15 Ekim 2008 Çarşamba

'Neden Ben?'


'Neden Ben?'

SeyyAh dedi ki...

Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı.

Ve sen yine denendiğinde;
ve yine kalbin daraldığında;
ve yine bütün kapılar kapandığında;
ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde..
uzun uzun düşün..
ve hatırla Yaratanını!
ALLAH kuluna kâfi değilmi?
( zümer:36)
.....
Bazı şeyleri tekrar tekrar hatırlamanın önemine inanırım. Buraya geldiğindeki en son yüz yüze görüşmemizde hocamla konumuz yine 'sabır ve teslimiyet' ti.
Dilde değil, gönülde yaşamak bu duyguları...İlle de gönüle indirmek şart...

Günlüğümü taradım şöyle bir...
Yazmak sorun değil benim için, biiznillah... Bekleyen yazılarım kenardalar, bir ot, bir buluttan veya minik bir sohbetten yazı türetmekte zorlanmamışımdır şükür, şimdiye dek...
Kalemim 'Dur!...' dedi...
Bir kez daha hatırla ve hatırlat!...

Peki, hatırlayayım. Hatırlayalım mı?... . ))
Sevgiler...
Hayat

'Neden Ben?' 31/8/2007



Parçalarınızı toplamakta güçlük çektiğinizi düşündüğünüz, kırılıp-dağıldığınız anlarınız olmuştur sizin de yaşam örgüsü içerisinde..Neden?? demişsinizdir, 'Neden ben?'!!!
Kendi nâmıma düşünüyorum da ilk aklıma gelen cevaplardan birkaçını sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Yazılarımı okumuş olanlar, babamı az-çok tanırlar, en azından bir fikir sahibi olabilmişlerdir az-çok , kişiliği hakkında..
Nûr içinde yatsın, cümle ebediyete intikal etmiş olanlarımız da...
Derdi ki,
'Rivâyet oldur ki, Fir'avn' ın atının ön ayakları, yokuş aşağı inerken uzar, yokuş yukarı çıkarken kısalırmış Kİ; DARDA KALIP DA 'ALLAH!' DEMESİN..!!!
Düşündüğümde bile kanım donuyor sanki damarlarımda...
Böylesi bir olguya 'acaba?' diyerek yaklaşmışımdır, tâ ki geçenlerde Mesnevî' de buna dair bir vurgu olduğunu bir yerlerde okuyana kadar...
Nerede rastladım bu bilgiye hatırlamıyorum, internet üzerinden okudum yalnızca..Araştırılabilir...
Yine diyordu ki babam:
'Allah c.c. ,sevdiği kuluna verir sıkıntıları.. ki ansın O'nu, yakarsın O'na, O'ndan dilesin, istesin..Bıkmadan, usanmadan istesin..!'
'Kulunun yakarışları hoşuna gider, O'na yakınlaşmanın bir yoludur bu..İnşaallah, sevildiğimize de bir delil..!'
Üstelik âhirette öylesi güzel karşılıkları olacakmış ki bu musibetlere sabretmenin, yapabileceğini yaptıktan sonra, O' na sarılmanın; kul, karşılığını bilseydi hiç sızlanmazdı, öylesine mükâfatı var bekâ âleminde, denir.
Bir kıssa daha babamdan, hatırımda kaldığı kadarıyla:

Rivayet edilir ki, bir zât, hastalığından çok muzdaripmiş. Allah c.c.' a sürekli el açıp yalvarırmış ki 'bu hastalığımı benden al, Ya Rab..' diyerek...
Bir gece hastalığı rüyasına girmiş ve dile gelip demiş ki:
'Benden kurtulmak için dua ediyorsun. Oysaki birbirimize alıştık.İlâçlarımı bile öğrendin.Seni az sıkıştırsam, ilâcımı verip, beni susturuyorsun. Ben giderim ama bir başkası gelir yerime..Tanıyana, alışana kadar zaman geçer.İyisi mi, böyle idare edip, gidelim..'


Şimdi, düşünüyorum da zaman zaman, sınır noktalarına geliyorum, 'Artık dayanamıyorum Allah' ım, ne olur yardım et..!' diye yakarıyorum.
'Çevresi tarafından, hemen hemen istisnasız, 'Projektör şiddetinde bir ışık, pozitif enerji kaynağı bir trafo, çok sevilen, hayran olunan bir insan' olarak tanımlanırken; 'Dibine ışık veremeyen bir MUM olmanın acziyetini yaşamak..!'
Sormalı mıyım, 'Neden ben?' diye?
Neden ben???
Pek çok anlamda güzelliklerle donatılmışken, tanıdığım hemen herkesi etkisi altına alabilecek özellikler bağışlanmışken, birbirinden güzel ve şükür, akıllı üç çocuk bağışlanmışken, saray yavrusu bir evde, çok güzel bir manzaraya karşı yaşarken, (en zorlandığım acılarımı da bu evde yaşadım aynı zamanda, çilehanem oldu bir anlamda) sordum mu ki 'Niye ben?' diye?
'Ne özelliğim var ki benim?'
'Başkalarının yaşamlarına imrenmeyin', diyordu okuduğum bir özlü sözde..'Sizin de yaşamınıza imrenen pek çok insan var..!'

'Rahatı da cennete koydum dünyada arıyorlar, nasıl bulabilsinler?' buyuruyor hak tealâ hz.
'Dünyada rahat yok' olduğunu bilerekten cennetler arıyoruz, çektiğimiz sıkıntılar biraz da bundan olsa gerektir.
Kimse hakkına râzı değil, diyordu bir tanıdığım..
Kimse, hakkına râzı DEĞİL..!'
Refah, daha, daha..Yarış, başkalarını ezme, çiğneme bahasına yükselmek...Nereye kadar? Ne zamana kadar?
Neden Rab' bin takdirine gönül hoşluğuyla râzı gelip, boyun eğemeyiz?
Niyedir isyanlarımız, kimedir?
Gelen kimdendir, fail kimdir???
Söylenecek pekçok söz olsa gerektir bu konuda, belki bir kısmını da yorumlarla tamamlayabiliriz.Bu konuda düşündüklerinizi yazmanızı rica ediyorum sizlerden...

Halim Kök arkadaşımızın, dünkü blog yazısı sarstı beni, tadına doyum olmaz bir yazıydı. Konuyla da oldukça bağlantılı, linkini vermek istemedim, benim yazımın içinde kalmasını değil, daha fazla kişiye ulaşmasını istedim.
Kendisi göndermiş midir bilmiyorum, ben, hoş göreceğini umarak, yazıyı kopyalayıp buraya yapıştırıyorum.
Anlamak editörlerinden de rica ediyorum, mümkünse bu çok güzel yazıyı bugün yayınlamalarını..
Çok mutlu olacağım bu olabilirse..
Şimdiden şükranlarımı sunuyorum.
* * *
AH, BİLEBİLSEM...

Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır.
Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerineörtüyor.
Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir.
Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir.
İyi bilin ki, o mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. (Zümer Suresi 5.ayet)
Gündüzler sevinç ve mutluluğumuz ise geceler dert ve kederlerimizdir.
Sevinçlerimizin üzerini kederler örtmüştür, kederlerimizde örtülü sevinçlerimiz gizlidir.
Biri diğerinin varlık nedenidir. Öyle ise sevinçler kadar dertler hüzünler de gereklidir.
Gereklidir diyorum ama ZAT' en gereksiz bir şey de yoktur ki.
O'nun nazarında her şey olması gerektiği gibidir.
O noksan sıfatlardan eksikliklerden münezzehtir.
Eksiklik ve noksanlık O'nun hikmetlerini göremeyen kulundadır.
Kul O'ndan uzaklaştıkça ancak kendi bulunduğu yerden görüleni görür… O'nun gördüğünü göremez.
O zaman da sanır ki olanlar kendi istemesiyle olmaktadır.
Bizim sandığımız her işimiz O'nundur ve O'nun hükmü, OL demesi iledir.
Yapan ve yaptıran O'dur… FAİL-i MUTLAK O'dur.
ZATen O kimdir biz kimizdir ki?
"Attığın zaman sen atmadın Allah attı." Ayetinde:
"Kulum, faili olmadığın şeyi yap. Yaptığın işin faili benim.
Ben de ancak seninle yaparım.
Çünkü onu kendi kendime yapamam, onu yapmak için sen lazımsın. Senin yapman için de ben lazımım".
"Böylece işler bana ve Ona bağlı oldu.
Ben de hayret ettim, hayret de şaştı. Hayret içinde hayret oldu."
Der Muhyiddin İbnu'l-Arabi ve şöyle devam eder:
"Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
"Rab Haktır, kul Haktır, ah bilseydim, mükellef kimdir?
Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nasıl mükellef olur ?"
"Nice zaman da şöyle demişimdir:
Kendisinin yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinde hayret ettim.
Benim yaptığım bir iş yok (bende o iş hep) O'(nun yaptığı) nı görüyorum.
Ah bilseydim mükellef kim oluyor? H
er yerde ancak Allah var,
Ondan başkası yok."
"Böyle söylemekle beraber bana denildi ki yap".
"Cümle yerde Hak nazır , göz gerektir göresi"
Görecek göz, işitecek kulak, bilecek akıl, hisseden bir yürek varsa OL-AN O'ndan gayrı değildir.
"Ben gizli bir hazine idim... Bilmekliğimi istedim Alem'i yarattım.
Bilinmekliğimi istedim Adem'i yarattım"
Buyurur.
O bilinmekliğini istemiştir. Bilmek için o zaman önce bilmiyor olmak gereklidir.
Bilmeyerek doğarız, bilmeyerek yaşarız.
Kısmetimizde varsa O dilemişse günü geldiğinde biliriz.
O zaman anlarız ki O bizi sevgiden yarattı…
O'nu sevince O'nun her yarattığını da sever oluruz.
O'nun yarattığını sevmek bu anlamda O'nu sevmektir.
"Yaradılanı severiz Yaradan'dan ötürü"
O zaman geceleri de severiz gündüzler kadar, dertlerimizi de severiz sevinçlerimiz kadar.

Gündüzün ardından geceler gelir.
Gökteki yıldıza sırdaş olurum.
Aklıma Yunus'tan heceler gelir.
Kuzuya kurda kardeş olurum.

Kendimle baş edemediğimde, kendime kızdığımda bunlar gelir aklıma, kızdığım kimdir,
affetmediğim kimdir, affeden kimdir.Seven kimdir sevilen kimdir.
Ah bir bilebilsem kim olduğumu… zaten benim aradığım da O derim....
Ben hayalim O asıl... Ben Aslımı severim, Aslım da beni sever.
HALİM KÖK
....
Bir alıntı yazıyla bağlamak istiyorum konuyu..Sevgilerle, mutlu, huzurlu kalınız...
Hayat Eylül

NEDEN BEN?
Efsane Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan
naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi..
Hayranlarından biri sordu..
"Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"
Arthur Ashe cevap verdi..
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyonu tenis oynamayı öğrenir,
500 bini profesyonel tenisçi olur,
50 bini yarışmalara girer,
5 bini büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım.
Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Niye ben?' derim?.
Tanrı'ya asla 'Neden ben?' diye sormayın. Ne olacaksa olur.
(Alıntı)

Hiç yorum yok: