7 Ekim 2008 Salı

Elif' le geçmişe yolculuk-2


KASIMPATI

Hiç, umutlarınızın bittiğini sandığınız,
"Tamam, daha kötüsü olmamıştı!".. dediğiniz zamanlarınız oldu mu?
Ya da "Bittim, mahvoldum!" dediğiniz..
Damağınızda acımsı bir tadın hiç geçmediğini, yüreğinizdeki o mengenenin de canınızı sıktıkça sıktığınıhiç hissettiniz mi?

Yalnızsınızdır..
Savunmasızsınızdır..
Yorgunsunuzdur..

Anlatamaz,anlayamazsınız da..
Gözünüzde bir damla yaş her an hazırdır akmaya sebepli ya da sebepsiz.
Soğuktur elleriniz, belki ısıtacak bir elin olmamasından.

Çirkinsinizdir kendinizce..Aynalara da küs.
Gözlerinizdeki pırıltılar yok oldu,yok olacak gibi.
Çaresizsinizdir.
Sebep çoktur.

Ya parasızsınızdır, ya terkedilmiş, ya hasta.
Aslında yüzlerce ya da dır sizi bu hâle getiren.
Ne zaman geçecek bilmezsiniz.

Oysa hiç gördünüz mü kimbilir daha kaç gün olmuş, dalından koparılmış kasımpatılarını?

Oysa aklımız hep güllerdedir, hep lâlelerde..
Solmak, kurumak çok kolay.
Oysa dimdik ayakta durabilmek önemli olan.
yılmamak zorluklardan..

HAYÂLLERDEN, UMUTLARDAN VAZGEÇMEMEK ASIL OLAN!
NE DERSİNİZ, DENEMEYE VAR MISINIZ KASIMPATI OLMAYI?
HER ŞEYE RAĞMEN, HER ŞEYE İNAT!!

(Alıntı)
.....
demişim bir yazımda..

Etkilenmiştim gerçekten de 'kasımpatı' nın öyküsünden..Dahası, dikkat etmediğimi farketmiştim onun bu dayanıklılık özelliğine..
Zâten papatya türleri de sevdiklerimin arasındedır, kasımpatına daha bir farklı açıdan baktım o zaman ve hayatın zorluklarına rağmen dik durabilen insanlara..

Biliyorum öyle bir ân geliyor ki zihninizle bedeniniz aynı şeyleri söylemiyor size.
Düşünce olarak kabul ediyorsunuz olması gerekeni de fiiliyata, işleyişe koyamıyorsunuz, ben de yaşamadım mı sanki tüm bunları?..

Acaba diyorum, insanı yıpratan, küskünleştiren, minik minik damlaların bardağı taşırmasıyla gelinen nokta mıdır yoksa hiç beklemediğimiz şoklar mıdır ters- yüz olmamıza sebep olan?

Deniz çarşaf gibi şu anda, nasıl net tüm manzara!..İnsanı dâvet eden,ayartan ,kışkırtan ,cilveleşen,oyun oynayan!..
Şehre tepeden bakıyorum, batıdan doğuya önümde uzanıyor..Ve bu berrak havayı boğmak istercesine bacalardan yeni yeni yükselen dumanlar..
Ötelerde,tâ ötelerde ufuk çizgisi sonsuzluk hissi veren..Evlere bakıyorum, beton yığınları, yer yer düzenli yer yer çarpık! Ne hayatlar tütüyor o evlerin içinde diyorum o bacalarla birlikte!
Çok gençtim henüz, bir komşumuzla sohbet ediyorduk. Ben bir genç kız,o evli, 30 lu yaşlarda bakımlı, hoş, alımlı bir kadındı.Uzaktan bakıldığında "Ne derdi olabilir ki?" diye düşündürecek cinsinden hani...Çocuğu olmuyordu bildiğim kadarıyla.
"Tencere kaynıyor ama et mi,dert mi kaynıyor.."demişler, dediğinde şaşırmıştım, bu sözü ilk defa duyuyordum o zaman. dertlerle de çok fazla tanışmamıştım, acemiydim..Sonrası, zaman zaman hatırlayıp, üzerinde düşündüğüm sözlerden birisi olmuştur.

Dün hiç yazı yazmadığını gördüm çiçek. Dedim ya sende, benden bir şeyler var, sanki hep güçlü olmak, her tarafa yetişmek, her şeyi mükemmel yapmak zorundaymışız gibi ve bir şey daha:
Gücünün son zerresine kadar kullanmak, son âna kadar yıkılmamak!

Bardak dolu olmalıymış ki sen alârm sinyalini verdiğinde, taşma şimdi gerçekleşmiş olsa gerek.
Hani bâzen ifade etmek bile istemeyiz içimizdekileri, 'susmak üstüne' adlı yazıyı 2. kez taşıdım gündeme, öylesine güzel ifade ediyor ki kimi duygularımızı..

Bir şey rica edeceğim senden, muhtemelen benim vardığım bu noktaya henüz varmamış olabilirsin, şunu hiç ama hiç unutma olur mu:

"Her ne kadar özelde ya da genel yaşam içerisinde çevremiz dolu gibi görünse de aslında 'yalnızız!'
Belki biz farketmiyoruz bunu,yakınlarımızdan çok şeyler bekliyoruz, ya da birilerine yaslanmak, bir şeylere tutunmak..
Faydası olmuyor da değil, işe yarıyor çoğu durumda, ancak bir gün öyle bir noktaya gelebiliyor ki insan -ki bu nokta dibe doğru yolculuğun başlangıcından sonra oluyor- önlenemez bir biçimde derinlere çekildiğinizi hissediyorsunuz.
Size göre ucu görünmez karanlık bir tüneldesiniz ve ne zaman ışığa kavuşacağınızı da bilmiyorsunuz.
Ne olurdu diyorsunuz, bir ışık belirtisi olsaydı en azından, tahmin edebilseydim bu karanlığın ne kadar sürebileceğini, azıcık da olsa!..

Biliyor musun canım, işte gerçek 'sen' o saatten sonra sahne alıyor,'dibe vurmadan yukarı çıkılmazmış' derler ya, o noktadan sonra yükselme başlıyor, bu bir nevi yeniden doğuş oluyor âdeta, aynen o öyküdeki kuşlar gibi, küllerinden yeniden doğuyorsun bir 'simurg anka' olarak, kendi gücünü keşfediyorsun, kimse olmasa bile ayakta durabilirim! diyorsun.
Bu noktada inanç çok yardımcı oluyor, yoksa aşmak cidden zor.
Bu dünyayı ne olarak algıladığımızla ilgili biraz da beklentilerimiz, burası bir imtihan alanıysa eğer, zor sorulara da hazırlıklı olmamız gerekiyor ve o imtihandan sonra bir başkasının başlayacağına, arada soluklanma devrelerinin olacağına..

'Ruhun Karanlık Gecesi' diye bir yazı alıntılamıştım, edebiyat köşesinin eski sayfalarında olabilir, bir göz at istersen..
.....
diye devam ediyor bir geçmiş yazım...

Çok etkilendiğim yazılardan birisidir.RUHUN KARANLIK GECESİ

Cesaret, tahammül ve sabır mistik tecrübenin birbirinden ayrılmayan parçalarıdır, Sevgili Okurlar. Ruhun karanlık gecesi, insanın egosunu aşarak, ruhunu her yönüyle tanıyabilmek ve Tanrı'sıyla bütünleşebilmek için çıktığı, zorlu bir sevgi yolculuğudur. Onaltıncı yüzyılın İspanyol mistiklerinden Saint John of the Cross şöyle der:

"Bu karanlık gecede, Tanrı ruhlarımızın içine siniyor...Ruhumuzdaki alışıldık, doğal ve ruhani cehaleti ve kusuru temizliyor. .. İşte bu an, Tanrı gizlice ruhumuzu eğitiyor, onu aşkın mükemmeliyetine doğru yöneltiyor."

Bağımlılıktan özğürlüğe, ayrılıktan bütünleşmeye giden bu yolda, insan maddi hırslarından ve manevi fantazilerinden arınır...

Beklentiler içinde Tanrı'ya dua etmeyi. nefes aldığı her an için şükran duyabilmeyi, kötü olaylar karşısında bile müteşekkir olabilmeyi, ayrıca kaosun da düzen kadar Tanrı'nın ifadesi olduğunu öğrenir.

"Yaşamdaki en büyük korkum nedir? ... Şu an,Tanrı'nın bana söyleyebileceği en korkutucu şey ne olabilir?... " Beni dehşete düşürecek hangi nasihatı bana verebilir?..." Bu soruları sormaya cüret etmek ve gelecek cevabı din1eyebilecek cesareti göstermek gerçekten çok güçtür,zira bu, şahsi iradenin ilahi iradeye teslim edilmesi demektir.

Saint John, teslimiyetle birlikte gelen bu 'metamorfoz' döneminde yaşananları şu sekilde izah ediyor:

"İlah, ruhu yenilemek için ona saldırıyor ... ve eski benliğe sıkı sıkı bağlı ve alışmış olan ruhun tanıdık şevkatini, bağlılığını koparıyor, özünü yıkıp tüketiyor ve onu derin bir karanlığa gömüyor. Bunun sonucunda ruh, acımasız ruhsal bir ölüm içinde yok olup eridiğini düşünüyor." Karanlık gecenin ruhu kasıp kavuran ateşinde hissedilen tarifi mümkün olmayan acılar kesinlikle ceza olarak nitelendirilmemelidirler. Çünkü acı, ruhun 'kuvvetini' ve 'amacını' ortaya çıkardığı gibi, egonun bitmek bilmeyen serzenişlerini de dindirerek, ruhun kendi gerçeğiyle, sevginin rengarenk bahçesinde buluşmasına yardım eder. Gariptir ama, acı, benliği kökünden sallayarak, ruha dinginlik verir. Acıya karşı gösterilen tahammül kişiye manevi bir güç kazandırarak, Tanrı'nın şefkat dolu sesini içinde duyacağı, koşulsuz sevgisini hiç bir engel olmadan hücrelerine kadar hissedeceği günü sabırla beklemesine yardım eder. Ve o gün kuşkusuz gelecektir . Yıkılmış bir benliğin enkazı altında insanın kendini tanımasıyla filizlenen 'gerçek inanç' işte budur ... Yo1culuğun sonlarına doğru beklemek aniden önemini kaybeder. Kaos ile düzenin ilahi bir paradoks olduğunu, kaosun 'değişim'le aynı anlama geldiğini ve onlara güvenmesi gerektiğini anlar kişi. Böylece, karşılaştığı her insanda Tanrı'nın değişik bir yüzünü gördüğünü, başına gelen her olayda O'nun kendisiyle konuştuğunu fark eder. Bu da, yargının bittiği yerde başlayan bambaşka bir serüvenin ilk adımıdır...Alıntı

............

Elif'le Geçmişe Yolculuk-1

Evet,öykümüz devam ediyor:
Bir gün öncesine dönüyorum.

Elif okula kaydolmuş, babası o akşam dönecek. Gülen abla sevinçli, eşi gelecek..O gün hiç görmediğim kadar hareketli...Merdivenleri hoplaya zıplaya inip-çıktığını söylüyor, çok iyiyim Allah'ıma şükürler olsun ki diyor.
Evde ne var ne yoksa dökmüş, balkonlarda havalandırıyor.Alışkın olmadığım bir durum bu..İşleri yardımcı kadın yapar, Gülen abla nezaretçi konumundadır normalde..
Karşılıklı giriş kat pencerelerimizden konuşuyoruz.Onun oturma odası, benim mutfak pencereme bakıyor.
O canlı, kıpır kıpır hali gözümün önünde...
........
Nasıl yani?...
Yok mu artık, bir daha aramızda olmayacak mı? Onun ışıldayan yüzünü; sevgiyle.. her şeye sevgiyle bakan gözlerini göremeyecek miyim?
Balkonda eşinin arkasından bakıyordu bir keresinde, büyük bir sevgiyle..Her keresinde yapardı bunu..Eşi de bilip, geriye bakar mıydı acaba?
Ya, bir gün de bakma!.. deyivermiştim, şakayla karışık...Mümkün müydü? Hayır!...
O gün yan komşum ve ben farklı arabalarla yola koyulmuştuk, aileyle birlikte..Yıkama, hazırlama işlemleri ve eve getirilişi...
RUH!... Şüphesiz ki Rabbimin bir sırrısın sen!...Nerede o canlılık, nerede, söyle bana!...
Nerede beni teselli eden diller, nerede esprili söylenen sözler, nerede o güzel yüreğin yansıdığı gözler.. o ışık?... Ne oldu, nereye gittiler?...
Tüm bahçe ışıklandırılıyor.Eve sığmıyor konuklar...Üç gece akşam namazından sonra Kur'an okunuyor, misafirlere ikramlarda bulunuluyor.Sanki bir düğün evi...
...
Issızlaştı o günden sonra ev...Teras ışıkları yanmaz oldu, balkon neş'eli gülüşmelerle çınlamaz!...
Hepsi evliydi çocukların, Elif hariç..
O da İstanbul' da okuyacaktı işte...
Mustafa ağabey, 9 ay süren yalnızlık devresinde ciddi bir ruhsal bunalım geçirecekti.Kimse iç halini bilemeyecek, sonrasında anlatacaktı duygularını, yaşadıklarını...
...
Evleneceği haberi geldi Mustafa ağabey'in... Şimdiki eşi Esen ile arada gelip düzenlemeler için bakıyorlar.
Tepkili gibiyim, niye? Bir başkasını o hâtıranın üzerine konduramıyorum.Oysa ki hayat devam ediyor.
Mustafa ağabey, benim içtenliğime alışkın, Esen' e de yakınlık göstermemi istiyor gibi...Gülümsüyor, nâzik konuşuyorum ama içtenlik?...Mesafeliyim...
Komşularla hayırlı olsun' a gidelim diyor ancak onları pek de evde bulamıyoruz.Sabahları birlikte çıkıyor, birlikte dönüyorlar.Biz de rahatsız etmek istemiyoruz, ağırdan alıyoruz.
Böylelikle geçiyor aylar...
Esen de hasta çiçeklerime, sıklıkla dile getiriyor bunu...Arada selâmlaşıp, havadan- sudan bir kaç lâf ediyoruz.
...
Mustafa ağabey hasta..Akciğer... Evleneli bir yıl olmamış daha. Tedaviler başlıyor.İlaç ve ışın tedavileri...
Bu dönem İstanbul' da geçiyor.Yine bir geçmiş yazımdan alıntı ekleyeyim:
"Komşumuz (eşi) maalesef hasta. Kemoterapi, radyoterapi vs uygulandı, kortizon kullanıldı. Onlarla sohbet ettim biraz ama olabildiğince neşeli bir havayla, yâ arkadaşlar, kasvetli ortamlara neşe getirmek değil mi ki amaç? Ağlayanla ağlamak değil, ağlayanı güldürebilmek değil mi yapılması güzel olan? Memnun olduklarını hissettim.
Komşumuz ilk eşini 3 yıl önce kaybetmişti, genç denecek yaşta, 52 mi ne..Olaylardan söz açıldı, anlatmaya ihtiyacı var gibiydi. Dinledim tabii, yer yer söz alarak, bir ölçü de hassas bir konuydu aslında çünkü ikinci eş de yanımızdaydı, belki rahatsızlık duyabilir miydi, bilemiyorum ilk eşten söz edilmesinden..İnsan ister istemez düşünüyor tabii. Bu konuyu şu nedenle anlatıyorum. Onların bir kızları vardı (Elif) ve Üniversite sınavında İstanbul' da bir bölümü kazanmıştı. Rahmetli komşum çok üzülmüştü. Kalp hastası ama olağanüstü yaşama bağlı, olağanüstü pozitif, eğlenceli, renkli bir kimlikti. Kayıt ertesi, daha okul açılmadan vefat etti. Onda da bir hayır varmış demek.. diye düşünmüştük ve bunu dün de dile getirdim. Komşumun eşi de aynı şeyleri dile getirdi. " Evet, dedi, taşlar tek tek yerine oturmaya başladı zaman içerisinde..Kızıma üniversiteyi kazandığında aldığım otomobil, en çok da tedavi için gittiğim İstanbul' da benim işime yaradı örneğin.." Sonuçta buradaki arabalarını oraya taşıyamıyorlar, İstanbul da da araba hele ki hastaysanız, uzak bir yerde oturuyorsanız çok gerekli oluyor. İşte bunu anlatmaya çalışıyorum, olayların düğümü zaman içerisinde çözülüyor, nedenleri, getiri- götürüleri zamanla anlaşılabiliyor ancak. Sabır..ve izle..bakalım neler oluyor sonrasında.. Hadi, hepimiz için her şeyin hayırlısı ve iyisini dileyelim."
........................

Hastalık döneminde Esen, tüm ailenin ve bizlerin sevgisini ve takdirini kazanıyor.Geceleri uykusuz, gündüzleri ayakta...Sanki bir şefkat eli...

Onunla yakınlaşıyorum bu arada..Zorluğunu görebildiğimi sanıyor ve mânevî destek olmaya çalışıyorum.
'Sen gittiğinde ıssızladı buralar..Kahkahalarını arıyorum, sesini... ' diyor.
Sıkça aramaya çalışıyorum onu...
Bir gidişimde şunları yazmışım günceme:
"Ertesi sabah akciğerinden hasta olan ve hastalığı böbreğe metastaz (sıçrama) yapmış olan komşumlardaydım.
Onlara, bir farklı soluk getirme çabası içerisindeyim elimden geldiğince.Bilirim zordur böylesi dönemler ve çok dikkatlice ama ümit ve moral ışıklarıyla donatılmak gerektirir konuşmalar, hal- tavırlar, yapmacıksız da olmalıdır aynı zamanda...
Herkes çok üzgün gidişinizden dediler onlar da, isim vererek...
Tekrar dönecek misiniz? Temelli olarak geri dönecek misiniz?
Bu soru..Ah, bu soru... Tutamadım kendimi, önce bir duraksadım, yüz ifadem ciddileşti, belki acı karıştı çizgilerine ifademin...
'Zor bir soru' dedim, sessizliğin ardından, güçlükle... Konuşmamam gerekiyordu, o anda çekip gitmem... Yapamadım.
Yine yaşlarla gölgelendi gözlerim, tutmaya çalışıyorum, hayır ağlamamalıyım, hayır!...
Sesim titriyor kendimi kasmaktan, bir yandan gülüyorum, hayır hayır diyorum; ağlamak hiç yakışır mı bana, ne ayıp!.. Olacak şey mi bu?
Geçti, geçti bile bakın.. : ))
İçimden kızıyorum, hem nasıl kızıyorum kendime. Ne bu yaptığın şimdi, aşk olsun, tam yeriydi burası bu duygu tezahürünün!...
Ne mutlu, ağlayabiliyorsun diyor komşumuz; ben ağlayamıyorum!!!
Beynimden vuruluyorum bu sözle.. Hayat, ne yaptın canım ya?
Yüzü sarı, sapsarı... Yine kan değerleri düşük demek. İki aylık ömrü kaldığından söz etmişler Çin' de -tedavi için gitmişlerdi- gün sayıyor.
Sigarayı bırakmıyor, inatla bırakmıyor.
Kendimi toparlayıp, durumu idare edecek bir kaç söz söylemeye çalışıyorum ya, ne söylediğim bile hatrımda değil şu anda..."

...
Son günlerde Mustafa ağabey çok hasta, zorlukla yürüyor artık.Rengi yine sarı- sapsarı..
O simsiyah gür saçlar yine dökülmüş ve beyazlamışlar..
Belki 10 yıl yaşlanmış.
Elif'in kınası ve düğününde görüyorum onu.
Elif kız mutlu, sevdiği ile evleniyor.Kınasında da düğününde de başrol oyuncusu gibi hâkim olaylara, gidişata...
Remide abla,Esen, Hülya, Elif... diğerleri...
Sıcacık kaynaşıveriyoruz yine, bıraktığımız yerden devam...
Elif'in halalarıyla aynı masadayız.Esen, gelip- gidiyor yanımıza, bir yandan da eşinin durumunu kontrol ediyor, misafirlerle ilgileniyor.
Halalarından birisi de hasta..Bir gece.. diyor,beni düğün sonrası eve bırakırken yolda benimle konuşmanızı hiç unutmadım.'Kitap gibi' bir konuşmaydı ve ben çok etkilenmiştim.Çok faydasını gördüğüme inanıyorum.Hastalığımın ilk dönemiydi ve böyle etkilendiğim bir iki konuşma daha olmuştu yalnızca...Hiç unutmadım, hep aklımda söyledikleriniz...
Benden değil.. diyorum.Rabb' dendir gelen..Ne güzel ki beni vesile kılmış böylesi bir güzelliğin oluşumuna..
Beni söyleten O'dur ve gelen her ne varsa O'ndan dır şüphesiz, iyilik nâmına...güzellik nâmına...
...
Yoruldum yine... Bu hikâye de böyle devam eder, bakalım nerelere varır, nasıl biter, niceleri başlar?...
Sevgimle...Hayat

Hiç yorum yok: