30 Eylül 2008 Salı

Bayramınız Mubarek Olsun...

Hayat , her zaman yogun.
d43e04.gif
Zaman ,
her zaman az...
d43ed0.gif
Her saniye,
daima hizli gecer.
d43eed.gif
Fakat ,
en iyi dileklerimiz her zaman sizinle...





Hayatin kiymetini bilen herkese; sevdikleriniz ve sevenlerinizle birlikte saglikli, neseli, sevincli, mutlu, huzurlu daha nice bayramlara kavusmanizi dilerim..
Her sey gonlunuzce olsun...

Bayraminiz Kutlu Olsun..

Alıntı:ALI RIZA ATAER

Sel-CAN'ımın Bayram Maili...Teşekkürler CAN'ım...

HER GÜN BAYRAM

Zamanla anlıyor insan:

3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram...

Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar,

kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.

Slaytı kendi akışında ve sesli izleyiniz.





Nefes almak bayramdır mesela;

günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;

sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp

"Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.





Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek,

bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı,

kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.


Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş

bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

Vuslat da bayramdır öte yandan...

Endişe içinde beklediğinden mektup almak,

telefonda ansızın sesini duymak,

deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.





En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun

köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine

sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını

çalabilmek bayramdır.


Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye,

saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım"

sözü bayramdır.

Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...





Yeni bir sözcük öğrenmek,

bir tünelin sonuna gelmek,

müzmin bir işin kapısını çarpıp

uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.

Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.


Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.





Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi,

akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi,

sevdalı bir elin tende gezmesi,

nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.


Sonrasında gelen ilk diş bayramdır,

ilk söz bayram, ilk adım,

ilk yazı, ilk karne bayram...





Güne gülümseyerek başlamak bayramdır.


"
İyi ki yanımdasın" bayram,

"Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...





Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.

Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...





Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz

her gününüz bayram olur.

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.





Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.

Her gününüz bayram olsun!

Can Dündar

29 Eylül 2008 Pazartesi

Mevlanada Sevgi : Hamdım, piştim, yandım



1. Cömertlik veya yardım etmede akarsu gibi ol!
2. Şefkat ve merhamette, güneş gibi ol!
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol!
4. Hiddet ve asabiyette,ölü gibi ol!
5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol!
6. Hoşgörülükte deniz gibi ol!
7. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!

Mevlana’nın dediği gibi “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” düşüncesi sevginin en belirgin özelliğidir.

Mevlana’nın büyük bir hayranlıkla okuduğunuz bu yedi öğüdü,gerçek dostluğa, gerçek barışa, gerçek sevgiye bir davetiyedir.

Sevgi konusunu, gerek öz, gerekse biçim bakımından en güzel dile getiren düşünürlerden biri, belki de birincisi, Mevlana’dır.

Mevlana için sevgisiz insan, kanatsız bir kuş gibidir. Sevgi, insanı insan yapan, hırstan, kibirden, bencillikten kurtarabilen biricik ilaçtır.

Yaşamanın asıl amacının sevgiye ulaşmak olduğunu Mevlana şu dizelerle dile getiriyor: Seviyoruz; Yaşamımızın iyiliği bu yüzden İnanıyoruz; Yaşamımızın güzelliği bu yüzden. Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil. Diyen Mevlâna, bu yüce duyguya verdiği değeri dile getiriyor.

Mevlana, sözlerinde sevgiyi, dostluğu ve kardeşliği gündeme getirmiş, alçak gönüllüğü, hoşgörülü olmayı, başkalarına yardım etmeyi, paylaşmayı, insanların dürüst olmaları gerektiğini, karşılıksız yardımı öğütlemiştir. İnsanların dış görünümüne göre karar verilmemesini, iç dünyasının güzelliğinin fark edilmesini vurgulamıştır. İnsan kusurunu ortaya dökmek yerine, kendisinde saklaması gerektiğini söylemiştir.

Mevlana’nın şu sözlerini de duymayanımız yok gibidir. “Nice insanlar gördüm,üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm,içinde insan yok.”

Şefkatli ve merhametli davranılması gerektiğini, imkan dahilinde elinden geldiğince yardım edilmesini, hiddet ve şiddete yer verilmemesini, insanın şiddet duygularını kontrol altına almasını, hoşgörülü olmasını tavsiye etmiştir.

Mevlana, sadece halka mesaj vermemiş, zamanın devlet yöneticilerini de yazıları ile uyarmak istemiştir. Bu konuda da şunları yazmıştır.”Balık baştan kokar!.. Yöneticilerin huyu halkına da tesir eder... Yönetici bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı su boruları gibidir. Eğer havuzdaki su pis olursa, borulardan da aynı bu su akar. Sen bu sözün mânasına dal, adamakıllı dikkat et, iyice düşün bakalım!.."

Ne ekerseniz onu biçersiniz. Tasavvufa göre dünya bir aynalar evrenidir. Siz kendinizde dürüstlüğü ve samimiyeti yaşarsanız size diğer insanlardan gelen yansımalarda dürüstlük ve samimiyet olacaktır. Ayna size, sizden başkasını gösteremez.

Bütün mesele insanoğlunun dürüst olmamasından kaynaklanır. Çünkü insan kutsal kitaplarda anlatılan nefsinin etkisi altındadır ve uyumaktadır. Nefs insanı hayatı boyu çıkmaz sokakların karanlıklarında dolaştıran, acıyla kederle mücadeleyle, düşmanlıkla, nefretle, kinle beslenen, ayıran, bölen bir benlikler topluluğudur. İsteklerinin ardı arkası gelmez. Bütün dünyayı verseniz yine de mutlu olmaz.

Kendiniz olmanın temel şartı da dürüst olmaktır. Dürüstlük insan olmanın en büyük erdemidir.

Yaşadığımız yüzyılda herkes, her şeyi kendi gözlüklerinin ardından ve kendi egosal dürüstlüğüne göre değerlendirmekte ve dürüstlük kendi çıkarlarımıza ve arzularımızın tatmin edilmesine uygun olarak şekil değiştirmektedir. Ve bin bir kılığa girmekte. Neden, nasıl dürüst olmamız gerektiği ise çoktan unutulmuş durumdadır. Gerçek insan olmak için, İnsanoğlu olmak için dürüst olmalıyız.

Aşk ve sevgi anlatılamaz olandır. Tanımlanamaz olandır. Yaşanması gerekir. Hissedilmesi gerekir. Sevgi Ruhun Duruşudur.

Mevlana der ki: "Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, Diken düşünürsen, dikenlik olursun."

Ne düşünürseniz O’sunuz.

Binlerce yıldır yeryüzünde süregelen şiddetin, acımasızlığın, sefilliğin, savaşların ve her birimizin kalabalıklar içinde yalnız olmamızın ve bu dünyada artık gidecek bir yer bulamamızın nedeni sevgiden ayrılmamızdır.

Birbirimizi, insan kardeşlerimizi sevmeyi unuttuk. Yaşamın gerçek özünü ve manasını unuttuk.

Mevlana der ki "Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi yüzünden padişah kul kesilir.

Mevlana’nın şu dörtlüğü de sevginin evrensel olması gerektiği konusunda iyi bir mesaj olsa gerek.

Gelsin,varlık namına ne varsa gelsin,
Kafiri, putperesti,mecuzisi gelsin
Yoktur dergahımızda umutsuzluk
Tövbesini bin kere bozan da gelsin.

Çünkü hepimiz Mevlana’nın dediği gibi İlahi güzelliğin aynasıyız.

Mevlana’nın insanı gönül dergahına sevgiye çağırışında ki aşk öyle bir aşktır ki, ham iken pişmeyi ve yanmayı gerektirir.

Sevgiyi,aşkı bilmeyen gönül hamdır. Aşk ateştir. Eriyiştir. Erimek, şimdiye kadar bildiğimiz her şeye ölmek demektir. Yeni olmak,yenilenmek, yeniden doğmak demektir.

Sevgi, bütün insanlığı ve evreni sevmektir. Sevgi olayında, başka insanların düşüncelerine, inançlarına gelenek ve göreneklerine, yaşam biçimlerine saygılı olunması gereklidir. Samimiyet ise sevgi yoğunluğu ve dağılımı olan bir toplumda, içtenliğin yaygın hale gelmesidir. Bunların doğal bir sonucu olan toplum, içten bir bağlılık içerisinde olacak ve güçlü bir dostluk zinciri tesis edebilecektir. Bu aşama çıkarsız bir beraberliğin ve dayanışmanın son halkasıdır.

Mevlana “Ben ayırmak için değil birleştirmek için geldim“ diyor. “Beri gel, beri gel daha da beri gel ama sevgiyle gel“ diyor. İşte bu durum koşulsuz, evrensel ve tüm insanları kucaklayan bir sevgidir.

Bu sevgi için Mevlana şöyle diyor:
Aşk Geldi , damarımda derimde Kan kesildi .Beni kendimden aldı sevgiyle doldurdu. Asl olan sevmedir. İnsan mayasındaki bu duyguyu arıtmalı ve ayıklamalıdır. Bedenimiz tıpkı bir arı kovanı gibidir. Bu kovanın balı ve mumu da ilahi aşk’tır. İşte sevginin insana egemen olması evrensel barışı da, dünya kardeşliğini de yaratacaktır. Dostluğun da, barışın da temeli sevgidir. Her şeyi ve her yaratığı sevmek ruhu olgunlaştırır, insana huzur verir.

Mevlana yüzyıllar öncesinden "Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır" der ve savaşı, çocukların kavgasına benzeterek; hepsinin de anlamsız ve saçma olduğunu söyler. Savaş yeryüzüne ve yüreklerimize kederden acıdan ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir. İnsanlığın kendini bilmekten, bildikten sonra değişmekten başka çaresi yoktur. Ve dünyamızın barışa, huzura ve sevgiye ihtiyacı var. Yani her birinizin içindeki sevgiyi açığa çıkarmanıza ihtiyacı var.

Siz sevgi olduğunuzda nihayet insan kardeşlerinizle insan tadında huzur içinde bu dünyada yaşayabilirsiniz. Ve yaşadığınız gezegenin, gezegen üzerinde var olan her bir canlının, cansızın değerini bilirsiniz. Çünkü siz her şey ile dengedesinizdir. Her şey siz olan bütünün eksiksiz bir parçasıdır.

Mevlana gibi herkesi ve her şeyi kabul edebilecek ve bağışlayabilecek, hoş görebilecekseniz, Evren kadar geniş bir yüreğe sahip olursunuz.

Hatırlanması gereken şey ise insanın sevgi olduğu ve sevginin her şeyin çaresi olduğudur.

Bu konuda Mevlana şöyle der:
Senin canının içinde bir can var, o canı ara!
Senin dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!

Gelmiş geçmiş onca düşünür, sayısız veli ve Hak aşığı içinde Mevlana kadar insanı yücelten ve insanın Allah katında ne kadar yüce bir varlık olduğundan bu kadar açık bahseden biri daha olmamıştır.

Sevgiyi ve aşkı onun kadar derin anlatan ve tüm insanlığa armağan eden başka birine daha rastlamak mümkün değildir.

Mevlana baştan aşağı bir tevazu abidesi ve sadece yaşadığı devrin değil tüm devirlerin aydınlık ışığıdır. Tüm insanlığın düşünen başı, duyan gönlü olan Mevlana’nın yolu sevgi ve barıştır.
Mevlana’ya göre sevgi "İnsanı hayata bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak merdiven"dir.

Allah ve insan sevgisi ile yanıp kavrulan Mevlana, son nefesine kadar insanın etrafına faydalı olmasını ve hizmet etmesini ister.

Bu konuda şöyle seslenir: "Bir mum dahi eriyip gideceğini bildiği halde etrafına ışık saçmaktan geri durmaz, ey insan sen ki Yaradanın kudretiyle dopdolu iken neden geri durasın?"
Mevlana’nın ağzından çıkan her sözü ve davranışı birlik, kardeşlik ile doludur. Seslenişi bütün insanlara ve insanlığadır.

Mevlana insanların arasındaki dayanışmaya çok büyük önem verir ve yardımlaşmanın ancak olgun insanlarda görülen güzel bir davranış olduğunu açıklarken: “Eğer insan birbirine yardım etmiyor, birbirinin mutluluğunu istemiyorsa ve olgun değilse o insan değildir,” diyor.

Mevlana en büyük işlerden en küçük ayrıntıya kadar her hususta başkalarını düşünen, kayıran, severken aynı zamanda insanların gönüllerini tamir eden, insanlardaki ıstırapları yumuşatan, fenalıkları eriten, ihtirasları, kirleri yok edip temizleyen gönüller sultanıydı.

Mevlana’ya göre mala ve mülke tapanların dostluğu dünyevidir.

Ona göre dostluğun şartı kendini dostuna feda etmek, dost için icabında kendini kavgalara atmaktır. Mevlana sevdiklerini herşeyi ile severdi. O'nun sevgi anlayışı basit maddi çıkarlarla kuşatılmış menfi aldatmacalar değil, mert gönüllerin coşkusu ve karşılıksız sevgiydi.

Her şeyin ilacının sevgi olduğunu söylerken şöyle diyor: “Sevgiden bakırlar altın kesilir,dertler sevgiye derman olur ve ölüler sevgiden dirilir.”

Hayatı, sevginin müşahhaslaştığı bir şâheser olmuş olan Mevlana, sevgiye, üstün ve yüceltici bir değer atfederken, ayrıca, ona, en üst dereceden dönüştürme gücü ve kudretini de nispet etmektedir.

Yaşadığı sürece insanı olgunlaştırıp kâmil yapan sevgiyi, insanlık sevgisini esas tutan Mevlana, hudutsuz tolerans ile iyiliği, hayrı, sabrı, sakinliği, hazımlı olmayı, şiddet ve öfkeye esir olmamayı, merhamet ve affetmeyi öğreten Mesnevi'sinde şöyle sesleniyor: ”Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bulanık sular arı duru hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Padişahlar kul olur.”

Mevlana hayat sevgisini ve o muhteşem aşkı ölümsüzlük manasıyla yoğurup, kendinden sonraki nesillere bir iksir hassasiyetiyle içinde sunan bir gönül eridir. İnsanlar üzüntülerine dermanı onda bulmuş, fazilet ve hakikati onun sözlerinde aramıştır. O, inanç ve sevgi olmuştur.

Mevlana’nın bu sevgisi sabah rüzgârı kadar serin, dosttan ayrı kalmış gönüllere arkadaş olacak kadar yücedir. Mevlana’nın görüşünde aşk duyulan ve insanı var eden sevgili Hakk'ın kendisidir.
Mevlana’daki insan sevgisinin temelinde ‘aşk’ın çok önemli bir yeri vardır. O, ‘aşk’ın mahiyetini ve insan hayatındaki yerini dikkatli bir şekilde açıklar. Ona göre, insanın Sonsuz Olan’la irtibat kurabilmesi ancak aşk ile olur.

Mevlana’da aşk, hayatın aslıdır, özüdür; kâinatın yaratılış gayesidir.

Mevlana, Mesnevî’de “İlâhî takdirin insanlar arasında aşkı yarattığını” söyler. Ona göre aşk olmasaydı, yaratma da olmazdı. Hayatın bir safhadan ötekine yükseltilmesine ve cansızdan canlının çıkarılmasına hep aşk vesile olmuştur. Aşk, yaratılışın, büyümenin ve gelişmenin ana prensibidir.

Mevlana’ya göre, insanın ideal mahiyetini bulan ve onun idrakinde olan kişi hem “âşık” hem de “mâşuk”, yani hem Allah’ı seven hem de Allah’ın sevdiği kişi olur. Mevlana burada âdeta bir “aşk felsefesi” yapar. Kamil insan bu aşkı bütün benliğinde bulan ve yaşayan kişidir. Dolayısıyla insan kendi canında O’nu bulacak ve orada Gerçek Dostun’a kavuşacak bir varlıktır. O, bu hususu şöyle dile getirir: Her şeyi aramadıkça bulamazsın; Ancak bu Dost başka; O’nu bulmadan arayamazsın.

Mevlana, eserlerinde insanın faziletlerinden bahseder. İnsan ancak kendisindeki bu cevheri keşfettiği zaman insan olma vasfını taşır:

Canının içinde bir can var, o canı ara!
Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!
A yürüyüp giden sûfî, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara!

Mevlana’ya göre insanın en önemli görevi kimliğini bulması ve Allah’ın hakikatine vakıf olmasıdır. Ancak bu şekilde insanlık sıfatına layık olabileceğini söylerken şöyle diyor: ”Eğer sevgilini görmediysen, bulmadıysan neden aramıyorsun? Yok eğer bulduysan, neden coşmuyorsun?

Mevlana sadece kendi çağında değil, temsil ettiği geniş hoşgörü, neşe, umut meşalesiyle kendinden sonraki çağlara da ışık tutmuştur. O'nun fikirleri her çağda taze, yeni ve öncüdür. O Allah’ın bağışlayıcı ilhamı ile günah ve kusurları hoş görebilmiştir.

Mevlana, tüm olumsuzluklara rağmen içi sevgi ile dolu olan insanları bakınız, ne de güzel tasvir ediyor:

Diken içindeler,
Ama gül gibiler.
Hapisteler,
Ama şarap gibiler.
Balçık içindeler,
Ama gönül gibiler.
Gece içindeler,
Ama sabah gibiler.

Şöyle diyor Mevlana, “ Düşmanının Seni Sevmesini istiyorsan, kırk gün onun iyiliğini iste, sana karşı düzelecektir. Zira gönülden gönülle yol vardır”.

Bir cümleyle toplamaya çalışırsak, Sevmeyi başarabilen insanlar içtenlikle bir arada olabilecekler ve birbirlerine bağlı kalacaklardır.

Mevlana sevgiyi, aşkı kısaca şöyle anlatır. “Hamdım, Piştim, Yandım”.

Sosyolog –Yazar – Liderlik Uzmanı
Niyazi Altılar

27 Eylül 2008 Cumartesi

G'özüme Çarpanlar-8

Susmanın bir hükümranlığı vardır.

Sessizlik, ağırdır çünkü.Etrafında konuşan, ses çıkaran her şeyi kendiliğinden "hafif" kılar, ucuz.
Sessizlik karanlık bir delik gibidir.Merakı çağırır.


Merak, hayali davet eder; hayal, korkuları; korkular, diplerimize bir yerlerimize kilitlediğimiz suçluluk duygularını.

Böylece sessiz olana yönelir insanlar,gönüllü bir kölelik başlar yavaş yavaş.

Sessiz olanın hiçbir şey yapmasına gerek yoktur artık; sen kendi zavallılıklarının dalgalarıyla savrulursun kendi kendine.

Kendi kendine ettiğin zalimlikler, kendi kendine sorduğun ve cevapladığın sorular, kendini ezmelerin...

Esrarengiz kadınlar böyle perileşir, gizemli adamlar böyle prensleşir.

http://bayflower.blogcu.com

“E-Postama gelen metinden kısa bir alıntı”

26 Eylül 2008 Cuma

Dua-4...Başım Dönüyor hazdan... 'Sevgili' m İstanbul' da!... : ))


KADİR GECEMİZ MUBAREK OLSUN...

HAYAT

Dün,
hayat çemberinde düzensizce ürpererek dalgalanan bir zerre olduğumu hayâl ettim. Oysa bugün, kesinlikle biliyorum ki çember benim ve hayat bütünüyle düzenli zerreler halinde benim içimde hareket ediyor.
Halil Cibran
KUM VE KÖPÜK
Bu kıyılarda yürüyorum daima kumla köpük arasında. Yok edecek ayak izlerimi med-cezir Uçuracak köpüğü rüzgâr. Oysa var olacak deniz ve kıyı sonsuza kadar.
Halil Cibran
Gönül dedi"ben neyim ki bir damla sadece,
ben nerede... görmediğim denizler nerde."
Böyle diyen gönül kavuşunca denize
Baktı kendinden başka bir şey yok görünürde. Ö.Hayyam

* * *
Deliler gibiyim yine Allah' ım!... Mutluluktan başım dönüyor.İçimdeki 'zırdeli' çocuk, tüm yaramazlıkları ve bir o kadar saflığı- dupduruluğuyla sahnede!...
Ne güzel bir hava Yâ Rabb!...Kuşlar cıvıldaşıyor dışarıda, bir uçak sesi...
Yüreğimdeki kuş cıvıltıları ve kulaklarımdaki heyecan uğultusu, diğer sesleri gölgeler gibi yoğun.. çok yoğun!... Bugün, bir kurbağayı bile öpebilirim, hem de 'prens' olmasını beklemeksizin...
: ))

Güneş açık, ışınları süzülüyor odaya, pencerem de açık.. ellerim ve ayaklarımda bir üşüme hissi...Mevsim artık sonbahar...

Kuş-laaarrr!...
N'olurr, benim için de süzülün maviliklerde bugün..Yüreğimi alıp havalandırın semada, tazelensin bir kez, bir kez daha!...
Yok, olmayacak, anladım.aklım öylesine karışlar havadaki başımdan, geçmişten derlemeler yapamayacağım. Ona ait yazılarımı toparlamaya ve aktarmaya çalışacaktım oysa...Hadi, geçmişe dönelim. Kayıt altında değil, yalnızca zihnimde var olana...

* * *
Rüya.. Rüyada kalmıştık...
O gün, arkadaşımla buluşup, O'nu görmeye gittim.
Bu arada.. belirteyim, mızmız, mükemmelliyetçi mikrobun da tekiyimdir.Yapabileceğimin iyisini yapmaya çalışır, yapamazsam da olması gereken şeklini aklımda muhafaza eder, 'Şu an için elimden gelen bu kadarıydı' diyebilirim. Buna da şükür...Diyemediğim zamanlarki kendime sitemim, eleştirim felâket oluyordu çünkü...

Arayış..mânevi mükemmellik arayışı çekti beni kendine... Madde gerekli olabilir ancak koşulsuz mutluluk kaynağı değil!...
Mutluluk özümüzde, yeri geldiğinde başkaları için de yanabilmekte belki de...
Aradığım nitelikleri bu konulara vâkıf olanlara açtığımda:
'Bugünkü şartlarda aradığın gibisi yok artık, bulamzsın!..' diyorlardı.Kimin methini duysam (gördüklerim arasında; göremediklerimde inanıyorum ki çok 'güzel' ruhlar var hâlâ...) gördüğümdeki sonuç kocaman bir hayâl kırıklığı oluyordu. Değil..yok, bu da değil.. ı- ıh... : (
.............
O' nu ilk gördüğüm ân!...Rüya'm!... Ak sakallı dede...

O! Gördüğüm O!...Artık gözyaşlarımı tutamıyorum.
Anlatıyor- ağlıyor; ağlıyor- anlatıyorum!...Yanaklarım al-al olasıya, gönül çağlayanı durulasıya akıyor, çağlıyorum!... Arkadaşım şaşkın..arkadaşım konuşamıyor, tutulmuş... Hocam dinliyor, dinliyor..Öylesi güzel dualarda bulunuyor...
Alın yazın bu senin... diyor. 'Alın yazın!...'
Hoca'm.. 'Sevgili' m!... Yalnızca seninle kavuşturduğu için dahi olsa, bu alın yazısına minnettarım..bu yazgıyı yazana!... : )) .....................
Oradan ayrılırken gülümsemeyle karmakarışık ağlıyorum hâlâ... Arkadaşım şaşkın... Hiç tanımadığı bir 'Hayat' var karşısında.. 24 yıl önce tanıştığı ama 'hiç tanımadığı, bambaşka bir 'Hayat' ...Çok etkilenmiş..Bir şeyler söylüyor, burada yazmayacağım. Güzel şeyler...
'Hayat' diyor..'Ders alsaydın gelmişken..'
Ey-vaaah!.. Hiç aklıma gelmedi. Geri dönemem ki şimdi. Meşgûl, yeni programı, sıradaki dersleri ve konuşmaları var O' nun...
................
O gün bulutlardayım. Ne yaptığımı, nereye bastığımı bilmiyorum.araba yanımda değil, niye almadığımı da hatırlamıyorum şimdi.. İki vasıta kullanacağım dönüşte.. İlkinden inmeye yakın Gülenaz arıyor. Nasıl sıkıntılı.. Bense ateşi unuttum, gül bahçesinde sevgiliyle hemdemim..
Böylesi mutlu zamanlarımda cıvıldarım, konuşma değildir o anki hâlim!... İkinci araca binmiyor yarım saatten fazla Gülenaz' la konuşuyor , anlatıyor, anlatıyor, bir yandan da yürüyorum. Gülümsüyorum sürekli, insanlar deli mi derlermiş, kimin umrunda? : ))
.......................
'Can dostum'la bir konuşmamızı hatırlatmak isterim yine:
"-Bu aralar biliyorsun, biraz bıçak sırtında bir hayat sürdürüyorum, çok belirsizliklerim var..diyorum.Cevabı, şu şekilde oluyor:

-Allah cc, o bıçak sırtını sana çok geniş ve güzel bir sırat-ı müstakîme çevirsin.Biliyorsun, pehlivanın gücünü, pehlivanlığının derecesini, rakibinin kuvveti belirler.Yaşadığın zorluklar, sende olan gücü açığa çıkarmak içindir.Senin adını ben, 'kocayürek' koydum.Öylesine herkesi, her şeyi içine sığdıracak enginlikte bir yüreğin var.O yüreği daha da katlamak, güçlendirmek içindir yaşadıkların, inanıyorum ki...Evrende, bir şey varsa, onun karşıtı da var, karşıdaki durum seni daha çok belirliyor.Karanlığın şiddetinin derecesi, aydınlığın yakınlığının derecesini belirliyor örneğin..Karşıya takılmak, seni engellemesin, kendindeki potansiyeli ortaya çıkar.Karşıya takılmadan, kendi gücünün farkına var..Allah c.c.' ın isimleri hep tek taraflı, O, 'Kerîm'dir,'Rahim'dir....Hep O, tek O...Yalnızca VEDÛD ismiâzamı ÇİFT yönlüdür, öyle murad buyurmuştur.Hem O, bizi sever ve hem, biz O' nu severiz. Sevgi, çift yönlüdür.Eşler arasındaki muhabbet de öyle..

Ne olurdu, dedim; bu konuştuğun gibi yazabilseydin. Ne çok faydalanırdı, inanıyorum ki, insanlar...'
Senin ruhunun kemâlidir beni konuşturan', dedi, 'bu, seninle alâkalı bir şey, benden değil', 'senin ruhunun neye ihtiyâcı varsa, onu konuşuyorum, gelen sendendir, benden değil; beni konuşturan sensin'...
Şu ânda
, dedi, başımı göğsüne yaslamak isterdim, öylece kalmak..
Yanındayım, seninleyim, diye cevapladım.
Yasladım, diye cevapladı.

Onunla olan sevgimiz, teşbihte hatâ olmaz derler, Hz. Mevlâna ve Şems Hz.nin sevgisini hatırlatmıştır bana..Allah c.c. için birbirine vurgun iki ruh...Öylesine kabardı ki içim, taşmak üzereyim yine..Burada ara vereyim yazdıklarıma...Dostlar..Dost olabilen, DOST KALABİLENLER,O'nun için seven, O' nun için buğzedenler,Her ânlarında O'nu yaşayabilenler,SELÂM OLSUN SİZLERE, O' nun SELÂMıyla...Sevgiler, çok çoookkk...
Hayat Eylül
.........
demişiz... : )
Seni ilk gördüğüm andan itibaren etkilendim, ancak, sonrası daha bir yakınlaşma oldu.Paylaşım yok mu sevgili dost.. insanlar böylesi zamanlarda aşıyorlar mesafeleri..Yok oluyor uzaklıklar, benlik kalkıyor aradan, 'can' lık oluyor...
Aslında ilk bakışta farkedilecek birisi değilsin sen, dedim. ne var ki sende, bu kadar bağlandım?
-Büyüklerin, üzerimizdeki sevgisindendir.. dedi.Onların sevgisi, Allah c.c. ın sevgisidir.Sevgi, büyükten küçüğe akar.'
-O zaman, dedim. O'nu seviyorum derken, aslında O' mu beni seviyordur?
Cevap muhteşemdi:
-O sevmese, sen Sevemezsin!...
Hocama anlattım bu konuşmayı ve can alıcı soruyu sordum:
-Sizi seviyorum.. derken aslında siz mi beni seviyorsunuzdur?
-Muhakkak öyledir.. gibi bir onay cevabıydı sevindiren, aşk sarhoşu eden...
...........
O' na lâyık olmasını istiyorum her hâlimin, ama nerdeee? : ((
Nasibolur inşallah...
.............
İçimdeki bu eşsiz duygularla..
Kadir Gecemizin hayırlara vesile olmasını, iki cihanda sevgililerden olabilmemizi ve kalabilmemizi dilerim. Rabb sakınsın ve sakındırsın cümle şer ve şerlilerden.. Bilip bilmediğimiz bütün hayırlar ve güzelliklere de her iki cihanda nail eylesin.. Sev, sevdir, sevindir...Huzurunda huzur bulanlardan eyle YÂ RAB!... Cümlemizi...

ÂMİN

Hayyam'dan Rubailer

Ben, gönlü temiz insana kurban olayım
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım

25 Eylül 2008 Perşembe

G'özümden Katreler

Arife Sevinci

"biz çocukluğumuzu geçmiş zaman masallarının gerçekliğinde bırakıp geldik-Esat Selışık"

http://bayflower.blogcu.com

G'özüme Çarpanlar-7

Ramazan Sohbetleri

Hanımlar da,evin harem bölümünde ,kendi aralarında iftarlar tertiplerdi.Küçük çocuklarını da getiren hanımlar için oruçlar açılıp namazlar kılındıktan sonra eğlence faslı başlardı.Önce masallar anlatılır,sonra bilmeceler sorulur,sonra yüzük oyunu oynanırdı.Bu sohbetler,bazen sahur davulunun duyulmasına kadar sürer,davul sesi ile herkes evine dağılırdı.

Bir de sadrazam ve şeyhülislam konaklarında verilen iftarlar vardı.Burada bütün Ramazan boyunca büyük bir cömertlikle kapılar herkese,bilhassa fakir fukaraya açık olurdu.

Böyle konaklara bazen padişahın da habersiz iftara gittiği olmuştur.Ondokuzuncu Asır başlarında Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendinin Üsküdar,Doğancılar’daki konağına devrin Padişahı İkinci Mahmut,epey bir kalabalıkla iftara gelmişti.Dürrüzade ile iftar etmiş,bilhassa yemeklerin getirildiği zarif tabakları pek beğenmişti.Arkadan gelen hoşaf kaselerinde o zarafeti göremeyince,ev sahibi izah etmişti : Efendim,hoşafın tadı bozulmasın diye buzu içine atmıyorlar,buzdan yapılmış kaselere koyuyorlar mutfakta. “Ne zaman Dürrüzade’den bahis edilse,İkinci Mahmut, “Zarif adamdır” dermiş.”

Ramazan gecelerinde mahyalarda sadece yazı değil,gül,şebboy,kız kulesi,gemi resimleri görmek de mümkündü.Adeta ışıktan çizilen bu resimleri meydana getirmek büyük ustalık isterdi.Kadir ve arefe gecelerinde,minareler külahından şerefenin altına kadar aydınlatılır ve buna “minareye kaftan giydirmek” denilirdi.

Ramazan ayında Müslüman Türk ailesi büyük sahabe Eyup Sultan’ı mutlaka ziyaret ederdi.Bu ziyaretlere götürülen çocuklar,Eyüp’ün meşhur oyuncaklarından,kuş lokumlarından alınarak sevindirilirlerdi.

Osmanlıda Aile Hayatı
Halûk Sena Arı Sayfa : 77

G'özüme Çarpanlar-6

Ramazanlar İman Aşısı Yaparlar

Halit Fahri Ozansoy,çocukluğunun Ramazan’larını şöyle anlatıyor :

“Ramazan’a bir hafta kala Terazi sokağının iki numaralı evinde bir şenlik havası esmeye başlardı.Bir taraftan ev baştan aşağıya gıcır gıcır yıkanır,tencereler,sahanlar kalaycıya yollanır,çatal kaşık bıçaklar ovulur,sofra bezi ve peçeteler ütülenirdi”

Böyle hummalı bir şekilde Ramazan beklenirken,yüksek bir yerden hilali ilk gören bir gözcü,iki şahit önünde,kadının huzurunda hilali gördüğünü ispat eder ve ramazan davulu ile rûyet-i hilâl şehre ilan edilirdi.

Ondan sonra iftarı,sahuru,teravihi,hayr-u hasenatı ile yoğun bir ibadet ayı başlardı.Cenab-ı Hakkın kullarına lûtfettiği bu mübarek ay,toplumun büyük kesimi tarafından güzel değerlendirilirdi.Büyük camilerin minareleri arasına “Hoş geldin ya şehr-i Ramazan” yazan mahyalar kurulurdu.

Erkekler namazlarını kalabalık bir cemaat ile camilerde kılarlar,sonra güzel sesli hafızlardan mukabele dinlerlerdi.Akşama doğru,renkli uçurtma kâğıtlarına sarılı pidelerini alanlar evlerine gelir,zaten hazır olan iftar sofrasına bütün ev halkı beraber oturur,topun atılışı beklenirdi.

Top atılır atılmaz oruç zemzem veya hurma ile açılır,sonra da yemeğe başlamadan bir tepsiye dizilmiş iftariyeliklerden biraz yenilirdi.Her evde akşam,iftara misafir geleceği hesaplanarak,yemekler bolca tutulur,artanlar da fakir fukaraya dağıtılırdı.

İftardan sonra sofralar toplanır,seccadeler serilir,bir hafız efendi ev halkına ve iftara gelenlere teravih kıldırırdı.Tabi bu teravihten sonra sohbet faslı başlar,hizmetkârlar gelen misafirlere,kış ise yanında leblebi ile boza,yaz ise limonata ve değişik şerbetler ikram ederlerdi.

Osmanlıda Aile Hayatı
Halûk Sena Arı Sayfa : 75-76

Dua...(Düşünceler-günlük) -3


Bir Dost' a... (Hocamla tanıştıran çok sevgili dostumun ve hocamın ilk tanıtımı)
Bir akşam vaktiydi; öylesine.. her zamanki akşamlardan biriymişcesine görünen... Ne olmuştu, ne yaşamıştım, hangi son damlaydı bu kez bardağı taşıran.. hatırlamıyorum.
Bilip- hatırladığım o ki, içimdeki 'umut mumu' titriyordu, söndü- sönecek!...
'Umudun bittiği yer, hayatın bittiği yerdir.' der bir söz... Hayatın kıyılarında geziniyordum ben de o akşam üzeri, işte... Oysa ki tanıyanlar bilirler, 'hayat dolu' lukla nitelendirilirim ilk tanıyanlar tarafından, hemen her zaman!...
Geçen yıl bu zamanlardı, bir sonbahar.. aylardan Ekim...
Öylesine içten yakarıyorum ki bir mucize için!... O halden çıkışım için yalnızca bir mucize gerek, başka türlü hiç bir ışık kesmiyor artık beni.. kesemiyor...
Öylesine biriktiririm ki içimde dışa vuruncaya kadar... Zorlayıcı bir özellik benim için...
..............
Rüyadayım.. öylesine gerçekmiş gibi ki, karıştırıyorum. Rüyanın ayrıntısını yazmayacağım, bugün dahi tesirindeyim. 'Ak sakallı dede' ve sağ kürek kemiğime yazılan ayetler..
Onları görüyor, okuyorum. Aynı anda manalarını da...
Ne kadar etkilendiğimi anlatmaya kelimeler yetmez!...
Ben ki biraz da gülerek bakardım, sanki bir sır kapısı programının baş kahramanıyım.
'Hani çok da fena bir kul sayılmam inşallah, bana niye görünmez hiç böyle şeyler..' der, gülümserdim... : )

Arkadaşım ( h.b) ile konuşuyor ve ilk kez hocamla görüşmeye gidiyoruz birlikte.. Yalnızca rüya tabiri için; son yıllarda böyle derinden etkilendiğim birkaç rüya daha görmüşüm...
Adını hep duyarım, teravihi hatimle kıldırdığını ve Rabbimin çok özel ve güzel kullarından olduğunu duyarım ama.. yok.. nasibim mi yok, zamanı mı gelmemiştir ki hiç tanımak için gayretim olmamış daha önce?...
İşte beni bulutların üzerine taşıyan günüm... Ayrıca son bir yıldaki gelişmeler..kısa- kısa...

.....sürecek... inş...

24 Eylül 2008 Çarşamba

Dua...(Düşünceler-günlük) -2

Dua...(Düşünceler-günlük) (konuyla bağlantılı olarak devam...)

Dünden Bugüne…

16.10.2007

İstanbul’ da anlatılacak birkaç olay var yaşadığım…Şimdi bir haftalığına gurbetimdeyim yine…

Dün 22 yıldır ilk kez; bineceğim uçağı kaçırdım yetişemedim biliyor musunuz?

Kendimi komik duruma düşmüş gibi hissettim, acemi gibi, hiç deneyimi yokmuş gibi...Dalga da geçtim hattâ kendimle, bir güzel...

Anladım ki İstanbul’da biraz daha erkenci olmak gerekiyormuş sona kalandan hayır gelmiyormuş.

Neyse, olan oldu bir kez…Ben de bir sonraki uçağa bilet aldım başka bir firmadan birkaç saat de alanda oyalandım ve bu kez uçmayı başarabildim şükür…

Her işte bir hayır vardır derim hep, mutlaka bunda da bir hayır vardı, çok üzüldüm desem yalan olur.

Şimdi ilgili kıssaları anlatmaya kalkarsam, vaktim elvermeyebilir.Devam edeyim olaylara…

Alanda beklerken fakülteden bir arkadaşım aradı, gideceğim ildeymiş, görüşebilir miyiz diye sordu. Olmadı tabii, benim uçuşum uzadı, onun dönmesi gerekti.

Birkaç arkadaşla ilgili havadisler verdi. Birisi vefat etmiş, etkileniyor insan…

Tel no larını aldım.Birine ulaşabildim dün aradığımda..

Grubumuzda askeri öğrenci bir arkadaşımız vardı.Doktora yapmış, bir anabilim dalının başkanı olmuş.Kurmay albay olmuş bu arada…

Görevli olarak bu ay sonuna doğru bulunduğum ile gelecekmiş, orada olursan görüşmek isterim dedi, muhtemelen o kadar kalmayacağım burada.

Eski arkadaşlarımdan bazılarını bulup görüşmek isterim ama…Aklımda inş.

Akşam saatleriydi buraya ulaştığımda… Aynen, giderken vedalaştığım gibi, tek tek gözden geçirdim evleri, doğayı, etrafta olanları…

Duygularımı merak ediyordum, ne hissedecektim bunca yılımı geçirdiğim ile, bir veda sonrası, başka bir konuma yerleştirmişken onu,iş nedeniyle de olsa geri döndüğümde…

Buruk duygular, acı ve hüzün daha baskın olarak hissettirdiler kendilerini…

İsimlendiremediğim, tam olarak tanımlayamadığım duygular…Canımın yandığını hissettim sadece ve silmiş olarak misafircesine baktım pek çok şeye, benimsemiyorum artık..

Yağmur yağıyordu, ağır usul, etkili…Ortalık karanlığın ve yağışın etkisiyle bir flu görüntüdeydi.Deniz seçilemiyordu.

Hava soğuktu.Klimayı mı şömineyi mi yakma konusunda tereddüt ettim.Klima yeterince ısıtıyor, şömineyi, ateşin ortama kattığı sıcaklık duygusunu sevdiğimden yakmak istemiştim, vazgeçip klimayı çalıştırdım.

Ertesi sabah, üç ayrı yerden kahvaltıya çağrıldım.Birisi yan komşum,Hikâyesini önceden anlatmıştım.

Geç oldu, ara versem iyi olacak.Umarım sonra anlatırım devamını…

Sevgiler çok çok…
Dünden Bugüne-2

20.10.2007

Yine günler geçmiş...Yine duygular dillendirilemeden bayatlamışlar sanki, biraz öyle hissediyorum sıcağı sıcağına aktaramayınca yaşadıklarımı...
Ânın o sihirli tınısı kaçıvermiş gibi, geride dudak bükmüş bir minik çocuk edâsıyla kalakalıyorum olduğum yerde...

Evet, ilk akşamdan başlıyayım, geldiğim ilk akşamdan...
Yağmur yağıyordu usuldan, havada bir içe işler serinlik...
eve yaklaştığımda Müjgân nine geldi aklıma... Oğlunun, oturup güneşlenmesi, hava alması için yaptığı ahşap bank, tek göz odalı evinin önünde.
Dedim ya, burası şehir içinde bir kırsal alan, şehrin akciğerlerinden...
Siteye birkaç yüz metre mesafede apartmanlar ve bizimkilerden daha ufak daha içiçe konumlanmış villalar...
Müjgân nine, bu apartmanlardan birinin altında otururdu. Görmüş- geçirmiş, aklı başında bir hanımdı. Sonradan işleri kötülemiş ve bir zengin ailenin yanında çalışmış, çocuklarını büyütmüş yıllarca.. Çok kez raslamışımdır büyüttüğü çocukların onu ziyaretlerine, yanında oturmalarına...
Ben de gelip- geçerken uğrardım yanına, otururdum konuşur- halleşirdim onunla... Dinleyip, anladığım konularda bir kaç söz söylemeye çalışırdım.Dahası sarılırdım, öperdim yanaklarından, ellerini tutar öperdim kimi kez...
Çok seviyorum seni, çok... Derdi bana. Kızım gibi!...
Yağmur bir kaç damla gözyaşı oldu hâtırasına akıveren, dökülüveren...
Ağaçlar, yeşillikler, sokak lâmbalarının loş aydınlığında yer yer gölgelerle düşüveriyorlardı zemine...
Bense, hani,dizilerde, filmlerde ruhu bedeninden ayrılıp, bir gölge halinde uzaktan cismini inceleyen bir beden gibiyim.Öylesine buruk, ne hissedeceğini bilemez, kırık, hüzünlü, ama uzak, uzak!...
Yalnızca bir tanıdığı aradım ertesi sabah.. İki komşumsa geldiğimi görüp, kahvaltıya çağırdılar.
İlk kahvaltımı tanıdığım ve benden yaşça küçük olan ama sevdiğim tanıdığım/ arkadaş-kardeşimde yaptım.
Çok özledim seni, burada olduğun zamankinden de çok, diyordu kahvaltıda.. Burada olduğunu bildiğim zamandan çok farklı hissettim yokluğunu...
Ertesi sabah akciğerinden hasta olan ve hastalığı böbreğe metastaz (sıçrama) yapmış olan komşumlardaydım.
Onlara, bir farklı soluk getirme çabası içerisindeyim elimden geldiğince.Bilirim zordur böylesi dönemler ve çok dikkatlice ama ümit ve moral ışıklarıyla donatılmak gerektirir konuşmalar, hal- tavırlar, yapmacıksız da olmalıdır aynı zamanda...
Herkes çok üzgün gidişinizden dediler onlar da, isim vererek...
Tekrar dönecek misiniz? Temelli olarak geri dönecek misiniz?
Bu soru..Ah, bu soru... Tutamadım kendimi, önce bir duraksadım, yüz ifadem ciddileşti, belki acı karıştı çizgilerine ifademin...
'Zor bir soru' dedim, sessizliğin ardından, güçlükle... Konuşmamam gerekiyordu, o anda çekip gitmem... Yapamadım.
Yine yaşlarla gölgelendi gözlerim, tutmaya çalışıyorum, hayır ağlamamalıyım, hayır!...
Sesim titriyor kendimi kasmaktan, bir yandan gülüyorum, hayır hayır diyorum; ağlamak hiç yakışır mı bana, ne ayıp!.. Olacak şey mi bu?
Geçti, geçti bile bakın.. : ))
İçimden kızıyorum, hem nasıl kızıyorum kendime. Ne bu yaptığın şimdi, aşk olsun, tam yeriydi burası bu duygu tezahürünün!...
Ne mutlu, ağlayabiliyorsun diyor komşumuz; ben ağlayamıyorum!!!
Beynimden vuruluyorum bu sözle.. Hayat, ne yaptın canım ya?
Yüzü sarı, sapsarı... Yine kan değerleri düşük demek. İki aylık ömrü kaldığından söz etmişler Çin' de -tedavi için gitmişlerdi- gün sayıyor.
Sigarayı bırakmıyor, inatla bırakmıyor.
Kendimi toparlayıp, durumu idare edecek bir kaç söz söylemeye çalışıyorum ya, ne söylediğim bile hatrımda değil şu anda...
Çok şeyler oldu yine, bu akşamlık da bu kadar, dedim ya eczanede yazamıyorum, evde int. -bilgisayar - yok şu anda. İkisi de İstanbul' da...
Çiçeklerimden köpeğimize anlatılacak şeyler var yine...Öyle çok duygu...
Yazmazsam boğulacakmışım gibi hissediyorum.
Bu son iki günde ise inanılmaz şeyler yaşadım, anlatamam ki, anlatmalı mıyım bir aşk sarhoşluğumu, ama ne aşk...
AŞKLARIN EN GÜZELİ!!! EN GERÇEĞİ!!!
Dün akşam, dün bütün gün sarhoş gibiydim ve hâlâ da öyleyim. Önce sormalıyım bilenlere, bu yaşadıklarımı anlatmalı mıyım, yoksa tılsımı bozulur mu o zaman?

İşte duygularım:

Aşk
Evinin seni içine sıgdıramayacak kadar dar oldugunu
fark edeceksin...
Sokaga firlayacaksın...
Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunun yüregine dar geldigi gibi...
Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl
gökyüzü...
Kendini tasıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir
yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin...
Birileri sana bir seyler anlatacak durmadan...
"Önemli olan saglık."
"Yasamak güzel."
"Bos ver, her sey unutulur."
Sen hiçbirini duymayacaksın...
Göz yaslarından etrafı göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az
sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok
seveceksin...
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet
kopacakmıs" deseler basını
kaldırıp Ne dedin?" diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
Ikisi de yetmeyecek...
Geçmişi düşüneceksin...
Neredeyse dakika dakika...
Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtigin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittigin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksın...
Biri sana içindeki acıyı söküp atabilecegini
söylese,kaçacaksın...
Aslında kurtulmak istedigin halde, o acıyı
yasamak için direneceksin...
Hayatının geri kalanını onu düsünerek geçirmek
isteyeceksin....
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
Herkesi ona benzetip...
Kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
Hiçbir sey oyalamayacak seni...
Ilaçlara sıgınacaksın...
Birkaç saat kafani bulandiran ama asla onu
unutturmayan.
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından
seyrettiren...
Bütün sarkılar sizin için yazılmıs gibi
gelecek... Bogazın dügümlenecek,
dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay
olacak...
Sabahı iple çekeceksin...
Bazen de "Hiç günes dogmasa" diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne
çıkana sarılmak isteyeceksin
Nafile...
Düsüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istedigin...
Her sıçrayarak uyandıgında onun adını söyledigini
fark edeceksin...
Telefonun çalmasını bekleyeceksin...
Aramayacagını bile bile...
Her çaldıgında yüregin agzina gelecek...
Aglamaklı konusacaksın arayanlarla...
Yüregin burkulacak...
Canın yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir sey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp
tutusacaksın...
Defalarca aradıgi günlerin kıymetini bilmedigin
için nefret edeceksin...
Yasadıgın sehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir anının olmadigi bir yerlere gidip
yerlesmek...
Ama bir umut...
Onunla bir gün bir yerde karsılasma umudu...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
Gel gitler içinde yasayacaksın...
Buna yasamak denirse...

Razı mısın bütün bunlara...?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde aşık olabilirsin

Can Dündar

......sürecek...

Dua...(Düşünceler-günlük)

Dua...(Düşünceler-günlük) (Orijinal yazı linki)

O..Ne dilerse..! Perşembe, 16 08 07 00.55

Son yıllarda yaşadıklarımı yazmıyorum, içimde kalacak sanırım, benimle birlikte sır olup gidecekler...
Son günlerde yaşadıklarımsa özet olarak:
Acı ile kavrulurken, sevgi ile yoğrulmak..!
Bu anlatılamaz bir şey, yaşıyorum sadece..Gözyaşlarım, gökkuşakları açtırıyor ruhumda..Bir kez daha derinden, tâ derinden bağlanıp yöneliyorum ona sevgiyle, çookkk sevgiyle..!
Onun da beni sevdiğini ümidedip, inanarak..
Şarkıda denildiği gibi:
"Yüreğine kulak verdim, nefes aldı ben dinledim
Duyduklarım anlatılmaz..SIR VERMEDİM İLLÂ..!
SIR VERMEDİM, SEVDİM..! "
Bir yanda, yangınlarda bîçâre yüreğim;
Bir yanda işık saçılıyor bir kudret elinden geçtiğim yollara âdeta..
Açıyor yürüdüğüm yolları, dilimden sevgiyle dökülüyor kelâm..Bir sevgi halkası büyüdükçe büyüyor çevremde gün be gün, şükürler olsun..
Bir sevgi çağlayanı coşuyor içimde Yûnus gibi, Mevlâna gibi sanki..
Bir ilâhi aşk denizi çekiyor varlığımı ân be ân..
Nereden başlasam anlatmaya bilmem ki..
Yaşımdan olgundum çocukluk çağlarımda, şimdi çocuksulaştığım gibi..
Hep rahmet ve sevgiyle anarım, canım babam..Çok emeği, çookkk sevgisi var üzerimde, unutamadığım...
Her döneminde yaşamımın eli omzumdaydı sevgiyle..Başım omzundaydı, güvenle...
En çok sevdiği, sevgisini yoğun olarak hissettirdiği, dünyaları üzerine kurduğu çocuğu oldum annemin deyimiyle, onun...
Evin en küçüğü, sevgilerin odak noktası idim sanki..
Annem, o dönemler yoğun olarak hissetiremese de sevdi beni için için..Şimdiyse ne çok sevdiğini biliyorum artık, o günlerde daha fazlasını yapamadığı için pişmanlığını dillendiriyor.Şikâyetim yok benim..Bâzen çocuklara düşer ebeveynlerini büyütme görevi..
Derdi ki: 'Senin kadar sevilen bir başka çocuk olsa şımarıklıktan yanına yanaşılmazdı, iyi kaldırdın doğrusu..
'Güzel gibi güzel' dim doğrusu, ilgiden bunaldığımı unutmadım henüz..
Çok hoş bir arkadaş grubumuz vardı, unutamayacağım anılarım pek çok..
Hep güzeli, mükemmeli aradım; hayranlık duydum.
Zirveler çekti beni, özellikle de mânevî zirveler...
Ruhum aradı hep boş kalan bir köşe oldu onlar için, onlara ait olan...
Yoğun, çok yoğun duygu geçişleri yaşadım; istemeye, talep etmeye ürküp, özenerekten...
5 yıl kadar önceydi, bir duygu yoğunluğu yaşadım..Ağlıyordum şu sözleri söylerken:
' O' nu çok ama çok seviyorum; O' nun 'sevgili' si olmaktı dileğim için için ürkerek, çekinerek..!
Sevgisi çekerken, ödemem gereken bedeli ürküttü , düşündürdü beni..
Yapabilir miydim, aşabilir miydim engelleri acaba, başarabilir miydim sınavımı?
Hazır mıydı omuzlarım böylesi bir kutsal, anlamlı yükü omuzlamaya?
Bir süre sonra başladı imtihanım..İlk imtihan değildi bu yaşadığım; bu seferki çok farklıydı ama..
Rüzgârda bir kuru yapraktım savrulacak..ateşiyle titrerken, buzuyla kavrulacak..!
Şaşırmış, sendelemiş, bocalamıştım.
Boşlukta, kimsesizdim, bir başıma..
Küçük bir çocuk gibi ürkek..Çaresiz..yorgun..şaşkındım.
Yitirdi anlamlarını gözümde nesneler, olaylar, kişiler...
Ölümle hayat arasındaki ince çizgide sallandım o dönem..Neler geçmedi ki aklımdan?
O'ndan ebedî uzak kalma korkusu intihar düşüncesini zihnimden kovdu her defasında..
Yaşamın hiç anlamı kalmamış gibiydi yine de gözümde..Sanki dünya yıkılmış da altında kalmıştım. Kör kuyularda merdivensizdim, denizler ortasında yelkensiz...
' Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün hayâllerimi
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın..! '
Ü.Yaşar Oğuzcan
Diplerdeydim, uçsuz bucaksız tünellerde..
Ne olurdu rabbim bir ümit ışığı görebilseydim, bilebilseydim bu ızdırabın ne zaman dinebileceğini, aah..BİLEBİLSEYDİM!!!
Ne mi oldu sonrasında?
İmtihanımı kabullenmeyi, ona rağmen yaşamayı öğrendim.
Kendi özümdeki cevheri keşfettim bir kez daha..
İnciler büyüttüm kabuğumda âdeta..
Acı koruğum helva oldu, dut yaprağım atlas...
Farklı hâlleri görüp, farklı boyutlara taşındım.
Sevgiler aldım çevremden, sevgiler sattım..
Dahasını yazmak istemiyorum, heyecanlıyım, şaşırıyorum yaşadıklarımdan..
Kederler içindeki mutluluk bu olsa gerek..
Ne sevinçler katıksızdır ve ne de kederler..
İç içe cüzler barındırırlar birbirlerinden..
Hani her iyide kötüden, her kötüde iyiden izler olması gibi...
O' nu her zamankinden büyük bir aşkla SEVİYORUM...
Âcizane ümit ve hissediyorum ki inşallah O da beni..
İçim kan ağlarken aldığım güç bundandır, saçtığım sevgi bundan, yolumu aydınlatan ışık, işlerimi kolaylaştıran el...O' ndandır, hep O' ndan...
Heyecanlı..Çok heyecanlıyım...
Dizeler taşıyor yüreğimden:
'Seni sevmekti ereğim
Beni sevmendi dileğim
Senindir, gerisi yalan
SEN le doludur yüreğim..! '
Diliyorum ki:
'Sev beni, sevenim kalmasa da
Sevdir SEN'i , eserim kalmasa da...!'
Yâ Rab..
Gönüller senin kudret elindedir
SEN ki dilersen sever; dilediğine sevdirirsin.
'Tek' lik, sana mahsustur.Sevgisiz, kimsesiz bırakma bizleri..
Lûtfeyle Sev; LÛTFEYLE SEVDİKLERİNE SEVDİR.
Gücüm yettiğince dayanırım her zorluğa; sevginden, SEN' den aldığım güçle ben..
Bir tek senin sevgisizliğine dayanamam ALLAH'ım..Bir tek ona dayanamam.

Sen sin emelim, SEN sin dileğim..Ulaştır yâ rab..Desteğin, yardımın, kolaylığınla..
Celâlinle değil; Cemâlinle tecelli et bizde..
Ruhumun en derinindesin, kanımda, canımda, tenimde, her zerremdesin..
'Yürek mi, beyin midir sorumlusu acının, bu duyguya dair olan bölümünü çıkartabilsek hayatımızdan..'
derken dahi..
Her iyi- kötü duyumsadığım ânımda..!
Biliyor ve inanıyorum ki sayısız hikmetler gizli her bir emrinde..
Bilip- göremiyor, aceleci davranıyoruz.
Senin irade buyurduğun her iş- oluş güzeldir ya aslı ya da sonuçları itibarıyle..
Sana güveniyor, senden aldığım inanılmaz güçle, farklı boyutlara senin izninle yelken açıyorum.
Yolumu aç Yâ Rab..Yüreğimi aç...
Senin kudretin sonsuz, nihayetsizdir.
Rabbimiz,
Bize, katından güzellikler ihsan eyle dünyada ve ahirette..
Bildiğimiz- bilmediğimiz her türlü iyilikleri bize nasibeyle;
Bildiğimiz- bilmediğimiz her türlü şerler ve şerlilerden koru...
Şüphe yok ki sen kullarına pek çok merhametli ve cömertsin.
İçinde seni seyredemediğimiz cennet dahi mahzunluk olur bizim için..Her iki cihanda SEN den uzaklaştırma, ayırma..
Ne ayrılıklar görüp- yaşadı bu yürek, ne acılarla közlendi..Şimdi bir tanesi daha görünüyor ufukta, sen hepimiz için hayırlı ve bereketli eyle...
Her kimi sevdi isem uzaklığını tattım.
Öyle inandım ki, kendi tahtına kondurma cür'etinde bulunduklarımla beni sınadın.Maksadım haddi aşmak değildi sen en iyi bilensin.
Hatâ benden, af ve mağfiret sendendir.
Bağlanmaktan korkar oldum artık Allah' ım..Can acısından ürker..!
Dayanmaya çalıştım, çalışıyorum.İnanıyor ve ümidediyorum ki en güzel karşılıkları SEN' in katındadır.Lûtfeyle yâ RAB...
Lûtfeyle ki hiç ama hiç..Ne dünya ve ne de âhirette,
her ne olursa olsun..
Cümle dileyenleri, sevdiklerimi ve beni
Ne olursun.. SEN den AYIRMA YÂ RAB..! Âmin...
hayateylul
***Bu konuyla ilgili yazmak istediğimden, tekrarlıyorum yazımı..Kısaca:
........sürecek, inşallah... : )

Kalbime Dokun...


kalbime dokun...

Kalbime dokun
Bir et parçası değil o
Gözlerini kapat ve içini gör
Yani kendini
Bende var olan seni gör

Varlığın bittiği yerde yokluk başlamaz
Ve senin yokluğunda başlar
Benim için varlığın

Gözlerin çok şey anlatır
Susmuş olsa da dudakların
Sen sustukça konuşursun
Benim dilimde
Derin bir mânâyı taşır bakışların
Ansızın kalbe inen sözcükler gibi

İçten bir bakışın çok şey anlatır
Kısılırsa, huysuzluk alâmetidir gözlerin
Açılırsa, şaşkınlık
Durgunsa hüzün yüklüdür yüreğin
Yorgunsan, kızgınsan, kaygılıysan
Konuşma... Sadece, kalbime dokun

Beni sana anlatamaz hiçbirşey
Hattâ ben bile anlatamam
Kendin ara ve öyle bul beni
Uyurken, uyanıkken, yürürken
Ve bir şarkının hüznünde akşamları
Yüreğine sor beni

Sonra kalbine dokun
Kendi kalbine, mekânına Yaradan'ın
Bilmediklerinden haber versin sana
Ve sakinleştirsin ruhunu

Artık özlemeye başlarsın garip bir şaşkınlıkla
Hasretleri yaşarsın anlamasan da
Sebepleri kovalarsın, sonuç çıkmaz bir türlü
Nihayet, ansızın titrerse kalbin
Başın öne doğru düşerse
Susmak bir huy haline gelirse
Bir çiçeği koklarken ürperirsen...

Kalbine dokun, beni orda bulursun

Kalbime dokun, kendini unutursun..!

AdigeBatur

Alıntı için simurg' a teşekkürler...

23 Eylül 2008 Salı

Sultanahmet' te İftar...


Sultanahmet' te iftar...(1.Bölüm link)
.....................................

İçindeyken de güzelliğini bildiğimiz, hissettiğimiz günlerdi o günler...
Çocuk gönlümüz sorunlardan âzâdeydi... : )
Evet, kış aylarından birindeydik (bu kış) Hatçe'm le buluştuğumuzda.. O gün onu aradığımda Dik Çatı' ya gideceklerini söylemişti. Neşetsuyu'nda, Belgrad Ormanları...
Orman Bölgeye ait bir yer...
Ters istikametlerde olduğumuz için Maslak' ta buluşmak üzere anlaştık. Bir araba beni bekliyordu, gruptaki diğerleri gitmişlerdi.
Dik Çatı, bir bungalow tarzı yapı.. Hava soğuk o gün, kapalı.. Tam orman havası anlayacağınız...
Üşüdüğümü hissediyorum, son günlerde bünye direncimi fazla zorlamışım, hastalığa davetiye çıkarmışım âdetâ...
Şömineye kocaman kütükler atılıyor. Dışarıda mangal yapılıyor ve giriş kapısı açık...
Ortada bir masa, piknik tarzı.. evde hazırlananlar ve içecekleri diziyoruz.
Hatçe'm, helvalı kete yapmış, ne kadar lezzetli... Çocukken diyor, hep helvasını yer, dışını atardım. O günler aklıma geldiğinden, şimdi içine çok bol helva koyarım hazırlarken... : )
Şömine karşısından ayrılamıyorum. Her şey güzel ama yine de üşüyorum. Bu, hasta olacağım anlamına gelir. O anda hemen tedbir alamazsam... Alamadım tabii..
Sonrasında epeyce bir süre antibiyotik tedavisi uyguladım. : )
Konuşuyoruz geçmişten- bugünden.. Ortam hoş, ortam sıcak dışarıdaki havaya inat!...
Ne diyordum efendim,bizler-(mahşerin dört atlısı?)- in yaşadıklarımızdan birkaç örnek vermeye çalışayım:
Bir gün ,o zamanlar 3-4 yaşlarında olan ablamın oğlu ile oradayız yine..Şimdi büyük illerimizden birinde doktor olan –bizden 2 alt sınıfta ki- arkadaşımız Birgül, yeğenimle şakalaşıyordu.Nasıl olduğunu hatırlamıyorum,uzanıp ölü taklidi yaptı.Bizim yeğen inanmadı tabii,cin gibi çocuk,gıdıklamayı akıl etti,arkadaş dayanamadı gülerek yerinden kalkarken.
-İlâhi, ………, dedi,Sen, ölüyü bile güldürürsün!!..

Hani,”Ben güzele güzel demem,
Güzel benim olmayınca ..” diye bir şarkımız vardır ya,Biz onu şöyle uyarlamıştık:”
“Ben güzele güzel demem ,
Güzel 'BEN' OLMAYINCA!!”

Bir gün yine orada oturuyoruz.Sınıf arkadaşım çok becerikli bir kızdı.
O yıllar siyah-beyaz TV de KÜÇÜK EV dizisinin fırtına gibi estiği yıllar..
Dizide evin kızlarından birisi olan Laura’nın giydiği ,hattâ başında bonesi de olan şirin bir geceliği vardı.Onun aynısını çıtı-pıtı çiçekli bir basma emprime kumaştan dikmiş.
“Aaaa, ne güzel!..” ,dedim, “Ben bunu dışarıda bile giyerim..”
Giyersin-giyemezsin…,hadi bilin bakalım nasıl sonuçlandı bu hikâye??
Giyinip dışarıya çıktım,biraz turlayıp geri döndüm.Beni izlediklerini söylemem gerekmez herhalde..
Şimdi baktığımda gülüyorum, Cesaret mi,akıllılık mı,delilik mi yoksa:”GENÇLİK” mi???...

Biraz da lisemize uğrayalım mı hazır,”GEÇMİŞ TURU” na çıkmışken??Hadi uğrayalım!!..
Öğrencilik hayatımda da sevilen ,başarılı bir öğrenciydim..
...
Azıcık daha sabır…Bitiyor!..:)))
8.sınıf..Ders:Rehberlik
Öğretmenimiz bir şeyler anlatıyor.Biz de mâlûm arkadaşımla bir kaynatma arası aldık demek ki..Bir ara arkadaşım :Özcan (-o yılların çok popüler damla sakızı) isteyen parmak kaldırsın!.. dedi.Parmak kaldırdığımı,sonra da öğretmenimin –“Evet,………”diyerek beni kaldırdığını hatırlıyorum.Meğer tam da o sırada bir soru soruyormuş.”Şeyyy,efendim,” dedim, ”arkadaşıma cevap verecektim de…”
“Siz”,dediğini hatırlıyorum, “arkadaşlarınızla parmak kaldırarak mı konuşursunuz??”

Edebiyat dersindeyiz.Öğretmenimiz sözlü yapıyor..Ben de tahtaya çağrılanlar arasındayım.Okuma parçamız ,Moliere’in “CİMRİ” adlı eserinden bir pasaj..Roller dağıtıldı,bana da “HARPAGON” karakteri düştü. Başkarakter yani…
Hiç unutmam “Ah paracıklarım…benim canım -ciğerim!!diye girdim tüm teatral kabiliyetimle....
: )) Sonuç:Öğretmenimin sanki hiç beni tanımıyormuş gibi şaşkınlığa uğramış hâli, çıkan not defteri, alınan tam not ve..övgüler..
Okulda lâkabım Aunt Elizabeth’di bir ara..Yabancı dil kopyaları benden istenirdi.Dil puanım çok yüksek olduğu için Üniversite de ilk yıl muaf tutulmuştum lisandan .

Bir başka Edebiyat dersi... Şiir okuyacak Mukadder (En samimi arkadaşım)
Başlıyor:
Kır Şarkısı

Tam otların sarardığı zamanlar
Yere yüzükoyun uzanıyorum
Toprakta bir telâş, bir telâş
Karıncalar ötedenberi dostum.

Ellerime hanım böcekleri konuyor
Ne şeker şey onlar!
Uç böcek, uç böcek diyorum
Uçuyorlar

Pan'ın teneffüsü bile
Ilık, okşamakta yüzü.
Devedikenleri, çalılık vesâire
Bir âlem bu toprakların üstü.

Tabiatla haşır neşir
Kırlarda geçen ikindi vakti.
Sakin, dinlenmiş, rahat
Bir gün daha bitti.

Behçet Necatigil

... da olmuyor, fazlasıyla sessiz sedasız, düz yazı havasında okuyor. Bana geliyor sıra.. Hiç fena sayılmam, belki de bu nedenle tüm okul hayatım boyunca bir tek özel günde bile mikrofon karşısında olmadığım vâki değildir. 'Kadrolu' idim âdetâ... : )
'Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun, nasıl hiç çekinmiyorsun?' diye soruyor Mukadder... Formülü mü var ki bunun? Hiç düşünmedim ki...

Mukadder, Hatice, Birgül ve ben...İkisi uzaklarda bu sevgili varlıkların, ikimiz İstanbul'dayız Hatice ile...
Ayder'de yazları Hatice, evinde kalıyor. Erguvan zamanı ve baharda, İstanbul' u hiç bir yere değişmem ama Haziran' dan itibaren Ayder... diyor. : )

İzmir' e gelin gittiği zamanlar, mektuplaşırdık onunla.. 'Mahallenin "gudik" (yavru köpek) lerini bile özledim!...' diyordu bir mektubunda hiç unutmam. Bir mektubumu da hâlâ sakladığını söylüyor. Ne diyeyim, aşkolsun! ... : ))

Öyle çok anımız var ki bitmez; iyisi mi Sultanahmet' e dönelim biz...
Sultanahmet renkli, Sultanahmet kalabalık...
Parkın içinden geçerken iki yanlı 'oya' ağaçlarına takılıyor gözlerim... Sıra sıra, eflâtunu, pembesiyle...
Şeker begonyaları dikilmiş, minik şimşir tarhların içerisinde... Pembesi, beyazı, kırmızısıyla.. ne şekerdir onlar!... Yaz boyu usanmadan açar, renkleriyle şenlendirirler çevrenizi...
Kameram yanımda olmayınca resim çekemedim.Oya ağacı eski bahçemde yetiştirdiklerimden.. Begonya google taramasıyla eklendi.
Birkaç resim de yine google' dan...


Yağmur atıyor tek tük, iftar vakti...Akşam üzeri biraz daha hafif çise şeklinde devam ediyor.Tramvaya bindiriyorum annemi, çok sevdi Sultanahmet'in renk mozaiğini, cıvıltısını...
Yorulduğumu düşünüyor; 'Aldırma.. gayet iyiyim.' diyorum.
Tramvaydan inişte arabayı devralmaya yönleniyor bir el.. Şaşırıyor, gerek olmadığını söylüyorum.Çok ısrarla, güler yüzle davranırken, İran' lı olduğunu söylüyor. Aynı yönde gidecekmiş.Şaşkınlık-tedirginlik arasındayım.
Dedim ya çekingen değilim, yine de huzursuz oluyor ancak geri çeviremiyorum.
Efor gerektirdiğini söylüyor, nasıl olup yorulmadığıma şaşırıyor. Arada lastik havası ayarlanmalı. havası iyi olmadığı zaman ve yokuşta yoruyor gerçekten de...
Alışkınım hem yürüyüşe, hem de arabayı kullanmaya... : ))
Eteri arıyor akşam üzeri, haftalık izninden dönmüş. Nerdesiniz, diyor. Ne zaman geleceğimizi soruyor. Süre belirtiyorum.
Biz yokken o da komşumuz Saadet hanıma gitmiş. Aynı zamanda giriyoruz eve..
Bir kahve içelim birlikte derken gelinimiz iniyor aşağıya... Şaka- şamata görülmeye değer bir havamız var.
Eteri (annemin bakıcısı) pek şen bu akşam.. Gülmekten kırıp geçiriyor bizi.. : ))
Kafkas dansına benzer bir dans dahil gösteriye...
Şarkı istiyor benden. 'Unutama beni' ye takılmış bir yerli diziden.
Unutama Beni

Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni, unutama beni
Gözünden damlayamayan göz yaşın olayım
Unutma beni, unutama beni

Gölgen gibi adım adım
Her solukta benim adım
Ben nasıl ki unutmadım
Sen de unutma beni, unutama beni

Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca
Unutma beni, unutama beni
Ayrılığın acısını kalbinde duyunca
Unutma beni, unutama beni

Esmeray, (rahmetli) kadife sesiyle söylüyor yine...Ne popülerdi bir vakitler... Ne varsa bizim dönemimizde vardı yaaa... : ))

Söylüyorum şarkıyı..Bu kez Memleketim' i istiyor. Memleket özlemi çekiyor ya!..

Memleketim

Havasina suyuna tasina topragina
Bin can feda bir tek dostuma
Her kosesi cennetim ezilir yanar icim
Bir baskadir benim memleketim
Lay Lay...

Anadolum bir yanda yigit yasar koynunda
Asiklar destan yazar daglarda
Kuzusuna kurduna Yunus'una Emrah'a
Butun alem kurban benim yurduma
Lay Lay...

Mecnun'a Leyla'sina erisilmez sirrina
Sen dost ararsan kos Mevlana'ya
Yeniden dogdum dersin derya olur gidersin
Bir baskadir benim memleketim
...................
Ağlıyor dinlerken... : (

Az sonra da Saadet hanım geliyor. Kim der 65 yaşında diye? Mavi gözleri, canlı tavrı, neşesi ve hakikaten pembe-beyaz, güzel bir cilt yapısı...
Kim inanır buranın hasta evi olduğuna? diyorum.
Hasta mı, nerede, göremiyoruz.. diyorlar.
Annem mutlu, halinden belli. Bu akşam herkes mutlu...

Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle.. Burada noktalayalım, değil mi?
Çok sevgiler, iyi dileklerle... Hayat