7 Kasım 2008 Cuma

Düşünceler... (Günlük)


"Zekân nisbetinde hassas, hassasiyetin nisbetinde ise bedbaht olursun."

* * *
..............

Sonra dedim ki "söz ver kendine"

Denizleri seviyorsan ,dalgaları da seveceksin,

Sevilmek istiyorsan,önce sevmeyi bileceksin,

Uçmayı seviyorsan ,düşmeyi de bileceksin.

Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.

Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.

Öyle çok değerliymiş ki zaman,

Hep acele etmem bundan, anladım...

Nietzsche


"Yazmak istiyor, neresinden başlayacağımı bilemiyorum çok şeyler biriktiğinde, biraz kaçıyorum yazmaktan, biraz kendi içimde yaşamak istiyorum, kimi zaman yazma aşkı gelip sarıveriyor benliğimi...
Böyle çelişkili hallerdeyim işte..."
demişim dün akşamın ileri saatlerinde yazdığım yorumda...
Yüreğimde, gönderilmemiş yüzlerce mektup var sanki..Hani , bilirsiniz:
'Söylesem faydası yok,
Sussam, gönül râzı değil!...'
misâli 'gel-git' lerdeyim.

* * *
Sustum...Öylesine...Bir nefeste...Aheste...Varsın güller açılmasın bundan sonra...Varsın olsun! Eksik olsun...Çoklar aza, anlar hiçliğe, canlar ecele devrile dursun...Koygar şahinler uçurman bundan gayrı, turna kanadıyla yaralanmış göklerimde...Kıyılmış ne varsa beyhudedir bundan böyle...Sustum...Dertli kalem...Artık sen söyle!

Sustum...Bu vakte kadar, söz kalesinin burçlarında niçin mahpustum? Viran olmanın noksan kıldığı bir tutam acıyla, mürekkep renginde içimi kustum...Siyahın üstüne renk tanımakla yapılan hatayı, saçımda an be an artan aklardan öğrendim...Ve öğrendim susmayı, akıtmaya kıyamadığım sağanaklardan...Uyan ey zaman! Bedel iste bitirdiğim yarınlardan...

Sustum...Kelamın kolidorlarında infilak eden sedamı, yunmuş yıkanmış kızıllıklara yar eyledim...Sustum ve nihayet kar eyledim...İncecikten bir sızıyla inlerken neyler, son sözümü, sona ermeden evvel suskunluk alfabesiyle söyledim...Evet!
Belkide bir zamanlar meyustum...Ama korkmayın artık...Sustum...Sustum...

Sustum...Cana, canana, zamana, mekana, zekana, korkuna, yürek burkana, gökten sarkana, yerle bir olan arkana...
Tuş oluşunu gördüm, sustum...Yaratık mesabesine indirgenmişlerin haliyle sustum! Tersine açan bir çiçek gibi, topladım
yapraklarımı gün ışığından, goncamın içine pustum...Sustum...Sustum...

Sustum...Olmayan saygının kaygısını çekerek...Bağrımdaki çorak toprağa Mecnun'un efkarını ekerek...Bir ceylanın toynaklarıyla ezildim, geçip gitti sekerek...Ormanlar uğuldadı gözümdeki son billuru da dökerek...Hıçkırmak istedim olmadı, sendeledim olduğum yere çökerek...Harman vakti bir başak kesildim, biçmekten imtina etmeyen kader adlı orağın önünde boyun bükerek....Sustum...

Sustum...Konuş deseler de...Söz gümüşünü biriktiririm artık yamalı keselerde...Özüm her ne kadar kavrulsa da, Leyla
menşeli vesveselerde...Veya...Kısıtlamış hülyalarım, açı ortayını yitirse de lüzumsuz hendeselerde...Söz dedim ya...
Hani ağlamaklı baktığında kelam kesilen mevzu...İşte o artık bundan böyle, sözü geçmez köşelerde...Sustum...
Hakikatte susmak dil çeliğini örseler de...Neyse...Sustum...

Sustum...Gemiler kalkıyordu limandan...Fora yelkenlerin kirlettiği simandan, bir hüzün aksetti sonra...Küçük bir çocuk
çehresiyle kanadı ufkun derinliklerini...İçimdeki ateşler terk ederken o ıtri serinlikleri...Yaseminler de bivefa, kokmayınca
bu bahar! Hanımeli saltanatını devirince Akdeniz'in rutubet kokan nefesi...Ansızın yıkılınca zincirlere hükmeden aslanların kafesi...Sustum...

Sustum...Sebebsiz yere...Ruhum yara bere...Eyvahları yollamadan mutebere...Biliyor musun ah aziz dostum...Ben sustum!

Alıntı

* * *
İki gün süreyle annemde kaldım. Bizim evin 'arabulucu' su azıcık bendeniz oluyorum zannederim efendim.. : ))
Ah..Bizler!.. Bir anlayabilsek, karşımızdakilere olmadığını yaptığımız iyilik ya da kemliklerin, dönüp dolaşıp bizleri bulacağını...Niye unuturuz ki?...
Yorucu bir gündü dün, benim için...Buna rağmen neşeliydim genelinde...Çoğu zaman olduğu gibi...
Güçlü müyüm gerçekten de bilemiyorum. Çok fena sayılmam anlaşılan.. : ))
Birçok şeyi, gülerek geçiştiriyorum.
Önceki akşam annemde kaldım ya, mahalleden bir çocukluk arkadaşıma gittim. Oğlu bir motorsiklet kazası geçirmiş, 20 metre sürüklenmiş minibüsle birlikte.. Yılardır motor kullanır, daha 22 yaşında..
Çok erken evlendi. Oğlu ve geliniyle oturuyor arkadaşım.
Geçmiş olsun ziyaretiydi, daha önce görüştük fakat bu nedenle (geçmiş olsun) evlerine gitmemiştim henüz...
Güzel bir muhabbet ortamı oluştu. Eskilerden- yenilerden...
Gelini, beni pek tanımaz, bir iki kez ayak üzeri konuşmuşuz, bir kez de anneme geçmiş olsun ziyaretine geldiğinde görüşmüşüzdür.
Genelde rahat diyalog kurabilen, doğal halini sergilemekten çekinmeyen bir yapıdayımdır sanırım.
Çok hoşlandığını belirtti, ilgiyle dinledi bizi ve sorular yöneltti.
'Siz konuşurken huzur duyuyorum' gibi sözler sarfetti, hoşlandığı belli oluyordu da...
Pozitif enerjili insanlardan olduğum söylenir çevremde, zaman zaman yazılarıma taşımışımdır bunu...
Sorular sordu, cevaplamaya çalıştım.
'Polyannacılık' değil mi bu? diye sordu.
Aynı soruyu bu yaz gelişinde ablam da sormuştu bana...
Ne yapmalı, nasıl davranmalıydım ki?
Sabır ve teslîmiyetin getirdiği huzur haliyle karıştırılıyorsa ne diyebilirim?
Sizlere de sormak isterim aynı soruyu:
'Hoşlanır mıydınız sürekli şikâyet eden, bir türlü halinden hoşnut olamayan kimselerle birarada olmaktan?'
'Siz tepkilerinizi kontrol edemezseniz; tepkileriniz hayatınızı kontrol eder.'
Duymuşsunuzdur bu sözü belki sizler de...
Öğrenmiyor muyuz değişmeyi, gelişmeyi elimizden geldiğince? Bunlar bir şeyler katmıyor mu yaşantımıza, davranışlarımıza, değerlendirmemize?
İnsan..
'7' sinde neyse, 70' inde odur.' deriz.
Öte yandan,
'Değişmeyen tek şey değişim!...' de deriz.
Huy değil değişen belki ama perspektif ve buna yönelik farklılıklar oluyor insanın yaşamında... Bununla birlikte, hepimizin aynı yönlere doğru, aynı miktarlarda geliştiğini iddia edemeyeceğim.
Herkes, payına düşeni alıyor işte, bir ölçüde, bir şekilde...
Ne kadar yaramazlığım varsa, kayınvalidenin yüzündendir!.. dedim. Geçmişe döndük. : ))
...

Hani '70' li yıllardaki hayatımız' dan söz eden bir kitap vardı:
'Bir mâniniz yoksa...'
İşte o yıllardaki komşuluk ilişkilerindendi bizimkisi...
Bir mâniniz yoksa annemler size gelecekler.. diye başlardık.
Tabii çocuğum, buyursunlar.. denirdi, cevâben...
Şimdiki gibi çeşit çeşit pastalarımız yoktu. Çay ya da kahve, yanına sade bisküviyi en kral ikram olarak sevmiştik bizler...
Sohbetti ortamı güzelleştiren, çayı- kahvesi bahaneydi zâten...
Büyüklerimiz konuşurlarken biz de bir köşeye ya da bir odaya çekilir, kendi havamızdan dem vururduk.

Lise yıllarımda daha az bir araya geldik onunla. Türkiye' nin starlarından çok çok ünlü bir ismin sekreteri olarak anılıyordu. Onun da benim de daha az vaktimiz vardı artık, ben okul grubumdakilerleydim hemen her zaman...

-Çok zekî bir kızdın, dedi.
-Duygusal zekâm iyidir, diye cevapladım.
Hayır, yalnızca duygusal zekân değil, dedi. Çok zekîsin aynı zamanda...
-Sorma.. dedim. Eczacılık Fakültesini bile ikincilikle bitirdiğimi söylüyor ağabeyim. ( Son sınıfta ölümcül bir kaza geçirmeme rağmen notlarımı yüksek tutmak için, 3. ve 4. sınıfta toplam 4 yarıyıl okuyup, okul bitiminde sınava alındığımız iki 'esaslı' dersimiz vardı; bunları Haziran döneminde sınava girmeyip tam üç ay çalışarak üst derecede notlarla geçtiğimi hatırlarım.
Diğer notlarımın da aynı şekilde oldukça yüksek olduğunu bilirim ama o kazanın etkisiyle bitirme dereceme bakmadım bile ben...
Nişanlıydım, sonrasında da evlenip İstanbul' dan ayrıldım zâten...
-Hayır, okul birincisiydin... dedi.

Niye ben bilmiyorum da herkes benden iyi biliyor, anlayabilmiş değilim.Hiç ilgilenmedim. Farklı bir hayat, farklı bir yolda yürüyüp gittim işte...
Bu derece bana ne kazandırdı, bilmem... İnanın bilmiyorum.
Söz zekâdan açıldı da buralara geldik.
Hırslı değilim, başkalarının tepesine basmak bana göre değil.
Her şey mübah... bana göre değil.
Kendimin ve ailemin doktorluk işlerinde tecrübem işe yaradı diyebilirim, (Allah' ın izniyle) doktora ikide bir gitmedik, bir ölçüde 'aile hekimliği' yaptım yerine göre... : ))
İnanın başka da bir şey anlamadım.
Okul ve piyasa birbirinden öyle farklı şeyler ki zâten...

Geçenlerde bir askerî öğrenci arkadaşımla görüştüm. Seminerler veriyor çeşitli illerimizde, kitapları var. Bir anabilim dalının başkanı olmuş.
İsminin başına beş sıfat eklenmiş.
Eczacı Profesör Doktor Kurmay Albay ...

'Hiç değişmemişsin' dedi, gördüğünde...
'Yine eski cıvıl cıvıl, hayat dolu kız... Üniversite yıllarındaki gibi...'
-Sen eskiden de böyle miydin, askerlik mi ciddileştirdi seni? diye sordum ben de...

Arkadaşlardan konuştuk, her biri kariyer bağlamında bir şeyler yapmış.
-Ben bir şey yapamamışım.. dedim.
-Daha ne yapacaktın, üç mükemmel çocuk yetiştirmişsin.. diye cevapladı.

Sanırım 'Çocuk da yaparım, kariyer de!' biraz safsata...
Bunun için çocukların yetişmesinde aile bazında bir yakının desteği, çocukların dengesi açısından çok önemli...
Kendimi bayağı eleştiriyorum, yeteneklerim olduğu doğrudur da bunların ne kadarını kullandığım ya da kullanabildiğim, tartışılabilir.
Sonuçta her birimiz farklı yönlere bir şekilde ilerliyoruz.

İlk bölüm sonu... : ))

Sevgiler... Hayat


Hiç yorum yok: