22 Ağustos 2011 Pazartesi

Ner'de Kalmıştık? :)

Sevgilerde / Behçet Necatigil


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.


Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.


Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.


Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.


                                                                         *   *   *
Yaz mevsiminin olgunluk çağında, penceremden esen ılık rüzgâr, dışarıdan gelen çocuk sesleri eşliğinde başlıyorum yeniden yazmağa... Ne çok zaman geçmiş, neler yaşanmış ve bitmiş, nice paylaşılamayanlar boynu bükük bir çocuk edâsıyla kalakalmış gönülde bıraktığı burukluk duygusuyla.
Acılar da var sevinçler, mutlu günler de...


Arada bloga uğramadım değil ama elim varmadı yazmağa, arası açıldıkça yazıların, dönüş zorlaştı. Yeni ufuklar vardı açılınacak, yeni insanlarla tanışılacak...
Hepsi birarada olamadı, gönlümdekileri yerlerinde muhafaza ederken uzaklaştım buralardan.
Dün yine bir mesaj bırakmış Ayşe (Annemin Kızıyım) , dön bile demiyor, diyemiyor, yalnızca iyi olmamı diliyor ve özlediğini söylüyor. Canım, sağol, sen de, sizler de hep iyi olun, gönülden dilerim...


Var aslında yok (Düş- Düşbâz) Mayıs ayında yorum yapmış, bugün onaylarken farkettim. Hadi, yaz artık diye...Yazalım, canım. bakalım neler olmuş bu süre zarfında... :)


Geziden dönmüştüm, Konya' dan, değil mi? Sonra giderek seyrelmişti yazılarım.
Yazarken ne kadar kısa olacak, duygularımı katmadan anlatınca. Oğlum nişanlandı, derken evlendi. Dokuz ay kadar önce. Geçen ay da ortanca çocuğum olan kızımı uçurduk yuvadan...
Annem, bol bol takıldı bana: 'İnanamıyorum, kayınvalide mi oldun? Ama sen daha küçüksün!... :)
Annelerin gözünde çocukları büyümüyor işte. Bir de ailenin en küçük çocuğu olmam ve diğer torunların henüz evlenmemiş olmalarının da payı var zannederim.


Yazmıştım, annem kısmî felç geçirmişti ve on ay sürekli bakıcı ile bizler nezaret etmiştik durumuna. Bakıcıları yanında istemedi ve Allah c.c. ın büyük lûtfuyla, kendini idare eder hâle geldi. Torunlarının düğününde başköşede olmak nasip oldu, çok şükür...
Boğaz turlarına bile çıktık onunla. Hayatı kolay değil, sürekli evde. Ara-sıra da olsa değişiklik katmağa çalışıyoruz rutinine.
İnancın ve azmin inanılmaz gücünün örneğidir o, benim için...


Can Dost sıkıntılı bir dönemden geçiyor bir süredir. Konuşmalarımız seyrelse de, devam ediyoruz paylaşmağa. Kızı, eşinden ayrıldı ve torunu mesaisini alıyor, güzel arkadaşımın. :)
Hacer, demiştim, henüz onun sıkıntılı dönemi başlamadan önce; 'Allah c.c. râzı olsun senden. En zor dönemlerimde, dumanlı bir ev misâli olan gönül hâneme pencereler açtın. Sözlerin, merhem misâli yatıştırdı yaralarımı...'
'Allah c.c. senden de râzı olsun canım, demişti; bir sıkıntıyla karşılaşıldığında nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğinin güzel bir örneği oldun sen de bize!...'


Meryem (Ülker) i hatırlarsınız, değil mi, yazılarımı eskiden beri okumuş olanlar? Hani hastaydı, 6 yıl kadar önce bir operasyon geçirmişti. Belirli aralıklarla tedaviye devam edilmişti. İki ay önce, bir gelin konvoyunda yolcular gibi, ebedî sevgiliye yolculadık onu. O, başlıbaşına bir post konusu. Yazmadım, gönlümde sakladım nice duyguyu. Bir gün, onun hikâyesine kaldığım yerden devam etmek istiyorum, ne zaman bilemem...
İsmi hâlâ telefonumda, sevgisi ve derin, inanılmaz derin özlemi gönlümün tâ içinde...


 Sûfi' nin haberini okuduğumda ne diyeceğimi bilemedim. Geçmiş olsun bile diyemeden, gönülden, gizliden dualar gönderdim dergâh-ı izzete...


Bugün bakıyorum da dört- beş yıl önceki Hayat değilim artık, olaylara bakışım, algım hayli değişti. Biraz da içselleştim duygularımı yaşamakta.


Bugün bu kadar, diyelim. Sevgilerimizi dillendirmekte gecikmeyelim, e mi? Vakit, düşündüğümüz kadar uzun olmayabilir...
Hepimiz için sağlık, sıhhat-âfiyette olup-kalacağımız nice güzel günler dileğimle, sevgiler...


Hayat



27 Ekim 2010 Çarşamba

Merhaba... :)

Bülbülün Yeri 'nden sevgili Birgül' ün sıcacık, dostâne yorumu, daha önceden Annemin Kızıyım dan sevgili Ayşe' nin ziyaret ve mesajları, sizlere yeniden merhaba dememi şart kıldı... :)
Blogumu özledim. Ne kadar yazarım, bilemiyorum, bir açılış yapalım mı, ne dersiniz canlar? :)
Sevgimle...

***
"Kendi halim söylerem gayrı hikâyet etmezem."

Derdimi söylüyorum ve bu bir hikâye oluyor. Bu hikâye senin hikâyene ulaşıyor, ona karışıyor, ona konuşuyor. Senin hikâyen de bana konuşuyor. Gayrı hikâyet etmediğim ve susmayı becerebildiğim için seni söylüyorum. Derdim ve halim aslında beni değil seni söylüyor.



"Kendi halim söylerem gayrı hikayet etmezem." Bunu ben bir edebiyat öğretmeninden dinledim. Eşrefoğlu Rûmi ona söylemiş. Bu dizeleri bana gözyaşlarına dip müziği olarak fısıldadı. Dedi ki: Benim bütün hikâyem derdimdir. Derdimden başka bir ben yok. Ben dertle tamam olmuş bir adem kızıyım. Bu dünyaya dertlenmeye geldim. İçlenmeye, soru sormaya, ağlamaya geldim. Dert sahibi olmakla varım, ondan ötesini de hikâye edilmeye layık bulmuyorum. Ancak dertli olanlar başkasının derdiyle hemhal olabilir. Ötekinin yaralarını ancak kendi sızımdan bilebilirim. Dert sahibiyim, o halde varım. Dert sahibiyim, o halde varsın. Sen benim için varsın çünkü ben derdimden bakınca seni görebiliyor, yaşadığını anlayabiliyorum. Ya hiç derdim olmasaydı? Ya hikâye edilecek hiçbir şey olmasaydı? Ya dilim ve gönlüm takat getiremeseydi de sussaydım? Derdimi söylüyorum ve bu bir hikâye oluyor. Bu hikâye senin hikâyene ulaşıyor, ona karışıyor, ona konuşuyor. Senin hikâyen de bana konuşuyor. Gayrı hikâyet etmediğim ve susmayı becerebildiğim için seni söylüyorum. Derdim ve halim aslında beni değil seni söylüyor. Bütün dertlileri söylüyor. Dost belasından kurtuluş istemeyenleri, aşk derdinden özge feraset istemeyenleri :


"Razıyem derdine yarin men şikâyet itmezem / Kendi halim söylerem gayri hikâyet itmezem / Derd ü mihnet yoldaşımdır bu yola azm ideli / Dost belâsından başım bir dem selâmet itmezem / Her ne kim Dost'tan gelir sabir ü şâkir durmuşam / Âşıkam derdim yeter özge ferâset itmezem".


"Âşık der incitenden / İncinme incitenden / Kemalde noksan imiş / İncinen incitenden".
Bunu ben bir diş hekiminden dinledim. Ona da Alvarlı Efe söylemiş. Bu dizeleri bana incinmişliğinin dip müziği olarak fısıldadı. Dedi ki: Dünya incitenlerle dolu. Ama olgunluk incinmemeyi bilmekte. Kin tutmamakta. Bağışlamakta. Şimdi içimde yün eğirir gibi bir sabır eğiriyorum kendime. Sövene dilsiz gerek diyerek. Öfkenin kor ateşini, içimin dehlizlerinde soğutup adam ederek. İnsan bu, bir sözden, bir halden, bir dudak kıvrımından inciniyor. Bazen bir susuştan, bir dalgınlıktan inciniyor. 'Bir bulutun yer değiştirmesinden' alınıveriyor. Sen ol ki incinmemeyi başar. Sen ol ki inciten senin yüzünde yeni bir hayatı okusun. Ol ki öfkeden oklar saplanmasın ruhuna, ol ki intikam seni esir almasın. İnciten ne yaptığını bilmiyor ama bak sen biliyorsun. Bırak kin kindarların, hınç zalimlerin, kötülük kötü kalplilerin olsun.


"İnsanlar vicdanla doğuyor ama onu sonradan yitiriyor".


Bunu bana bir üniversite profesörü söyledi. Ona da bir öğrencisi söylemiş. Bunları bana vicdanı kararan bir dünyada umudun dip müziği olarak fısıldadı. "O sözü duyduğum gün" dedi, "eve adeta bulutların üzerinde yürüyerek gittim". Yirmi yılı bulan bir tanışıklığın ardından bana ilk defa anlatıyordu 12 Eylül'ün o puslu günlerinde başına gelenleri. Evinin basılarak, yasak kitap bulundurmaktan hapsedilişini, yürüyerek sorguya götürülenlerin sedyeyle geri dönüşünü. O ağlayarak bunları anlatırken ben onun hikâyesine nasıl olup da bunca sene bigâne kalabildiğime şaşıyordum. Kitaplardan, filmlerden, yeni düşüncelerden keyifle konuşuyorduk ama işte ben kaç senedir onun yüreğindeki o en derin acıya değememiştim. Vicdan sahibi olmakladır ki başkasının acısıyla sarsılırız. Vicdan, bizi incitmekten alıkoyar. İnsanın temiz fıtratında vicdan yazılıdır, bir bebek başka bir bebeğin ağlamasına cevap verir. Biz büyürüz, dünya kirlenir, vicdanın ruha bıraktığı izler silinir.


Kemâl Sayar

31 Aralık 2009 Perşembe

Dizelerle Hayat...

Dizelerle Hayat...

Âfet-i gamdan acep dünyada kim âzâdedir
Herkesin bir derdi var madem ki Ademzâdedir
Bir humay-ı zevki bin sayyad-ı gâm takip eder
Böyle bir mevhuma,acep halk neden üftâdedir

(Dert âfetinden dünyada kurtulmuş, salıverilmiş olan kimdir?Âdemoğludur mâdem, herkesin bir derdi vardır.

Bir zevk kuşunu, bin gam avcısı tâkip eder.Birinden ikisinden kaçsan da, bininden nasıl kaçacaksın?Böyleyken nasıl olup da halk, yine de zevk kuşuna yakınlık duyar?)

(alıntı)

***

Etrafı, dünyayı ve hayatı doğru okumaktır bütün mesele. Böyle söylüyor kalem ve kelâm ehli. Israrla, ayrı ayrı açılardan bakarak dünyanın geçiciliğine işaret ediyor. Diyor ki; dünya hayatı bir uykudan ve hayâlden ibarettir. Tut ki hayâlinde sultan oldun, tut ki hayâlinde dilenci oldun. Uyandığın zaman ikisi de geçici olacağına göre ele geçmiş olan her şey sonsuz ve hakiki hayata başladığın zaman rüya hükmüne gireceğine göre ne diye gam çekersin.

Geç gelir tez gider deyû safa çekme keder
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider

İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider. Hâlbuki elem sıkça uğrar biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında “çamurumuz karılırken yağan kırk günlük yağmurun otuz dokuzu gam biri neşeydi” diye takviye ederler manayı.

Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer

ve şöyle devam eder;

Âdem oğlu âleme üryan gelir üryan gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider

İnsanoğlu dünyaya giyinmemiş olarak gelir ve öylece gider. Ağlaya ağlaya gelir ve yine ağlaya ağlaya gider. Aşağı yukarı aynı anlamda:

Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben

Yani gelirken de giderken de dökülen göz yaşlarına işaret eder ve der ki; hani nilüfer çiçeği vardır ya suyun içinde doğar ve yine oracıkta ölüverir. İşte ben de geldiğimde yıkandım giderken yıkandım, suda bittim suda yittim.

Anlamlarının çözülmesi bir miktar daha zor gibi görünen Sâbit merhum da beytinde şöyle söyler. İçinde bulunduğumuz dünya hayatında sabırlı olmak gerektiğinde çok güzel işaret etmektedir.

Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i murâd üzre felek amma neden sonra

Üst üste belki bin tane boş kadeh gelir. Arkasından bir dolu kadeh sunar şartlar, etraf , hayat. Ve senin mûradına uygun döner felek amma neden sonra. Sabra işaret eder. Güzelce sabretmek lazımdır, beklemek lazımdır. Dünya gamhânedir. Burada talebi çoğaltmamak lazım, emeli çoğaltmamak lazım. Çünkü ecel, emelin önündedir.

Av. Hayati İnanç

***

Yazılacak çok şeyler oluyor da içimden gelmiyor yazmak..Bu sıralar daha çok okuyorum.

Konya'ya gidip- döndüm Cemâlnur hanımlarla birlikte...

Resim ve videolar da var elimde ama yüklemek, anlatmak gerek :))
Çok selâm ve sevgiler ihmâl etmek istemediğim, aklımda, gönlümde olan tüm arkadaş- dostlarıma...

Güzelliklerle gelsin her yeni yıl...Umut olsun, şifâ olsun, devâ olsun gönüllere, cisimlere...
Aşk olsun...Muhabbet olsun...
Paylaşım ve huzur olsun...
E, daha ne olsun!... :))
Sevgiler çok çookkk...

Hatice/Hayat

10 Aralık 2009 Perşembe

Özledim... Ya sizler?...

Kuş Hâtıraları- İbrahim Sadri Link

Şiiri Gönderen : Ibrahim sadri
Şiir adı : Kuş Hatıraları
Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
rüyalarımıza melekler uğrardı.
Kapımızdan yoğurtçu
bahçemizden ishakkuşu
kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.

kışın bir sobamız olurdu
sobanın yanında kedimiz
kedinin önünde yün yumağı
bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.

Yerli malı kullanan
yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili
kuru incir üzüm fındık
tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren
kuru üzüm inciri satan
karşılığında
çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan
bir toprağın fertleri...
Biraz yoksul biraz mütevekkil
biraz mahcup biraz kırılgan
biraz naif ama hep umutlu...

Özlerdik.
Memleketteki halamızı
ince doğranmış bir dilim pastırmayı
yurttan sesler korosunu
akşam komşuluklarını
radyo tiyatrolarını
sabah ezanını
kalaycıyı bozacıyı
münir nurettin şarkılarını
orhan boran yarışmalarını
kandil gecelerini
duvarlarımızın sarmaşıklarını
bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını
okul önü kozhelvalarını
akşam oturmalarını
ve hayatı...

Top oynardık
ip atlar kedi kovalar
taşlarla birbirimizin başını yarar
mahalle savaşları çıkarır
gece olunca da tutar babalamızın elinden
yazlık sinemaya gider
Sadri Alışık Vahi Öz
Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder
Olimpos gazozlar içer
güler eğlenir bağırır çağırır
dönerken yıldızları sayardık.
Sıkı çocuklardık.

Hepimizin birer yıldızı vardı
onlara isim takardık
onlar da bize isim takardı
pus ve dumandan önce bu şehrin
geceleri gözkırpan ve isimler takılan yıldızları vardı.

Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik
biz kimseden yana değildik.

Kimsenin de kendinden yana olmasını istediği birileri
olmazdı.
Bir değirmendeydik
öğütülen
öğütülürken türküler söyleyen
buğday başaklarına benziyorduk.
Ben
çorbalardan tarhanayı
yemeklerden kurufasulyayı
sigaralardan harmanı
belki bunun için çok sevdim.

Yollar bozuk musluklar bozuk
ziller bozuk paralar bozuk
ama adamlar sağlamdı.

Bu şehrin yıldızları vardı.
Saçlarına kurdelalar takan
çivitle yıkanmış beyaz çoraplarına
leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan
gözleri önlerinde
yürekleri ve beslenme çantaları ellerinde
küçük çocukları vardı bu şehrin
bu şehrin yıldızları vardı.

Ben Fenerbahçeyi amcam Vefayı tutardı.
Konya tahıl ambarı Mersin muz cennetiydi.
Taksim'den Fatih'e troleybus kalkar
Şişhane'de mutlak raydan çıkardı.
Vallahi hayat zor ve fakat çok matraktı.

Muammer Karaca adına bir tiyatro binası yoktu
bizzat kendisi vardı.

Başımız ağrırdı komşumuz vardı
gönlümüz daralırdı komşumuz vardı
Çorbamızı umutlarımızı
memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız
vardı.

Geceleri bekçimiz
gündüzleri sütçümüz
bizim kadar zayıf da olsa
nohuta makarnaya alışmış da olsa
Sarman adında bir kedimiz
ceperimizde kırık misketlerimiz
çamur bulaşığı ellerimiz
ve gülümseyen bir yüzümüz
göstermekten utanmayacağımız bir içimiz
bir araya gelerek çektirebileceğimiz
bir aile fotağrafımız vardı.

Bir sabah bütün iyi şeylerin
Ayvansaray iskelesinden
hayal ülkesine doğru demir alan
bir şirket-i hayriyye vapuru gibi
aramızdan ayrıldığını gördük.
Sonra Ayvansaray'ın suları çekildiğini yazdı
gazeteler
Süheyla hanımın Raci beyin
Melahat mehveş ablanın
Niko'nun Ercüment efendinin çekildiğini ise
yazmadılar nedense
Ama yok ama yoklar.

Ne harman sigarası kaldı geriye
ne olimpos gazozu
ne Sadri alışık.

Kalan bir tortuydu belki.

Belki kırık bir rüya denizi
belki suya düşürdüğümüz suretimizin
cep aynamıza nüktedan bir yansımasıydı herşey.
Herşey Maltepe sigarasının
her arandığında
her bakkalda bulunabilmesi ile
büyüsünü kaybetmişti belki de.

belki de biz bir rüya mı görmüştük?

Hadi hepsi yalandı.
Hadi hepsi hayaldi.
Hadi hepsini ben uydurmuştum
Ama rüyalarımızın melekleri
ve sofralarımızın daim konukları kuşlar?
Ya onlar?
Onları siz de görmediniz mi?
Sizin de sofranıza konup
rüyalarınıza uğramadılar mı?
Onlar da mı yalandı?

* * *

Hepimiz özlüyoruz, değil mi?
Bugün ablamla telefonda konuşurken de söz ettim bu konudan (ablam yurtdışında yaşıyor).
Geriye döndürmek isteyip de döndüremediğimiz ne çok şey var. Basit görünen ama yitik, ulaşılamayacak kadar uzaklaşmış bir rûh, yaşam rûhu, kültürel değerlerimiz, alışkanlıklarımız... :)
Nasıl "dur!..." demeli bu olumsuza yönelişe? Ne yapabiliriz?
Çözüm arayışlarımız bile sanalda. Oysa yaşam gerçek...
Gerçekten ne zamana dek bu kopuş?
Nereye gidiyoruz?...


Epeyce uzak kaldım yazmaktan, blog dünyasından...Çok şeyler var da yaz/a/madım işte...
Uzaktan izlemeye çalıştım sizleri...
10 gündür kızım hastaydı ve ben zorunlu durumlar dışında ona nezâret etmeye çalıştım.

Şeb-i Arûs etkinlikleri başladı. Yarın Bağlarbaşı'nda, C:tesi ve Pazar Sütlüce' de etkinlikler var.
Pazar akşamı yola çıkmam gerekiyor bir engel olmazsa, inş.
Konya'ya yolculuk, birkaç günlüğüne...
Bakalım, kısmet...

Sevgiler...
Hatice