16.10.2007
İstanbul’ da anlatılacak birkaç olay var yaşadığım…Şimdi bir haftalığına gurbetimdeyim yine…
Dün 22 yıldır ilk kez; bineceğim uçağı kaçırdım yetişemedim biliyor musunuz?
Kendimi komik duruma düşmüş gibi hissettim, acemi gibi, hiç deneyimi yokmuş gibi...Dalga da geçtim hattâ kendimle, bir güzel...
Anladım ki İstanbul’da biraz daha erkenci olmak gerekiyormuş sona kalandan hayır gelmiyormuş.
Neyse, olan oldu bir kez…Ben de bir sonraki uçağa bilet aldım başka bir firmadan birkaç saat de alanda oyalandım ve bu kez uçmayı başarabildim şükür…
Her işte bir hayır vardır derim hep, mutlaka bunda da bir hayır vardı, çok üzüldüm desem yalan olur.
Şimdi ilgili kıssaları anlatmaya kalkarsam, vaktim elvermeyebilir.Devam edeyim olaylara…
Alanda beklerken fakülteden bir arkadaşım aradı, gideceğim ildeymiş, görüşebilir miyiz diye sordu. Olmadı tabii, benim uçuşum uzadı, onun dönmesi gerekti.
Birkaç arkadaşla ilgili havadisler verdi. Birisi vefat etmiş, etkileniyor insan…
Tel no larını aldım.Birine ulaşabildim dün aradığımda..
Grubumuzda askeri öğrenci bir arkadaşımız vardı.Doktora yapmış, bir anabilim dalının başkanı olmuş.Kurmay albay olmuş bu arada…
Görevli olarak bu ay sonuna doğru bulunduğum ile gelecekmiş, orada olursan görüşmek isterim dedi, muhtemelen o kadar kalmayacağım burada.
Eski arkadaşlarımdan bazılarını bulup görüşmek isterim ama…Aklımda inş.
Akşam saatleriydi buraya ulaştığımda… Aynen, giderken vedalaştığım gibi, tek tek gözden geçirdim evleri, doğayı, etrafta olanları…
Duygularımı merak ediyordum, ne hissedecektim bunca yılımı geçirdiğim ile, bir veda sonrası, başka bir konuma yerleştirmişken onu,iş nedeniyle de olsa geri döndüğümde…
Buruk duygular, acı ve hüzün daha baskın olarak hissettirdiler kendilerini…
İsimlendiremediğim, tam olarak tanımlayamadığım duygular…Canımın yandığını hissettim sadece ve silmiş olarak misafircesine baktım pek çok şeye, benimsemiyorum artık..
Yağmur yağıyordu, ağır usul, etkili…Ortalık karanlığın ve yağışın etkisiyle bir flu görüntüdeydi.Deniz seçilemiyordu.
Hava soğuktu.Klimayı mı şömineyi mi yakma konusunda tereddüt ettim.Klima yeterince ısıtıyor, şömineyi, ateşin ortama kattığı sıcaklık duygusunu sevdiğimden yakmak istemiştim, vazgeçip klimayı çalıştırdım.
Ertesi sabah, üç ayrı yerden kahvaltıya çağrıldım.Birisi yan komşum,Hikâyesini önceden anlatmıştım.
Geç oldu, ara versem iyi olacak.Umarım sonra anlatırım devamını…
Dünden Bugüne-2
20.10.2007
Yine günler geçmiş...Yine duygular dillendirilemeden bayatlamışlar sanki, biraz öyle hissediyorum sıcağı sıcağına aktaramayınca yaşadıklarımı...Ânın o sihirli tınısı kaçıvermiş gibi, geride dudak bükmüş bir minik çocuk edâsıyla kalakalıyorum olduğum yerde...
Evet, ilk akşamdan başlıyayım, geldiğim ilk akşamdan...
Yağmur yağıyordu usuldan, havada bir içe işler serinlik...
eve yaklaştığımda Müjgân nine geldi aklıma... Oğlunun, oturup güneşlenmesi, hava alması için yaptığı ahşap bank, tek göz odalı evinin önünde.
Dedim ya, burası şehir içinde bir kırsal alan, şehrin akciğerlerinden...
Siteye birkaç yüz metre mesafede apartmanlar ve bizimkilerden daha ufak daha içiçe konumlanmış villalar...
Müjgân nine, bu apartmanlardan birinin altında otururdu. Görmüş- geçirmiş, aklı başında bir hanımdı. Sonradan işleri kötülemiş ve bir zengin ailenin yanında çalışmış, çocuklarını büyütmüş yıllarca.. Çok kez raslamışımdır büyüttüğü çocukların onu ziyaretlerine, yanında oturmalarına...
Ben de gelip- geçerken uğrardım yanına, otururdum konuşur- halleşirdim onunla... Dinleyip, anladığım konularda bir kaç söz söylemeye çalışırdım.Dahası sarılırdım, öperdim yanaklarından, ellerini tutar öperdim kimi kez...
Çok seviyorum seni, çok... Derdi bana. Kızım gibi!...
Yağmur bir kaç damla gözyaşı oldu hâtırasına akıveren, dökülüveren...
Ağaçlar, yeşillikler, sokak lâmbalarının loş aydınlığında yer yer gölgelerle düşüveriyorlardı zemine...
Bense, hani,dizilerde, filmlerde ruhu bedeninden ayrılıp, bir gölge halinde uzaktan cismini inceleyen bir beden gibiyim.Öylesine buruk, ne hissedeceğini bilemez, kırık, hüzünlü, ama uzak, uzak!...
Yalnızca bir tanıdığı aradım ertesi sabah.. İki komşumsa geldiğimi görüp, kahvaltıya çağırdılar.
İlk kahvaltımı tanıdığım ve benden yaşça küçük olan ama sevdiğim tanıdığım/ arkadaş-kardeşimde yaptım.
Çok özledim seni, burada olduğun zamankinden de çok, diyordu kahvaltıda.. Burada olduğunu bildiğim zamandan çok farklı hissettim yokluğunu...
Ertesi sabah akciğerinden hasta olan ve hastalığı böbreğe metastaz (sıçrama) yapmış olan komşumlardaydım.
Onlara, bir farklı soluk getirme çabası içerisindeyim elimden geldiğince.Bilirim zordur böylesi dönemler ve çok dikkatlice ama ümit ve moral ışıklarıyla donatılmak gerektirir konuşmalar, hal- tavırlar, yapmacıksız da olmalıdır aynı zamanda...
Herkes çok üzgün gidişinizden dediler onlar da, isim vererek...
Tekrar dönecek misiniz? Temelli olarak geri dönecek misiniz?
Bu soru..Ah, bu soru... Tutamadım kendimi, önce bir duraksadım, yüz ifadem ciddileşti, belki acı karıştı çizgilerine ifademin...
'Zor bir soru' dedim, sessizliğin ardından, güçlükle... Konuşmamam gerekiyordu, o anda çekip gitmem... Yapamadım.
Yine yaşlarla gölgelendi gözlerim, tutmaya çalışıyorum, hayır ağlamamalıyım, hayır!...
Sesim titriyor kendimi kasmaktan, bir yandan gülüyorum, hayır hayır diyorum; ağlamak hiç yakışır mı bana, ne ayıp!.. Olacak şey mi bu?
Geçti, geçti bile bakın.. : ))
İçimden kızıyorum, hem nasıl kızıyorum kendime. Ne bu yaptığın şimdi, aşk olsun, tam yeriydi burası bu duygu tezahürünün!...
Ne mutlu, ağlayabiliyorsun diyor komşumuz; ben ağlayamıyorum!!!
Beynimden vuruluyorum bu sözle.. Hayat, ne yaptın canım ya?
Yüzü sarı, sapsarı... Yine kan değerleri düşük demek. İki aylık ömrü kaldığından söz etmişler Çin' de -tedavi için gitmişlerdi- gün sayıyor.
Sigarayı bırakmıyor, inatla bırakmıyor.
Kendimi toparlayıp, durumu idare edecek bir kaç söz söylemeye çalışıyorum ya, ne söylediğim bile hatrımda değil şu anda...
Çok şeyler oldu yine, bu akşamlık da bu kadar, dedim ya eczanede yazamıyorum, evde int. -bilgisayar - yok şu anda. İkisi de İstanbul' da...
Çiçeklerimden köpeğimize anlatılacak şeyler var yine...Öyle çok duygu...
Yazmazsam boğulacakmışım gibi hissediyorum.
Bu son iki günde ise inanılmaz şeyler yaşadım, anlatamam ki, anlatmalı mıyım bir aşk sarhoşluğumu, ama ne aşk...
AŞKLARIN EN GÜZELİ!!! EN GERÇEĞİ!!!
Dün akşam, dün bütün gün sarhoş gibiydim ve hâlâ da öyleyim. Önce sormalıyım bilenlere, bu yaşadıklarımı anlatmalı mıyım, yoksa tılsımı bozulur mu o zaman?
İşte duygularım:
Aşk
Evinin seni içine sıgdıramayacak kadar dar oldugunu
fark edeceksin...
Sokaga firlayacaksın...
Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunun yüregine dar geldigi gibi...
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl
gökyüzü...
Kendini tasıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir
yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin...
Birileri sana bir seyler anlatacak durmadan...
"Önemli olan saglık."
"Yasamak güzel."
"Bos ver, her sey unutulur."
Sen hiçbirini duymayacaksın...
Göz yaslarından etrafı göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az
sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok
seveceksin...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet
kopacakmıs" deseler basını
kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
Ikisi de yetmeyecek...
Geçmişi düşüneceksin...
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtigin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittigin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksın...
Biri sana içindeki acıyı söküp atabilecegini
söylese,kaçacaksın...
Aslında kurtulmak istedigin halde, o acıyı
yasamak için direneceksin...
Hayatının geri kalanını onu düsünerek geçirmek
isteyeceksin....
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
Hiçbir sey oyalamayacak seni...
Ilaçlara sıgınacaksın...
Birkaç saat kafani bulandiran ama asla onu
unutturmayan.
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından
seyrettiren...
Bütün sarkılar sizin için yazılmıs gibi
gelecek... Bogazın dügümlenecek,
dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay
olacak...
Sabahı iple çekeceksin...
Bazen de "Hiç günes dogmasa" diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne
çıkana sarılmak isteyeceksin
Nafile...
Düsüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istedigin...
Her sıçrayarak uyandıgında onun adını söyledigini
fark edeceksin...
Telefonun çalmasını bekleyeceksin...
Aramayacagını bile bile...
Her çaldıgında yüregin agzina gelecek...
Aglamaklı konusacaksın arayanlarla...
Yüregin burkulacak...
Canın yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir sey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp
tutusacaksın...
Defalarca aradıgi günlerin kıymetini bilmedigin
için nefret edeceksin...
Yasadıgın sehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir anının olmadigi bir yerlere gidip
yerlesmek...
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karsılasma umudu...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
Gel gitler içinde yasayacaksın...
Buna yasamak denirse...
Razı mısın bütün bunlara...?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde aşık olabilirsin
Can Dündar
......sürecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder