4 Kasım 2008 Salı

Her şeyde Tanrının Parmak İzi Var...


Yüz Yıl Sonra Dünyada Bambaşka İnsanlar Olacak

Esasında hayat o kadar basit ki. Zorlaştıran, sorunları zaman içinden çıkılmaz haline getiren hep bizleriz. Kendi beynimiz. Biz istemezsek kimse bizi üzemez. İzin veren bizleriz. Sonra üzülen, pişman olan da... Tılsımlı kelime sanırım “huzur.” Kendimizle, yasadığımız gerçeklerle barışık olma halinin adı bu.
Hepimiz bir şekilde onun peşindeyiz. Huzurluyken mutluyuz çünkü. Nefes aldığımızı hissettiğimiz anlar onlar. “İyi ki varım” dediğimiz… Ne zaman biteceği belirsiz bu hayat denen deneyim oyununda huzur her şeyin bası ise bizim atabileceğimiz basit adımlar var mı? Beynimizi yönetme adına… Kitap okur gibi değil de her biri üzerinde kendi hayatimizi düşünerek okursak daha bir anlamlı oluyor. Sindirmek adına…
Bazı gerçekleri kabul edelim: Ben kusursuz değilim. Ayrıca hayat da adil değil.
Ruh durumu diye bir şey var. Moralimin bozuk olduğu zamanlar beni yanıltmasın. Olumlu ve olumsuz tüm düşüncelerde ‘kartopunun çiğ gibi büyüme etkisi’ var. Olumsuz düşüncelerin zihin payını azaltmak bizim elimizde.
Bu günü son günümüzmüş gibi yasarsak ufak şeyler dert olmaz. Bir yıl sonra bunlar bize zaten önemsiz gelecek.

İçinde bulunduğunuz ani yasamayı öğrenebiliriz. Gözler resim çeksin. Duyduklarımız müziğe, kokular parfüme, yemekler şölene donsun. Biz istersek her dokunuş başka bir anlam ifade edemez mi?

‘Daha fazlası’ hep daha iyi mi? Sahip olmak istediğimiz şeyleri değil, elimizde olanları düşünürsek hayat daha basitleşiyor. Yasamda en güzel şeyler zaten bedava. Olağan şeylerde olağanüstülük var, yeter ki bunları görebilmeyi öğretelim gözlerimize. Strese dayanma gücümüz artsın. Biraz sabır. Bu da geçer. Gevse biraz! [’Demek kolay’ dediğinizi duyar gibiyim! Evet doğru, ancak önce ‘diyerek’ başlayacağız.] En inatla savunduğunuz beş iddianızı sıralayın ve bu konularda yumuşamaya calisin. Planlar esneyebilir.
Gördüğümüz her şeyde tanrının parmak izi var. Kendimizi iyi hissettiğiniz zaman şükretmek, kotu hissettiğiniz zaman ilimli olmak…

Her gün kendimize ve iç dünyamıza biraz zaman ayırmalı.

Kendi görüşlerimizden tamamen farklı makale ve kitaplar okumak, filmler seyretmek. Yeni şeyler öğrenmek hayatin besini.
Önce karsımızdaki kişiyi anlamayı hedeflemek... Yani iyi bir antropolog olmayı istemek gerek; on yargılardan uzak, başka insanların yasam ve davranış tercihlerini incelemekten keyif alan bir tutum. Herkes farklı, buna saygı göstermeli. Bir davranışın ardındakini görmeye çalışırsak doğal olarak o kişiyi daha iyi anlarız. Kişilerin fikirlerinde biraz bile olsa doğruluk payı arayabilirsek de hoşgörü limitimiz artacak.

Daha iyi bir dinleyici olabiliriz.
Kimsenin sözünü kesmeden, cümlesini bizim bitirmediğimiz…
Konuşmadan önce derin bir soluk almak kritik bir beceri.
Kendi düşüncelerimizin gücünü bilelim. Ve yine bilelim ki yaptığımız her seyde herkesin onayını alamayız. Başkalarının veya kendi sınırlarımızı öne sürersek de sinirli olur, hareket edemeyiz. Ayni anda birkac sey yapmaya kalkmaksak beynimizi gereksiz yere karistirmayiz. Hem de yaptığımız ise veya karsımızdaki kişiye daha fazla hat ettiği değeri vermek bu sayede mümkün.
Hayata dair kendimize özgü bir “başarı” tanımı olmasında fayda var. Hiç bitmeyen hayallerimizin de…
Savaşlarımızı akıllıca seçebiliriz. Zayıf rakipleri yenmektense zorlu yarışlarda kaybetmek daha kalıcı deneyimler kazandırıyor.

Bırakalım çoğu zaman başkaları haklı olsun. ‘Gönlü bol’ olmayı ‘haklı’ olmaya yeğleyebiliriz.
‘Bilmemenin’ verdiği rahatlığı duyun. Sizden başka herkesin bilgili olduğunu duşunun. [Bu arada bırakın bilgili insanlar da bilgilerini sizlerle paylaşsın. Hem onlar mutlu olsun, hem de siz bilgi dağarcığınızı büyütün: kazan-kazan]
Birisi bize topu atarsa, bunu tutmak zorunda değiliz. Topu bize atmak onların tercihi idi, tutup tutmamak da bizim.
Bırakalım ilgiyi başkaları toplasın. İpin ucunu biraz bırakmanın bilinci bile keyifli bir durum.
Kendimizle dalga geçmeyi bilmek önemli bir beceri... Örneğin; sırf gırgır olsun diye, size yöneltilen eleştiriyi kabul edin. Göreceksiniz canınız yanmayacak.
Suçluluğu değil masumiyeti görmeye çalışmak içimizdeki çocuğu ne kadar çıkardığımızla ilintili. Başkalarını suçlamayı bırakın. Eleştirme isteğinizi bastırın.
Sevgiyi yasamın önceliği yapmak da sevgi kapasitesini arttırmakla ilgili... Sevgi elini önce biz uzatabiliriz.
Her gün en az bir kişiye beğendiğimiz bir özelliğini söylemek o kadar zor mu? Veya tanımadığımız insanların gözlerine bakıp ve gülümseyerek merhaba demek?
Rastgele iyilikler yapmak tarifsiz bir duygu. Yardım etmeye çalışırken önceliği küçük şeylere vermeli. Kimseye yaptığımız iyiliklerden bahsetmeye de gerek yok tabii ki.
Bardağın (ve başka her şeyin de) kırılmış olduğunu varsayın. Sahip olduğumuzu düşündüklerimiz esasında bizde birer emanet. Her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu var.

Yüreğimizin sezgisine ve iç sesimize güvenelim. Duygularımız bize bir şey söylemeye çalışıyorlar. Genelde de yanılmıyorlar.
Unutmayalım ki bundan yüz yıl sonra dünyada bambaşka insanlar olacak.
Alıntı

Hiç yorum yok: