Listede bin kişi var. Öldürülecekleri günün yazılı olduğu belgeyi ele geçirdik. Ancak katillere görevler, kura usulüyle verilmiş ve biz katillerin tümünü henüz yakalayamadık. Yakalayacağımızı umuyoruz ama her ihtimale karşı bu bilgiyi sizinle de paylaşmanın insani bir görev olduğunu düşündük. Bu listeye göre üç ay sonra; Mart ayının üçünde öldürüleceksiniz. Tabi biz, sizi seçen katili yakalayamazsak… Konu hakkında bir gelişme olursa; size döneceğiz. Ama özel bir birim olduğumuz için sizin bize ulaşmanız imkânsız.
Unutmayın üç ay sonra…
Unutmayın 3 Mart… İyi geceler…”

* * *
Telefon açıldığı kadar garip bir tarzda kapanmıştı. Konuşma bitmişti. Kafasına hücum eden milyonlarca sorudan birini bile soramamıştı. Nefesi kesildi, ahizeyi tutan elinde gücünün tükendiğini hissetti. Kalp atışlarının artan sesiyle, kafasındaki yüzlerce ses yarışırcasına çığlıklar attılar. Korkudan ziyade şaşkınlıktı yaşadığı. Böyle düşünmemişti. Ölüm onun planlarında hiç olmamıştı ve olmazdı da: Güçlüydü, sağlıklıydı, varlıklıydı. Neden ölsün ki?
Koltuğa yığıldığında, uykularının kaçtığı gecelerde neler yaptığını anımsadı. Televizyonu açtı. Merakla iki yıldır takip ettiği dizinin son bölümünün tekrarı vardı. Misafir olduğu için kaçırmıştı bu bölümü. Ama hayret, artık ne kadarda anlamsızdı şimdi. Ölüm gerçeği karşısında ne kadar basit ve ucuzdu. Her akşam en az dört saatini bu anlamsızlıklara bakarak mı harcamıştı? Kendisini daha da kötü hissetti… Sehpanın üzerinde yıllardır abone olduğu dergilere gitti eli: Moda dergisi, tasarım dergisi, hobi dergisi, magazin dergisi, spor gazetesi. Elleri ile hızlıca taradı dergileri. Yıllardır başkalarının kurgu hayatlarını izleyerek ve okuyarak ne çok zaman kaybetmişti. Kendini zeki zannediyordu; yanıldığını anlaması için ölümünün gelmesini beklemişti.
Çocukların odasına gitti. Uyuyorlardı. En son ne zaman öpmüştü onları? Ne zaman onların gözlerine bakmıştı en son? Anımsayamadı. Hep çok işi vardı. Zamanını kimler için harcamış ama bu çocuklardan esirgemişti. Öpmeye bile utandı bu düşüncelerle, hep dik duran bedeni çökmüş, kafası önde çıktı odadan…
Eşiyle paylaşmak istedi duygularını ve korkularını. Uyuyan eşine baktı. Onunla sıkıntılar, kavgalar ve yapılacaklar dışında bir şeyi paylaşmadığını anımsadı. Son yıllarda kavgaları gittikçe artmıştı. Onun gitmek istediği yere kendisi gitmek istemiyor; kendisinin yapmak istediklerine de o karşı çıkıyordu. Evlilikleri bir mücadele alanına dönüşmüştü. Uzlaşmayı yitirmişler, duygularını köreltmişler, maddi ihtiyaçlar için beraberliklerine devam etmişlerdi. Bu kadar yıl sonra paylaşılan ilk duygu, bu mu olmalıydı? Aslında ölmeden, eşini kaybetmiş olduğunu anladı. Ve bu süreçte kendisinin hiçbir çaba sarf etmediğini… Ölmeden kaybetmişti hayatını aslında ve bunu ölmeden önce anlamak yıkmıştı.
Bir an gözleri parladı. Bu kadar umutsuz olmamalıydı, O İslam dinine inanıyordu, yani ölümden sonra hayat vardı. Ölüm bir son değil, başlangıçtı. Ama… Gözleri parladığı gibi çabucak söndü. İslam dinine inanıyordu ama dine ayıracak hiç zamanı olmamıştı ki. Emekli olabilseydi namaz kılabilirdi belki. İş temposunu düşürebilir diye biraz da çok sevdiği sigarasından ayrılmak zor olur diye oruç da tutmamıştı. Bu sene hac zamanı da geçmişti.. Tutunacak dallarını bir bir kırmıştı kendi elleriyle. Mazeret üretme merkezi bile çalışmıyordu. Ne diyecekti Rabbine? Hasta değildi, tutuklu değildi, cahil değildi. Nasıl düşünemedim dedi kendi kendine. Dil sustu, gözyaşları süzülürken yanaklarına; merakla korkunun terk ettiği bedenini acı ve pişmanlık sarmıştı.

* * *
Yıldızlar, gece ve sessizlik… Bu üçü alıp götürmüştü üç ay öncesine. Bir daha aynı ses tarafından aranamamıştı. Yarın Martın üçüydü. Beklenen gündü. Üç ay önce olsa kendisini bir karakola atar ve günün bitmesini beklerdi. Ama üç ay önce olsaydı. Şimdi ise içindeki tek huzursuzluk; telafi edemediğine inandığı geçmişindeki hatalar ve günahlarıydı. Ölümden duyduğu korku gitmiş, yerini üç aydır yeniden tanıdığı ve çok sevdiği Rabbine karşı duyduğu derin bir mahcubiyet almıştı. Bu üç ay, onun hayatının bütünleme sınavları olmuştu sanki. Eşiyle yakınlaşmış, eskiden tartışma konusu lan olayların ne denli küçük ve hoş görülebilir olduğunu görmüştü. Çocuklarıyla oynamış, onlara hayatları boyunca faydalanacakları nasihatler vermişti. Artık akşamları ailece iple çeker olmuşlardı. Yemek masasında başlayan sohbet, uykusuz gecelere kapı açmış, birbirlerini sevmişlerdi. Hep ertelediği bir işi yapmıştı. Kuranı Kerim okumayı öğrenmişti. Okuduğu her kelime ile yılların çaktığı sıkıntı çivileri ve tereddütler bir bir sökülmüştü. Anlamını okudukça yıllarca nefsi ile aslında hayatını ne denli zorlaştırdığını görmüştü. Üşüdü. Balkondan içeri girdi. Gece namazı kılmak için seccadesini açtı. Belki son namazıydı. Azrail’in nefesini arkasında hissederek sığındı Rabbine. Secdeye gittiğinde uzun uzun ağladı. Selam verirken hayatının belki bu son gününde yüzünde teslimiyetin huzuru vardı.
Telefon çaldı. Gecenin sessizliği, içindeki huzur, bedenindeki teslimiyet birdenbire sarsıldı. Dona kaldı. Yine gece yarısıydı. Telefon hala çalıyordu. Yerinden kalkmadı. Telefondaki sesin aynı ses olmasından korktu. “Katiller yakalandı.” demesinden ve eski hayatına dönmekten korktu. Aynı koşturmacanın, huzursuzlukların, başıboşluğun başlamasından korktu. Kararını verdi: Bilmek istemiyordu. Tıpkı Rabbinin emrettiği gibi; artık gelen her günü ölebileceği gün, her kıldığı namazı son namazıymış bilecek ve herkese sanki yarın ölecekmiş gibi hoşgörüyle ve sevgiyle bakacaktı.
Telefon çaldı, uzun uzun çaldı… Ayağa kalktı, telefonun fişini çıkardı. Saatini sabah ezanına kurup çocuklarını öperek sevdiği eşinin yanına uzandı. Nimetleri için Rabbine şükrederek gecenin kollarına huzurlu bedenini bıraktı…

HAVVA POLAT

27 Temmuz 2009 Pazartesi

..::*Hayata dair düşündüklerimden..

http://www.youtube.com/watch?v=KAogiX6IO14&feature=related


..::*Hayata dair düşündüklerimden..

Bir Bilgeye Sormuşlar...

Bir bilgeye sormuşlar:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
"Terzimi severim," diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?"

Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:

"
Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.
************

Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!..
************

Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar, "Deneyim"demiş. O deneyimi nasıl
kazandın, diye sormuşlar "Hatalarımla" demiş
************

Bir bilgeye sormuşlar:
Efendim canınız ne istiyor? Bilge cevaplamış:Canım hiçbir şey istememeyi istiyor.. ve devam etmiş..
Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur. .
************

Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ; "Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:

Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur…
Sana kötülük yapanlara iyilik
yapabildiğin an
ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya
başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun..!


************
Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye? 'Sevmek´ demiş…
Peki sonra? demişler… ´Sevilmek´ demiş…
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler…
O da demiş ki
´insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir…

************

Bilgeye Sormuşlar;
~ insan
neden dilek diler?
~ insan
gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek.

************

Bir bilgeye sormuşlar en mutlu insan kimdir. İşte o dağdaki çobandır demiş.
Neden diye sormuşlar.
Çünkü demiş
insan bildikleriyle yaşar, onun bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil.

************ *****

Sen gülerken yanındakiler de güler,
Ama ağlarken yalnız ağlarsın,
Onun için
öyle bir ağaca yaslan ki,
Asla yıkılmasın.
Öyle bir dost edin ki,
Seni asla bırakmasın.
Öyle bir sev ki yüreğinden kimse ayırmasın,
Ve öyle birini sev ki seni gözleriyle bile aldatmasın…
alıntı
***

Bir dost, çok özel bir dost geçen gün yorum yazmış blogcu' daki adresime:
Yazan: canan Tarih: 24/7/2009 Konu: mazi
Canım .....'m; bu yazını tam ezan okunurken okudum . Zaten doluydum, ezan sesi senin yazınla birleşince gözlerimden taştı. Bu yazında sanki eski .....'m, hani o sıkıntıları, hüzünleri, ayrılıkları yaşamamış , capcanlı hep pozitif olan eski .......'mi buldum. Canım, seni çok özledim. İnşallah Ağustos'da gelince görüşürüz, sen o hanım arkadaşın gibi benim de elimi tutarsın . Allah'a emanet ol canım arkadaşım

Sevgili Canan,


Seni anlatmaya çalıştığım yazılarım vardı bir tanesi de Portrelerimden : Canan

Sen hiç bir yazının tanımlayabileceği vasıfta değilsin, seni sevenlerinin gönüllerinde aramalı, gönlümdeki suretine bakmalı, biricik dostum...
Dost kelimesini yıpratmayı sevmem. Çok tanıdığım, pek çok samimi arkadaşım ve bir miktar da 'dost' um vardır inanırım, şükürle anarım ki biri de sensin bunların... : )

Altta bir linkini yayınlayacağım sevgili Hoca'mın , bir rüya sonrasında hayatıma girdiği ân, bir yeniden doğuş, milâdım başladı diye düşünüyorum.
Hiç bir üzüntü artık eskisi gibi etkilemedi beni, şükürler olsun.
Onun sesini duyduğum ân bana öğütlediği kısa ve öz mesajları hayatımın düsturları yapmaya çalıştım, sorgusuz sualsiz, tereddütsüz kabullendim.
-İlmim çok eksik, efendim.
-Bildiğinle amel et. Allah C.C. 'a kulluk et.
-En çok Allah' ı sev.
-Kimi en çok seversen, onunla imtihan edilirsin dünyada.

O' nda beni en çok çeken şey sâdeliği oldu.
Söyledikleri çok kısa, açık ve net.
Bu kadar mı? deyivereceğiniz geliyor, hani...
Öyle değil oysa.
Söylediklerini uyguluyor olması muazzam bir fark oluşturuyor kişinin hâlinde.
Samimiyet, etkiyi büyüttükçe büyütüyor.
Bir de şu var tabii, onunla karşılaşmam ve her konuşmamdan sonraki iç huzurum çok etkiledi, etkiliyor beni.
Allah c.c. ne gösterir, ne kadarına izin verirse, karşınızdakini o şekilde görüyorsunuz.
Sizin gördüğünüzü, bir başka göz göremeyebiliyor.

Halife Leyla'ya dedi:
" O, sen misin?Mecnun senden dolayı mı perişan oldu ve kendini kaybetti? Sen diğer güzellerden üstün değilsin! "
Leyla dedi:
" Sus! Zira sen Mecnun değilsin "...









http://hayateylul.blogcu.com/dua-4-basim-donuyor-hazdan-sevgili-m-istanbul-da_24955491.html

Sevgili dost'um,
"İnşallah Ağustos'da gelince görüşürüz, sen o hanım arkadaşın gibi benim de elimi tutarsın ." demişsin.
Sen, yüreğime dokunabilensin. Ellerim, yüreğimi bıraksın avucuna... : )

Niye üzüldün kim bilir? Az- çok fikir yürütebilsem de sisli bana...
Ne diyor biliyor musun her seferinde Hoca'm:
-Değmez bu dünya için üzülmeye, çok kısadır.
Ruhun Rabb' ine ilk söz verdiği yaradılış anından bu yana geçirdiği ve yeniden dirilene kadar geçecek olan süre hesaba katılacak olursa çok doğru, değil mi?
Bir yazıdan şunları alıntıladım:

"Hadis-i şerifte buyuruluyor: Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin! Kimi seversen ve ne kadar seversen sev, bir gün ayrılacaksın! Ne yaparsan ve nasıl yaşarsan yaşa, karşılığını göreceksin!.."
"Demek ki, içinde yaşadığımız şu dünya keyf sürmek, rahat etmek yeri değildir. Nimetlerinde bile sade lezzet yoktur. Hem dişim olsun hem de ağrımasın dersek olmaz.Dünyada rahatlık beklemek seraptan su beklemeye benzer. Hayal kırıklığından başka insana bir şey vermez."
"Bir adam arkadaşına dua eder ve der ki; Allah sana dünyada hiç sıkıntı vermesin.
O da sen benim ölümümü istiyorsun der. Dünyada yaşayıp da sıkıntı çekmemek hiç mümkün müdür?"
"Takdiri ilâhi ne ise o olur. Dünya da, içindekiler de baki değildir. Ne gâm baki, ne sürur demişler."

Her sıkıntılı ânında Allah c.c.' ın yardımcın-ımız- olması, yüreklerimizi genişletip, kolaylıklar nasip etmesini dilerim.Dualarımdasın, gönülden...
İnanıyor ve ümidediyorum ki aldığın sayısız dualar karşına çıkacaktır.
Seni aradım, geri dönüşün olmadı. Belki farkedemedin.
Yazılarımı okuduğunu biliyor ve on iki yılın özlemiyle bekliyorum seni canım arkadaşım.
O' nun koruması ve yardımı cümlemizin üzerimize olsun. Âmin.
Sevgilerle...
Hayat

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Bir teşekkür yazısı...


Bu sayfaya sağlıklı beslenmeye dair bir yazı taşımak hiç niyetimde yoktu.
Diyetle ilgili bir site kurup iki yıl açık tuttuğumu yalnızca arkadaşlarım bilir.
Siteyi devam ettirmenin mânevi sorumluluğunu taşıyamayacak durumda olduğumu hissettiğimde en azından bir kısım yazışmaları kopyalayayım ve göz önünde olmayan bir blogda bulundurayım diye düşündüm.
Bir kaç yazı kopyalayıp aktardım da eczane açma çalışmaları vs nin yoruculuğu ve hayatımdaki çalkantıların da etkisiyle
devamını getir-e-medim. Bu süreçte obezite, bulimia ve anoreksiya hastalarıyla da yazışma ve konuşmalarım oldu.Durumlarını -uzaktan- izlemeye büyük ölçüde devam etmeye çalışıyorum.
Bir kaçıyla arkadaşlık bağlantım da oluştu.
Bu konuda şimdiye yönelik yer alma düşüncem yok.Gözlemci olup uzun vadeli sonuçları izleyip karşılaştırmayı tercih ederim.

Geçtiğimiz aylarda Mehtap hanımın son derecede faydalı, etkileyici bulduğum çalışmalarını beğeniyle izledim, izliyorum da...
Söze girmek istemedim, gerçekten de yerinde ve zamanında yönlendirmeleri, etkileyici üslubu bir ekleme olmaksızın da yeterince güzeldi doğrusu... Tijen hanımın da sağlıklı yaşama yönelik tüm yazılarını destekliyor ve çok yerinde, bilinçlendirici, eğitici ve öğretici buluyorum. İnsan uzaktan izler de artık en azından bir teşekkürü çoktan hak etti bu insan diye düşünür ya, doğum günü olmasının da etkisiyle gecikmiş bir teşekkür ve tebrik notu ekledim. Sonraki günlerde de düşüncelerimden ve zihnime takılan sorulardan sözeden bir yorum yazıp, başka okurların kafalarını karıştırmak istemediğim için hiç böyle bir yazı almamış gibi yeri geldikçe cevaplamasının bana yeterli olacağını, yazıyı yayınlama takdirini kendisine bıraktığımı ifade eden -uzunca- bir not bıraktım. Yayınlamayı seçmiş, saygı duyuyorum. Kendisini izleyip sessizce de olsa alkışlamak benim için zevk olacak. Diğer blogumdan bir linkle de olsa desteklemek isterim çalışmalarını... Teşekkürler Mehtap, Tijen, Nuray, Delfina, Funda, Işıl, Gül,Zerrin, Münevver hanımlara ve emeği geçen, çaba harcayan tüm arkadaşlara... Yolunuz açık olsun. Sevgiler... Hayat

Genel Diyet Bilgileri