***Her kahve aynı tadı taşımaz... Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona gore degişir...
***Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtigin kahvenin tadı kederlidir... Kahve telvesine yüreginin acısı karışır.
***Bir pazar öğle sonrası annenin "hadi bir kahve yap da içelim" dediği kahve huzurludur... Köpükler annenin göz bebeklerine yansır... Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...
***Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma cabasıdır... Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ... çıktığın an uyuyakalırsın... ferahlıktır!!!
****Dostlarla içilen kahve neşedir... Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...
***Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...
***Baban için yaptığın kahve sevgi doludur... çay bardağında, az şekerli...Kahve gibi görünmez sana... Ama sıcaktır dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...
***Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve baskadır... Isıtır insanın...içini...
***Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni... Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...
***Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir ama icilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadlari degişir...Her kahve aynı değildir bu yüzden...
Ben de sizleri sevgiyle pişirilen bir kahve içmeye davet ediyorum. akşam, öğle öncesi, sonrası ya da gece kahvesi. ne zaman isterseniz.
Dostlukla yudumlayacağımız bir kahve molası vermeye ne dersiniz???
Sizin kahveniz nasıl olsun ???
KAHVE TİRYAKİLERİ DER Kİ; |
Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında,mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu.
Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun ?
- Patates, yumurta ve kahve ? diye alaylı bir cevap verdi kızı.
Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun.
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. Aynı şekilde,yumurtayı da incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
-Bütün bunlar ne anlama geliyor baba ?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu.Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş
katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri degiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
-Sen hangisisin ? diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin ?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın ?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin ?
Bazen niye yaşadığımızı unutuyoruz
İş yaşamında önemli yerlere gelmiş mezun arkadaş grubu, üniversitedeki hocalarından birini ziyarete gitmiş. Çesitli konular konuşulduktan sonra sohbet, işin yarattığı strese ve hayatın zorluklarına gelmiş.
Üniversite hocası kahve ikram etmek üzere mutfağa gitmiş ve değişik boy, renk ve kalitede birçok fincanın bulunduğu bir tepsiyle geri dönmüş.
Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan fincanları ve kahve termosunu masaya koyup kahvelerini oradan almalarını söylemiş.
Tüm eski öğrenciler kahvelerini alıp koltuklarına döndüğünde hocaları konuşmuş:
“Farkına vardınız mı bilmem. Zarif görünümlü, güzel, pahalı fincanların hepsi alındı, masada yalnızca ucuz ve basit görünümlü fincanlar kaldı.
Elbette ki kendiniz için en güzelini istemek ve onu almak çok normal.
Ama işte bu biraz önce bahsettiğiniz problemlerinizin ve stresin nedeni.
Hepinizin istediği fincan değil, kahve iken, bilinçli olarak her biriniz birbirinizin aldığı fincanları gözleyerek daha iyi olan fincanları almaya uğraştınız.
Yaşam kahveyse, iş, para ve mevki fincandır.
Bunlar yalnızca ‘yaşam’ı tutmaya yarayan araçlardır, ama ‘yaşam’ın kalitesi bunlara göre değişmez. Bazen yalnızca fincana odaklanarak içindeki kahvenin zevkini çıkarmayı unutabiliyoruz.”
Bazen niye yaşadığımızı unutuyoruz...
Hayatın özüyle değil de süsüyle uğraşıyoruz.
Hepimiz, fincanın içindeki kahveden çok, onu içtiğimiz kabıyla meşgulüz.
Gözlerimiz hep başkalarının bardağında.
Çevremizi de, kendimizi de buna göre şartlandırıyoruz.
Elimizdekiyle yetinmememiz ve daima mutsuz olmamızın sebebi budur...
Anlık hırslar ve bitmeyen istekler, bizi sadece istemek için yaşayan birer canavara dönüştürürken, o meşhur reklamdaki emre uyuyoruz:
‘Daha fazlasını iste’.
Ama bunu yaparken de 21. yüzyıl yıpranmışlığı ve kolaycılığı hâkimiyetindeki tembel ve kolaycı ruhumuzun şu emrine başüstüne diyoruz:
‘Daha fazlasını iste, ama daha az gayret et.’
Asgari ücret alanlarımız, evinde plazma televizyonu, yazlık tatilleri ve bol taksitli ay başlarıyla mutsuz. Çünkü daha fazlasını istiyor.
Çünkü hayatın özünden uzaklaşmış, kahvenin kabına kafasını takmış.
Ben sokaklarda yamalı pantolonlu insan görmedim, en son gördüğüm yamalı pantalon, 7 yaşındayken bana aitti.
Bugün her hanede, muhakkak tatile çıkan birileri var. Yaşamın farkına varmak ve yaşam kalitesi, ille de maddi imkânla olmuyor.
Ellerimizi açıp şöyle bir bakalım lütfen.
Çözemeyeceğimiz problem yok.
-Tüm kayıtlar alıntıdır-
6 yorum:
Canım,
sana her gün teşekkür etmekten bıkmayacağım. Babanın kızına ders verdiği öyküye bayıldım. Gerçekten de sadece gençler değil, yaşlılardan bile sürekli sızlanan insanlara rastlıyorum.
Hayatta her şeyi görüntüye göre değerlendirmek maalesef insanların çağdaş hastalığı olmuş. Fincanın içindeki değil de dışındaki ile ilgilenmek. Ama yine de ümitsiz değilim. Biliyorum ki sen ve senin gibi bloglar ya da kişiler sayesinde birilerinin kalbine dokunulacak.
Bu öyküyü herkesin okuması dileğiyle,
Sevgiyle kal.
Canım,
seni sobeledim. Bloguma uğrarsan sevinirim.
Sevgiyle kal.
HAYIRLI CUMALAR Sevgili arkadaşım bekliyordum yeni yazını görünce hemen geldim her defasında sana içimden gelerek teşekkür ediyorum yine büyük bir beğeniyle bir solukta okudum yazını yüreğine sağlık.Başımıza gelen her olayın duygularımızı olgunlaştırması ve hayatımıza ayrı bir tat katması dileğiyle sevgiler...
Merhabalar canim, yine harika yazilarla, bizleri aydinlattin, sagolasin.
Canim patatesli corba hazir.
ayrica bana yazdigin yorumda bir adreslar var ben acamadim, acaba neydi o??? sevgiler, güzel hafta sonlari....
kehve görüntüsü harika hikayesi daha güzeldi yüreğine sağlık arkadaşım
Hepinize ziyaret ve güzel yorumlarınız, düşünceleriniz için teşekkürler ediyorum.
Paylaştıkça çoğalıyor güzellikler, ne güzel... : ))
Sevgimle...
Yorum Gönder