29 Haziran 2009 Pazartesi

Değerini Bilmek...


Vaktiyle ergin bir şeyh, yıllarca yanında yetiştirdiği müridini imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip: “Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.” Mürit elinde pırlanta bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar . Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Mürit teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gidir: Buna ne verirsiniz?” diye sorar Semerci şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.” Mürit en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar. “Bu kadar büyük pırlantıya nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Mürit sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Mürit, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Mürit emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Şeyhinin yanına dönen mürit büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır. Şeyh sorar: “Bundan ne anladın?” Müridin verdiği cevap çok doğrudur: “Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.” Şeyh ilave eder: “İşte oğlum sen de, sana verdiklerimi, bildirdiklerimi ve öğrettiklerimi onun kıymetini bilmeyenlere verme. Eğer bir kimseye mutlaka vermek istiyorsan, önce vereceklerinin kıymetini tanıt, onlara saygıyı öğret, sonra ver.” Niceleri vardır ki, nadide güllerden meydana gelen şahâne gül bahçesini, dikenli otlardan meydana gelmiş otlar sanır da çiğner geçerler.

http://bilgelikyolu.wordpress.com/2009/06/16/degerini-bilmek/#comments

Teşekkürler Sn.Yurderi, gözönünde bulunsun istedim, arada hatırlamalı...
Saygı ve sevgiler...

27 Haziran 2009 Cumartesi

İz...


İz

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.

izini sür yolun,
acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.

Şair : Birhan Keskin

Birhan Keskin'i sevdiren arkadaşıma teşekkürlerimle... : )
Son altı yıl ama özellikle şu son iki yılda bu kaçıncı hayata dönüşüm...
Düşüncelerim temelde değişmiyor ancak sonuçta insanım; yorgunluk, durgunluk gibi belirtilerim olabiliyor.
Bu, benim için çok alışıldık bir durum değil. Derin duygularımı içimde yaşarım. Yüreğim ağlarken dahi dudaklarımda gülümseme olmuştur çoğu kez...
Önceleri hayata hazırlandığımı zannederdim. Üzüldüğüm şeyler her neyse onlar geçecek ve sonra gerçek yaşam başlayacaktı.
Yıllar boyu böyle süregeldi bu durum...
Bir gün anladım ki yok... Öyle bir gün, günler var belki ama sürekli bir hoşnutluk hali yok yaşamın içerisinde...Hep bir şeyler eksik kalmaya mahkûm gibi çoğu kez.
Her şey yolunda gidiyormuş gibi görünse de beklenmedik bir acıyla 'vurgun yemiş' gibi oluyorsunuz. Soluğunuz kesiliveriyor.
Kararıveriyor ortalık, nihayetini bilemediğiniz uzun, upuzuuun bir tüneldesiniz. Zifiri karanlık sarmış dört bir yanınızı. Başlangıcını ve sonunu göremiyor, tekrar ışığa kavuşabileceğinizden nerdeyse ümidinizi kesiyorsunuz.
Yaşam değerini yitiriyor gözünüzde, ne için yaşadığınızı, ne için yaşayacağınızı bilemez hale geliyorsunuz.
Benim de böyle günlerim oldu. Bir noktaya sabit bakışla baktığım günler...
İnsanların nasıl olup da havadan sudan konuştuklarını, keyfe keder şeyler için nasıl olup da kendilerinin ve çevrelerindekilerin huzurunu kaçırdıklarını hayretle ve uzaklaşma isteğiyle izlediğim günler...
Olaylar değişti mi? Hayır, yön değiştirdi.
Ben birçok özelliğimi törpüledim bu arada.
Daha sivri köşelerim, daha kesin kurallarım vardı.Affedemeyeceğimi düşündüğüm insanlar...
Ben bilirim.. yaparım!.. dediğim günler...
"Yeterince uzun yaşayana zaman her şeyi öğretir ama ölümsüz olma lüksüne sahip değilim.Payıma düşen zaman içinde sabır sanatını icra etmeliyim, çünkü doğa hiçbir zaman aceleci davranmaz. " diyordu okuduğum bir yazıda.
Sabrı öğrendim. Empatiyi ve en önemlisi sevip, hoş görmeyi öğrendim.
Doğru bildiğim yolda gerektiğinde tek başına yürüme cesaretini gösterebilmeyi de...
Beklentilerim çok büyük değil artık. Hayâl kırıklıklarım da doğru orantılı olarak azaldı.
Daha dingin, daha bir tevekkül içerisinde karşılamaya çalışıyorum yaşananları. Bunun bana iyi geldiğini düşünüyorum.
Geçenlerde Dr.Canan' la konuştum.Benim için 'Dost' kavramına anlam katanlardan birisi o...
Şükürler olsun ki güzel yakınlıklarım oldu. : )
'Sana helâl olsun, diyordu. Kendi kendini mutlu etmesini biliyorsun.'
Yazılarımdan izliyor yaşadığım güne dair duygularımı, ipuçları arıyor.
'Sesini üzgün duymaya dayanamıyorum.' diyor.
Kendimi oyalamayı, vaktimi değerlendirmeyi, başkasından beklemeden mutluluk üretebilmeyi öğrendiğimi sanıyorum.
Ihlamurun kokusu bir mutluluk, görebilmem, hissedebilmem, başkalarının hayatına sevgiyle dokunabilmem, bir bardak suyu sağlıkla içebilmem, yorulduğumda dinlenebilmem; küçük şeyler ama, büyük şeyler!...
Bu satırları yazmaya götüren bir yazışma gerçekleşti bugün. Niteliğini açıklamıyorum, kısa bir öz eleştiri ile ufak bir geçmiş turu yapmama fırsat verdi. : )
********
Blog yazmaya başladığımda amacım yalnızca elektronik bir günce tutar gibi dile getirmekti içimdekileri...Sonra, çok yakın arkadaşlarımın haberleri oldu ve benden bir iz, haber olarak gördükleri satırları izlemeye başladılar.Öyle ki, yazmadığımda telâşlanıp bana telefon, mail, yorum kanalıyla duygularını ilettiler.Pek dışıma taşmaya niyetim yoktu, kendi yolumda sessiz- sâkin ilerleyecektim hesapta... : )Olmadı, kimi zaman ben birilerini bulup bir kaç satır da olsa duygu -düşünce paylaşımında bulundum.Kimi zamansa başkalarının hoş mesaj ve yorumları, onlara mukabelede bulunmama vesile oldu.Bizim kültürümüzde bu vardır mâlûm...Blog sayfalarındaki arkadaş listesinde bulunan linklere tıklayamaz oldum neredeyse...Öyle hoş insanlar var ki yeryüzünde, kalbiniz akıveriyor onlara...Hani, 'merhaba' deyiverseniz ayrılamayacakmış gibi hissediyorsunuz kendinizi...
Reel ve sanaldaki mevcut arkadaşlarıma yetişemezken, oldukça da cahil cesareti -diyelim isterseniz- taşıdığımı sandığım halde bunu yapmamışımdır.Bilirim ki bağlanırım ben, yüreğimin kapılarını açıveririm kolayca da açmak yetse, yetebilse...'Dostluklar ölmezmiş' diye bilirim. Şimdi şimdi bunları yeniden yaşıyorum.
İstanbul' u sevmezse gönül aşkı ne anlar? .. diye başlayan dizeler; doğup- büyüdüğüm şehrin zor yanlarını örtmeye yetmiyor.
İstanbul fettan bir güzel... Her şeye rağmen her içine girdiğimde denizine kavuşmuş balık gibi olduğum, (bugünlerde şaşkın, başı dönmüş bir balık) kaprislerine rağmen sevmekten vazgeçmediğim şehir...
24 yıllık gurbet hikâyemden sonra zorlandığım günlere mekân oldu kendileri...
Şikâyetçi değilim yine de yazmadan geçemeyeceğim.
Gün içerisinde araba olmadığı yada haftanın belli gününde kullandığım halde çok farklı mesafelere açılıyorum kimi zaman iş, sorumluluklarım gereği kimi zaman da bir şeyleri paylaşabilmek adına...
İstanbul' da bu, koca günü yiyip bitiriyor. Yorgun dönüyorum eve...
Daha önceki arkadaşlarım bilirler, bunları dile getirmiş ve yetişemediğim için hoş görmelerini, çoğu zaman iadeye uğrayamayacağımı yazmıştım.
Birisine daha samimi bir hava ile yazsam dahi diğerine karşı sorumlu hissediyorum kendimi, değil ki hiç yazmamak!...
Evet, acziyetimi itirafımdır.
Hiç kimseyi diğerinden ayırmak kesinlikle değildir.
Eksiklik varsa benimdir, kabulümdür. : )
Yine kendi yolumda yürümeye devam edeceğim.
Önceki sözümü yineliyorum, sizleri izleyeceğim elimden geldiğince...
Bana kırılmayın ne olur, gerçekten çok vefalı davranan arkadaşlarım.
Geçen akşam bir baktım ki telefonla aramaya dahi yetişemedim birçok arkadaşımı...
Ne güzel dost biriktirebilmek...
Ne güzel sevip, sevilmek hattâ karşılıksız da olsa güzel duygular taşıyabilmek...
Blog listemde olan, beğendiğim halde listemde olmayan, bir kez dahi merhabalaştığım, hattâ merhabalaşmadığım, yüreğinde sevgi taşıyan, iyiden, doğrudan, güzelden yana olan tüm arkadaşlara selâm olsun, sevgiler olsun.
Esenlikte kalınız.
Hayat

25 Haziran 2009 Perşembe

Derviş Olan Âşık Gerek


Derviş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek
Bağrı dâhî yanık gerek cân gözleri açık gerek

Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Aşk âteşinde eriye altun gibi sızmak gerek

Zikr-i Hakk’a meşgul ola tâ yana yana kül ola
İsterse kim makbûl ola tevhîde boyanmak gerek

İven kişi yol alamaz maksûdunu tiz bulamaz
Yok olmayan var olamaz vârını dağıtmak gerek

Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı
Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek

Niyâz-i Mısrî

Âlemin affına vesile olması dileğiyle...

Yine birikti yazmak istediklerim, yine özet yayınla kendime konu ana başlıklarını hatırlatabileceğim çoğu yerde...
Can dostum' un arkadaşından sözetmiştim, Reyhan.. Bir diğeri de Ayşegül' dü. (Hanım eklerini kullanmadım, aramızda olmasa da olur, resmî ortamlarda değiliz. : )
Reyhan' la birkaç gün geçirdik geçtiğimiz haftalar içinde..
Halası ve halasının kızıyla Florya sosyal tesislerinde buluştuk ilk gün, telefon görüşmesi haricinde ilk karşılaşmamızdı.
Ortamı çok beğendim.Rengârenk çiçek düzenlemeleri, ferah mekân, denize az yukarıdan bakarak içtiğimiz çaylar...
Annemi de götürmek geçti aklımdan ilk, felç geçirdiği ve yaşlı olduğu için öylesine hoşuna gidiyor ki insanların ve çiçeklerin bol olduğu mekânlar...
Yine Reyhan ve bu kez bir Pazar günü yine aynı tesislerdeyiz. Gelinimiz ve iki yeğen de yanımızda.
Akşama yakın bir vakitten gecenin ilerleyen saatlerine kadar muhabbet...
Bir kaç düğün, gelinler, yoğun kalabalık, büyüleyici ayışığı...dolunay!...
Annemin varlığı mı ortamda bambaşka bir huzur var, bunu da Reyhan dile getiriyor.
Herkes memnun, herkes huzurlu...
Bir kez de kiraz yemeye gidiyoruz Göktürk' teki arkadaşıma Reyhan' la..
-Halandan daha çok benimle vakit geçirdin, değil mi? diye soruyorum ayrılırken, gülüşüyoruz.
Kafa dengi, uyumlu, neşeli, derinliği olan birisi o...
Bekliyor beni şimdi, can dost' la aynı ildeler. Aynı ilde Ayşegül' lerin de aileden kalma bir konakları var. Oraya götürmek için geleceğini söylemişti Ayşegül.. Küçük oğlu, o ve ben kalacağız orada diye planlar yapıldı. : )
Çok sıkıntılıydım ya geçtiğimiz aylarda, 'Dayan ne olur. Seni de alıp gideceğim, iyi gelir sana. Sık dişini azıcık daha...'
Ayşegül, mektup sevdiğimi öğrenince bana hemen mektup gönderen arkadaşım. O da dostumun dostu olup, hemen kaynaştıklarımdan.Mektubunu yayınlamak istemiştim.Öylesine güzel bir ruhu var ki onun da...
Gelmiş İstanbul' a, dün aradı beni. Yarın bir kahvaltı var onunla katılmak istediğim, Beylerbeyi' nde.
Cemalnur hanım' ın sohbetindeydim dün yine, sonra bir yemek ve kermese katıldık ve son olarak da Caddebostan Kültür Merkezi'nde bir konferans, tasavvuf musıkîsi...
Nefis bir gündü.
'Başkaları için yaşamaktır din...' diyordu konuşmacı fizikçi-mutasavvıf beyefendi.
Hani hepimiz demişizdir dönem dönem, artık kendim için de bir şey yapmak istiyorum, diye...
Bu günün şartları için kendimi oldukça yalın, düz, 'saf' bulurum. Yakınlarım dahi bu konuda uyarmışlardır.duygu dışavurumum da abartılı olabiliyor çoğu kez...
Hissettiğimi frenleyemiyorum belki de frenlemiyorum. içimden geldiği gibi oluyorum.
Doğru mu, bilmem? Yüreğimin götürdüğü yere gidiyorum ve herkesin bir yaradılışı var, karakteri... Bana uyan da bu belki, kim bilir...
Demek başkaları için yaşamak... Günümüz anlayışıyla ' enayilik' diyenlerin olabileceğini düşünüyorum.
Sevmek, faydalı olabilmek, hoşgörülü olabilmek...
Tolerans değil, Hoşgörü...
Yaradılmış her şeyi istisnasız sevmek, 'O' yarattığı için...'O' istediği için...
Ömür sermayesi bize verilmiş en kıymetli emanet ve çiçeği, börtü böceğiyle, eşyasıyla, yaradılmış her şey le birlikte O' nu anmak kulluğumuzun, yücelebilmemizin gereği...
Kalbimiz her ân O' nunla olmalı, dünyalık işlerle meşgulken bile...
Rabbimiz bize soracak geleceği muhakkak olan bir günde:
-'Ben seninleydim kulum, sen kiminleydin?' diye...
Cennet ehlinin en çok hayıflanacağı şey ise O' nu daha çok zikredememiş olmak olacak...
Şahdamarımızdan bile yakın olan O, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilen O, O' nu lâyıkıyle anar ve onun buyurduklarını yaşamımıza dahil edebilirsek, bize dünyadayken hani şu hiç bir yerde arayıp da sürekli bulamadığımız iç huzurunu, dünya cennetini bağışlayacak olan yine O!...

Bu duygularla içerisine girmemizin şükürler olsun yine nasip olduğu bu af, merhamet ve bağışlanma mevsimi olan üç aylar' ımız ve Regaip Gecemiz mübarek olsun arkadaşlar...
Sevgiyle, iyilik ve güzelliklerde, esenlikte kalalım hepimiz, ruh ve bedenimizin güzelliğine vesile olsun dileğimle...
Hayat

23 Haziran 2009 Salı

Günün 'inci' leri...

Her geçen gün yeni sıfatlar yakıştırılanlardan mısınız siz de? : )
Ayaklı müzik kutusu gibisiniz siz derdi bir öğretim üyesi arkadaşım, kulakları çınlasın. Tıp doktoru kendisi, bağlama ve ud çalar. Müzik arşivim de tıp kitaplarım kadar çok yer kaplıyor diyebilen birisi sohbet esnasında..
Küçük kızım 'ayaklı kişisel gelişim kitabı' sıfatını yakıştırır.Geçenlerde bir sıfat daha eklendi ama aklımda kalmadı.
Eh, kolay değil 'ayaklı kişisel gelişim kitabı' gibi olabilmek, buyrun bakalım bugünün incileri nelermiş?
Sevgiler tüm dostlara...




















20 Haziran 2009 Cumartesi

Çocuk


Bir erkek çocuğu için
Anneler emin bir yerdir,
Babalar kaygan zemin
Düşülebilir.

Büyüyüp anneye yetişilmelidir.

Bir erkek çocuğu için
Anneler serinliktir,
Babalar derin
Girilemeyebilir.

Büyüyüp kuyuya inilmelidir.

Bir erkek çocuğu için
Anneler bahardan başka nedir ?
Babalar güvenilmez rüzgâr
Her an kasırgaya dönüşebilir.

Büyüyüp meteoroloji öğrenmelidir

Bir erkek çocuğu için
Anneler komşu gezmesidir,
Babalar eve ekmek getirir.

Hakkı yenmemelidir.

Orhan Göksel
Salâ-Hayal Yayınları Sayfa 28-29

19 Haziran 2009 Cuma

Yaşamayı sevmek...


Sevgili Nuray' ın gönül okşayan yorumu aklıma düşürdü bu hoş anlatımı yine, bir hatırlayalım istedim.
Hepimiz kendi hayatlarımızın başrol oyuncularıyız sevgili nUnU... : )
Yaşamayı sanata dönüştürebilmekse ayrı bir yetenek ve gelişim sürecinin doyumsuz kazanımı olsa gerek, diye düşünüyorum.
Büyük bir lütuf, bizlere bağışlanmış...
Hayat dolu olduğumu söylerlerdi genelde yeni tanıştığım kimseler ve arkadaşlarım.
Şimdi azıcık hayatın farklı yüzleriyle de karşılaşmamın durgunluğunu da yaşarım, farklı perspektiften de hayatı irdeler ancak 'Her işte bir hayır vardır' ilkesini de aklımın bir köşesinde tutarım.
Yine de deli-dolu hallerimden tümüyle arınmış değilim. Ne yapayım ki kendimi olduğum gibi seviyorum, bir başka ben olmak, maskeler ardında gizlenmek istemiyorum.

Sen, bende kendini görmüşsündür, ne mutlu bana bu güzelliği yansıtabilmişsem eğer...
Güzel bakışın, güzel görüşün için teşekkürler, hep böyle içten, cıvıl cıvıl, güzel kal, e mi?
Bu arada... hangi pasta güzel diye sormuşsun, seninki hem görüntü hem de lezzetiyle tam puan almıştır canım, sevgiler...
Aşağıdaki yazı Öznur Çolakoğlu'ndan alıntıdır, sana ve Yaşamayı sanata dönüştüren tüm gönül dostlarıma ithaf olunur. : ))

"11 Aralık 2005 Pazar, Yaşamayı Sevmek..
Hayatı severek yaşamak bir sanat işi bence.. Sefası kadar cefasını da sevmek gerek.. Her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki. Rüyalar dahi gayesiz değil. Bazen düşünüyorum "yaşadıklarımız rüya da, rüyada gördüklerimizi gerçeğin ta kendisi mi acaba?" diye.. Yanıtsız kalsa da zihnim çoğu kez, öğrendiğim o ki, "Yaşamak bir sanat işi.." Hele birde yaşamayı sevmek, sanatların en incesi, nazendesi..

'Yaşamayı sevmek güzel şey, hayatı sevmek ümitli şey. Dünyanın en meşhur aşçısından en güzel ve leziz yemekleri yemek gibi bir şey Severek yaşayınca, geçtiğiniz yollarda, yardım ettiğiniz bir teyzenin yüreğinde, gülümseyip içini aydınlattığınız birilerinde öyle güzel eserler oluşuyor ki.. Belki bir tezhip eseri yada bir ebru dahi manasız kalıyor ardınızda kalan yaşayan eserlerinizin yanında..

Geçtiğiniz yollar, adımlarınızdan memnun, dokunduğunuz yapraklar, temas edip geçtiğiniz hava varlığınızdan memnun kalıyor.. Yaratılmışların hepsi seviyor sizinle olmayı, varlığınızı ve yaydığınız ışıkları, fısıltıları ve renkleri.. O yüzden cömert oluyor size karşı ve tabi sizde doğaya ve yaratılmış diğer tüm canlılara karşı.

Sevmek diyorum dostlar! Yaratılmış canlı-cansız tüm varlıkları, Yaratıcılarından ötürü sevmek!.. Velhasıl, ne güzel şey yaşamı, içindeki tüm yaratılmışları ve yaşamayı sevmek!!"

***
Kendimi buldum bu satırlarda, aynen böyle düşünüyorum, kâinatın özü sevgi, yaralı ruhların ilâcı..Varlığın amacı..

Aradığımsa aşağıdaki duanın tamamıydı, aklımda eksik kaldığından..
Aynı günce' de buldum ve şiir tadında yazılmıştı her sayfası, zaman zaman incelemek isterim. Teşekkürler sayın Öznur Çolakoğlu..
Emeğinize güzel gönlünüze sağlık..

***

"o yüzden bugün sayfalarına sadece güzel bir duayı yazmak istiyorum..

Tanrim beni yavaslat, Aklimi sakinlestirerek kalbimi dinlendir. Zamanin sonsuzlugunu göstererek bu telasli hizimi dengele. Günün karmasasi içinde bana sonsuza kadar yasayacak tepelerin sükunetini ver. Sinirlerim ve kaslarimdaki gerginligi, bellegimde yasayan akarsularin melodisiyle yika, götür. Uykunun o büyüleyici ve iyilestirici gücünü duymama yardimci ol.

Anlik zevkleri yasayabilme sanatini ögret; bir çiçege bakmak için yavaslamayi, güzel bir köpek yada kediyi oksamak için durmayi, güzel bir kitaptan birkaç satir okumayi, balik avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi
ögret. Her gün bana kaplumbaga ve tavsanin masalini hatirlat.

Hatirlat ki, yarisi her zaman hizli kosanin bitirmedigini, yasamda hizi arttirmaktan çok daha önemli seyler oldugunu bileyim.Heybetli mese agacinin dallarindan yukariya dogru bakmami sagla.Bakip göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olmasi yavas ve iyi büyümesine baglidir.

Beni yavaslat Tanrim ve köklerimi yasam topraginin kalici degerlerine dogru göndermeme yardim et. Yardim et ki, kaderimin yildizlarina dogru daha olgun ve daha saglikli olarak yükseleyim. Ve hepsindenönemlisi.

Tanrim,
Bana degistirebilecegim seyleri degistirmek için CESARET,
Degistiremeyecegim seyleri kabul etmek için SABIR,
Ikisi arasindaki farki bilmek için AKIL ver. "

***
Âmin diyorum..
Sevgiler...
Hayat

16 Haziran 2009 Salı

Uzungöl' de bir doğum günü



Geçmiş bir yazı aşağıya alıntıladığım...
Video ve resimlerin orijinalleri diğer bilgisayarımda, belki sonra ekleyebilirim. :))
Arabanın cam temizleme suyu bitmiş, video görüntüsü hoş değil yazık ki...
Araba kullanırken kayıt aldığım için olduğu kadarıyla ekliyorum.
Sevgiler...
Hayat

***********
YARIN

Öyle çabuk geçiyor ki günler,
Hele sen de bir bak hayatına.
Daha dün doğmuşuz sanki,
Yeni okula başlamışız,
Yeni sevmişiz..

Öyle çabuk geçiyor ki günler,
Hele sen de bir bak hayatına,
Yarın bitecek sanki her şey,
Yarın ölecek gibiyiz..

Daha doymamışız yaşamasına,
Günlerimiz dün bir, bugün iki,
Sakın bir şey bırakma yarına,
Yarın yok ki...

Özdemir Âsaf

Merhabalar...
Öyle yapmıyor muyuz gerçekten de??
Hangibirimiz yaşadığı ânın farkındalığına varıyor lâyığıyla?..
Elimizde olmayanlara koşmuyor muyuz hemen her zaman?..
Ya dünde saklıdır anılarımız,
Ya yarına yeşermektedir umutlarımız!..
Bugün yürüyüş yaparken bir kez daha aklımdan geçti de bunlar...
Sahip olduğumuz-ya da bize emâneten verilmiş, bağışlanmış..- o kadar çok şeyimiz var ki aslında!..
Elimizdeyken değerini bilemediğimiz..

Hadi, yaşarken de güzelliğinin farkında olduğum bir ânıma gidelim birlikte..
Ne dersiniz, bu güzellikleri, benim kameramdan yansıdığı kadarıyla izlemeye hazır mısınız??

İlgili aramalar: amatör - anı -  uzungöl -   karadeniz -   yol


Eksik bıraktığım foto ve videolar yerine başka bir video linki ekliyorum:

İlgili aramalar: amatör - uzungöl -  uzungöl -   trabzon -   karadeniz



Merhaba Arkadaşlar..

Geçmişe dönük yazı yazmak ne kadar keyifli olacak bir bakalım, ne de olsa olayın ilk heyecanını yitirdim.:))
Mâlûmunuz, bu (geçtiğimiz) Pazar, doğum günümdü ve ben de Uzungöl'e gitmeye niyetlenmiştim.
Uzungöl, eh, eni-konu da uzun yol!.. Gidiş-dönüş 220 km civarında benim bulunduğum yere uzaklığı..
Yâni, bir de dağbaşına çıktığınız hesaba katılacak olursa..
Herkesin bir programının olduğunu öğrendiğimde hafif yollu bir bozuldum ama renk vermemeye çalıştım. Gerçi ben de bunu hak etmiştim, son âna kadar programını açıkta bırak,neredeyse öğle vakti yaylâ havası çal!..Gitmemem için beni iknâ etmeye çalıştılar,olmadı.:))
Gün, benim günümdü..:) Bense bunu yapamazsam günü keyifsiz tamamlayacakmışım gibi hissediyordum.
Sonuçta saat 11.30 gibi yolculuğum başladı.

Yaklaşık 2 saat sürdü yol.. (Kimi yerleri bozuk, hız yapılmıyor. Ya da keskin virajlar var, hatırlatırım,altı da dere..:) Onun dışında 100-130 km arası seyrettim yer yer..
Yolda birkaç yerde durup resimler çektim.
Daha önceden okuyup çok sevmiş olduğum kitapları tekrar okumaya karar verirken de, aynen görüp-beğenmiş olduğum yerlerin bir dahaki görüşümde üzerimdeki etkisinin ne, nasıl olacağına dair tereddüt yaşadığım gibi,bir duraksarım..

İsterim ki,hayâlimdeki güzelliklerini korusunlar..
Bir Ayder,bir Uzungöl Yaylâsı da aynen öyle.. Hatırlarım,en az 15 yıl öncesini..
10 araba civarında bir konvoyla Ayder'e ilk çıkışımız...
Yollar berbat denilecek kadar bozuk!.. Yer yer yapım çalışmaları sürüyor..
Hatta yol yapım ekibindekiler günübirlik gittiğimizi öğrenince çok şaşırıyorlar.
Burada en az 10 gün kalınmalı diyorlar.
Ayder, o zamanlar nasıl da el değmemiş, muhteşem bir güzellik sergiliyor herbir yanı!..
Büyülenmiş gibiyim, hele dönüş yolunda zirvedeki karın eriyip şelâleye dönüşmesi ânının görüntüsü henüz belleğimde canlılığını koruyor!..
Yol yapıldıktan sonraki gidişimde yaşadığım hayâl kırıklığı ve iç sıkıntısı da unutulmadı henüz.. Sevdiğim şeylerin bozulduğunu, çarpıklaştığını görmek yüreğimi acıtıyor..
Tıpkı İstanbul'um gibi!!..
İstanbul... İçinde ne çok hâtıramı barındırıyorsun.Sende kaldı yüreğimin bir parçası hep!
Artık sokaklarında rahat dolaşamasam da sevgin hep bende kalacak!
O tarihten sonra Ayder artık beni cezbetmedi.Belki biraz da önyargılı davrandım, bilemiyorum ama canım gitmek istemedi.
Uzungöl ise daha yakın zamanlara kadar orijinal halini nisbeten koruyabildi. Neredeyse yolu yapılmasın diye dua edecektim. Artık onun da yolu yapılmış, bozuk olan yeri fazla değil.. Bu gidişimde beni en çok rahatsız eden şey âdeta gözüme giren kablolardı.
Ne zaman bir manzarayı görüntülemek istesem fotoğrafa yansımasın diye çaba sarfetmek durumunda kaldım. Bu arada şehirde bile naz-niyaz çeken hatlar orada deyim yerindeyse full çekti.
Derelerin sularının azlığı dikkatimi çekti. Bir de yeşil çimenleri oya gibi süsleyen "var git!" çiçekleri.. Gölde ördekleri aradı gözlerim,önceki gidişlerimden alışkın olduğum,göremedim.. Bu arada Uzungöl'de caminin tam karşısında Jandarma Tabur Komutanlığı var. Bir ara arabayı oraya bırakırken askerlere mahzuru olup-olmadığını sordum, sorun olmayacağını söylediler. Dönüşte askere kapıyı açtırıp içeri girdim ve çoçukların toplu bir resmini çektim. Onlara da postalayacağımı söyledim.. Unutmadan halletmem gerekiyor.
Biraz dolaştım ,bir-iki anı niteliğindeki eşya aldım.. Hesapta, niyetim orada yürüyüş yapmaktı, ne mümkün!! Gittiğim andan itibâren telefonlar ardarda geldi..
Hanım sultanlar meğer bana pasta hazırlamak için evde kalmışlar. Ev yapımı olmalıymış efendim, dışarıdan olmasınmış.. Ben, bu ânı sizinle paylaşmak isterdim, pasta olmasa da olurdu.., dedimse de fazla da heveslerini kırmak istemedim. Bir de ailece yemek programı ayarlanmış, kısacası Uzungöl maceram çok da ayrıntılı olamadı.
Yolculuğuma ait fotoğrafları sizlerle paylaşmak istedim, beğeneceğinizi umarım.
Sevgiyle ve mutlu kalın...

14 Haziran 2009 Pazar

İstanbul Buluşması'ndan notlar ve 'Büyü Dükkânı'


Referansları dikkate alır yapıda birisiyimdir. İlk sanal ortam buluşmasıydı dün katıldığım; daha doğrusu grup halinde ilk buluşma.
Bir yıl kadar yazışıp konuştuğum bir başka arkadaşla görüşmüştüm daha önce.
Net ortamı biraz sezinlemesi zor bir ortam, bilindiği üzre...
İnsan tereddüt ediyor hele ki benim gibi sanala dalsa reeline yetişememekten dertliyse...

Yazılarıma başlarken blog ziyaretlerine pek de niyetli değildim açıkçası... Öyle gelişti ki olaylar, birileri bana rastlayıp düşüncelerini not olarak ekledi. Ben birilerine rastladım, iki satır yazmadan geçemedim.
Kendime karşı yazdığım -bir de beni çok yakından tanıyan dostlarım var, yazılarımı, günlük yazılarımı okuyup benden haber almayı bekleyen- bu ortam, farklı gelişmeleri de beraberinde getirdi sonuçta...

Avrupa yakasından buluşmaya katılan sanırım tek kişiydim. Cesaret istiyor yakalar arası yolculuk İstanbul' da, bu konuya da değineceğim birkaç satırla, az sonra... . ))

Buluşma yerine gittiğimde, grubu bulmak zor olmadı. Işılca Tatlar' dan Işıl hanım' ın omzunda kaldı elim.Farklı bir havası var Aslan burçlarında görmeye genelde alışık olduğum...
Kim olduğımı tahmin etmelerini istedim,
-'hayatta tahmin edemem.' deyiverdi Tijen hanım...
-Hah, işte; ben Hayat... diye cevapladım. : )

Hoş bir grup, kendini abartmış, çarpıtmış diyebileceğiniz kimse yok...
Aslında birbirini tanımayan insanları bile bir araya getirirken düşünürüm ben... Bununla ilgili tecrübeler yaşamışımdır, uyuma dikkat etmeye çalışırım.
Buna rağmen içlerinden yalnızca birini o da yazılarından tanıdığım birileriyle tanışmaya gitmek çok bana uyar bir davranış değilse de, yükselen Terazi burcu ayartır kimi zaman böyle işte... : ))

Tijen hanım, duyarlı kişiliğiyle (birkaç mailini de değerlendirmeye alıyorum) beni etkilemiştir. Dikkatli, duyarlı insanları severim ötedenberi...
Boş teneke çok ses çıkarır, derler ya hani... Dolu insanların duruluğu, sadeliği var gibi geldi o'nda... Yazıları, anlatımı zâten alıp götürüyor insanı...
(Kızıma kitaplarından ikisini gösterdim (büyük kızıma) bayıldı.
O, ot ve sebze meraklısıdır ötedenberi... : ) )
Farklı renkteki kalemleriyle, dostâne dileklerle yazdığı notlarla imzaladı kitaplarını...
Tanımış olduğum için mutluyum, güzel paylaşımları hiç eksilmesin dilerim.

Işıl hanım' ın makaronlarına bayıldım özellikle fıstıklı olanına. Bana kalsa artık bir şey denemeyeceğim.Fazla yapmamak gerek, bu bir yaşam biçimi diye düşünüyorum.
Dışarıdan nadiren almak belki daha doğru geliyor bana. Tek kaldığım bir dönem olursa yemek yapmaktan hepten vazgeçebilirim. : ))

Damak tadı -Gül hanım- , one ben bir sey, isimleri yazık ki aklımda kalmayan birkaç arkadaş, hepsi içten, hepsi güzel insanlar, sevdim. : )

nUnU tipik İkizler... Kabına sığamıyor, kıpır kıpır, sempatik... : )

Delphina -işitmekaybı- da İkizler ama o daha bir farklı gibi geldi.
İkisinin de doğum günlerini kutladık (günü gününe olmasa da) çok estetik görünümlü bir pasta getirmiş nUnU (bir dut masalı) ...

Dönüşte Delphina ve zerrinpastaevi ile birlikteydik, belirli bir yere kadar bıraktım onları... Arkadaşlardan hangisiydi şimdi hatırlayamadım, boğaz trafiğinde ne kadar takılacağıma bir atıfta bulundu, gülüştüler. Bilmez miyim, ancak her şeyin bir bedeli var. Ben de bu bedeli göze alarak yola çıkmıştım. : )
Delphina 'size zahmet verdim, burada ineyim.' deyip duruyor. Ne kadar hassas... Oysa sevdiklerim için bir şeyler yapmaktan mutlu olurum. Elimden geliyorsa neden yapmayayım?
Bir de hepimiz için hazırladığı yaka kartları var.Üzerine sembolik resimler çizilip, boyanmış. Ne kadar şekerler...
Onu saklıyorum (kendiminkini), sağolasın Delphina...

Zerrinpastaevi de güçlü kimliği ve ölçülü davranışlarıyla etkileyici...Takdir ettiğimi belirtmeden geçemeyeceğim.

Boğaz köprüsü tarfiğinde tam iki saat takıldım. Otomatik vitesle bile sıkıcı, düşünün beni, düz vitesle ne hâle geldim. : )
Ayakkabılarımı çıkarttım dayanamayıp... Günbatımı izledim, tetris bile oynadım o trafikte ( kimseler duymasın) ; )

Bu arada, sanırım ben de bizim evin vazgeçilmezlerindenim. : )
Küçük kızımı abisi bırakacakmış havalimanına, alarm kurmayınca ve bizim küçük hanım da alarm kurduğu halde duymayınca (eve döndüğümde uykudaydı) benim de haberim olmayınca, uçağı kaçırıp, tatiline gidemedi. Beş günlük bir geziydi, babasıyla kararlaştırmışlar dün.
Kocaman çocukları bile boş bırakmaya gelmiyor. : )
Hayat böyle geçiyor 'O olsun, bu bitsin:' derken, bir de bakmışsınız sonuna gelinmiş. : )

Büyü Dükkânı diye bir kitap, hoş gelmişti bana; günün anısına Tijen hanım'a hediye etmek istedim. Bütün arkadaşlara alacaktım aslında, sembolik, anı niteliğinde... Kitapçıda yalnızca bir adet vardı.

Aynı adlı kitaptan 'Büyü Dükkânı ' nın hikâyesini daha önce paylaşmıştım blogumda, linki aşağıda, okumak isteyenler için:

http://hayateylul.blogcu.com/buyu-dukkani_3749625.html

9 Haziran 2009 Salı

Akşam Sefasına Benzeyenler


Akşam Sefasına Benzeyenler
Şehirlerarası bir otobüs yolculuğunda tanımıştım, Artin Usta'yı. Hayli yaşlı olmasına karşın enerjik ve dinç görünüyordu. Yolculukta laf lafı açmış, Artin Usta Kapalıçarşı'da kuyumculuk yaptığından söz etmişti. Dede ve baba mesleği olan kuyumculuğu devredecek kimse bulamadığından yakınmıştı. Söylediğine göre kapalıçarşıda altın üzerine mine işleyebilen ustalardan tek kendi kalmıştı. Gün olur işim düşer diye kartvizitini almıştım.
Bir süre sonra eşimin altın bileziğinin tamirini bahane ederek uğradım, Artin Usta'ya. Kapalıçarşının derinlerinde iç içe iki odadan oluşan kuyumcu dükkanında çalışıyordu. Küçük hayvan figürlerinin üzerine renkli mineler döküp hayat veriyordu, altina. Beni görünce tanımakta zorlanmadı, çay söyledi. Eşimin kırık bileziği için geldiğimden söz ettim. Bileziği alıp çalışma masasına koydu. Yaptığı mineli ürünleri gösterip;
- Artık pek alıcısı kalmadı bunların. Talep de yok. Varsa yoksa fantezi altın.
- Ne özelligi var bu minelerin?
Üzeri yeşil kırmızı mine ile kaplı altın fil figürünü eline alıp;
- Eskiden yeni doğan çocuklara takılırdı bunlar. Fil gibi uzun ömürlü, güçlü veya kuş gibi özgür, yunus balığı gibi sevecen
olsun diye dilek dilenirdi.
- Nasıl oldu da unuttuk bunları?
- Aslında unutmadık, yine yeni doğanlara altın takılıyor ama millet geçim derdine düştü. Doğum yapan ailenin paraya ihtiyacı
olduğunu düşünüp cumhuriyet altını takıyorlar. Bizim mineli ürünlere talep kalmadı artık.
Daha sonra altının elementlerin en asili ve safı olduğundan, oksitlenip kararmadığından, üzerine bir şey giydirmenin kolay
olmadığından söz etti.
- Altın, asildir. Aristokrattır. Her şeyi kabul etmez üzerine. Bir tek mineyi tutar üstünde. Mine de bilir kimi süslediğini, mütevazıdır.
- Mine ustası da kalmadı artık demiştin.
- Evet kalmadı. Minecilik de bu çarşıda benimle son bulacak gibi görünüyor.
Çocuklarını sordum. Bir oğlu ve bir kızı olduğunu, üniversite bitirip yurtdışına gittiklerinden, daha da geri dönmediklerinden söz etti.
- Neden tutamadın çocuklarını buralarda?
- Bir özgürlüktür tutturdular. Özgür olmak, özgür yaşamak, mutlulugu özgürlükte aramak için başka ülkelere gittiler.
- Bulabildiler mi, aradıklarını?
- Bilmem, bence hala arıyorlar. Onlara önce kendimi sonra ağaçları örnek gösterdim. "Ağaçlar özgür değildir ama mutsuz ağaç da yoktur, mutluluğu kendinizde arayın" dedim ama dinletemedim.
- Simdi neredeler?
- Amerika'da yaşıyorlar ve galiba hala arıyorlar.
Bu arada ikinci çaylar gelmişti. Artin Usta'nın da konuşup dertleşesi varmış anlaşılan.
"Ama çocukların hepsi okumuş, üniversite bitirip kendilerine Amerika'da yer edinmişler. Yani hepsi adam olmuş işte. Bence üzülmene gerek yok" diyecek oldum. Yüzünü ekşitti;
- Bizimkiler adam oldular, çiçek olup açtılar ama "aksam sefasına" benzediler.
- Ne özelliği var akşam sefasının?
- Bilirsin, akşam sefası gündüz kapalı durur gece olunca açar. Kimseye göstermez güzelliğini. Dahası arılar ve böcekler gece
yuvalarına çekildiği için onlara da tattırmaz özünü, balını.
- Eeee..
- Yani bizimkiler iyi eğitildi, iyi okudular da kendilerinden başka kimseye faydaları yok. Bırak doğduğu toprağı, yaşadıkları
topluma bile faydaları yok. Hatta, böyle bir kaygıları da yok. Dedim ya, akşam sefasına benzediler işte.
Bir süre sustu. Eşimin bileziğinin kırık yeri ile ilgileniyormuş gibi yaptı. Gözlerini benden kaçırarak;
- Rahmetli eşim de çocuklar uzakta diye üzülür "çocukların sırtını kaşımak gerekirdi, zamanında biz bunların sırtını yeterince
kaşımadık" diye söylenir dururdu.
- Nasıl yani?
- Bilirsin sırtın kaşındığında kaşıttıracak birini bulana kadar ne yapsan nafiledir. Yani sırtını kaşıttıracak kadar samimi olduğu birilerine her zaman muhtaçtır, insanoğlu. Günümüz insanı bencilleşti sanki. Birilerine muhtaç olmaktansa sırt kaşıntısına katlanmayı, unutmayı tercih ediyorlar.
- Eeee.
- Sırtını kaşıttıracak samimiyette birileri yoksa çevrende, dahasi sırtın kaşınmayı bile unuttuysa sen de özgür olmak için yalnızlığı seçenlerden, akşam sefasına benzeyenlerdensin, bence.
Bileziği tamir için bıraktım. Çay için teşekkür edip izin istedim, Artin Usta'dan. Kapalıçarşı her günkü kalabalığı ve keşmekeşi ile akıyordu.
Yürüdükçe sırtım kaşınmaya başlamıştı ve sırtımın kaşındığını hissetmek hiç bu kadar mutluluk vermemişti.
Dr. Mehmet UHRİ

8 Haziran 2009 Pazartesi

İki saksı çiçekle geçmişe yolculuk...


Yaşadığım çoğu şeyi yazmıyorum, aslında yazmak istiyorum kimi zaman ama ille de yazayım diye düşünmeyince vakit ayıramıyorum.

Bugün eczaneden dönerken iki saksı çiçek aldım kendime... Elim varmıyordu nicedir...

Daha önce yetiştirmeyi denediklerimin resimlerinden bir kısmı gmailimde kalmış, yazı ararken karşıma çıkınca buraya ekleyeyim dedim.(Bahçede yetiştirip resimlediklerimden bir kısmı)

Bunca şey yetiştirip vaz geçtikten sonra yeniden başlamak gibi geliyor yeniden çiçek yetiştirmek, elim varmıyordu.

İki saksı sardunyayla buralara geldim işte... : ))