İmanın esası: Allah için sevmekİslam dininde Allah için Allah'ın sevdiklerini sevmenin (hubbu fillah) önemi çok büyüktür. Kimya-ı Saadet isimli eserde şöyle geçer: "Hubbu fillah imanın esasıdır, şartıdır. Allah-u Zülcelal, Hz. İsa'ya vahyetti ki: "Eğer yer ve göklerde bulunan bütün mahlukatın ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz."
Hadis-i şerifte; "Bir kimse, Allah'ın dostlarını sever, düşmanlarını düşman bilirse ve Allah için verir ve Allah için vermezse, imanı kâmil olur" buyurulur.
Mektubat-i Masumiyye'de şöyle yazar: “Allah-u Teala, Hz. Musa'ya, "Benim için ne işledin?" buyurdu. O da namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri saydı. "Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın?" buyurdu. Musa Aleyhisselam: "Ya Rabbi senin için en kıymetli amel nedir?" diye sordu. Allah-u Zülcelal, "Benim için evliyamı, dostlarımı sevmek ve düşmanlarıma düşmanlık göstermektir" buyurdu. Hz. Musa, Allah için olan en kıymetli amelin, ‘Hubb-i fillah ve buğz-u fillah’ olduğunu anladı. (1/22)
‘Sefinetül-Irakıyye’ isimli eserde Fıkıh âlimi Muhammed bin Hüseyin Belci şöyle anlatır; Peygamber Efendimiz (sav)i rüyada gördüm. En iyi amel ne diye sordum. "Evliyanın yanında bulunmaktır." buyurdu. Yaşayan veli bulamazsak deyince, "Diri iken de, ölü iken de onu sevmek, en kıymetli ameldir" buyurdu.
Allah’ın seçtiği kullarAllah-u Teâlâ'nın veli kullarının cümlesine hürmet edip sevgi beslemelidir. Zira onlar Hakk'ın sevdiği ve muhabbet için seçtiği kullarıdır.
Âyet-i kerimede buyurulur ki: "Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz." (En'am: 83) İşte, Allah dostları bu derecelere yükselen kullardır. Gerçek bahtiyarlar da onlardır.
Bir Âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: "Bize kendi katından bir veli ver, bize kendi katından bir yardımcı ver." (Nisâ: 75) Bazı alimler bu ayet-i kerimeyi: "Bize senden sana gitmemizi gösterecek, bize kılavuzluk edecek bir veli ver." şeklinde mânâlandırmışlardır.
Dualarında Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in: "Ey Allah'ım! Bana kendi sevgini, seni sevenlerin sevgisini ve beni sana yaklaştıracak olanların sevgisini nasip eyle." (Tirmizi) buyurmaları, bu sevginin çok mühim olduğunu ifade etmektedir.
Allah-u Zülcelal bir kulu hayra yöneltirse, o hep iyileri sever. Allah dostlarını sevmek ve onların sevgisini kazanmak büyük bir nimet, dünya ve ahiret için gerçek sermayedir. Onlara Allah için gönülden bağlı olanlar, ahirette de onlarla beraberdirler. Onların gönüllerine girenler onlara ilhak olurlar.
Alime gösterilen hürmetYavuz Sultan Selim Han, Mısır seferinden dönerken, Adana civarında ordusuyla beraber şiddetli bir sağanak yağmura tutulurlar. Çamur deryasında devrin meşhur âlimlerinden Kemal Paşazade ile sohbet ederek giderlerken, birden Kemal Paşazâde'nin atı ürker ve ayağından çıkan çamur, Yavuz Sultan Selim Han'ın üstündeki kaftanı çamura boyar. Kemal Paşazâde çok üzülür ve tedirgin olur. Yavuz Sultan Selim Han ise ona mütebessim bir çehre ile gülümseyerek şöyle der: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan, kaftanımızı boyayan çamur, bizim için şereftir, mübarektir. Bu çamurlu kaftanı ben ölünce sandukamın üzerine kapatın.”
Şeyh Es'ad Efendi (kuddise sırruh) Hazretleri ‘Mektubat’ isimli eserinde "Sâdât-ı kiram ve Pirân-ı izam Efendilerimiz hakkında besleyebildiğim cüz'i bir muhabbetten başka bir sermayem yoktur." buyurmuşlardır. (31. Mektuptan)
Yusuf Aleyhisselâm'ın bir peygamber olduğu halde: "Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da ahirette de benim yârim yardımcım sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat." (Yusuf: 101) diye dua ettiği ayet-i kerimede haber veriliyor.
Allah dostlarına yakın olan, onların feyz ve bereketlerinden nasip alır. İmam Şafi (ra) Hazretleri: "İnsan, kamil bir veliye muhabbet ve sevgi duyarsa, Allah-u Zülcelal bu sevgi ve muhabbete karşılık kemalat sahibi velinin kemalatından o insana da pay verir" buyurmuştur.
Allah’ın dostunun düşmanı olmak!..Her Müslüman Allah’ı sever, Allah-u Zülcelal'i sevenin, O'nun Resulünü de sevmesi vaciptir. Salih kulları da sevmesi lazımdır. Süfyan bin Uyeyne (ks) hazretleri; "Allah-u Zülcelal'i seven, Allah-u Zülcelal'in sevdiklerini de sever. Allah-u Zülcelal'in sevdiklerini seven, Allah-u Zülcelal'in rızası için sever" buyurmuştur. Onlara düşmanlık ise Allah-u Teâlâ ile harp etmek demektir.
Hadis-i kudsîde ise şöyle buyurur: "Her kim beni tanıyan ve ihlas ile bana ibadet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim..."(Buhari, Rikak, 38; İbn Mace, Fiten, 16)
“Kulumu bana en çok yaklaştıran şey, farz kıldığım ibâdetleri yapmasıdır. Nâfile ibadetlerle de bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben o kulumu severim. Sevince de artık onun duyan kulağı olurum, o benimle işitir. Gören gözü olurum, o benimle görür. Eli olurum, o benimle dokunur. Ayağı olurum, o benimle yürür, (Kalbi olurum, o benimle anlar. Söyleyen dili olurum, o benimle konuşur.) Ne dilerse onu yerine getiririm. Herhangi bir şeyden bana sığınırsa, ben onu muhafaza ederim." (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)
Allah-u Zülcelal kendi dostlarını muhafaza eder, onları kendi hallerine bırakmaz. Mânevi ve rûhânî feyizlerle kalbinin diriltilmesini arzu edenler, kalplerini Allah Dostlarının teveccühüne sunmalıdır.
Unutmayalım; Allah dostlarını sevmek, onlara uymak, gösterdikleri yoldan gitmek, güzel ahlâklarını benimsemek ve yaşamak bizi Allah-u Zülcelal'in sevgi ve rızasına ulaştırır.
Hâtem-i Zâhid (ks) hazretleri Âsım İbn-i Yûsuf hazretlerinin yanına geldiğinde Âsım (kuddise sırruh) ona sordu:
- Ey Hâtem, namaz kılmayı güzel becerebiliyor musun? O da 'Evet' deyince, Âsım (ks):
- Peki, nasıl kılıyorsun? diye sordu. Hâtem-i Zâhid hazretleri başladı anlatmaya:
- Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kılacağım yere dikiliyorum. Tâ ki her uzvum yerleşiyor. Sonra Kâbe'yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı İbrahimi göğsümün hizasında, Allah Teâlâ'yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum.
Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum. Sonra ihsan ile (Mevlâ'yı görür gibi) iftitah tekbirini alıyorum, tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum, tazarrû ile secdeye kapanıyorum.
Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selâm veriyorum. Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum. Bunu duyan Âsam hazretleri:
- Ey Hâtem! Senin namazın böyle mi? diye sordu. O da:
- Evet otuz senedir böyle namaz kılıyorum, deyince, Âsım hazretleri ağlayarak şunları söyledi:
- Ben daha bu zamana kadar hiç böyle bir namaz kılamadım!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder