29 Mart 2009 Pazar

Cüneyd-i Bağdadi Anlatıyor

Cüneyd-i Bağdadi şöyle anlatıyor;

Soğuk bir günde kuşlara yem veren bir ateşperestin yanından geçiyordum.
Ona dedim ki;
-İman olmayınca bu yaptığının faydasını göremezsin. Allah bu yaptığın iyiliği,ancak iman ile kabul eder.

-Belki kabul etmez ama,bu yaptığımı görmez, bilmez mi?

-Elbette görür ve bilir.

-Öyleyse bu bana yeter.

Aradan yıllar geçti. Bir hac mevsimi tavaf sırasında bir zatın:

"Ey Kainatın sahibi! Ey bu Beytin Rabbi! Herşeyi gören, işiten, bilen sensin,diye gözlerinden yaşlar dökerek Beytullah'ı aşk ve vecd içinde tavaf ettiğini gördüm. Yüzünde iman nuru parlıyordu. Dikkat edince,bu nur yüzlü zatın, birkaç sene önce karlı bir günde kuşlara yem veren ateşperest olduğunu hatırladım. Tavaftan sonra,kendisine yetiştim usulca koluna girdim. Bana:İşte Allah gördü ve bildi, dedi.

Sonra bir anda aşkla çırpınmaya başladı. Hayretle yüzüme bakarak:"Allahu Ahad,Resulun Ahmed" sayhasıyla ruhunu teslim etti.

O anda hafiften bir ses şöyle diyordu:
"Ey Cüneyd! Sen Beyt'imi arzu ettin, Beytimi Buldun."O, Beni arzu etti, Beni Buldu."

Meryem... Dost' un adı...

Ne güzel açmış Girit Lâleleri (manolya cinsi) ... Çarşamba günü yemekten sonra çekilmiş bir resim.
Meryem link http://hayateylul.blogcu.com/eylul-esintileri-ani-gunluk_21631821.html

Cemalnur hanım' dan söz ediyordum en son...
Bir önceki haftaki sohbetinde salona girdiğimde, girişte bir masa üzerinde iki farklı kitap çekiyor dikkatimi...
Mevlana Işığında Düşünce Yönetimi- Oğuz Saygın
Hiçbir Başarı Tesadüf Değildir-Güneş Nalbantoğlu

Kumral, hoş, güler yüzlü bir hanım, Oya hanımla ilk tanışıklığımız bu şekilde oluyor.
Kitapları tanıtıyor kısaca...
Mevlana.... ile başlayanı tercih ediyorum. Diğeri bir kişisel gelişim kitabı...
Bu konuda nisbeten dolu gibiyim, deyip, almıyorum önce...
Salon dolu, arka sıralara doğru ilerleyip yerleşiyor ve az sonra yine Oya hanımın yanına gidiyorum.
-Meşkûre (Sargut) hanımefendi ile tanışmak istiyordum. Nerede, ne zamanlar sohbetleri vardır? Biliyorsanız yardımcı olur musunuz? diye soruyorum.
-Haftaya sohbetten sonra yemek var.. diyor. Cemalnur hanım ve annesi de katılacaklar. Hem çok güzel bir ortam oluyor yemekte, daha samimi...
Sohbet ilerledikçe diğer kitabı da kızının yazdığını söylüyor Oya hanım...
-A, öyleyse onu da alırım... diyorum. Sizin gibi bir annenin kızının yazdıklarını okumak isterim. : )
Hem beni çok sevindirdiniz az önce verdiğiniz haberle... Sizi öpebilir miyim? : )
Yaklaşıyor, yanaklarından öpüyorum kendisini...
Yerime dönüyorum.

Az sonra Cemalnur hanım gelip, sohbete başlıyor. Kısa notlar alıyorum.

Sevgili Peygamber Efendimiz' (sav) in ashabından söz ederken diyor ki:
Birkaç âyet ezberleyene çok itibar edilirdi. Çünkü onlar âyeti hâl etmeden (yaşamadan) başka âyete geçmezlerdi.

Allah cc lafzında elif, ahadiyet (teklik) i temsil eder. Elif yalnızdır.Allah cc ın sonsuz güzelliğini temsil eder.
Varlık, içimizde Allah cc varsa okunur hâle geçiyor.
Birinci lâm Celâlini temsil eder. Bilinmek istemiş yüce yaradanımız...
O; ancak tenezzül eder. Bu tenezzülüne sonsuz güzelliğinin taşması... Bu kudretin adına Celâl denir.
Tecellî edecek, karşısında bir ayna ister, Hz. Muhammed as gibi sâf...
İkinci lam Cemâli temsil eder.
Celâle bakıp Cemali gören kâmil insandır.
Onlar hüzünlerden uykudadırlar.Sanki bu alemde yokturlar ama vardırlar.
Onlar üzülmezler, Ashab-ı Kehf gibidirler.
Hüzünlerden uyku halindedirler.
Bu kâmil insanlar hüviyet sahibidirler.Bu dünyanın tesirinde değildirler.
Mü'minlerin kulluğu ancak Allah cc adır.O' nun manasını taşıyan kâmil insana hizmet edilir.
Sâmiha Ayverdi hanımefendi demişler ki:
'Ahlâk-ı Muhammedî' yi takınarak bize hizmet edersiniz.'

Yolu Kur'an dan geçmeyen mârifet sahtedir.
İnsan olmanın yolu ancak başkalarıyla paylaşmaktan ve vermekten geçer.

Bir gün bir kimse tarafından fena halde azarlandığını anlatıyor sözün burasında...
Sonra, Mesnevî' de karşısına çıkan bahsi anlatıyor:
'Çamaşırı önce kuruyken ıslatırsın. Islanmadan temizlenmez.
Hep methedilip alkışlanırsan nasıl temizlenesin?
Kim olduğunu, 'Hiç' liğini hatırlatacaklar ki pırıl pırıl temizlenesin.'

4 şey seni aldatmasın:
1- İstemeden nîmet gelmesi
2-Yaptığın günahların örtülü kalması
3- Şükretmediğin halde nîmet gelmesi
4- Keşfinin açılması ( Zuhûratlar açığa çıkması)

Kulluk= Edep

Dünyadaki en büyük nimet putlarımızın kırılmasıdır.

Hocasının söylediği şu sözü hatırlatıyor kendi yaşadığı bir olayla birlikte:
Allah cc konusunda, helâl-haram konusunda, özde bir olduğun insanların KUSURLARINI GÖRME!...

Allah cc bizden gayret istiyor.

Bir baston üzerine yazılmış sözler:
"Senden her hatan için bağışlanırsın,
Benden kaçarsan haşlanırsın!..."
Kulun kendine ait hatalarını cenâb-ı hâk, inşallah bağışlar, kendisinden kaçmamızı bağışlamaz.

Allah cc verenlerden, söylediklerimizi uygulayan ve hâl edenlerden kılsın. (Âmin)

Birkaç not ve kıssa daha var ancak eksik not alabildiğim için aktaramıyorum.

* * *
Sohbet sonrası yanına gidip konuştuklarımızdan dünkü yazımda söz etmiştim.Tekrar alıntılıyorum.
Önceki Çarşamba Cemalnur (Sargut) Hanım' ın sohbetlerine katıldım ikinci kezdi yanılmıyorsam...
Sohbetin sonunda herkes ona sarılıyor ya da tokalaşarak ayrılırken ben de kenarda kalabalığın dağılmasını bekliyordum sessizce...
Epeyce dağılınca Hacer hn. ı aradım.
Bak, dedim bir buçuk metre uzağımda kendisi, uzatsam telefonu seninle konuşması için emrivâki olur değil mi?
Yapma, dedi. Çok meşgudürler onlar, rahatsız etmeyelim.
Ben miyim tüm bu çılgınca görünen davranışların faili, niye böyleyim bilmem ki?
Şeb-i arûz törenlerinden tanışıklıkları vardı arkadaşımla Cemalnur hn. ın...
Sohbette edep üzerine de biraz söz söylenilmişti. Gülümseme- mahcupluk karışımı bir ifadeyle yaklaşıp telefonu uzatırken şunlar dökülüverdi dudaklarımdan:
-Efendim, 'edepsiz' lik olmaz inşallah, bu davranışımı hoş görüp, bir Allah c.c. dostu ile konuşmanızı rica edersem? Kendisini Allah c.c. için seviyorum ve sizi de Allah c.c. için seviyorum.

Telefonu sol eline alırken, sağ ellerimizde kalp hizamda çapraz olarak kavuşturulmuştu. İncitmemeye özen gösterecek şekilde sıkıca avucumda olan eli...
Yüzüne bakmaksızın dalgın kalan, dinlemede kalan, mekânın neresinde kaldığımı bilemeyen ben...

Konuşurken heyecanlı o da, zarif, hassas her zamanki gibi duygu yumağı... : )
'Kul olabilsek keşke demiş arkadaşım, daha neler söyledi bilsem... Dedim ya zaman ve mekânın neresindeydim bilemiyorum.
-'Çok etkilendim arkadaşınızla da sizinle de konuşurken...' demiş...
Ne güzel... : ))

* * *
Bu Çarşamba gelmeden beni bir tatlı telâş sarıyor. Bakalım gitmek, görmek, konuşmak nasip olacak mı? Mevlâ ne irade buyuracak acaba?
İnanın heyecanlı, ilk buluşmama gidecek gibi heyecanlıyım.

O gün gelmeden bir iki gün önce Meryem' le ve bir eczacı arkadaşımla (ikinci adı Ayşe, öyle söz edeyim ondan. Yaz dönemindeki bir iki yazımda söz ettim ondan ancak, ajandadan bloga aktaramadım yazılanları...) konuşuyor anlaşıyoruz.

İlk önce Ayşe'yle buluşuyorum. Sohbetten 20 dak önce salondayız.ortalarda da olsa yer buluyoruz ama Meryem ağabeyi ile gelecek. Onu düşününce, önce Oya hanım ( kapı girişinde oturduğunu görüyorum son iki haftadır) ile konuşuyorum yanına gidip...
Geldiğinde yardımcı olabilir mi diye...
Sağolsun, geri çevirmiyor ancak kendim beklemeyi daha doğru buluyor ve girişte kalıyorum ben de...
Geldiğinde üst sıralardaki yerimize doğru gidiyoruz usulca... Yerler dolmuş tabii...
Neyse ayarlıyoruz yeniden...

Çıkışta yine bekliyorum başkalarının vedalaşmalarını... Kalabalık dağılmaya yakın, arkadaşlarımı tanıştırıyorum kendisiyle, çok güzel iki ruh...İstedim ki güzel ruhlar yakınlaşsınlar... diyerekten.
Bir ara Meryem' le konuşuyorlar. Bakıyorum ki her ikisinin de gözleri yaşlı...
Yaklaşıyorum, diyor ki Cemalnur hanım:
-Sizin için ne yapabilirim, ne isterseniz çekinmeden söyleyin lütfen...
Onun yerine ben cevap veriyorum. Bugün Meryem' in mutlu olduğunu görmek istiyorum yürekten...
-Lütfen, mümkünse yemeğe bizim arabamızla gelebilir misiniz?
Oysa ki planları olduğunu düşündüğümüzden böyle bir teklif yapmamayı uygun görmüştük, ne oldu bir anda?
-Sözüm var ama... derken diyorum ki:
-Öyleyse arkadaşımı size katabilir miyim?
-Tabii ki, onu alabilirim diyor.

Meryem onların arabasıyla gidiyor. Arabada Cemalnur hanımın yanında olanlardan bir hanım demiş ki Meryem'e:
-Siz içeri girdiğinizde bir ışık girdi sanki, bir nur...
Ne güzel bir insansınız siz...
Cemalnur hanım sürekli ilgilenip yakınlık göstermiş.
-Kimseye vermediğim telefonum, lûtfedip alır mısınız? diyerek cep telefonunu vermiş.
Ne kadar nâzik, ne güzel bir insan diyor...
Yemekte önce onlardan ayrı masaya oturmuş. Cemalnur hanım yanına çağırtmış birini gönderip... Benim arkadaşlarım var dediyse de ısrarla yanında tutmuş.
Kendi tabağındakilerden kendi elleriyle ikram etti bana diyor.
Ben hiç kimseye hastalığımdan söz etmezdim, duygu sömürüsü yapmayı hiç istemezdim demiş onlara da... Utandım, diyor. Yalnızca ondan tavsiyelerde bulunması için söz etmiştim durumumdan...
Canım arkadaşım!...

Yemek sırasında Meşkûre hanımefendiyle çok samimi bir iki poz da resim çektiriyoruz.
Duygularımdan söz ediyorum ona ve o da ihvanına ettiği duasını tekrarlıyor bana...
Oya hanım yanıma geliyor bir ara ve beni tanımış olmaktan çok mutluluk duyduğunu ifade ediyor. İçtenlikle mukabele ediyorum, ben de ondan çok hoşlandım. : )

Herkesin birşeyler biriktirdiği dünyada ben de güzel kullarını çok sevdiğime inandım Rabbimizin ve nihayetsiz şükürler olsun ki güzel kullarını çevremden hiç eksik etmedi Rabbim...

Hafifçe gülümsüyorum arkadaşlar... Ne mânidardır ki güzel Mevlâ' m yine lûtfeyledi.
Şeb-i arûz törenleri sırasında Can dost Hacer hanım'a ' Cep telefonunu isteseydin keşke...' derken, ben de üç karşılaşmamızda da istemedim kendisinden ve bugün telefonumda kayıtlı...
Ne diyeyim ben şükretmekten başka? : )

Sıkıntılarımı anlatmadığımdan hayatımın hep düzlük gittiğini düşünen arkadaşlar olabilir. İnandım ki imtihandan geçmeden lütfu gelmiyor. Her durumda her şeyi bize bağışlayan lûtfeden O, evet...
Zorlu imtihanların mükâfatı muhakkak görülüyor.
Dua, sabır, iyilik...
Her durumda Teslimiyet ve Rızâ...
O; muhakkak yardımını eriştirecektir.

O' nun sevgisinde, korumasında, yakınlığında olmak, kalmak dileğimle...
Selâm, sevgiler...

27 Mart 2009 Cuma

GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ

Çok zaman önce, refah içinde yaşayan bir ülke varmış. Ülkenin huzurlu ve müreffeh yaşamasının en büyük nedeni de adil, iyi yürekli ve dürüst kralı imiş.

Kral zaman zaman tebdil-i kıyafet ederek ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarındaki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş.

Bu işe epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkınca kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş:

“Dede bütün bir gün seni izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım!” demiş.

Dede kralın sorusunu şöyle cevaplamış:

- “Oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım.”

- “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın?” diye sormuş kral.

- “Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet’ in kaderini bağladım.” Demiş aksakallı dede.

Kral bu cevabı alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli ak pak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım? Nasıl eder de Ahmet’ e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek, sarayın yolunu tutmuş.

Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’ i huzuruna çağırmış:

- “Oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’ e götüreceksin!” demiş.

Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara, düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl?

Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne görsün! Ağacın az ötesinde bir göl, o göl ki üzerine günesin aksi vurmuş!

- “Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek” deyip, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş... Taa dipte, güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün!

Şahane bir hazine sandığı! Almış sandığı çıkmış, çıkmış ama, Ahmet artik zenci değil bembeyaz bir Ahmet... Sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor.

- “Var bu işte bir hikmet!” demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde ‘Güneş’ten Kral’a’ yazan bir de zarf.

Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda, yeni rengi ve yasadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ismini de değiştirip, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.

Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş.

Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama akli da bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiçbir haber alamadığı uşağı Ahmet’te imiş.

Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düşen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti görünmüş!

Koyu renkli tenini gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip odasına çekilecekken herkes, koridorun sonuna doğru yürüyen damadının arkasından seslenivermiş Kral:

- “Ahmet!”

Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyarî kendisine seslenen krala dönüvermiş... Ve,

- “Neler oldu Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana!” diyen kralına bütün olanları bir bir anlatmış. Bunun üzerine Kral:

- “Peki Güneş’in bana gönderdiği mektup nerede?” diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu alıp Kral’a vermiş.

Mektupta şu satırlar yer alıyormuş:

Güneşe yazı yazılmaz.

Yazılan yazı ise bozulmaz...


Binbir Gece Masalları’ndan

Ömer Hayyam'dan Rubai

Ben, gönlü temiz insana kurban olayım
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım

Ömer Hayyam

26 Mart 2009 Perşembe

Günlük...


Bir garip hüzün var içimde...
Ne tuhaf diye düşündüm; garip ve hüzün kelimelerini seçmişim tanımlamaya çalışırken...
Hâlden hâle giriyorum. Canlı, neş'eli, mahzun, özlem duyan, yorgun... nice hâlllerdeyim.
Neler olmadı ki yazamadığım süre içerisinde...
Genelde haftanın altı günü eczanede geçiyor. Tempoya bir dâhil olunca vakit yetmiyor.
Hastalar, personel, ilaç mümesilleri, sorular, sorunlar, hoş olaylar...
Havanda su mu dövüyorum ne? : )
Uykuya yenik düşüyorum akşamları... Gün içinde zihnim epeyce bir yorulmuş oluyor.

Başka ne mi yaptım? Kayda değer olanlar Ayşegül ve Hacer hn. ile konuşmalarım ve yazacağım bir iki şey daha...
İyi ki varlar, şükür tanıştırıp sevdirene...
Geçen gün yine daraldı içim, Hacer' i aradım. Her durumda güzel bir mana ile yorumlayıp yüreğimi serinleten o...
Yoksa bu aşk ile kalsa mıydın, doğru mu yaptım acaba diyen de o... : ))
Her konuşmamız yarım ila bir saat arası...
İnanın ki yazabilsem yazacağım, okunsa güzel olabilir, dahası bana da hoş bir anı olarak kalmış olabilirdi sohbetlerimiz...

Önceki Çarşamba Cemalnur (Sargut) Hanım' ın sohbetlerine katıldım ikinci kezdi yanılmıyorsam...
Sohbetin sonunda herkes ona sarılıyor ya da tokalaşarak ayrılırken ben de kenarda kalabalığın dağılmasını bekliyordum sessizce...
Epeyce dağılınca Hacer hn. ı aradım.
Bak, dedim bir buçuk metre uzağımda kendisi, uzatsam telefonu seninle konuşması için emrivâki olur değil mi?
Yapma, dedi. Çok meşgudürler onlar, rahatsız etmeyelim.
Ben miyim tüm bu çılgınca görünen davranışların faili, niye böyleyim bilmem ki?
Şeb-i arûz törenlerinden tanışıklıkları vardı arkadaşımla Cemalnur hn. ın...
Sohbette edep üzerine de biraz söz söylenilmişti. Gülümseme- mahcupluk karışımı bir ifadeyle yaklaşıp telefonu uzatırken şunlar dökülüverdi dudaklarımdan:
-Efendim, 'edepsiz' lik olmaz inşallah, bu davranışımı hoş görüp, bir Allah c.c. dostu ile konuşmanızı rica edersem? Kendisini Allah c.c. için seviyorum ve sizi de Allah c.c. için seviyorum.

Telefonu sol eline alırken, sağ ellerimizde kalp hizamda çapraz olarak kavuşturulmuştu. İncitmemeye özen gösterecek şekilde sıkıca avucumda olan eli...
Yüzüne bakmaksızın dalgın kalan, dinlemede kalan, mekânın neresinde kaldığımı bilemeyen ben...

Konuşurken heyecanlı o da, zarif, hassas her zamanki gibi duygu yumağı... : )
'Kul olabilsek keşke demiş arkadaşım, daha neler söyledi bilsem... Dedim ya zaman ve mekânın neresindeydim bilemiyorum.
-'Çok etkilendim arkadaşınızla da sizinle de konuşurken...' demiş...
Ne güzel... : ))

Oya hanımla tanışıyorum bu arada, bir başka sefer söz edebilirim ayrıntılardan...
..........

Yazabilirsem bu haftaki sohbet ve yemekten söz ederim bir ara sıra gelirse, inş.

Not: Canan' cım, seni defalarca aradım.Beni T. cell imden ararsan bulabilirsin, avea eczanedeki yerimde çekmiyor. Numaram Filiz' de var.
Konuşayım diye çok uğraştım, olmadı. Cevap bile yazamadım yorumuna... : (
A E O canım...
Sen de bana sevdirilenlerdensin şükür ve bu kadar güzel dostları bana yaklaştırdığı için minnettarım Rabbimize...

16 Mart 2009 Pazartesi

Güncel... Günlüğümden...

İçimde birikmiş duygular, sahibini bulamamış mektuplar misâli...
Yağmurun camlara vuruş sesi var dışarıda... Severim yağmur sesini, alır götürür damlalarıyla birlikte ruhumu da uzak- yakın diyarlara... Özümde bir yolculuğa çıkarım, yüzümde değişik tonlamalardaki gülümseyişlerle...Kimi neşe, kimi burukluk çağrıştıran...
İstanbul' a döndüğüm ilk zamanlarda deniz özlemimi (Bulunduğum yer denize yakın değil) gökyüzünü nefes nefes içime çekerek gidermekten tad almayı öğrenmiş, biraz da şaşkınlık karışık coşku duyumsamıştım akıp giden bulut kümelerinin ardından akıverecekmiş gibi dalgalanan ruhumda...
Geçmiş yazılarım ve alıntıladıklarımı okuyorum arada...Kimilerini bugünle birleştirmeyi düşünmüyor değilsem de bu düzenlemenin vakit alacağını düşünüp vazgeçiyorum.
Ablamın kızı gelmişti bir haftalığına, Almanya' dan...
Birkaç akşamı da annemde onunla buluşarak hasret gidermeye çalıştım.
Daha dün gibiydi çocukluk dönemleri... Büyümüş de teyzesini düşünür olmuş. Buraya yazmayacağım bir davranışı çok duygulandırdı beni...
İnsan yaşadıkça çok şeyler görüyor, çok...
Bugün erken kalkamadım, dedim ya, yol ve gün içindeki tempo henüz yoruculuğunu sürdürüyor benim için.
Oğlum arabayı alıp gitmiş. Bu, programımın değişmesine neden oldu. Kendimi halsiz hissettiğimden program değiştirip öğlene kadar evden çıkmadım.
Öğleden sonra yeğenimi yolcu ederken de bir saatten fazla süreyi onunla geçirme fırsatı bulmuş oldum.
Deniz diyordum, değil mi? Artık deniz kenarında yürüme imkânım da olabilecek gün içerisinde işlerimi bir düzen oturtabilirsem, inşallah...
İstanbul yağmuru bolca bir kış geçirdi bu yıl. Sevindim de buna, barajlardaki su seviyesi yükseldiği için...
Orta refüjlerde lâleler boy göstermeye başladılar bir süredir, gün be gün büyümekteler.
Geçen gün bir de baktım ki, pembeleri açmaya başlamışlar bile...
İki gün bahar güneşi görünce şaşırıveriyorlar; içten bir davranışta zırhlarını çıkarıveren insanlar gibi...
Çiçek çiçek ağaçlar bahar müjdesindeler... Hoyrat bir rüzgârla çarpılmasınlar istiyorum.
Meryem' i aradım bugün, sordum:
-Hâlâ güzel havalarda ben geliyor muyum aklına?
-Gelmez olur musun, dedi. Kemerburgaz' da değilim ama, diğer evdeyim.
Az sonra Beyoğlu' na çıkacağız.
-Ne yapacaksın Beyoğlu' nda?
-Saray' a gidip bir şeyler yer, dolaşırız diye düşündük. Hava güzel ya...
-Bugün ben de gelemeyeceğim, diyorum. Yolcum var. İyi gezmeler sana da...
Kiraz ağaçları çiçeklendiğinde ve bir de meyveye döndüğünde geleceğim inşallah...
-Sağlıkla, inşallah diyor o da...

Sağlıkla... Değerini en az bildiğimiz varlıkla...
soğuk algınlığı kapımı yokluyor bugün. Halsizliğimin nedeni anlaşıldı. Baş ağrısı, eklem ağrılarının da...
Dinlenerek atlatmaya çalışıyorum.

Dün yine can dostumla konuştum. bir süre aramadığında 'Unutuldum mu?' deyiveriyorum.
-Sen unutulur musun hiç? diyor.Unutturmasınlar inşallah.
Unutturamaz seni hiç bir şey' i mırıldanıyorum.

unutturamaz seni hicbir sey unutulsam da ben

her yerde sen her şeyde sen bilmem ki nasıl soylesem

bir sisli hazan kesilir ruhum eğer görmesem

neş'emde sen hüznümde sen bilmem ki nasıl söylesem

.........

Dün başlamıştım bu yazıya...Bugün tüm gün annemle ilgilenmeye çalıştım. Doktor, röntgen vs... Bronşit olmuş.

İstediği bir yemeği hazırladım. Hastalıkla birlikte iyice iştahsızlaşmıştı.Tedavisine başladık. İnşallah çabuk toparlanır.

Can dostumdan söz ediyordum, değil mi?

Aşağıdaki yazıda Mecnun' un Leylâ' dan gördüğü farklı tavır (tabağını kırdığını9 söylüyor can dostum, belki de kafasına vurduğunu...

Demek Yâr nazarında farklı olduğunu bilmek diyorum gülümseyerek...Ümitlenebilir miyim?

Kafana yeni bir kepçe yemek mi istiyorsun? diyorlar telefonda hem Ayşegül hn. (can dostum vesilesiyle tanışmıştım) hem de Hacer hn (can dostum)

Ne yapayım ki, sevgisi yine de güzel, nasıl vaz geçeyim, nasıl sıradan olmayı dileyeyim?

Ne istediğimi bile bilmez haldeyim artık... Ya rabbi... diyorum. Neye ihtiyacım olduğunu en iyi bilen sensin. Ne verirsen hazmıyla ver. Ne olursa olsun, Sen' den, Sevginden ayırma her iki cihanda... (Cümlemiz için de diliyorum.)

Geçen gün yine Hacer' i aradım.Gönül evim dumanlandı, dedim. Bir pencere açılır seninle konuştuğumda umuyorum. : )

(Dertli bir adamın tereddüt ve dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlerken o evde bir pencere açmış olursun.Hz. Mevlâna)

Yüce dağların büyük boranı olurmuş. Yine mi dumanlandın canım? diye sordu.

Hep böyle güzeldir sağ olsun yaklaşımları... Yine güldürdün beni, ümitlendirip... dedim.

Ne cesaret bu bilmiyorum ki, 'seviyorum' demek bir iddiadır diyordu can dost... İddia şahit gerektirir. Öyleyse gelsin dertler, çileler... Bakalım gerçekten seviyor mu, yoksa yalnızca lâfta mı kalıyor?

Seviyorum demeye korksam da nasıl sevmeyebilirim ki? Öylesine güzel ki yarattığı her şey, öylesine muhteşem ki...

Oysa ben, bîçâre ben...kâinatta bir zerre... Yine de O' nun sevgisinden umutlu bir zerre...

Dert anlatmayı sevmem genelde, dinlemeyi seçerim çok kez...Paylaştığım daha nadirdir.Benden yansıyanlar güzel olsunlar isterim.Başkalarına ümit verebilsin, cesaretlendirebilsin...

Dolu bu yürek, biraz da 'deli' !... : )

Ne söylesem yetmeyecek, iyisi mi burada çok beğendiğim bir yazıyla noktalamayı deneyeyim şimdilik...

Gerçekten de yürekten çıkıp, yüreğe dokunan sözler diye düşündüm ve sevdim. Sizlerin de seveceğinizi umarım.
Bu arada, geçenlerde söz ettiğim kitap 'Kalp amelleri- İbn-i Teymiye'

Dr. Filiz' le konuştum da bugün... Mevlâna ve Kastamonu şehrindeki ziyaretlerde olduğundan söz ettim gönlümün.
Hayat, dedi. Öyle bir şehirdesin ki, sağın solun evliya...
Peygamberimizin (sav) ev sahibine gitsen- e, Eyyub el ensârî' ye...
Karaköy' de yeraltı mescidinde üç mü dört mü hatırlayamıyorum şimdi sahabe var, ziyaret etsen-e... : ))

Tamam, burada kesiyorum. : ))
Bakalım kimmiş 'Mecnun' ?

Mecnun kimdir? (Alıntı)

15 Mart 2009 Pazar

Evlilikte Mutlu Olmanın Yolu: Tarık Bin Ziyad Tavrı

Yaz ayları evlilik düğünlerinin en yoğun olarak yapıldığı zaman dilimidir. Geçenlerde bazı arkadaşlarla ayaküstü sohbet ederken, yanımıza biri bayan iki kişi geldi. Gelenler evlilik hazırlıkları yaptıklarını, ancak ileriye yönelik "Acaba evlendikten sonra mutlu olabilecekler mi?" şeklinde korkuları ve endişeleri olduğunu söyledi.

Yakın arkadaşlarından iki kişinin beş sene flört ettikleri halde, evliliklerinin bir yıl bile sürmediğini, bu olayın kendilerini çok etkilediğini belirten bu iki gence "Evlilikte nasıl mutlu olunacağını söyleyeyim mi?" diye sordum. Bana büyük bir heyecan ve merakla 'Ne olur, lütfen' diye cevap verdiler. Gençlere "Tarık Bin Ziyad gibi davranın" dediğimde yüzüme boş gözlerle baktıklarını farkederek önce Tarık Bin Ziyad'ın kim olduğunu anlattım:

"Tarık Bin Ziyad, İspanyayı fetheden büyük bir komutan. Hani '...Allah'a yemin olsun ki, okyanusa ulaşıp atımı suya sürünceye kadar bu niyetimden (İla-ı Kelimetullah'tan) vazgeçmeyeceğim' tarihi sözü söyleyen insan.

Bindik katralanmış gemilere Allah; nefislerimizi, mallarımızı ve ailemizi cennet karşılığında bizden alır ümidiyle...
Bu uğurda bir şey istemek kolaylaşsın bize,
Hiç aldırmayız, kanlarımızın akıp gittiğine,
Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye' beyitleri de ona aittir.

Tarık Bin Ziyad, okyanusu geçerek İspanya'ya ayak basar basmaz, bütün gemileri yaktırıyor. Askerlerine de uzun bir konuşma yapıyor. O konuşmanın bir kısmı şöyledir:

'...arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar var. Sizin de kaçacak bir yeriniz yok. Vallahi sabır ve sebattan başka bir şey de yok. Düşmanınızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık bir gerçektir. Üstellik yiyecek ve teçhizatı da boldur. Halbuki bizim kılıçtan başka bir silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzağımız yoktur' diyerek konuşmasını şöyle sürdürür: 'En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilakis önce kendi canımdan başlıyorum...'Eğer arkanızda deniz, önünüzde düşman varsa, tek seçeneğiniz kalıyor: Hayatta kalmak için mücadele etmek.Eğer işe, canınızı da koymuşsanız başaramayacağınız hiçbir şey yok demektir. O zaman ufak engeller, problemler, tabiri caizse, 'vız' gelir.

Tarık Bin Ziyad, bu düşüncelerle ispanyanın fethine başlıyor. Sonunda ne mi oluyor? Birçok savaş, birçok mücadele oluyor. 12 bin kişilik Tarık Bin Ziyad'ın ordusu 90 bin kişilik bir düşman ordusunu yeniyor. Ve ispanya Müslümanların oluyor. Dört yüzyıllık muhteşem Endülüs medeniyetin temelleri, böyle bir inancın, kararlılığın sonucu, atılıyor. Bir görüşe göre, Avrupa medeniyetinin bugünkü seviyesine gelmesinde, Endülüs medeniyetinin başat rolü vardır."

ARKANIZDA SEÇENEK BIRAKMAYIN

Anlatmak istediğim şey, bu tarihi olay olmadığı için, konuyu burada bitiriyorum.
Bunu evlenecek arkadaşlara anlatınca pür dikkat kesildiler. Konuşmayı bitirdikten sonra da evlilikle olan bağlantısının nasıl kurulacağını merakaver bir şekilde sordular.

Günümüzde evliliklerdeki sıkıntının önemli bir sebebi, bence, gemilerin yakılmamasıdır. Gemilerin yakılması bir yana, belli aralıklarla dönülüp onlar cilalanıyor. Belki kullanırım, lazım olur diye.Buradaki gemi ne oluyor? Erkeğin gemileri, 'beğenmezsem boşanırım, flört ettiğimle çıkarım'; kadının gemileri ise 'ekonomik bağımsızlığım olsun, ayrılırsam kimseye muhtaç olmayayım, kendi ayaklarım üstüne durabileyim, baba evine geri dönerim' sözleridir. İşin ilginç yanı evlenecek olanlar buna benzer gemileri yakmadıkları gibi, anne babalar da gemileri hazırda tutuyorlar. Bu şekilde, çocuğunun mutsuzluğuna katkı yaptıklarının bile farkında değiller.

Ebeveyn, bir şekilde kendilerine yansıtılan problemlerden hareketle 'kızım olmuyorsa zorlama dön gel, kapımız açık' 'oğlum, sana başka kız mı yok' diyor. Bu da ebeveynlerin yakılmayan gemileri oluyor.Bu düşüncelerle başlayan bir evlilik nâkıs bir evliliktir. Birçok problemi de beraberinde taşır aslında.Bir çok açıdan, her bir insan bir dünya. Böyle iki dünyanın bir araya gelerek yeni bir yuva kurmaları elbetteki kolay değildir. Hayat yolunda birçok sıkıntı, birçok problem olur, olacaktır da. Yani hayat yolunda sadece güller yok. Dikenler de var.

Eğer Tarık Bin Ziyad tavrıyla hareket etmez, geriye dönük açık kapı bırakırsanız, bu problemleri çözmek zorlaşır. Pire, deve olur.Eşler, bir problem çıktığında lütfen çözerler, birkaç problem ardı sıra gelince, psikolojik olarak, artık bu evlilik yürümüyor demeye başlarlar. Aslında aşılmaz olan problemler değildir.

Geride yakılmayan gemilerin varlığı, problemleri çözülmez; geride bırakılan açık kapılar, engelleri aşılmaz kılmıştır. Eğer gemiler yakılmış olsa, küçük problemler konu bile edilemez. Engeller aşıldıkça bu konudaki yetenekler gelişir problemler de küçülür. Yani olay tersine işlemeye başlar. Bu sefer develer pire olur.

Şuanda birçok evliliği bitiren problemler, çözümsüz olmaktan çıkar.Kişisel olarak, inandığım bir husus şudur: Herhangi bir şeyde başarılı olmak isteniyorsa, öncellikle kişinin o şeyi başaracağına dair inancı taşıması gerekiyor. Yani bunu başaracağım diye inanmasıdır. Hedefe böyle odaklanmalı. Zihninde tereddüt, acabalar olmamalı.Böyle bir hedefe yoğunlaşmaya, odaklaşmaya rahmet-i ilahi de yardım eder.Evlenecek insanlar da eğer mutlu olmak istiyorlarsa bu kararlılıkla hayat yolculuğuna başlamalılar.

Tarık Bin Ziyad bu inançla başladı, nice aşılamazları aştı, nice çözülmez problemleri, inayet-i ilahiye sayesinde, çözdü. Eğer Tarık Bin Ziyad'ın günümüzde bazı evleneceklerdeki tereddütler olsaydı, bugün ondan bahsetmeyecektik. Belki de Endülüs medeniyeti diye bir medeniyet de olmayacaktı.Elbette mutlu olmanın tek şartı bu belirttiğim hususla sınırlı değildir. Ancak diğer şartların etkili olması, böyle bir kararlılığın varlığıyla mümkün olduğunu düşünüyorum.

Bundan dolayı, evlilik yolculuğunun başlangıcında kararlılık çok önemlidir. Mademki yeni bir yuva, yeni bir dünya kurma amacı var. Öyleyse ne olursa olsun, yoldan dönmek yok düşüncesi olmalı.Evlenecek erkekler, bayanlar… Yakın gemileri, arkanızda deniz önünüzde düşman dahi olsa. İnanın bütün gemileri yakarak mutluluk size daha yakın olacaktır.

Tayyip Karakaya- Moral Dünyası Dergisi

12 Mart 2009 Perşembe

Okul arkadaşlarım (Günlük)


Eczane açma aşamasında karşılaştım onunla...
Bölge temsilcisi onayı gerekiyordu yapılması gereken işlemler arasında..Komşu olacağız hem, bir tanışalım diyerek yanına gittim. Bu yüz... Tanımışcasına gülerek bakan gözler...Sarılıyoruz birbirimize, şaşkın ama mutluyuz.Ne hoş bir hanım olmuş, yıllar yaramış ona. : )
Geçen yıl, diyor. Arkadaşlarla biraraya geldik okulda. Bir de mezuniyet töreni...Kasım Cemal hoca da katıldı aramıza (Eczacılık Teknolojisi hocamız, çok eski eczacı, mesleğin duayenlerinden)100 kişi civarındaydı sayımız. Kepler havaya fırlatıldı. Sanki dün ayrılmış, kaldığımız yerden devam ediyormuşuz havasındaydık her birimiz. Onca yıllar geçmemiş, mesafeler araya girmemişti.
Sana ulaşamadık diyor. İzini bulamadık. Evlenince soyadın değiştiği için.Cd' ye aldık günün kaydını. Her birimizde var.Ben de istiyorum tabii... : ))
Numaralar, mail adresleri alıyorum ve facebook' u tarıyorum.Birkaç arkadaşı ekliyorum listeme.İlknur' u arıyorum. Aynı bankoda çalışırdık laboratuarda. Arkadaşlığından hoşlanırdım, o da öyle sanırım. : )
Çok hoş oluyor telefon görüşmeleri...
Mayıs'ta G.Antep' te buluşma heyecanı sarıyor bizleri bu kez...
Gülsevil' i buluyorum çeyrek asır sonrası...Heybeliada' dan gelirdi okula, her gün, tam vaktinde...Düzgün devam edip, iyi not tutan öğrencilerdendik.
İki kez evlenmiş, ikinci eşi hayatta değil ve bir oğlu var ergenlik çağında...O dönem benim izimi bulup aramıştı ve bir kaç kez görüşmüştük telefonda.Sonrasında aradığım halde ulaşamamıştım, merak ediyor, görmeyi çok istiyordum.
Eczanesine gittim, Anadolu yakasında İstanbul' un...Bir çay- kahve içimine sığdırıla-maya-n onca yaşan-ama-mışlıklar...Anlatıyor, anlatıyorum. Daha da neler var dağarcığımızda. : )
Annesi yarı yatalak durumda şimdi. Giderek iyileştiğini duyuyor, seviniyorum.Ziyaretine gidiyorum aynı akşam, öğrencilik yıllarında evlerine gitmiştim, tanışırız.
Oya ile konuşuyoruz telefonda...Sınıfın civa gibi kızlarındandı, hâlen öyle, belki bir farkla:Farklı bir olgunluk seziliyor konuşmalarında, hayat derslerini iyi öğrenenlerden diyorum kendimce...Yaşadıklarından olumlu öğretiler katabilmiş yaşantısına... : )
Geçtiğimiz Pazar günü, Boğaz' a hâkim bir mekânda brunchta bir araya geliyoruz.10 civarı arkadaş, birkaçının eşi, çocukları...
Tanıyabildiklerim, tanımakta zorlandıklarım...İçeri girdiğimde el sallıyor arkadaşlardan birisi, masaya yöneliyorum.Gruptakiler daha önce birkaç kez biraraya gelmiş olmanın âşinâlığında...Birşeyleri paylaşmış olmanın, hayatımızın bir dilimini paylaşmış olmanın sıcaklığı var hepimizde...Eski dostlarlayız sonuçta, eskidikçe değeri katlanan... : )
Ahmet gelip bir şeyler söylüyor, gülümseyerek...Sınıfın en cevvâl öğrencilerinden o da...Bir an boş bulunup:
'Önce bir kendinizi tanıtırsanız...' deyiveriyorum şakayla karışık ve nasıl utanıyorum arkadaşlar... : )
Benim hatrımda kalan Ahmet, sarıya çalan kumral saç ve bıyıkları, gözlüğü olan bir arkadaştı.Saçlar renk değiştirmiş, bıyıklar kesilmiş, gözlüğü de yok... : )
Sevgili Ahmet, hâlâ gülümsüyorum ve çok mahcup oldum inan. Umarım bu dikkat eksikliğimi hoş görmüşsündür. : )
Yekta geçen yılki buluşmanın cd' sini getiriyor arabasından, sağolsun. Kimseler duymasın, daha oturup sâkin kafayla izleyemedim. : (
Ömrüm yollarda geçiyor, büyük şehrin büyük karmaşası, trafiğinde...
Sevgili arkadaşlarım,Yıllardan sonra sizleri görebilmenin mutluluğunu yaşıyorum.4 yıl uğraştım diyordu Ertan arkadaşımız, sağolsun. Değmiş doğrusu, ne dersiniz?
Teşekkürler sevgili Oya, Ertan, organizasyonda emeği geçen tüm arkadaşlar...Teşekkürler katılımlarıyla renk veren arkadaşlarım...Tekrar görüşmek dileği ile,'Sizlerle olmak çok güzeldi.' diyor, selâm, sevgi ve iyi dileklerimi iletiyorum her birinize...
.....

11 Mart 2009 Çarşamba

Ayağımın Tozuyla

ayağımın tozuyla girdiğim mevsim yazdır
yumuşaktır
insana her şeyi yanlış anımsatır
çünkü bellek yanılmaya hazırdır
balkona koyduğumuz turşu ekşirken
ekşirken güneşi parlatır
ve insan batırır sedef kakmalı bir gemiyi
ki sahibi dünya güzeli bir kadındır
oysa denize bir mevsim yeter
sular geçer balıklar geçer
basık bir akşam üstü bir iskelede
herkes dostuna bir şeyler anlatır

büyük gölge verir büyük renkler
sevincin sonu yazdır
büyük sevincin
oysa başı sayılır
basıktır akşam üstüdür oymalıdır
suya dayanmaz
ama bana kalırsa dayanmalıdır

şimdi nedir ilk bakışta yitirilen
ey gözleri maden
ey ilk güneş saatinin çubuğu
de ki aşk pusudadır ve bir dükkanda
ölümsüzlüğün mührünü kazır
suyu avucuyla ölçen ilk budun
usumu kurcalıyor ne zamandır
ve başucumda bir koku
bir koku beni durmadan ıslatır

Turgut Uyar

9 Mart 2009 Pazartesi

Hayata yön veren tavsiyeler...



Aşağıdaki yazı, çok sevdiğim bir arkadaşımdan, birbirinden güzel çiçeklerle süslenmiş olarak geldi mailime...
İçlerinden bazı maddelere hararetle katılırken, bazılarına da dudak bükerek yaklaştım ama yine de yayınladım.
Diğer blogumda, cbox' a, sevgili Nil de not bırakınca, ben de beğendiklerimi özellikle vurgulama gereği hissettim.
Nil demiş ki;
ahirzamanmelegi: 24 daha betermiş, rab vasıtalarla kula ulaşmazmı zaten
10 Mar 09, 21:53
ahirzamanmelegi: 1.3.5.6.7.10.13.vs vs vs.Hayatcım bu maddeleri ve pek çoğunu daha ben beğenmediim:( hele 23 korkuunnç
10 Mar 09, 21:50
ahirzamanmelegi: Neredesin tatlı hayaaaattt :))))Seni özlediiimm

Sevgili Nil, çok haklısın, beğendiğim maddeleri süzerek alıntılıyorum.
Teşekkür ve sevgiler...
Bu arada, beni arayıp ulaşamadığını yazmışsın geçen gün cbox' a...
Bu aralar çok aşırı yoruluyorum.
Uyumaya bile yeterli vakit bulamıyorum. : (
Herkes isyanlarda...
Bir arama gördüm ama senin adınla kayıtlı değildi oysa senin numaran bende kayıtlıdır. Öyle olduğunda da ararım, bilirsin.
Sevgili Canan,
Lütfen bana seni aradığımda 'Ulaşılamıyor' kaydı vermeyen bir numara gönder. : )
Hastaneden aramak istemiyorum, hasta bakıyorsun, muayene sırasında rahatsız etmek istemiyorum.
Evden hangi saatte arasam ne durumda olduğunu bilmiyorum ve ev numaranı kaybettim.
e posta adresim:
hayateylul1@gmail.com
Numaranı bekliyorum, istersen sms le de kabulüm.
Ben de seni çok seviyorum. Benim için çok özel olan 'can' lardansın, yazık ki her istediğimde arayamıyorum.Biliyorum ki ruhum sükûn bulacak seninle konuştuğumda ama... Arayamıyorum işte... Çalışıyor olmanın bedeli bu, ne yapayım bir tanem? : )
Böyle yalnızca iki arkadaşım var, belki de aşmış mıyız neyiz azıcık? : ))
Gecenin onbirinde kaç kişiyi arayabilirsin ki sonuçta?
Oysa ki ruh, sevgiliden söz etmek istiyor ve bu duyguyu tanıyan birileriyle...
Bir de şu Filiz' e hediye ettiğin kitabın adını yaz n'olursun...
Muhabbetle kal canım... : ))

Yazının ilk hâli:
1. İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
2. İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün.

3. Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konuşma.
4. Güvenmediğin biriyle asla çıkma.
5. Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme.
6. İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil.
7. Kimseye yalvarma.
8. Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma. Onları asla sevgilin için satma.
9. Asla dönüp de arkana bakma.
10. Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı kendini üzme, sorun sen değilsin.
11. Sır tutmayı bil.
12. Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
13. Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla göz yaşı için asla yumuşama.
14. Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
15. Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartışma.
16. Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır verme.
17. Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
18. Kendini öven insanlardan kaç.
19. Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
20. Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
21. Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.
22. Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka üstüne sıçrar.
23. Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma.
24. Sen istemediğin sürece Rabbin dışında kimsenin seni üzemeyeceğini aklından çıkarma.
25. Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler için harcama.
26. Sana bahsedilen zekayı kullanmayarak Tanrı'ya hakaret etme.
27. Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma.
28. Kendini sev. Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma.
29. Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma.
30. İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
31. Aşkta bile mantığına küsme. Kalbin doğru yolu bulacak içgüdüye sahip değil.
32. Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme.
33. Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme.
34. İstediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma.
35. Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.

Alıntı

... ve seçilmişi:

1. İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
2. İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün.
( ilâve:
'Sevdiğini sevmekte aşırıya gitme, olur ki bir gün düşmanın olur. Sevmediğini de sevmemekte aşırıya gitme, olur ki bir gün dostun olur.' )
12. Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
15. Seni dinleyip anlama niyeti olmayanlarla tartışma.
16. Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır verme.
17. Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
18. Kendini öven insanlardan kaç.
20. Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
21. Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme.
28. Kendini sev.
30. İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil.
32. Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verme.
35. Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme.

7 Mart 2009 Cumartesi

An Kara Düş Beyaz

Pazaryerinde yükselen satıcı çığlıklarının o kendilerine özge gürültüsü ve genizden çıkardıkları sesleri bas mıdır bariton mu ? bilmem.

Fakat,kulaklarımın koro halinde duymaya alışık olduğu bu rekabetçi haykırışların, annesinin elinden çekiştirip duran küçüğün masum ağıdını,nasıl da kolayca bastırdığını iyi bilirim.

Uzatmış minik parmaklarını hem ağlar hem direnir “muz istiyorum,muz istiyorummm”

Belli ki bütün öncelikler tencerede pişecek zerzevat içindir.Cüzdandaki cüzi miktarın yetersizliğini o anda,yüz yüze geldiğimiz kadıncağızın ıslak bakışlarından anlarım.

Kınalı saçlarında uçuşan soluk yemeni gülleri,titreyen ellerinde ısırgan bir yılgınlık gözkapağında ince sürgünle ağır ağır oradan uzaklaşırken gözlerinden akan yaş, çürük kan kırmızıdır.

Bilirim… Yaşamında bol sıfırlar çoktan firari,o kırağı ayazında an karadır düş beyaz.

Bilirim…Yavrusunun uzattığı her parmakta dört mevsim zemheriyi yaşarken fanilik,umudun dallarında tipiye tutulur zaman.Ateş dumana boğulur,duman tufana.Ocaklarda güneş yüzlü resimler hep “haftaya” sözüyle ve flu desenlerle çizilir.

Yorgun argın umutsuzca vardığı iki göz evinde,çantasına gizlice bırakılanı görünce şaşkınlıkla bir parça gülümser ve yüzünde kısa süreliğine de olsa nilüferler açar mı acaba ?

Meraklanır, kendi kendime söylenirim.


Ey dilinde ateş körükleyen ehl-i keyif sitare
Nerdesiniz !

Ses verin ! karanlığı yırtacak bir ses
Kenan illerinden
Sadece Yusuf yüzlü tok bir nefes

Telve

4 Mart 2009 Çarşamba

İki kedinin öyküsü

Küçük kedi durmadan kuyruğunu kovalıyormuş. Yakalayamadıkça da sinirlenmiş, daha da hırsla atılmış. Bunu gören büyük kedi, küçük kediye sormuş:


“Neden kuyruğunu yakalamak istiyorsun?”


Küçük kedi cevap vermiş:

“Bana mutluluğu kuyruğumu yakalarsam bulacağımı söylediler de ondan...”


Büyük kedi gülmüş ve demiş ki:

“Yıllar önce ben de senin gibiydim, kovaladım, kovaladım ama yakalayamadım. Bir gün kovalamaktan vazgeçtim ve yürümeye başladım. O benim peşimden geldi”.


İnternetten alıntıdır.

3 Mart 2009 Salı

Zaman zaman içinde...

Hani kum saatini ters çeviriverirsiniz ve süre başlar ya...
ne yapsanız yetişemeyecek gibi hissedersiniz. Başlasam bitiremeyeceğim düşüncesiyle, başlamaktan da uzaklaşırsınız.
Yaşanılanlar çok ve yoğundur, süre kısa... Sığdıramayacağını kabullenmiş olmanın gönül rahatlığıyla : ) ertesi güne devredersiniz, sonra bir sonrakine ve böylece sürüp gider.
Bu durumdayım sanırım.
Acziyetimi itiraf ediyorum. : )
Bakıyorum gün bir başlamış... bitivermiş!...
Her şey eksik, yarım : (
Bir süre dah bu tempo gidecek gibi görünüyor ve artık hiç bir şey için 'Şöyle olursa, şöyle olur...' tahmininde bulunamıyorum.
Anneme gittim dün.
Ne istersin diye de sordum giderken...
'Beni kötü alıştırdın, dedi.Çocuk gibi eline bakıyorum. Yine getirirsin önceki getirdiklerinden...' : )
Mutluluk başkalarını mutlu edebilmekte, varlığının, başkalarının varlığına anlam kattığını hissedebilmekte belki de...
Onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum, onu mutlu edebilmek...

Annemden sonra, geç vakit, oğlumu işten almaya gittim. Yönetim kadrosunda olduğu için sürekli toplantıları oluyor.
-Hadi seni waffle yemeğe götüreyim, Bebek' e... deyiverdi. İster misin?
-Sen istersen giderim ama ben pek beğenmedim onu, istersen yalnızca Bebek' e doğru uzanalım.
-Öyleyse Kanlıca' ya yoğurt yemeye..
-Hayır...
-Bursa' ya İskender' e...
-Hayır...Amerika' ya Cola içmeye gidelim oldu olacak, dedim. Bak, oraya giderim.
-Yok dedi, Mc Donalds olursa olur.
Bu arada, bir yıldan fazladır hiç kola içmiyorum ve içmemeye de niyetliyim. Hamburgeri de pek yememeye çalışırım. : )
Biliyorsunuz ne kadar zararlı olduklarını.

Eve döndüğümüzde can dostumu aradım ve onun arkadaşı Ayşegül hanımı.
Ruh arıyor bâzı şeyleri.Gıdasını ihmâl etmeye gelmiyor.
Onlarla konuştuğumda da karşılıklı olarak şarj olduğumuzu sanıyorum. Bir konuşmamız 20- 40 dakika sürüyor ortalama...Sizlere de aktarmak isterdim konuşulanlardan ancak, zaman ve zemin elvermiyor.

Bir de Dr. arkadaşımı aradım Ankara ' dan. Yıllardır görmedim:
Filiz...
O da çocuğunun hastalık ve ameliyatıyla yıllardır uğraşıyor ve her zaman pozitif elektrik almışımdır ondan.
-Biliyor musun dedim. Senin bir özelliğini çok seviyorum.
-Hayırdır, diye sordu gülerek...
-Hep gülerek bakıyorsun hayata, tüm sıkıntılarına rağmen...

Oğlumun hastahane döneminde konuşamayacak hâle geldiğimde Cânan (Dr. Canan) bir kitap getirmişti bana, onda 'Hüzün' bahsini okuduktan sonra bakışım değişti.
Kitabın Canan cım ya, biliyorum okuyorsun yazımı, ne olur, yazıversen o kitabın adını, yazarını...
Kalp ârazları mıydı?
Benim de okumam gerekiyor.

Bu arada, seni seviyorum ve özledim canım. : )
Ayşe' ye geçmiş olsun. İstanbul' a geldiğinizi söyledi Filiz.
Hiç arayıp konuşamadım bile..O da çalışıyor, meşguldür ancak hiç iyi bir teyze değilim ben.
En azından sesini duymak isterim. Bunu ona iletirsen sevinirim.

Nazar, Ayşe,Muazzez, Birgül, esra ve diğer arkadaşlar, Nil, kalbimden çok şeyler geçiyor sizlere söylenmek üzere ancak ben söyleyecek vakti buluncaya kadar gelmiş geçmiş oluyor... : (
İçtenlikle kucaklıyor, sevgilerimi gönderiyorum her birinize...

Sağlık esenlikle kalalım. Duanıza beni de katın arada, hı? : )
Sevgiler...
Hayat