Mevlâna Celaleddin Rûmî, Divan’ında aşkla ilgili şunları söyler: “Âşıkların gönülleri ateşe benzer, bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır. Aşkla, taş yürekler bile yumuşar, yumuşar da gönül taş bile olsa mücevher kesilir. Aşk yüreklere hayat verir. Aşk atına bin, artık yolu düşünme çünkü aşk atı pek rahvandır.”
*
Aşkın bedeli sevgili uğruna canını verebilmektir. Mevlâna, “Aşka tutulan can derdine düşmez”
31 Temmuz 2009 Cuma
Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri...(Yazının tümü ve ses kaydımla)
Bir özel ses kaydıdır yukarıda izlediğiniz... Kanunum görüntüde, kendi sesimle bir bölüm yazıdan... Hayat
Yazan ve yaşayışı ne şekilde olursa olsun, bağlamıyor beni... İsterse yazılarıyla yaşayışı farklı olsun.. Sevmem bu özelliği -kendimde, elimden geldiğince düzeltmeye çalışıyorum- yine de bu kadar doğru olduğuna inandığım ve yürekten gelen kelimelerle seslenebilen bir insan bunu bir an olsun hissetmediyse yazamaz ya da yüreğime böyle dokunamazmış gibi duyumsuyorum.Kaldı ki tek düzeltme gayreti içerisinde olabileceğim, benim kendi yanlışlarım. Can dostumla görüştüm, bir seyahat sırasında yemekte karşılaşmışlar Cezmi Ersöz' le. Sonra da şiir dinletisine katıldım, ardından da kitaplarını satın aldım, diyordu. Bir başka şiirini bana okudu, o da çok etkiledi beni. Anlaşılan kitaplarına bakacağım, alıcı gözüyle. Bu yazıdakilerin, sizi bilemem, ben tasavvuf düşüncesi ile örtüştüğünü düşündüm.
Cezmi Ersöz; Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar, hayata ve insanlara merhamet duyarlar ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşayamazlar...
Aşk işaretiyle doğanlar, yaşarken dünyaya talip olamazlar... Bilirler ki ne isteseler, neyi alsalar, ne kazansalar, aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları, teselli etmez... Gönüllü sürgündür onlar... Gizliden gizliye, hissederler bunu... Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere. Kopup geldikleri ışığa olan inançları ne kadar büyükse, içlerindeki acı o kadar derindir... Bu acı, hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri... Bu acı, hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye var olduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden... Yorulur kendisini anlata-mamaktan... “Sevgilim!” der, “sevgilim!” ama sevgilim dediği yanında değildir, bilir... Bazı günler insan soluksuz kalır, içindeki sevgili olmasa bile, karşısındakine deliler gibi sarılır... O olmadığını bile bile, sonsuz bir umutsuzlukla sarılır... İnsan soluksuz kalmayagörsün, sevgili diye bütün yanlışlarına, bütün kaçışlarına, kendine yaptığı ihanetlere sarılır... İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye-görsün, her şey olmak, her yere yetişmek için bu hayata düşer... Her şey olduğunu, her yere yetiştiğini sandığı anda, ortada kendisi yoktur artık... Kaybolmuşluğa çok yakındır... Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır... Daha az acı çekiyordur artık... Ama artık daha mutsuzdur eskisinden... Daha mutsuzdur, o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığımı kendimden bile sakladığım bir gündü... Kaybolmuşluğa yakındım... İçimdeki acı hızla eksili-yordu... Işık soluyordu; soluyordu, tıpkı sesim gibi... Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi... Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi, neyi kirlettiğimi... Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden, kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız hiç önemli değil... Gerçekten değil... Kaybolmuş insanlar birbirini çabucak buluyor... Umutsuzluk, umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık... Sanki ikimiz de dilini, kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye... Oysa böyle bir şey yoktu, hep buradaydık... Işığımızdan koptuğumuz yerde... O ışığı orada bırakıp bu dünyaya, bu hayata gönül indirdiğimiz, her şeyde, her yerde olduğumuzu sandığımız yerde... Hep o soluksuz kaldığımız yerde... Daha vakit var, o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimiz de... Belki aynı gece, belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik... Susuz ve yorgun... Yaşamaya köpekler gibi aç, ama ölüme dünden razı...
Bana geldik... Belki içimizdeki acıyı avutur, koptuğumuz ışığı ikna eder, biraz olsun hiç yaşamamış, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar, içimizden bir ömür çalar, yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır, buradan, bu hayattan yolumuza devam ederiz, sanmaya geldik... İçtik, şımardık, ağladık, hayatı özledik, çığlık attık; ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırık kalp, onca vazgeçiş, onca erteleyiş, onca unutuluş, bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı... Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık... Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda... Aynı andı, belki de peş peşe, derinden, çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi, kesik kesik, ağlamaya başladık... Engel olmaya çalışsak da yine de kahredici bir hoşluğu vardı, bu ağlayışın içimizde... Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu... Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu... Gidecek bir yerimiz yoktu ama kaybolmamıştık... Bu yüzden, kahredici bir hoşluğu vardı gözyaşlarımızın...
Sonra, sabah oldu... Sonra, acı ve özlemin yerini, utangaç bir boşluk aldı... Bütün o eksik hazların yerini, derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti, yaramda hiç unutmayacağımız bir ürperti bırakarak gitti... Yaram ki kimse onun kadar beni anlayamaz; yaram ki kimse onun kadar beni sevemez... Gözlerimden çok, içimdeki yaramı sevdim... Çünkü ondan başka kimse, bana beni göstermedi. Herkese ama herkese yalan söyledim, ama bir tek o biliyor hepsini... Bir tek o gördü, beni kendimi aldatırken... Onu unutmaya çok çalıştım... Yok saymaya... Hayat diye, içine girmediğim akvaryum kalmadı... Her mevsim, mutluluk modaydı... O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım... Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım... Akvaryumun içinde, herkes gibi camların dışında bir yeri özledim... Bana ait olmayan bir hayatta, hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla, akvaryumun dışını özledim... Yaramı unutup neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim... Bilmiyorum, belki bunu da kendi yaramı unutmak için yaptım hep... Sonunda anladım ki nereye gitsem, sonunda yarama dönüyorum... Ne yapsam, ne etsem, döndüğüm tek yer, yine o eski kalbim... Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigâr... Ne kadar sevse de insan, tükenip yorulduğu bir saat var... Herkesin bencil bir ömrü var... İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi, onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi, çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım... Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden, hayatlardan, yorgun ve bencil sevgilerden utanarak... Sanki, kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım... Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte... Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben... Onu her arzulayışımda, karşıma Tanrı çıkar. Beni böyle eksik, böyle yarım, böyle susuz, böyle bir başına o bırakmıştır... Tanrı vardır ve benim sonsuz susuzluğum ondandır...
Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir, hayattan korkmamayı öğrendim... Kime dokunsam, Tanrı ya sonsuz bir yakarış; kime dokunsam, o büyük kopuşun sancısıydı; kime dokunsam, kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi... Kime dokunsam, eksik ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi... Tanrı’yı unutmak, içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen... Böyle zamanlarda, kalkıp giden her şeyin peşine takılırım... Bütün zamanların, bütün trenlerin, bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim... Farklı olmak adına, kendim olmak adına, herkes gibi olmak adına, koşarım giden her şeyin ardından... İçimdeki Tanrı’yı, içimdeki aşkı, soluksuz, kimsesiz bırakarak, koşarak giderim her şeyin ardından... Kendimi hatırlamamak için, her anımı, her dakikamı tıka basa, bu hayatla doldururum... İçimdeki aşkı, içimdeki susuzluğu unutabilmek için, bir projeye, bir yaz-boz tahtasına dönüştürürüm kendimi... Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım... Herkesle ve her yerde olmak için, her yere bir an önce yetişmek için, kendime bana ait olmayan bir kalp, bir yüz alıp kimsenin bilmediği, uğramadığı bir boşluğa yerleşirim... Herkes ve her şey olmak için, beni çağırdıkları her yerde olmak için, bu boşlukta yaşadığım kimsesizlik, bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar, bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim, bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır... Bana Tanrı’sız ömrümü, yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır... Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi... Verdiğim sözleri, ettiğim yeminleri... Atarım kendimi herkesin ortasına... Gözlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne... Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya... O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerim... Öç alırcasına kendimden... Dökerim her şeyi ortaya... Herkesin kendinden kurtulmak için, kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için... Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir, böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakamaz... Herkes bir an önce, eksik ve yanlış da olsa, bir gece önceki ömrüne dönmek ister... Herkes, susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister...
Bunları bilince, bunları hissederek yaşayınca, kimseye kızamıyor insan. Öfke, dönüp dolaşıp geliyor, yine içte patlıyor... İçimde patlıyor... Çünkü kime kızıp kimi lanetlesem, en sonunda onu içimde buluyorum... Suçladığım herkeste, biraz ben varım... Kimi yargılasam, elimde kanı var... Kime bağlansam, onda haksızlık ettiğim ömrüm, susuz bıraktığım Tanrım var... Kime koşup sarılsam, onda kolları bağlı erdemim var... Başkalarını yargıladıkça, kendisini tutsak eden, başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var... Oysa ne yapsam, o yurtsuz gecem, susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz... Sorar hesabını... Defalarca gelip geçerek ömrümden, kimlerdi, diye sorar o kanayan yüz bana; kimdi, bütün gece onca yargıladıkların... İtildiğin ve sığındığın hüzünden tek bir yanıt çıkar, tek bir ses... O sesler, o bütün gece yargıladıkların, aslında sensindir... Bilirsin ki o ıssız gecede, bunu sana söyleyen senin sesindir... Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur... İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi, içinde öyle kimsesiz, öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir... Ne olur, sus ve öfkelenme der, bu ses bana... Boyun eğ, bu sese... Kabullen onu... Bir kez olsun, kendi sesinin önünde eğil, der... Bir kez olsun, kulak ver ona... Kulak ver ona, onun neleri yitirdiğini, neleri sonsuza dek kaybettiğini, bir kez olsun onun ağzından duy... Yüzünden akan kanı olsun öp... Sadece gözyaşı değil onlar, dokun onlara, dokun kendi kanına, yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın... Orada, bütün yargıladıkların var... Orada, reddettiğin bütün ömrün var... Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa, hepsi kanında saklı... Seni terk edip ihmal edenler, seni bir türlü anlamak istemeyenler, seni yargılayıp dışında bırakanlar, orada... Orada, seni deliler gibi sevseler de senin içine bir türlü giremeyenler... Ne olur, bir kez olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır!.. Ne olur, bir kez olsun anla, ömründen daha uzağa gidemezsin!.. Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin... Ne olur, anla, onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin!.. Ne olur, bir kez olsun anla, yaranı yok sayarak hiçbir yere gidemezsin!..
Yaşamak ne ki hem kendini, hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil mi?.. Yaşamak, yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?.. Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi?.. Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?..
Bu hayatın ne yengisi, ne yenilgisi teselli etti beni... Ne zaman kazandım, ne zaman artık kurtuldum, desem, daha derin bir boşluk açıldı önüme... Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola, kazandıkça kaybettim, yükseldikçe alçaldım... Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmış ki ne zaman aşkın bir güzellik görsem, ertelediğim hayatım gelirdi aklıma... İçimdeki erdemi, suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü...
Çünkü ne zaman kirli, inançsız bir gece yaşasam, anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam, çok uzaktan, çok eski bir duygu, bana rağmen, bana inat, yanımdan geçip giderdi... Kimi sevsem, hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı... Kimi anlamaya çalışsam, hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme... Kime elimi uzatsam, o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim?.. Kime sarılsam, verip de tutmadığım sözler çıkardı karşıma...
İnsan, her sabah doğan güneşten utanır. İnsan, er ya da geç gelen mevsimlerden utanır...
İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrısı’ndan utanır...
İnsan, bunca işarete, bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerlerden utanır...
İnsan, yanan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır...
Londra'dan Brighton'a Günübirlik
-
Londra merkezli günübirlik bir ziyaret daha. İstikamet, Londra'dan trenle
50 dk. sürecek bir yolculukla ulaşılabilen İngiltere'nin Güney Doğusu'nda,
Manş D...
İNSANDAKİ KAİNAT
-
“O, kâinatların bütün özünü sizde topladı.” “Siz her biriniz birer kâinat
olan damla idiniz.” “Kendinize dönüp, kendi içinizdeki kâinatı tanıyınız.
Ondan s...
İçli köfte:
-
İçli köfte:
Bu nefis ve alıştığım usul yaptığımız İçli Köfte tarifini bloğumda birkaç
defa vermiştim.
Bu defa kızım bana süpriz yapıp bu videoyu hazırl...
Nohutlu Arpa Şehriye Salatası
-
Bazen #portakalagacistudyosu nda pastalar ya da börekler çekiyorsak yemek
saati için “hadi hızlıca bir salata yapalım” deyip dolapları karıştırmaya
başlıyo...
Kur'an
-
Kur'an hem zikirdir,
hem fikirdir,
hem hikmettir
hem ilimdir,
hem hakikattir,
hem şeriattır,
hem sadırlara şifa,
mü'minlere hüda ve rahmettir.
Mes...
özgür aşk
-
Şimdi kasırga zamanıdır dedi kadın. Rüzgarın şiddeti öyle korkunç boyutlara
ulaşır ki, buraların yer çekimsiz bir uzay boşluğu olduğuna inanı...
DİKKAT, SAĞLIĞA YARARLIDIR!
-
Çiğ beslenmeciler arasına katılalı beri rengarenk salatalar yapıyorum. Siz
bilmiyorsunuz tabii, buraya yazmadım ki hiç birini. Olabildiğince çiğ
olarak tük...
RUŞEYMLİ TAM BUĞDAY EKMEĞİ
-
Bebeğim 10 aylık oldu ve artık Ruşeym kullanmaya başladım. Bu yıl zaten
ekmeklerimi hep kendim yapıyorum. Ekmek makinam yok fırınım bu işi görüyor
ve ne...
RAYLAR BOYUNCA MENDİLİMDE KAN SESLERİ
-
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
Istasyonlari dolasirdik bir bir
O zamanlar Malatya kokardi istasyonlar
Nazilli kokardi
Ve yağmurda...
-
Parça neyin parçasıdır?BütününPeki bütünde olan özelliklerin tamamı onda
varmıdırEvetPeki evet ise parça niye sadece parça olarak kalır da sonunda
paçavray...
Ben seni unutmadım ki...
-
Çookkk ama çookkk zaman geçti... Gelemedim... İstedim ama olmadı.
Önceliklerim vardı ve halandır bu geçerli. Bu zaman zarfında sen ama hep
aklımdaydın. Uğ...
Esselamu aleyküüümmm...
-
Ve aleyküm selam diye de kendi selamımı alıyorum,olur ya almadan geçenler
olursa diye:)
Uzun bir zamandan sonra klavye başına geçmek benim için biraz zor a...
yağmur
-
desenler çiziyordum o günler defterime
akkuğular, cerenler.
sesini dinler gibi dinliyordum
gecenin sessizliğini,
ağlayan salkımsöğütleri.
kartaca yanıyordu...
İHTİMAL
-
İhtimaller çok. Ve ne çok düşünür insanın beyni böyle zamanlarda. Aklın
sınırlarını zorlayıp durur sürekli. Kimi düşe yakın, kimi gerçeğe, yeni
yeni fiki...
Şükür Dansı..
-
Dün , İstanbul'dan dönüşümüz tam akşam ezanı vaktine denk geldi.Çoban
Mustafa Paşa Camii yanından geçiyorduk ve yine kuşların gösterisi
başlamıştı.Çekild...
HEDİYEMİ DÜN KARGOYA VERDİM MERAK EDENLER YOKMU?
-
Sevgili Deryayla arkadaşımızın düzenlediği hediyeleşme etkinliğinde yapılan
çekiliş sonucu bana çıkan çıkan değerli arkadaşımıza hazırladığım panoyu
payl...
RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...
-
*RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...*
*♥♥♥♥ TÜM GÖNÜL DOSTLARIMIZIN, BLOG SAYFALARINDAN YEMEK VE GEZİ
PAYLAŞIMININ VEFALI ARKADAŞLARIMIZIN, MÜBAREK RAMAZAN B...
İNSANLIK DERSİ!
-
Drogheda kasabasını duydunuz mu?ben duymamıştım ama İrlanda nın Drogheda
futbol takımının ablemi dikkatimi çekti ablemde hilal ve yıldız vardı ve
böylece ...
Bir Anlık Gaflet için 30 Yıl
-
Çağ-çağ barajı (Nusaybin) Büyük tasavvuf alimlerinden ve vefat ettikten
sonra da yeryüzünde tasarrufu devam eden dört büyük evliyaullahtan birisi
olan Ma’r...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder