31 Ekim 2008 Cuma

Günlüğümden notlar..Yakın geçmişten...


"Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır..."

İMKÂNIM YOKTU" deme.
Kendine doğruyu söyle.
"Üşendim" de... "Tembellik ettim" de... "Canım istemedi" de... "Yapmak içimden gelmedi" de... Hiç değilse "yattım" de...
Ne dersen de, ama "imkânım yoktu" deme.
Unutma, iman en büyük imkândır. İmanı olanın imkânı tükenmez.
Hatta kimi zaman "imkânım yoktu" demek, "imanım yoktu" demeye bile gelebilir.
Birileri önüne çıkıp şöyle sorabilir: "Falancanın imkânı var, fakat yapmıyor. Neden acaba?" O zaman diyeceğin bir şey, vereceğin bir cevap yoktur.
İmanın makarrı olan yürek, bitimsiz bir güç merkezidir. Göz ferini, diz dermanını, yumruk fermanını yürekten alır. Tıpkı kaslara komuta eden sinir sistemi gibi...

Başını dik tutan kasların değil, o kasa komuta eden beynindir. Yumruğunu havaya kaldıran pazuların değil, o pazulara komuta eden beynindir.
Gittinse, ayağın değil yüreğin götürdüğü için gittin. Gitmedinse, yüreğin yetmediği için gitmedin. Yaptınsa, elin erdiği için değil aklın erdiği için yaptın. Yapmadınsa, elin ermediği için değil yüreğin yetmediği için yapmadın. Gördünse gözün olduğu için değil, dahası baktığın için değil, gönlün olduğu için gördün.
Eğer gözü olan herkes görseydi, bunca "bakarkör"ün varlığını nasıl ve neyle açıklardık? Eğer göz görmenin yegâne organı olsaydı, gözü olmadığı halde bir çok göz sahibinin göremediği hakikatleri gören kafa gözü kör, kalp gözü açık yiğidi nereye koyardık?
Görmedinse göz olmadığı için değil, hatta "göz bakmadığı" için değil, "gönül akmadığı" için görmedin. Tıpkı yapmadıklarını gönlün olmadığı için yapmadığın gibi. Tarih bir işe baş koyanların, önce o işe gönül koyduklarının şahididir.
Unutma ki, baş işe düşmeden iş başa düşmez.

"Yapacaktım ama, kimsem yoktu" deme.
"Kimsesiz" değilsiniz, "kimse", sizsiniz.
"
Allah var, O yâr. Gerisi olmasa ne çıkar? Yapacağı işte O'nu hesaba katmayanlar Besmelesizdirler. Besmeleli olanlar, yaptıklarını O'nun sayesinde, O'ndan aldıkları yetki ve güçle, O'nun yardım ve desteğiyle yaptıklarının bilincinde olanlardır. O, elde var "Bir"dir. O'nu yanında bilen kimseye muhtaç değildir, O'nsuz olanın kimsesi yoktur. Görevini yapmak için sağına soluna ve dahi ardına bakanlar, O'nun gözetimi altında olduklarının, O'na karşı sorumlu olduklarının şuurunda olmayanlardır.
"Yürüyeceğim ama, kim gelecek?" deme, sadece yürü.
Yeter ki yürü ve iz bırak. Zamana ve mekâna bir soğuk damga gibi vur ayak izini. Yürüyüşünün tanığı olsun bıraktığın izler. Hiç iz bırakıp da izlenmeyen birini gördün mü? Unutma ki iz bırakanlar mutlaka izlenirler. İzlemeye gönlü olanlar, mutlaka iz ararlar.
Hem, baksana kendine. Sen, senden önce yürüyen birilerinin izini izlemiyor musun? Bunu ancak yolcu olduğunu unutmayanlar, yolculuğu her şeye rağmen sürdürenler bilir.

Zaten yol dediğin, izlerin icmalinden başka nedir ki?
Yolu yol kılan, biraz da senin ve senden önce yürüyenlerin izi değil midir? Zaman ve mekânda var olan tüm yolları, yolcular açmamışlar mıdır? Ve yolun kerameti yolcudan menkul değil midir?
Ve bir de "yapacağım ama, değerinin bilineceğinden umutlu değilim" deme.
Bir kere umut dediğin, imanın öz çocuğudur. Çocuğuna kıyan, anasını ağlatır.
Umuduna kıyma ki, imanın ağlamasın.
Etrafına bak. Ne kadar umutlu adam varsa, hepsi de bir şeyler yapan, değer üreten, kıymet ortaya koyan kimselerdir. Yani yapanlar umutlu, yatanlar umutsuzdur. Handiyse birinin umuduna bakıp onun yapanlardan mı, yatanlardan mı olduğunu anlayabilirsin. Hem yatanların umutlu olması hayra alâmet değildir, tabi ki yapanların umutsuz olması da...
Değerini kim mi bilecek?
Bu kaygı sahte değerlere yakışan bir kaygıdır. Sahici değerlere vurulanlar, "Değerim bilinir mi acaba?" diye kaygı duymazlar. Çünkü adı üstünde, değer değerini başkalarının bilmesine borçlu değildir, bu bir. İkincisi, değer bilenlerin varlığı ve hâlâ bir şeyler yapıyor olmaları, değerin değerini takdir eden birilerinin her zaman mutlaka var olacağının en güzel ispatıdır.
-Alıntıdır.-

***
(Bulimia ve Anorexia grubundan arkadaşlarla yazışmalarımdan...)


Günaydın canlarım..
Tongue
Ay, özlemişim, şükür kavuşturana.. : )

Evet, nerede kalmıştık, önceki akşamda..
Akşam üzeri samimi arkadaşlarımdan birisi telefon açtı. Hâl hatır faslından sonra, o akşam için, benim de onda tanışmış olduğum bir arkadaşı ve annesinin geleceğini söyleyip, beni de dâvet etti.

O arkadaşını yıllar var ki ben de görmemiştim ama hoş hatırlıyordum, dâ veti geri çevirmedim.
Kızımı da yanıma alıp, akşam 8 suları'nda yola koyuldum.Yağışlı havalarda ve geceleri araba kullanmayı sevmiyorum ama gerekiyor işte böyle zamanlarda.. İlk olarak, evlerine yakın bir mesafede hep alışkın olduğum başka bir yolu takip etmeye başladım, kızım hemen uyardı:
'Anne, nereye gidiyorsun?'
Gülerek, unuttuğumu söyledim, insan bâzı şeyleri hakikaten refleks olarak yapıyor, arkadaşın kapısına geldiğimizde hâlâ gülüyorduk ve içeri girişimiz biraz merasimli oldu böylece.. : )

Bir bakarız ki arkadaş, mutfaktaki yemek masasını hazırlamış ve konuklar da çay faslındalar.
Biz öylece kendimizi toparlamaya çalışarak ama 'muhabbetli' bir giriş yapmış olduk ve masadaki yerimizi de aldık.
Hadi, yediğimi de yazayım, beyaz lahana yoğurt, az mayonezle hazırlanmış salata ve yalancı tavuk göğsü..Tercihimi bu şekilde kullandım, akşam yemeği de yememiştim, dengelenmiş oldu denilebilir.

Size, öncelikle arkadaşımın arkadaşından söz edeyim. Kendisi de öğretmen, annesi de emekli öğretmen.. Kızkardeşi de yanlarındaydı.Grafik tasarım öğrencisiymiş.
Öğretmen olan arkadaşı ilk tanıdığımda yeni evliydi ve bebek bekliyordu.
Kilo almaya başlamıştı.İki doğum sonrasında 50 kilo almış yaklaşık.
Kızkardeşi ise çok incecik, kendisi 45-50 kilo civarı olan birisi.
Oturduğumuz sürece dikkatle izledim davranışları arkadaşlar..
O 50 kilo alan arkadaş nasıl zarif, nasıl kendine güvenli, her davranışında bir ayrı câzibe ve özgüven bağırıyor âdeta!..O derece güçlü bir imaj yansıtıyor, hissetmemek mümkün değil.
Kızkardeşini izledim, o havadan bir iz bulamadım.Genelde sessiz kaldı ve onda bu anlamda bir çekicilik hissetmedim, hissedemedim.

Hadi, buyrun kızlar!..Size söylemişimdir, hissettiğinizi yansıtırsınız, yaşadığınızı yaşatırsınız diye, ben buna defalarca tanık olmuşumdur.

Siz seveceksiniz önce kendinizi arkadaşlar, siz barışacaksınız kendinizle..
Psikolojide 'farkındalık' tan sözedilir.
Siz farkında olun taşıdığınız cevherin, hissedeceksiniz ki hissettirebilesiniz!..
Daha önce de alıntılamıştım bu sözü, bir kez daha yineliyorum:
Bak...Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherlerden sarraflar anlar ancak,başkası bilmez
Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir camda
Sana bakan kör ise,sakın kendini camdan sanma

demiş, Hz.MEVLÂNA..
Ölümünün 800. yılında evrenselliği bir kez daha gündeme gelen, Bu yıl 'anma yılı' olarak ilân edilen 'gönül insanı' !.. Sizler birer cevhersiniz, bakınız Terkib-i Bend' de ne alıntıladım, severim Ziyâ Paşa' nın bu dizelerini:
Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma
Zerduz palan ursan eşşek yine eşşektir

Özünüzdeki cevher biraz tozlandı ise, hadi ne duruyorsunuz, onu açığa çıkaralım ama bu arada özünüzü, özümüzü hiç unutmayalım; taşıdığımız 'değer' lerin farkında olalım, bu güzel emâneti hoş tutalım, hoş bakıp, hoş görelim, hiç merak buyurmayınız o vakit zâten hoş görünecektir.
Hem bir dakika lütfen, sizdeki cevheri herkesin bilmesi ve takdir etmesi de gerekiyor mu?
Üstelik kendiniz takdir etmezken, başkalarından ne bekleyebilirsiniz, ne bekleyebiliriz??..
Arkadaşlar, hedef koyalım, bir daha, bir daha deneyelim..Düşmek değil sorun, insan düşebilir de yeri geldiğinde, vakarını kaybetmemektir aslolan, kendine inancını, mücadele azmini, isteğini, direncini!!!...

Şu anda yüzümde beliren ifadeyi bir görebilmenizi isterdim, hani o tüm kendinden, inandıklarından, söylediklerinden emîn olanların taşıdıkları kararlı, kesin, hissedilir, dışa vurur o etkileyici ifadeyi!..

Evet, gelelim bu öğretmen arkadaşın emekli öğretmen olan annesine..
Aynı vakur ifade, kendinden emin duruş onda da hayat buluyor. Kararlı, ne istediğini bilen, disiplinli bir görüntü yansıtıyor.
Kalkma zamanına yakın, öğreniyorum ki bu hanım, 10 yıl içerisinde önce eşini (henüz 40' lı yaşlardayken), üstelik de Allah esirgesin kaza sonucu yanarak.., sonra 22 yaşındaki oğlunu bir trafik kazasında en son geçen yıl 36 yaşındaki oğlunu kalp krizi sonucu kaybediyor.

Bu yıl, birkaç ay önce Avustralya' da yaşayan erkek kardeşi de bir beyin travması geçiriyor, çok zor günler atlatıyor ve şimdi bu hanım çok sevdiği kardeşine destek amacıyla bir süre onun yanına gidecek..

Oğluna benzetiyor kardeşini, gözlerinden geçen bulutları görüyorum konuşurken ama ağlamıyor, öylesi etkileyici bir duruşu var.

Zorluklardan yıkılmamaktır, inancını, direncini yitirmemektir aslolan arkadaşlar..
Nasıl??.. diyorum ona, nasıl aştınız bunca zorluğu?

İnançla diyor bana, duayla..Çok dua ettim..

İnanarak, bir gün karşılık bulacağına inanarak dua etmek..Bunu ben de çok yaptım.

İnsan önceleri dağları devireceğini zannediyor, hayatta imtihanlarla, acılarla karşılaştıkça da aynen o Çin hikâyesinde olduğu gibi sabredip, seyretmeyi öğreniyor, tabii öğrenene kadar akıntılara karşı epeyce kürek çekmiş oluyor, ayrı bir konu..

Ne çok şey var yazacak. Şimdilik bu kadar olsun..Devam edecek umarım..Yazmak istiyorum, yüreğimin yükünü hafifletmek, hissettiklerimi dile getirmek..

***

Delicesine atmaya başladı kalbim, biliyorum hiç bir şey yapamadan döneceğim, yine paylaşılamayacağım, gezemeyeceğim ( vakit yok )..
Biliyorum ama anneme sürpriz yapacağım. Nasıl sevinecek!..Gelmemi istiyordu yarıyıl tatilinde, yapamadım.
Annem oldukça yaşlı ama yaşının 20 yıl aşağısını gösteren, nur yüzlü bir hanım..( Evet yaş göstermeme bizde genetik Tongue )
En son Ekim sonu İstanbul' daydım, ondan önce de Temmuz..
Kaç gündür aklımdaydı, yürüyüş sonrası biletimi ayarlayıp hazırlanmaya başlıyorum kısmetse.
Yanıma fazla bir şey almayacağım.Kaç gün kalacağım ki zâten, kızım burada kalacak..fazla kalamam yâni.
İnanın şu ânda yanaklarımın pembeleştiğini hissediyor ve muzipçe gülümsüyorum.
Bugün destek sırası sizde..Görelim mi cevherlerimizi???
Şimdilik hoşça kalın..
...........

Kızlar yaşadığınızı hissedin, aldığınız nefesi, baktığınız objeleri görün, alıcı gözüyle bakın gökyüzüne, denize, bulutlara, kuşlara, çiçek, böcek her ne varsa..sevgiyle ve minnetle bakın..

Görebildiğiniz, duyabildiğiniz, koklayabildiğiniz,HİSSEDEBİLDİĞİNİZ!!! her ân için..Güzel hissedeceksiniz, bunu öğreneceksiniz eminim.
( Zâten bilenlere sözüm yok, devam ediniz efenimmm..)Cool

Dün ne yaptım biliyor musunuz? Sahilde bir arkadaşımla yürüyorum.Baktım çok yaşlı bir teyze oturmuş, tek başına..hava güzel ya ortalık insan kaynıyor.
Yaklaştım yanına elimi uzattım ve eli elimde kaldı konuştuğumuz sürece.
Kızları varmış burada bir tanesi ona bakıyormuş, çok dua ediyor ona..
Bizi sordu, yürüyüş yaptığımızı söyledik.
Sonra da yürüyüşe devam ettik vedalaşarak..

Yâ ben normal miyim sizce? Yoksa çevredekiler normal de ben mi anormalim? Kendimi bile şaşırtmayı başarabiliyorum.
Boş verin yaaa, deli olmadan 'velî' olunmazmış, her halde doğru yoldayızdır.Tongue

Öptüm, hoşça kalın..

.......

30 Ekim 2008 Perşembe

Yine geçmiş... (Günlüğüm- yazılarımdan)


"Sonsuza kadar yaşayana zaman her şeyi öğretir." Og Mandino"

30. Ekim.2008
Bu akşam geçmiş yazılarımı toparlamaya çalıştım yine, dün- bugün arası yolculuk değişik duyguları yaşatıyor bana...
Kimi zaman neşeli, kimi hüzünlü- buruk bir gülümseyişle, farklı bir boyuttan tekrar bakıp- değerlendirmeye çalışıyorum yaşanılmış olanları...
Neler düşünmüş söylemişim, olaylar nerelere sürükleyip getirmiş.. vs...
İlginç..Benim için dahi ilginç oluyor doğrusu...
Bugün çok erkenden kalktım. Oğlumu havaaalanına bıraktım. Gece de uyumadım sayılır belki yarım saat, belki hiç...
Erken kalkınca gün ne bereketli olurmuş meğer... Bir sorun: İnsan ne yapacağını şaşırıyor, hiç bir yer açık değil, işlem yapamıyorsunuz,kimsenin kapısını çalamıyorsunuz, o saatte 'Hayırdır?' olacak millet.. : )
İstanbul'un varoşlarındaydım bugün.. Mis gibi bir 'pastırma yazı' havası...
Doğaya açıldıkça başkalaşıyorum sanki, içim kıpır kıpır oluyor. Ormanlar.. ağaçlık alanlar, piknik alanları...Bitmesinler n'olur... Taş yığınları taşlaştırıyor duyguları da, belki taşın da duyguları vardır, kimbilir? : )
Bu yazılar şimdilik düzensiz denilecek durumda olabilirler. Biraraya düzgün bir şekilde getirildiğinde çok daha keyifli olacağını düşünüyorum izlemenin, kendimce değerlendirip sonuçlara varmayı denemenin...
Bakalım son bir iki yılda neler yaşamış, düşünüp- paylaşmayı denemişim?
Yazıyı okumaya başlamadan çok sevip, üzerinde düşündüğüm şu hikâyeyi de okumanızı içtenlikle öneririm, seveceğinizi düşünüyorum. : ))
Büyü Dükkânı Link

***
.............
Foruma yeni üye olanlara yazdığım her mesaj gibi sana da bir mesaj yazmaktı düşüncem, bir 'hoşgeldiniz' mesajı..

Ama öyle oldu ki bu sabah, yine esti rüzgârlarım bir yerlerden ve..
Tamam, sil baştan yapıyorum, devamı aşağıda:

Sabahın sekizinde kızımı dershaneye bıraktım önce ve çıkmışken yürüyüşümü de tamamlayayım dedim.
Arabanın termometresi 10- 11 derece santigratı gösteriyor bugün,güneşli, insanı sarhoş eden, ışığıyla aydınlatan bir hava..
Dün de böyleydi.Radyo dinlemeye çok zamanım olmuyor, ya okuyorum, ya yazıyorum ya araştırıyorum, dışarıdayım, rutin işlerimle meşgul oluyorum vs..Arabadayken dinlerim arada..
Konu 'küresel ısınma' idi.Buzulların erimesi, kutup ayılarının buna bağlı sorunları,bu yıl göç etmeyen 'göçmen kuşlar' ,eğer hemen önlem alınmazsa yüzyılın sonuna kadar iyimser tahminle 3 derece, kötümser tahminle de 6 derece artması beklenen hava sıcaklığı..
6 derece artması, gezegenin sonu, 3 derece artması bile 'yaşanılmaz olması' senaryosu..

Mevsimsiz ama hoşumuza giden bu bahar havalarının aslında faturası..
Bahçede erik ağacım çiçeklenmeye başladı, bir kar yediğinde gitti meyveler..donacaklar..
Güller sürgündeler ve morsalkımlar.. onları da aldatan bu güneş, vakitsiz filizlenmelerine kesecek faturasını..

Yine de masmavi deniz, bembeyaz deniz kuşları, ılık hava çekti beni kendine, keyif aldım yürümekten bir misli daha..Bir- iki dakikalık kısa molalar verdim, iyice yaklaştım denize, havayı yudumladım derin nefeslerle..Kulağımda yine kanun sesi, bu ses büyülüyor beni yine..yine..

6 km.yi tamamladım, benzin almak amacıyla şehrin batı yakasına doğru ilerledim, aldım ve aklıma o civarda olan bir arkadaşı ziyaret etmek geldi.Saat sabahın 10' u..
Telefon no sı yanımda yoktu, arayamadan çaldım kapısını, gülümseyerek sordum:

- Tanrı misafiri kabul ediyor musunuz?

İçtenlikle karşıladı arkadaşım, mutfaktaydı, sabah işleri..Ben de doğruca mutfağa geçtim onunla, yeniden çay demledi benim için hem sohbet hem hafif bir kahvaltı..Duruma göre yarım saat kadar kalırım diye düşünmüştüm ama 2 saati buldu ayrılmam, daha da gitmemem için ısrar ettiler..Keyifli bir sohbetti.

Arabanın camını açtım, kendi tarafımdakini..Kızarım aslında pencereye kolunu koyanlara, elini kolunu dışarı sarkıtanlara, tehlikelidir de üstelik bilirim..Ne olacağı belli olmaz trafikte eller direksiyondan uzaklaştırılmamalı vara yoğa..
Bileğimi pencereye yerleştirip parmaklarıma dokunan rüzgârı duyumsadım, elimin ona gösterdiği direnci, yayla suyuna batırılmışcasına üşüyen parmaklarımı, içime çektim derin nefeslerle rüzgârı..O ânı yaşamak, hissetmekti bu benim için..

Bunları niye yazdım? İki sebeple, birincisi..sabah bilgisayara giremeyiş nedenimi belirtmek..İkincisi..hayatı yaşanılası kılan minik keyifler ve onları farketmeye,duyumsamaya önem verip onlardan keyif almayı öğrenmek.

Yazmayı, okumayı bırakma simay'cığım..Sorularıma böyle böyle cevaplar buldum ben, hayatın aslında ne demek olduğunu daha bir kavramama yardımcı oldu bu işaretler.
Her okuduğum güzel ve anlamlı yazı bir yeni ufuk açtı önümde.Belki hemen farkedemedim,tabii ki hemen mucizeler yaşamadım.
Bunlar çoookk kocaman bir puzzle'ın minik parçaları oldular önce.Yaşadıkça öyle bir an geldi ki tüm o minik parçalar yerli yerine oturdu, zihnimde tüm biriktirdiklerim..Manzara inanılmazdı!..

Çözüldü zihnimdeki soru işaretleri, karşılıklarını buldular yavaş yavaş.
Değerlendirmem değişti olayları, insanları, yaşanılanları..

Yazmaya devam edeceğim.. biraz ara..Tongue
...
Kaldığımız yerden devam..

Şu an neredesin, nasılsın, neler yaşıyorsun, neden yalnızsın ya da yalnız hissediyorsun kendini bilemiyorum.
Ancak şunu biliyorum ki hayat hikâyemi anlatsam bir roman, hem de duygu yükü fena sayılmayacak bir roman çıkar sanırım..

İyi tarafı şu ki -zannımca- bu romanın, olumlu öğretilerle yetiştirildim ben..bu öğretiler hep 'elde var bir' oldular zorlandığım zamanlarda..
Çok bunaldığımda hayat, amacı, başkalarının yaşadıkları, iyilik ve kötülüğün insana geri dönüşleri, çekilen sıkıntıların birer imtihan sebebi olduğu, hayatta ak ve kara günlerin var olacağı ama her gecenin sabahının mutlaka olacağı, eğer sabredip inançla elimizden geleni yapmaya çalışıp beklersek ve dua edersek mutlaka bunun karşılığının bize verileceği, bazen bizim çok istediğimiz şeylerin aslında bizim için sonuçları itibarıyla iyi olamayabileceği, onun için bize kötü, olumsuz gibi görünen sıkıntılı günlerimizin sonucunda iyi gelişmelere zemin hazırlayabileceği, iyiliklerin başlangıcı olabileceği.... gibi yığınla şey kafamda döndü..döndü..
Öyle günlerim oldu ki beynim tüm bunların gerçekliğini kabul edermiş gibi görünürken bedenim yaşadığım olaylara tahammül edemeyip komutları dinlemez oldu.
Elim hiç bir şeye varmadı, dudaklarım zoraki gülümsediler, gözlerimdeki ışıltı hüzün bulutlarıyla gölgelendi..
Yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide sallandığımı hissettim. İşte bu noktada benim dayanmamı sağlayan şey:

*Bu dünyaya beni bir gönderen var.
*Bu dünyaya geliş amacım gülmek eğlenmek gününü gün etmek değil.
*Dünya hayatının bir imtihan alanı olduğu bana bildirildi.
*Her güçlükle birlikte bir kolaylığın olduğu da yazıyor kitabımızda..(İnşirah suresi, ' Muhakkak her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır' )
*Zilzâl sûresinde de denir ki:
'Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa karşılığını görür ve kim zerre miktarı şer işlemişse karşılığını görür.'

*Bu dünyada yalnız değilim, beni yaradan görüyor ,ihtiyaçlarımı biliyor, 'O' bana herkesten daha merhametlidir ve beni sever.
Bunları yaşıyorsam eğer bir anlamı , bir sebebi muhakkak vardır ama şu anda ben nedenini bilemiyorum.Bu karakış geçecek yine baharları göreceğiz, yaradılışın gereği böyle, baharı bekle..dayan..
İnan.. güven..sabırla ve dua ile yardım iste.

Biliyor musun ben hep evrenselleşmiş, 'mükemmelliğe ulaşmış' insanların hayatlarına özendim.Maddi anlamdaki zirveler olmadı düşünsel önceliğim benim.Ne kadar mükemmel düşünmüşler dedim, ne kadar iyi olabilmişler, insanlık adına ne öğretiler vermişler, benliklerini nasılda kırmışlar ama 'zirve' yi yakalamışlar..
Hayatları iyilikle , doğrulukla geçmiş. Yanlarına gidenler, hatta düşüncelerini, yaptıklarını okuyanlar bile bu güzelliklerden nasiplerini alabilmişler.

Bu sevgisiz ortamda herşeyin maddeyle menfaatle ölçülüp değerlendirildiği, ruhların çorak topraklar gibi sevgi suyu hasretiyle kavrulduğu, maalesef gün geçtikçe de daha yalnızlaşıp kuruduğumuz, solduğumuz bu havada her zamankinden daha fazla önem kazanmıyor mu ki bir tatlı söz, bir sıcak tebessüm, belki paylaşılan bir tecrübe, belki umut ışığının her zaman var olduğuna dair inancın tazelenmesi..

Önceleri bir gün bir ay bile çok uzun gelirken sabırla beklemeyi öğrendim.Başıma gelen olaylarda paniklememeyi, beni üzen yığınla şeyin öyle ya da böyle çözümünün bulunduğunu hatırlamayı, yanlış da olsa yaşadıklarımı geçmişe teslim etmeyi öğrendim.

Nasıl öğrendim?

Okuyarak, çok güvendiğim bir iki kişi ile konuşarak, sabırla inanıp dua edip bekleyerek..Dua bile edemeyecek kadar dibe vurduğumu da belirteyim bu arada.

Sonuçta ben elma iken yumurta olmadım meselâ.. Özüm zaten elma ise, kendi cinsinin iyisi, kalitelisi, olgununa dönüştü diyebilirim kısaca..

simay' cığım hepimiz istiyoruz ki bir günde değişelim, bir mucize olsun, yaşamımıza sihirli deynek dokunsun..

O sihrin gücü senin özünde mevcut ve inşallah biz bunu açığa çıkarmayı başaracağız. Yeter ki gönülden iste, neler olmaz ki?
'Gün doğmadan neler doğar' dememişler mi?

Cesaretini ümidini inancını hiç yitirme! Ümit hep vardır ve varolacaktır.
Yanındayım.
"GEÇECEK..SÖZ VERİYORUM..GEÇECEK, İNAN, DAYAN!.."
Sevgimle..

***
Sonsuza kadar yaşayamayacağımıza göre tecrübelerimizden yararlanmamız faydalı olabilir hem birbirimizin ve özellikle de âlim ve bilge diyebileceğimiz geçmişte yaşamış ve şimdi yaşamakta olan kimselerin de, ne dersiniz?
Bugün pek çok şeye daha farklı bakabildiğimi sanırım, yazdıklarımı da geliştirmem gerekecek günün öğretilerinin de ışığında...
Huzurlu kalın- kalalım, dilerim. : ))

28 Ekim 2008 Salı

Hayat bu daha ne olsun?


Hayat bu daha ne olsun?

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin

Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Penceri aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis, önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..

Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil, şöyle keyife keyif katar gibi,
lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..

Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!

Alıntı
.

24 Ekim 2008 Cuma

Canan'a ve güncel...

Öncelikle, içimden yazmak gelmiyor, böyle durumlarda kendimi zorlamam. Bir süre ara vermeyi seçerim.Kendime dair yazacaklarımı bekletirim.
Yazmak bir duygu işidir, gönül işidir benim için...Başka türlü, yazılanlar nasıl gönüllere ulaşır ki?
Kulaklarla değil işim, yüreklerle... : )
Başlamış olduğum öyküyü çok süründürdüğüm için sizlere karşı sorumlu hissediyorum kendimi..Devamı kayıtlı olmasına rağmen şu anda elim varmıyor, üzgünüm. :(

...
Sevgili Canan,
Senden haber alamıyorum. sana karşı olan duygularımı ifade etmeye çalışmıştım ve karşılığının da sende var olduğuna inanıyorum.
Aradığımda telefonuna cevap vermedin, geri dönüş de yapmadın.
Bâzen diyorum ki, bir hastan olarak isim vermeksizin arasam, sesimi duyduğunda telefonu kapatır mıydın? Sonra da diyorum ki, her ikimiz de çocuk değiliz, neden arkadaşını zor durumda bırakabilecek bir davranışı aklına getiriyorsun?
Kendini hazır hissettiğinde o seni arayacağını söylemişti zaten...
İki akşam önce 'can dostum' kod adını verdiğim, Hacer adlı arkadaşımla konuşmamız olmuştu.ayrıntılı olarak yazmak istemiştim bu yazıyı ama bekledikçe ânın duygusundan uzaklaşıyorum.Yarım yamalak işleri de sevmiyorum.Yine yazmayacağım. : )

Bir tanem...

Bil ki;
ağlayacak gücümün bile kalmadığını sandığım, canlılığımı yitirmenin eşiğine geldiğim günlerden çok daha iyi durumda değilim sorunlar bazında...Sorunlar değişmedi, benim değerlendirmem değişti sadece...
Ha, bu arada, hoş şeyler de olmadı değil tabii hayatımda.. Bunları ön plana çıkarmaya çalıştım.Her şey kendiliğinden oldu belki de...Bu tarif edilebilse ilk sana anlatacağım belki ama yok... Yaşamadan olmuyor, vakti saati gelmeden olmuyor.
Duygularımı kısa sürede anlatmaktan acizim:

'Kısa yazacak kadar vaktim yok'
demişler ya hani... : )

Bil ki:
Aklımdasın..

Bil ki:

Gönlümdesin..

Bil ki:
Seni, kendim gibi hissediyorum.
Dahası... daha.. ları... ...
Kelimeler yetersiz bugün..Olmuyor..
Hissetmeni ümidediyorum, duygum sana ulaşacaktır inanıyorum çünkü çok içten, yürekten çok çok yoğun olarak hissediyorum.
Yazılarda olsa da görüşmek dileğimle:

O' nun korumasında ve esenliğinde kal canım...O'nun için sevdiğim tüm dostlarımla, O' na gönülden bağlı olanlarla birlikte...

Sevgimle...
Hayat

23 Ekim 2008 Perşembe

NUH 'UN GEMISI..


NUH 'UN GEMISI..

Ünlü bir yönetici, "Bilmem gereken her şeyi, Nuh'un Gemisi'nden öğrendim," demiş.
Nelermiş öğrendikleri?
1) Doğru gemiyi kaçırma.
2) Hepimizin ayni gemide olduğunu unutma.
3) Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini inşa ederken yağmur yağmıyordu!
4) Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven dayadığında bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.
5) Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma, yapılması gerekeni yapmaya devam et.
6) Geleceğini zirveler üzerine kur, dalgalar sana ulaşamasın.
7) Ne olur ne olmaz, arkadaşla yola çık.
8) Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çitalar da.
9) Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz.
10) Titanik'in profesyoneller, Nuh'un gemisi'nin ise amatörler tarafından yapıldığını unutma.
11) Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer doğru yoldaysan, seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.

Alıntı

MSN KULLANICILARININ DİKKATİNE...


ARKADAŞLAR LÜTFEN MSN HESAPLARINIZI KONTROL EDİNİZ !...
PC LERİNİZDE DOLAŞAN VİRÜSLER İÇİN TARAMA YAPIP,
ÖNERİLERİ YERİNE GETİRİN...
**
PEKİ BUNLAR BİLİNİYOR DA BİLİŞİM SUÇLARI İLE İLGİLİ NE GİBİ CEZAİ İŞLEMLER YAPILIYOR Kİ?....
Bedava kontör yalanı!

MSN keyfini kabusa dönüştüren virüslere bir yenisi daha eklendi. Bir kullanıcının bilgisayarına bulaşan virüs, MSN listesindeki herkese "bu site kontür dağatıyor... www.*********. info, ben burdan kazandım" ya da "bu site inanılmaz www.*******. info herkese kontür veriyolar ;) anında cep telefonuna yükleniyooo." şeklinde bir mesaj gönderiyor.

Siteyi ziyaret eden ve bedava kontör yalanına inanıp siteye üye olanlar ise, zamanla kendi kontörlerinin düştüğünü fark ediyor.

Eğer bu tip bir mesaj alırsanız bağlantıya tıklamayın ve mesajı gönderiyormuş gibi görünen arkadaşınızı uyarın. Çünkü aslında mesajı o değil, bilgisayarına sızan virüs gönderiyor. Bu durumda virüsü gönderen kullanıcının yapması gereken ilk iş ise, MSN kullanıcı şifresini ve gizli soruyu değiştirmek; daha sonra da güvenilir bir virüs yazılımıyla sistemi taratmak.

Aslında bu tip virüslerle sık sık karşılaşıyoruz. Gönderilen mesajlar ise çoğu zaman "kontör kazanmak ister misin?" ya da "Bedava Amerika'ya gitmeye ne dersin?" tarzında mesajlar oluyor. Bu mesajlardan korunmanın en güzel yolu ise tabii ki şüpheci davranmaktan geçiyor.

Yukarıdaki uyarı maili yorumyazilar grubundan, teşekkürlerimle...
***
***ARKADAŞLAR, BU TİP BİR MAİLİ (Kontör kazandınız vs..) BEN BİLE GÖNDERMİŞ GÖRÜNSEM LÜTFEN İNANMAYIN VE DİKKATE ALMAYIN!...Hayat

İSRAF


*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, Bir komutan bir orduyu, Bir ordu bir ülkeyi kurtarır.
Beş yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu . Çocukluk iste,-Aman babaanne dedim.
- Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, ' dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?' Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in proposlarini okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.
On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu. Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.
İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu. İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur.
'Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.'
Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır.
Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir. Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler. Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.
Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.
Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;
-Şu andan itibaren der,
-Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden,
pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
-Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar,
en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...
*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta,
gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür.
Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki,
İlk okul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

"Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, Bir komutan bir orduyu, Bir ordu bir ülkeyi kurtarır" diyordu..
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.
alıntı

Günlüğümden...4


22.Ekim.2008 İstanbul

Birbiriyle bağlantılı iki yazı, kahvaltı sonrası kanununu alıp gelse.. dediğimiz arkadaşımız E... den de kısaca söz eden..Yeri geldikçe tanıyacaksınız onu da sanırım.. : )
Bunlar değil aslında yazmak istediklerim, yine ödevimi : )) yapamadım, hazır yazılarımı yayınlıyorum, bu arada konu genişlerken dağılıyor da, hem iyi hem iyi olmayan yanları var yani...
E.... , üçlü fasıl grubumuzun aslarından.. İyi ud ve kanun çalar, çok yönlüdür.
Yengeç burcu, oldukça duygusal ama aynı zamanda prensip sahibi, programlı bir insan..İyi ev sahibesi..
Müzik konusunda çok fazlaca ortak yönümüz var, bayağı benzeşir zevklerimiz.
Herkesle de paylaşmam zaten, aynı dili konuşmasını tercih ederim ya da yalnız dinlemeyi seçerim. Tercihlere saygı duymalı değil mi, herkesin aynı şeyleri hissetmesini bekleyemeyiz. : )
K... hanım ve E... ile, E...' nin davetlisi olduğumuz, mum ışığıyla (çeşit çeşit) aydınlatılmış bir ortamda müzik dinleyip çay sohbetinde bulunduğumuz bir akşam var unutamadıklarımın arasında.. o akşamın tadı da damağımızda kalmıştır hepimizin...

Bu akşam da Can dostumla konuştum belki bir saat, o bıraktı ben aradım.Öylesine tatlı bir sohbetti ki, hâlâ uçuyorum, tebessüm eksilmiyor yüzümden durduk yerde bile, şükür...
Çok eğlenceliydi ama yaaa...
Yazmam gerek unutmadan, bakalım yayınlamaya ne zaman sıra gelir.
Tadı kaçıyor böyle gecikince.. : (
Sevgimle... Hayat
***
Güne Dair... 27.Mayıs.07/Pazar
Boş kaldıkça okuyorum, öyle zamanlarım oluyor ki tek kelime okumak da yazmak da istemiyorum.
Çelişki gibi mi görünüyor, sanırım evet.. işin aslı şu ki pozitif enerjimi yenilemem gerekiyor.
Evet arkadaşlar, sonuçta ne kadar olumlu bakmaya çalışsam da ben de bu gezegendenim, kısaca sıradan biriyim, belki biraz ekstra özelliklerim var olabilir, belki yaşadıklarım ve gözlemlediklerimden, okuduklarımdan dersler çıkarmayı az- çok bilebilmişimdir o kadar..!
Çağımızın vebası mı desem bilemiyorum, insanları yıpratttığını gördüğüm bir dert: 'YALNIZLIK...!!!'
Hangi sorunun kaynağına inmeye kalksam karşıma çıkan baş sorumlulardan birisi, belki ilki..???
Teknoloji, rahat, konfor, daha iyi yaşam standartları, hırslarımız, bitmek bilmeyen arzularımız..daha..daha..
Sonuç:
Giderek bireyselleşen, yalnızlaşan, doğasıyla inatlaşıp ihanet eden ve bedelini de fazlasıyla ödemek zorunda kalan insanoğlu..SEVGİSİZLİK..İLGİSİZLİK..BİREYSELLİK..BÖLÜNME- DAĞILMA- PARÇALANMALAR..
İstekler mi, genelde aynı:
İNSANOĞLU, EN SON NOKTADA, GENELDE BAŞKA HIRSLARI, TUTKULARI ADINA VAZGEÇTİĞİ, ÖNEMSEMEDİĞİ AMA NE KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU GÖRDÜĞÜ RUH VE BEDEN SAĞLIĞINI, HUZURUNU ARIYOR.
BU KEZ BEDELİ YÜKSEK OLUYOR AMA..
Aslında bunlar değildi yazmak istediklerim, en azından şu anda değildi.
Güzel bir gün geçirdim şükür..
Bunu paylaşmak istiyordum sizlerle, size de yansıması dileği ve ümidiyle bu olumlu duyguların..

Hem de sıcağı sıcağına, şu andaki duygusallığımla.
Şehir dışına çıktık sevdiğim arkadaşlarımla, dağlara..düşünürken bile gülümsüyorum.Paylaşmanın tadı ne muhteşem...
Şehirde sıcak, bunaltılı bir hava varken orada soba yakmamız, dağlarda yankılanan rüzgârın sesi, çiçekler.. göz alabildiğine yeşillik ve çiçekler...Dönüşte su aldığımız kaynak...belki sıradan, gündelik bir sohbet, ard niyetsiz paylaşma eşliğinde yapılan...
En hoş tarafı da plânlı- programlı olmaması, olayların gelişimine göre anlık bir kararla kendimizi yollarda bulmamız.
Dönüşte dayanamayıp çiçek topladık bir arkadaşla. İki araba ile gittik. Benim arabada üç kişiydik.Arabayı kenara çekip dışarı adım attığım andan itibaren her tarafı kaplamış olan yoğun, biraz baygın çiçek kokusu, yine çocuklaşan, çocuksulaşan ben, günü hatırlatan bir demet çiçek...Sizlere ulaşsın güzellikleri, yanınızda hissedin kokularını...
HER GÜN YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR DERKEN..ÇOOKKK GÜZEL DİLEKLERİMLE, SEVGİLERİMLE...

P.tesi 27/ Mayıs / 07

'sevgili hayateylül, gönderdiğin linkteki yazıları okudum herzamanki gibi ibretlik ve güzeldi. sonrada arkadaşlarınla dağlara gittiğinden bahsetmiştin ya yanlış söylemiyosam, işte o zaman ne kadar çok senin yanında olmak istediğimi farkettim.
zamanı geri çevirebilmeyi çok isterdim ama böyle bi şansım yokki
neysse geleceğe, daha iyiye, daha zor ve güzele selam olsun diyorum.'
demiş sevgili benseno...
Sevindim aslında, niye biliyor musun canım, yalnızlık senin seçimin olabilir ama bunun bir nedeni var, önemli ve geçerli bir nedeni diye düşündüm ya da bana öyle geldi.
Ruhlarımız şu veya bu şekilde yaralı, onlara yaklaşacak olanların ehil eller olmalarını istiyoruz, yeni kan kayıpları değil isteğimiz, şifâ sunabilecek güvenilir eller, güvenimizi kazanabilecek yürekler...
Geçmiş yanlışlıkların, incinmişliklerin tedirginliğindeyiz, hani 'sütten ağzı yanan, yoğurdu üflermiş..' misâli.. böyle hissettim, bilmem yanılıyor muyum?
Zamanı geri sarman gerekmez canım, bir gün yolun, diğer arkadaşlarıma da sesleniyorum, yolunuz buralara düşerse, özel şöförünüz, rehberiniz, ev sahibeniz olmaktan zevk duyarım, isteğiniz dağlar olsun, NEDEN OLMASIN??
En çok üzüldüğüm şeyse çok şeyler yapmak istediğim halde gücümün sınırlı olması, tanıdığım insanları unutamıyorum, onların neşesi neşem, üzüntüleri üzüntüm oluyor, kendimi yetersiz hissediyorum.
Suçluluk duyuyorum neredeyse, bu da olmamalı aslında, fazla duygusal olmamdan kaynaklanıyor.

Telefon çaldı az önce..
-bugün akşama yakın bir arkadaşıma (E....) gitmiştim, misafirleri vardı, dâvet etmişti.-
Arkadaşım teşekkür ediyor, annesi ve halasını gidecekleri yere bırakmıştım dönüşte.
Halası da ne gün görmüş bir teyzemiz, en son onu bıraktım, kahve içmeye dâvet etti. Öylesine ısrarlı bir dâvetti ki kıramadım, kahve değil ama dedim, iki satırlık dost muhabbetine her zaman açığım. : )
Sevimli bir ev, içimde güzel duygular çağrıştıran sâde bir bahçe içerisinde..
En çok beni çeken de arabayı yaklaştırdığım anda onu karşılayan yaşça genç bir komşuları, akrabasını, yakınını karşılarmışcasına..
Dikkat ederim ben böyle şeylere, hoşuma gider.
Ben hemen hatırlayamadım ama kuaförde karşılaşmışız bir kere, unutmamış.
Bahçede oturduk az, kızı da geldi yanımıza. Kısa ama içten bir sohbet oldu.
Kadıncağız bana bir hediye vermek için çırpınıyor sanki, ne gereği var ama zerafet bu yâ, kültürümüzde bu var bizim.
Bahçe meraklısı olduğum biliniyor ya, işte şu çiçekten var mı bahçenizde fln. birkaç çiçeği işaret ederek sordu, sarmaşık gülleri, gala çiçeği ( Calla lâtincesi ) vs..Var olduğunu söyledim, arkadaşa güller götürmüştüm bahçeden, o çiçekler bahçenizden miydi diye sorup, çok güzel olduklarını filân söyledi. Yine de bir kök gala çiçeği aldım oradan.
Onları da dâvet ettim.Hoş duygularla ayrıldım oradan. Çok ilginç bir gündü, yazım çok uzun oldu, devamını günlüğüme yazmaya çalışacağım, dinlediğim hayat hikâyeleri çok etkileyiciydi çünkü, yanımda kayıt cihazım olsaydı o yaşanmışlıkları satır satır aktarmak isterdim doğrusu..
İşte bunları özlüyoruz arkadaşlar, ruhumuzdaki özlemler ancak güzel paylaşımlarla cevap buluyor, gideriliyor.
Ben de hoşlandığım şeyleri size aktarmak istedim, hâlâ 'HOŞ' olaylar ve insanlar tanımak, hikâyesini dinlemek bile keyif veriyor bana, umarım bu uzun yazıyla sizleri çok yorup, bunaltmamışımdır.
Herkese çok sevgiler, sağlıklı, huzurlu nice güzel günler dilerim.

**
Yoruldum, daha sâkin kafa ile yazmak isterim bugünkü anlatılanları, bir iki alıntı ile bitireyim günlüğüme yazdıklarımı şimdilik...
**
..dedim ve yazık ki o güzelim gün de anlatılamadan tarih oldu. Olayları yeniden anlattırmam lazım ama, zor... Çok ilginç hayat hikâyeleri paylaşılmıştı o gün, ibretlik derler ya hani...

21 Ekim 2008 Salı

Günlüğümden...(3)


“Karanlığın en koyu halini yaşamadan sabah olmuyor”.

İlk İki bölüm linkleri

Bahçeye geçiyoruz bu duygulu karşılama faslından sonra..Salıncaktaki yerimi alıyorum.Resimlerimin epeyce büyük bir bölümünü yanlış bir komutla silmiştim geçenlerde (kendi bilgisayarımdaki)
Bu bilgisayarda da uygun bir resim yok ekleyebileceğim.. diyordum ki gmail imdada yetişti. Bu yaz gidişimde yine arkadaşımda geçirdim bir günümü, yaza ait yazılarım henüz yayınlanmadı.Bir kısmı ajandamda..Resimlerin bir bölümünü (yayla resimleri ve hb' den söz eden yazılarım) eklendi.Bu yaz çektiğim resimler, mekâna dair fikir verecektir. Her mevsim bambaşkadır o bahçe. Bu gidişimde olan çiçekleri görüntüleyebildim yalnızca..Açelya zamanı bambaşka bir görsellik sergilenir.Boşuna değil yarışmada aldığı birincilik.. : ))
Kahvaltı sonrası arkadaşıma 'Udunuzu alıp geliyorsunuz lütfen..' , dedim.
-Tamirde, diye cevapladı.
-Bağlamanız duruyor mu?
-Evet...
-O zaman bağlamanızı alıyorsunuz ve lütfen, yalnızca benim istediğim eserleri seslendiriyorsunuz.Bugün bana tâbîsiniz.. : )
-Olur...
-Aslında, E....' i de arasak, kanununu alıp gelse...
-Evde midir acaba, bir arayayım.

:-(
Yine bitmedi.. sürecek.....

Günlüğümden...2


20.Ekim.2008
Günlüğümden -2007 Eylül- Kahvaltı ve fasıl (İlk bölüm linki)

Önceki yazımda söz etmiştim birbirimizin yanında rahat davrandığımızdan..Her ikimiz de birbirimizin evinde mutfağa girer, servise, bulaşığa gerektiğinde el atabiliriz ya da bir şeyleri birlikte hazırlayabiliriz.
Bu bir artı özellik belki çünkü herkes yapamaz, bir başkasının evinde mutfağa girmeyi asla yapamayacağı şeyler arasında sıralayan arkadaşlarım da olmuştur.
Oysa, o sırada her ikimizin de sürekli evde bulunan birer yardımcımız olmasına rağmen teklifsizliğimiz rahat görüşebilmemizi de sağlıyordu belki de... Ha deyince: Hadi, gelir misin?..Bugün hava çok güzel, bu güzelliği paylaşmak isterim seninle.. diyebiliyorduk.
Hangimiz aynı dili konuştuğunu düşündüğü insanlara uzak kalabiliriz ki? Hele bu devirde, samimiyetin tarihte arandığı günümüz şartlarında aynı duygularla, doğal haliyle davranabilmek, anlayabilmek, anlaşılabilmek, bu duyguları yaşayabilmek bayağı lüks gibi gelmiyor mu size de?
Aynı arkadaşımla geçirdiğim bir başka günü de şu şekilde aktarmışım bir başka yazımda:
Dün, işlerimi halledip tam yürüyüşe çıkacaktım ki, çok sevdiğim bir arkadaşım arayıp, bana gelmek istediğini söyledi. O da çalışıyor, sorumlulukları var, dolayısıyla çok sık görüşemiyoruz. Bir ân ne cevap vereceğim konusunda tereddüt yaşadıktan sonra, yürüyüşe çıkmak üzere olduğumu, mümkünse 2 saat sonra gelmesini ama mutlaka kendisini beklediğimi, görmek istediğimi söyledim.
Yürüyüşü nasıl özlemişim.Kulağımda sevdiğim müzik parçaları yol arkadaşlığı eder genelde bu sırada..Dertsiz, kaprissiz ve neşe verici arkadaşlardır onlar, siz istediğiniz sürece sizinledirler, türünü siz belirlersiniz, istediğiniz anda sizinle olmaya hazırdırlar, vs.. Özgürlük, enginlik duygusu hissediyorum yürürken, biliyor musunuz?
Eğer doğa ise yürüyüş mekânı olarak seçtiğim yer, gökyüzünü, ağaçları çiçekleri.. yolumdaki her şeyi hissetmeye çalışırım, ara ara yoğunlaştırırım dikkatimi..
Yok, deniz kıyısındaysam da, kayalıklarda sekmek gelir içimden, martılarla söyleşmek.. Kimi zaman, mehtap, tüm ihtişâmıyla denize yansırken, büyülenirim lâcivert sularda oynaşan ışıklardan..
Resimler çekip, bilgisayarıma aktarırım, hattâ kameraya alırım, sonra da aynı keyfi yineleyebilmek amacıyla..
Neyse, yürüyüş sonrası eve döndüm, arkadaşımla da eve yakın bir mesafede karşılaştık, birlikte eve adım atmış olduk.
Ne bulunmaz ev sahibesiyim, değil mi? Birlikte mutfağa girip, pratik bir şeyler hazırladık..
Övünmek gibi olmasın ama ikimiz de oldukça pratik ve becerikli denilecek tiplerdeniz..
Sonrası, güzel bir çay, sohbet faslı.. Ayrıca kenarda beni bekleyen kanunumu da iki akşamdır elime alıyorum, yine nostaljik nağmelere dokunmaya çalıştım, biraz saz, şarkı, biraz söz..Hoş oldu kısacası..
Ah, bunu yazarken kanun virtüözü olduğumu düşünmesin kimse,sadece dinlenilebilirim, müzik yeteneğim ve birikimim 'sıradan' ın oldukça üstündedir. Çalışma eksik ama, saz da emek istiyor her güzel şey gibi..
Aklımda çok fazla eser kayıtlıdır, nota olmaksızın da bu eserleri çıkarabilirim, tabii bunun için de vakit ayırmam gerekiyor. Bir de kanun hoca'm kulaktan değil de nota yoluyla gitmemi istemiştir hep.. Şiir gibi bir saz, çok seviyor ve iyi yorumlayıcı olmayı epeyce istiyorum..
Gelişmeler bu yönde..Yazım hayatıma da ara verdiğim yerden devam etmiş oldum böylece..

.....
demişim bir geçmiş yazımda...


21.Ekim.2008

Yok, bir kerede yazamıyorum işte..Bilgisayara oturunca bir geziniyorum önce, bir bakıyorum ki dalıp, sürüklenmişim bir eski resme, bir yazıya, bir maile...
Zaten uzun uzadıya oturamıyorum.Dün- bugün içiçe geçmiş oluyor böylece..Dünü yazarken günü yaşıyor, ekliyorum.Yazının devamı biraz uzun, belki akşama ekleyebilirim.Dışarıda işlerim var.
Dün okurken etkilendiğim yazılardan birisini aşağıya alıntılamayı da ihmal etmeyeyim.
Hangimiz Yalnız Değiliz ki?

Peyami Safa' nın eserlerini hatırladım. 'Yalnızız' ve '9. Hariciye Koğuşu' ... onlarda da böylesi içime işleyen bir hüzün kokusu hissetmişimdir çok daha genç yaşlarda, hüzünle bu kadar ahbap olmadan okumuş olmama rağmen...
İnsan yaşadıkça çok şeyler duyumsuyor, hani:
'Kim tatı, o bildi.' misâli...Gören, koklayan değil, tadan biliyor.Ateş, düştüğü yeri yakıyor.Yakınlığına göre, çevresindekileri de ısıtıyor ancak!...
Dün düzenlemeye giriştim yine..Anılar, kitaplar, resimler... Onca işin arasında, vakit geceyarısını çoktan geçmişken, bir de kitap geçmesin mi elime..Hadii..İki kitap okudum bu arada da bir pasajı aktarayım:
"Anladım ki; Allah (c.c.) insanların birbirinden ayrı değil, tek vücut halinde yaşamalarını
istediğinden, her birine kendi ihtiyaçlarını değil; hepsi için gerekli olan şeyleri ilham ediyor. Anladım ki, insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, gerçekte onları yaşatan tek şey sevgidir.Kim severse, Allah' a yaklaşır; Allah da ona yaklaşır. Çünkü O sevgiyi yaratandır!
Tolstoy, “İnsan Ne İle Yaşar” adlı eserinden...


Neyse ben yine izin isteyeyim, vakit daralıyor, çıkmam gerek...

Sevgilerle... Hayat


...sürecek.....

TEMİZLİK...


TEMİZLİK
Temizlik yaptım bugün..

Hem de tüm benliğimde.

Bütün kaslarımı, sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim.

En küçük yerlerine, kıvrımlarına girmiş, sinmiş tüm pislikleri attım.

Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce.

Görmenizi isterdim.

Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış, inanmazsınız.

Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.

Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.

Her yere, görebildiğim, göremediğim her yere serptim.

Atarken kırgınlıklarımı, bakmadım neydi onlar diye.
Geçmişimden de bir parça kalsın istemiyordum.
Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası.

Bakmadım, merak da etmedim.

Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki.
Kıskançlığımı çıkardım.
Meğer ben ne az kıskançmışım.
Çok kolay oldu.

Sevindim.

Sanki kaybetmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum.

Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde.

Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum.

Sıra korkularıma gelmişti.

Çıkarmaya bile korktum önce.

Ne de çok alışmışım onlarla yaşamaya.

Bunca acı ve endişeye nasıl alışılır,

İçten içe bir sevgi nasıl duyulur anlayamadım.

Yerini, toprağını sevmiş mor bir menekşeydiler.

E... ne de olsa iyi bakmıştım onlara.
Her gün yeni yeni korkular ekleyip, endişelerimle sulamıştım.
Mutluluklarımı , ümitlerimi ne de çok ihmal ettiğimi anladım o an.
Bu ilgiyi onlara verseydim, her gün onları düşünüp birer umut daha
ekseydim; almadan verip, beklemeden sevseydim.
Her şeyden önce içimdeki gücün ve sevginin daha fazla farkında olsaydım,
böyle bahar temizliklerine ihtiyacım kalmazdı.
Çok zorlandım korkularımla.

Birbirlerinin içine halkalar misali girmişlerdi.
Kenetlenmişlerdi adeta.
Ama onları da sevgiyle çıkardım. .
Bir bebek şefkatiyle , öperek, severek, okşayarak.
ve onları yaşamaktan, hem de bir zamanlar bir kabus gibi yaşamaktan, pişmanlık duymadan çıkardım. .
Kızsaydım onlara, bağırıp çağırsaydım.
yine dönüp dolaşıp geleceklerini biliyordum.
Güzel kokular geliyor içimden. .

Saçlarım hep parlak gibi dururdu ama parlak değilmiş. .
Ellerim her zamankinden daha yumuşak, . tenim hiç olmadığı kadar duru. .
Bir su gibi sesim.

Temizlik yaptım bugün. .

Bahar temizliği.

Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim. .

Almadan vermeyi, sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim. . Sağlık ektim, bol sıhhat...
Korkusuzlukları ektim alabildiğine...

Saatlerce ektim korkusuzluğu...

Çılgınlık ektim , doğallık.
Sonsuzluk...

Bağışlama ektim.

Aşk ektim her hücreme.

Coşku, heyecan, sessizlik ektim.

Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana...

Kabullenme ektim.
Başeğme değil.
Olduğu gibi kabullenme.
Can Dündar

20 Ekim 2008 Pazartesi

Hürriyyet hakkında



Hürriyetlerin en güzeli, kendi kendini dizginleyen şuurlu ve ahlâklı hürriyyettir. Hürriyyetlerin en çirkini, hürriyyet nâmına esâreti getirenidir. Birincisindeki şuuur, dünya hudutlarından öteye atlayabilen bir idrâk vuzûhuna erişebildiği için, ahlâklıdır, mes'uliyyetlidir ve kendi kendini dizginler. Bu tatlı esâretin zincirleri dahi hürriyyet halkalarından yapılmıştır.

İkinci hürriyyet anlayışı ise, toprağa yönelmiş geri anlayışların ve kısa vâ'deli aşağılık hesapların, dünya cenneti va'dederek cehennemi getiren esâretli hürriyyettir. Hürriyyet namına, hürriyyetin bu kurban edilişi, akan kanlarla, bu hürriyyet isimli esareti boğar. İnsan şahsiyyetinin kıymeti ve insan irâdesinin mes'uliyyeti, onun ilâhî nizâm çerçevesinde alabildiğine hür oluşudur.

Denebilir ki Allah, hürriyyet ve irâdenize ve onları kullanan şahsiyyetinize o kadar hürmetkârdır ki, bütün imkânları ve nice âlemleri önününüze sermiştir. Onlarda pervâz eden sizsiniz. Yer nasıl sizin içinse, kollarını açmış gökler, yalnızlıktan titreşen yıldızlar, size ışıktan âvazelerle hayrıkan güneşler ve görünmez te'sirleriyle, görünmeyen tarafınızdan sizi yakalamaya çalışarak, bağırlarına çağıran âlemler, hep hep sizin içindir.

Gösterilen yollar, verilen hayat düstürları ne kadar doğru olsa ve va'dedilen ufuklar ne kadar parlak olsa, insanın bunlara uyabilmesi, her şeyden evvel bir iktidâr mes'elesidir. Otomatik tekâmül batâetle seyreder. "Bu böyledir", "böyle olacaktır" diye de "böyle haret etmen lâzım" diye, bir insana kat'î hareket yolları göstermek, onun hakikaten iyiliğine de olsa, netîcenin güzelliğini azaltır. Ve hele şunu unutmayınız ki, netîcenin zararlı oluşunun mes'uliyyetini de taşırsınız. İnsan, mâdem ki başını sağa sola vura vura, düşe kalka hayat yolunda yürümeye sevk olunmuştur. Ona ışıklar tutar, hareketlerinde serbest bırakırsınız ki, elinden tutulan bir çocuk olmaktan kurtulsun, adımlarını kendisi hızlandırsın ve bir gün koşmaya, mesâfeler aşmaya alışabilsin...

18 Ekim 2008 Cumartesi

Günlüğümden...


Hayat biz onu planlarken başımızdan gelip geçenlerdir...

John Lennon


Gurbet...
Ne çok etkilemiştir beni yıllar boyu...
Şimdi, benim yaşadığıma benzer duyguları okuduğumda buruk bir gülümseme beliriyor yüzümde...düşüncelere dalıyorum kimi zaman...
Uzaak, çok uzak geliyor belki birçok şey; izi kalmış birçok şey...
Bir ılıman iklim çiçeğiyken rüzgârlı tepelere düştüğümü hayâl ederim..Dallarımın kırıldığını, incindiğimi...
Yazmak geliyor içimden bu duyguları yaşayan başkalarına, vazgeçiyorum sonra.. Yaşayıp görmesi gerek..Olmuyor bâzı şeyler, anlatmakla olmuyor.
Hem zâten herkesin hikâyesi-masalı da aynı olmuyor.
Üstelik sürekli olarak bağlantılarıma yenilerini katmak demek, öncekilerden eksiltme yapmamı gerektirebilir.Bunu kendiliğimden pek yapmam.Çok insanlar tanımışımdır ve bugün için arkadaşlarım 'süper' diyebiliyorsam, belli kriterlerden geçmiş olmalarının da bunda rolü var olsa gerektir.
...
Şu anda bir Külkedisiyim. İleride bu satırları okurken, bu yazının bana hatırlattıkları olacaktır sanırım.Bakalım o zaman nasıl ve ne şekilde hatırlayacağım bu günleri?
Zaman.. Ne çok şeyin üzerini bir perde misâli örtüyor.
Çocuklarım arasında kıyas yaptım bugün düşünce bazında.. Yarın ne şekilde biçimlenecek bakalım davranışlar, düşünceler, duygular...
Bu yazılanlardan bir şey anlayacağınızı düşünmüyorum.Bu bölüm, kendime karşı yazılmış olarak değerlendirilebilir. Bana bir takım hatırlatmalarda bulunacak...
Şunları da not düşeyim. Onur- gurur arası çizgi çok incedir derim hep.. Önceden siyah- beyaz ayrımlarım daha çoktu belki de ... Daha kesin çizgilerle ayırıyordum birçok şeyi...
Daha az tâviz veriyordum kendimden..
Daha engin düşünmeye çalışıyorum şimdi..Daha uzağı görmeye, daha geniş olmaya, daha sabırlı davranmaya...
Gurbet diyorduk değil mi? Mecâzi anlamda gurbette değilim artık, aslî gurbetim olan dünyada, daha neler göreceğimi bilmeden yani ufuklara doğru yürüyorum.

Daha çok bilirdim önceden..Daha çok şeyin bana bağlı olduğuna inanırdım.Şimdi düşünüyorum da ne kadarı gerçekten de bana bağlı acaba?
Bilirdim, yapabilirdim... vs..vs...
Boş başak dik durur derler ya, olgunlaşıyor muyuz ne? : ))

2 Eylül 2007' ye dönüyoruz şimdi..Hem yakın, hem uzak..
Ama daha önce, arkadaşımı tanıtmak istiyorum size bir geçmiş yazımda neler yazmışım bakalım?
12/8/2007
Hadi,sizlerle,son iki günde neler yapmışız,bir göz atalım,var mıyız?

Cuma akşamüzeri, bir akademisyen arkadaşım, annesi ve kız kardeşleriyle ziyaretimize geldiler. Birçok ortak özelliğimiz var sanırım.İlk aklıma gelenler:

*Aynı burçtanız,Bu yıl, ortak doğum günü kutlayabiliriz.:))
*Her ikimiz de misafir ağırlamayı severiz.
*Belli konularda, hatırşinas, düşünceli davranabilmek gibi tarih olmuş(!) bir özellik az-çok ikimizde de mevcuttur.
*Bahçe fanatikliğinde birbirimizi aratmayız.Sanırım o,benden bir gömlek ileride olabilir.
*Müzik konusu da aynı şekilde.O, üniversite yıllarında zamanın bayağı adı duyulmuş üstadlarından bağlama dersi almış.Dernek faaliyetlerinde ,koro çalışmalarında aktif rol alıyor.Önceleri birlikte THM ‘nin anonim eserlerini seslendirirdik.Şimdi TSM korosunda,ud çalıyor.
Bu arkadaşım ve bir diğeri, bizim,genelde bizim evde gerçekleştirdiğimiz üçlü canlı fasıl topluluğumuzun üyeleri..Her zaman gerçekleştiremesek de keyifli oluyor.-Diğer arkadaşımız da ud çalıyor ,geçen yıl benim de etkimle kanuna heveslenmişti.Bu yıl ,benim hocamdan ders almaya başlamış.
...

Konuyu yine dağıtmışım.Kanun,aşklarımdan birisi;başka şekilde ifade edemiyorum,yeri gelmişken söyleyeyim,benim çok istediğim şeylerden birisi ,çok iyi derecede kanun çalabilmek!...
Cuma akşamına dönelim..Güzel manzara,keyifli sohbet,fonda seçme CD lerden yükselen hoş nağmeler…Bir ara söz döndü,dolaştı yemek tariflerine geldi.Bu arada Cankur adlı arkadaşımızın tarifi hakkında aramızda şu konuşma geçti:
-Hayat Hanım,şu şahane sebze karması yemeğinizin adı neydi?
-Onun tarifi özel , Adana’lı bir arkadaştan geldi..
-Adana’nın tarifini defterime gireceğim.Kurutulmuş biber-patlıcan dolmaları filan,onlar girdi yani sizden..Unuttuysanız verebilirim size,birazcık nazlanmam lazım, ama yalnız…

Bir de sütlü tatlı hazırlamıştım.Benim banko tariflerimdendir-resmini çektim,gerekirse ileride size de verebilirim..-bu tarifi kafama ve ruh halime göre makyajlar,yeni yeni versiyonlarını oluşturabilirim,öyle ki ilk haliyle hiç alâkası olmayabilir görüntüsü-hatta tadının-

O gün de aynı şekilde yeni şeyler denedim.Bence ,güzel oldu,beğenildi de..
Onu tarif ediyordum ,baktım ki,arkadaşın kız kardeşi ciddi şekilde ,dikkatle izliyor..Bir şey mi vardı,diye sordum..”Gördüm ama,dedi,sizin gibi,şiir okurmuşçasına yemek tarifi veren birisine ilk defa rastladım!..” Ne denir bu söze,gülüştük tabii..
Güzel bir akşamdı…
...

Arkadaşım oldukça genç -30 lu yaşlarda- profesör olmuş, 10 yıldır tanıdığım ve yakın arkadaşlarım kategorisinde yer alanlardan...
Küçük kızlarımız sınıf arkadaşıydı ilköğretimdeyken.. Biz de bu vesileyle yakınlaştık ve benzer özelliklerimiz, birbirimizin yanında rahat davranabilmemiz daha da arttırdı belki bu yakınlığı...
Bu Temmuz ayında da gidişimde onunla görüştük, bahçesinden birkaç kare aldım kamerama.. en güzel balkon yarışmasında birincilik kazanmıştı geçen yıl..

2 Eylül' e dönebiliriz artık.. : ))
...

24 yıl kaldığım il burası..Küçük kızımın İstanbul' da okumak istemesiyle ben de hazırlanıyorum bu şehre vedâya...Daha önce oğlumu Amerika' ya göndermiştim Üniversite tahsili için ve sonrasında İstanbul' u seçmişti kalacağı il olarak..
Büyük kızım da İstanbul' da okuyordu, şimdi mezun, staj yapıyor.
Çocukların hepsi burada olunca bana da çok fazla bir seçenek kalmadı.Bu şekilde döneceğimi düşünmezdim şehrime...
O son bir iki ay vedâ havasında gezindim. Burayı bırakırsam geri dönmeyeceğim, bu kalıcı bir gidiş olacak diye düşünüyordum.
Bahçe kapısından her çıkışımda geriye dönüp baktım nemli gözlerle..Bir fasıl daha kapanıyordu işte ömrümde...
Yürüyüşlerime çıkarken şu şarkıyı mırıldandım kendi kendime tuhaf bir melânkoliyle:
Kaçak
Bu şehirde buldu buldu ellerini
Bu şehirde sevdi badem dillerini
Senle unuttum bütün ezberlerimi
Pişman değilim ama göçtüm kederden
Düşman değilim ama çöktüm erkenden
Bir daha bu yolları aynı hevesle yürürmüyüm
Kim bilir ne bekliyor kalırmıyım ölürmüyüm
Ne malum dünya gözüyle bir daha görürmüyüm
Tuhaf buluyorlar bu kaçak halimi
Seninle doldurdum yasak ihlalimi
Seninle kapattım aşk defterlerimi
Pişman değilim ama göçtüm kederden
Düşman değilim ama çöktüm erkenden
Bir daha bu yolları aynı hevesle yürürmüyüm
Kim bilir ne bekliyor kalırmıyım ölürmüyüm
Ne malum dünya gözüyle bir daha görürmüyüm


Tek tek vedâlaştım çiçeklerimle, köpeğimizi farklı duygularla sevdim. O yaz diğer yazlardan daha sıcak geçmişti. terasta daha çok oturdum, daha çok resimler çektim.
Denizi ve günbatımını severim ya ben, bir yığın kareler aldım.
Bu burukluk duygusu niyeydi? Burası neydi ki sonuçta?
Kızdım da kendime bu fazlaca duygusallığımdan dolayı... Vakit tamam olduğunda böylesi uzun vedâlara vaktin kalacak mı ki küçük hanım? Dünyada dahi kalıcı değiliz mâlûm!...diye çıkıştım da hattâ...

Arkadaşlarıma vedâ etmedim oysa.. Ayrılıkları sevmiyorum ben, içimi burkuyorlar.
Yine de bu Dr. arkadaşım gideceğimi bildiğinden kahvaltıya dâvet etti beni, arada onun bahçesinde ya da bizde görüşmelerimiz olurdu ve güzel geçerdi günümüz, memnun ayrılırdık.
Yine aynı güzelliğiyle hatırlıyorum o günleri...

Sabah öğle arası bir vakitti gittiğimde..İçtenlikli gülüşüyle karşıladı beni..sıkıca sarılırken:
-'İyi ki sizi tanımışım K... hanım'.. dedim.
-'Benim için de öyle, siz özel birisiniz Hayat hanım ve her zaman da öyle kalacaksınız. Bunu hiç unutmayın.Her sabah aynanın karşısına geçip, kendinize hak ettiğiniz sözleri söylemelisiniz: Kendimi seviyorum, hatâlarımla, günahlarımla...Kendimle barışığım, çevremle de...'
...
Sürecek...