Çok zaman önce, refah içinde yaşayan bir ülke varmış. Ülkenin huzurlu ve müreffeh yaşamasının en büyük nedeni de adil, iyi yürekli ve dürüst kralı imiş.
Kral zaman zaman tebdil-i kıyafet ederek ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarındaki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş.
Bu işe epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkınca kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş:
“Dede bütün bir gün seni izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım!” demiş.
Dede kralın sorusunu şöyle cevaplamış:
- “Oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım.”
- “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın?” diye sormuş kral.
- “Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet’ in kaderini bağladım.” Demiş aksakallı dede.
Kral bu cevabı alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli ak pak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım? Nasıl eder de Ahmet’ e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek, sarayın yolunu tutmuş.
Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’ i huzuruna çağırmış:
- “Oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’ e götüreceksin!” demiş.
Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara, düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl?
Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne görsün! Ağacın az ötesinde bir göl, o göl ki üzerine günesin aksi vurmuş!
- “Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek” deyip, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş... Taa dipte, güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün!
Şahane bir hazine sandığı! Almış sandığı çıkmış, çıkmış ama, Ahmet artik zenci değil bembeyaz bir Ahmet... Sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor.
- “Var bu işte bir hikmet!” demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde ‘Güneş’ten Kral’a’ yazan bir de zarf.
Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda, yeni rengi ve yasadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ismini de değiştirip, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.
Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş.
Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama akli da bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiçbir haber alamadığı uşağı Ahmet’te imiş.
Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düşen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti görünmüş!
Koyu renkli tenini gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip odasına çekilecekken herkes, koridorun sonuna doğru yürüyen damadının arkasından seslenivermiş Kral:
- “Ahmet!”
Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyarî kendisine seslenen krala dönüvermiş... Ve,
- “Neler oldu Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana!” diyen kralına bütün olanları bir bir anlatmış. Bunun üzerine Kral:
- “Peki Güneş’in bana gönderdiği mektup nerede?” diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu alıp Kral’a vermiş.
Mektupta şu satırlar yer alıyormuş:
Güneşe yazı yazılmaz.
Yazılan yazı ise bozulmaz...
Binbir Gece Masalları’ndan
Yarışmalar, Gözlüklü Atlar, Taş Değirmenler
-
İzmir Ticaret Borsası'nın 8.'si düzenlenen "Geçmişten Emanet Geleceğe Miras
Tarım" başlığı altındaki Instagram Fotoğraf Yarışması'na katılım hayli
yoğunmuş...
1 hafta önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder