O kadar fazla sayıda kişi yalnızlıktan mustarip ki çevremizde, ister istemez bir iki alıntıyla değineyim istedim bu konuya...Bir vakitler ben de yalnızlık duymuştum sanki...İnsanın kendi kendisine tahammül edememesi midir acaba yalnızlık duyumsatan?Kendimi farklı anlamda sevdiğimi hissettiğimden bu yana yalnızlık diye bir sıkıntım yok, çok şükür...Kendimle vakit geçirmekten hoşlanıyorum.İsteyen gülebilir, şaşırabilir.Hep biraz farklı oldum sanırım. Ördek olamadım bir türlü, bana benzemiyorlar diye canım da sıkılmadı. Belki de ilk başlarda sıkıldı da sonra gönlüm doğru yolda olduğumu fısıldayıp, bunda ısrarlı davranınca, O' nun sesini dinlemenin büyüsünü keşfettim, kim bilir...Bakalım, nasıl tanımlamışlar yalnızlığı?
Yalnızlıklar ve Yolculuklar
Sonu gelmeyen telaşlar içinde oradan oraya savrulmalar... vakitsiz ayrılıklar...mesafeler...Koca bir boşluk içinde arayışlar...Duraklarda bekleyişler;kimin geleceğini bilmeden...
Yalnızlıklar...
İçinde derin bir boşluğu olan çevresinde dönüp yaklaşmaya cesaret edemediğimiz bir ağrımız...Kalabalık içindeyiz,güvendeyiz öyle hissetmemizi sağlayan o derinde yatan boşluğumuzu saran yalnızlığımız aslında...Küf kokulu duvarlarla örülmüş ağır acı meşrep kokusu vardı o boşlukta...düşmemek için sımsıkı sarılmak istedik basit ve sıradan şeylere.
Korkarız içimizdeki derin yaradan...Kime sarılmak istesek aslında o boşluğumuza sarılıyorduk...yalnızlığımıza...Aslı olmayan biri gibi yalnızlığımız...içimizdeki asıl ağrımız...yaralarımızın en derini durmadan kanayan...
Yollardayım yine sırtıma astığım yalnızlığımla...omuzlarımdaki ağır yükümle... durmadan kanayan yaramla...duraklarda iniyorum içimdeki boşluğu orada bırakıp gitmek istiyorum uzağa...istesemde kaçamıyorum ondan...Hangi şehre gitsem o boşluk benden önce orada beni bekliyor...yalnızlığım kanayan yaram...Dönüp dönüp kendimi orada buluyorum...Kimi çok sevsem onun boşluğu benden daha derin oluyor...kanayan yarası...yalnızlığı...
Kime sımsıkı sarılsam onun boşluğu içime doluyor...yalnızlığı yalnızlığıma karışıyor... Birbirimize sarıldıkça boşluk daha da derinleşiyor...büyüyor yaralarımız... Biliyoruz ne istediğimizi nereye birlikte gitmeyi düşlediğimizi...yüreklerimiz aynı yöne doğru yola çıkıyor...düşlediğimiz o yere...
Yalnızlığımız mahçup boynu bükük kalıyor düşlümüz karşısında ...orada yalnızlığa yer yok... orada kimse yalnız ve mutsuz değil...orada kimsenin yarası kanamıyor... orası sevgi dünyası...oysa yalnızlığın düşmanı sevgi...mutluluk...yalnızlıktan tek kurtuluş yeri orası...yürekler oraya doğru yola çıkıyor...yalnızlığın boynu bükük...
Herkes farkında aslında içindeki boşluğun büyüklüğünden...Hiç kimse olduğu yerden memnun değil...Herkesin gitmeyi düşlediği bir yeri var...Yüreğinin kıyısına vurduğu bir düşü var...maviler içinde huzur kenti var...
Birbirini seven yakın dostları var orada...çocuklar mutlu güler yüzlü...mutluluk mavi çocuk... saf bir sevgi çığlığı yankılanır orada...
Orada çiçekler aşk ile açar... gökyüzü mavidir.Balonlar uçuşur etrafta. Herkesin yüreğinde büyüttüğü bir yer var. çok uzakta değil.
Yanı başında.
İçinde..
Yüreğinde...
Alıntı
Kalabalıklar İçinde Yalnızım!
Etrafım kalabalık, telefonlar çalıyor, insanlar evrak getiriyor. İş yerinde uğultu var. Herkes harıl harıl çalışıyor. Koşuşturma içinde zaman geçiyor. Her gelene cevap veriyorum.
Kalabalıklar İçinde Yalnızım!
Telefonda konuşuyorum. Sorun şu ki, kendimi dışarıdan izliyormuş gibi hissediyorum. Televizyon seyreder gibi….
İş yerinden çıkıp otobüse biniyorum. Orası da gerektiğinden fazla kalabalık. İş çıkış saati,uzun süren trafik çilesi, yanımda ayakta duranlar konuşmak istiyorlar belli ki, yanıt veriyorum. Sonunda eve ulaşıyorum. Markete uğrayıp, yemeklik malzeme alıyorum. Kasada duran kız beni tanıyor. Ayaküstü iki sohbet de onunla ediyorum.
Evin kapısını açıyorum. Kedim beni bekliyor. Bütün gün yalnız olduğundan aç ve sevilmek istiyor. Sürekli mırıldanıyor. Karnını doyuruyorum, sevip okşuyorum. Onun da gönlünü yapıyorum. Duşa girip yıkanıyorum. Güzel bir kahve pişiriyorum. Henüz acıkmamışım. Dinlendirici bir müzik koyuyorum. Bir sigara yakıyorum, telefon çalıyor. Kız arkadaşım, sevgilisi ile kavga etmiş. Dakikalar, belki saatler süren aşk derdini dinliyorum. Gereken şeyleri söylediğime eminim. O da mutlu ve rahatlamış bir şekilde kapatıyor. Tam elime kitabımı alacakken, kapı çalıyor. Karşı komşum, fal için kapatılmış kahve fincanıyla geliyor. Kocası geç kalacakmış, laflarız diye düşünmüş. Buyur ediyorum, falına iki yalan atıyorum. Seviniyor. O da uzun uzun anlatıyor, dinliyorum. Sonunda gidiyor.
Balkona çıkıyorum. Bir sigara daha yakıyorum. Derin bir nefes çekiyorum. Dumanı rüzgardan dağılıyor. Dışarısı biraz serin. Yaz tam olarak gelmedi, geceleri biraz üşütüyor. İçeri giriyorum. Yatağa uzanıyorum. Bugün herkes mutlu oldu mu? Bana ihtiyacı olanlara tam olarak yardımcı olabildim mi? Peki, ruhum neden içimde değil? Nasıl oluyor da kendimi dışarıdan izleyebiliyorum?
İçinde ruh olamayan bir beden, ne kadar yaşıyor sayılır? İçinde aşk olmayan bir kalp ne kadar sayılırsa! Yalnızım! Şehrin gürültüsü bitmiş. Işıklar tek tek sönüyor. İnsanlar sevdikleri ile uykuya dalmak üzereler. Eski bir şarkı geliyor aklıma, mırıldanıyorum: “Bir ben uykusuz, bir ben huzursuz, bir ben çaresiz, bir ben sensiz…”
Etrafım insan doluyken, üstelik seviliyorken, dostlarım, ailem, sosyal hayatım varken; bu kadar yalnız hissetmek garip değil mi? Değil! Aşkın boşluğunu dolduracak ne bir kişi, ne bir olay var. Birini seviyor olmak, kocaman yatakta sarmaş dolaş uyumak, gece kabus gördüğünde, “geçti canım, ben yanındayım” diyecek birine sahip olmak çok büyük bir lükstür. Kimileri buna sahiptir, kıymet bilmez.
İnsanoğlu sahip olduklarına sahip çıkamıyor. Değerini kaybedince anlamak gibi bir akılsızlığımız var. Özlediğimiz, hasret çektiğimiz her şey, elimizin altında olunca önemsizleşiyor. Oysa elde etmek için ne savaşlar vermiştik? Yalnız doğduk, yalnız öleceğiz diyorlar. Elbette, tam olarak öldüğün an yalnızsın. Bunu kimseyle paylaşmak gibi bir çabamız da olamaz. Ancak o ana gelene kadar geçecek süreyi yalnız geçirmek için gösterilen bu çaba neden? Huzur azgınlığı yapıyoruz. Sevgimize, aşkımıza gerektiği kadar sahip çıkmıyoruz. Gün gelip kaybedince, pişmanlık duyuyoruz ama çok geç oluyor.
Ben bu gece de yalnızım. Siz, uyurken üstünüzü örten birine sahipseniz, iki elle tutun. Bir gün çok geç olabilir…..
[REPLACE]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder