10 Kasım 2008 Pazartesi

Düşünceler-2 ... (Günlük)


HüZüN ZAMAN ZAMAN DELI DALGALARLA GELIR LYRICS
Şöyle yazmışım bu şarkıyı ilk duyduğumda:

"Deniz dalgalıydı bu akşam ama hava aşırı soğuk değildi.Ara ara dalgaları izledim, ritmik, âhenkle salınan..kıyıyı döven dalgaları..

Kimi zaman düşünmüşümdür nedir beni dalgalara çeken şey diye, ruhum neden kıpır kıpır olur coşar deli dalgalarla, neden kimsenin cesaret etmediği havalarda dalga köpüklerini yüzümde, dudağımda, rüzgârı tenimde hissederek yürümeyi severim??..

Zannederim bu akşam bu soruya bir cevap buldum çalan şarkılardan birinin sözlerinde, çoktandır dinlemediğim, aklıma gelmeyen bir şarkıydı:
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Gönlümün kıyısına vurur
Aşınan kayalar gibi ruhum
Suskun yorgun öylece durur

Islak kumlara yazılmış hikayeler
Ummana karışır, silinir yavaş yavaş
Her dalga ömrümden birşeyler koparır

Ağır ağır sönen gönlüm
Sakin koyları özler
Son kum tanesi olana kadar

Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Gönlümün kıyısına vurur
Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir
Son kum tanesini alana kadar

Evet işte bu!..Kum tanesi olmayacağım yaaaa..Hüzün ruhumun kıyısına vursa da , ben bu hüzünden garip, coşkulu bir keyif alsam da.."
***
Kaç devire giriyorum günde, günlerde...
Hüzünlü değilim şimdi meselâ... Yazıya başladığım zaman hüzün modumda imişim demek ki...(Önceki gün başlamıştım sanırım, araya bir kopya yazı eklendi ve günlüğe devam...)

Çok şeyler oluyor genelde dillendirebileceğim, 'yazsam hoş olur' dediğim... Yazma modunda olamıyorum her zaman, okuyor, başka şeylerle ilgileniyor ya da yorgun hissediyorum kendimi..Yazmak iyi bir zihin enerjisi gerektiriyor çünkü...Yorgunken ortaya çok da istediğim gibi yazılar çıkamıyor.

Ne zamandır 'can dostum' la olan son görüşmelerimizden söz edeceğim. Üzerine kaç görüşme daha gerçekleşti, hattâ bir keresinde yazmaya da başladım, otomatik olarak kaydedilen taslak, kaydetmemiş her nasılsa, yazı penceresini kapadığımda taslak uçuverdi.. : ((
Olmayınca olmuyor işte...

Konuyu ayrıntılıca yazmak istiyorum.Bugün yine işlerim var, fırsatım olursa devam edebilirim belki, zayıf ihtimâl de olsa...

Sevdiğim bir alıntı yazı, bugüne kısmetmiş.. : )
Sevgiler...

Ben yaşayan evleri severim.

Ben yaşayan evleri severim. Soluk alıp veren; nefes alan evleri... Balkonunda yeni asılmış çamaşırları olan. Bir poşetlik de olsa çöpü birikmiş; perdeleri her daim hareketli evleri... İçerisinde telaşlı koşuşturmaların yaşandığı. Akşamın karanlığında ışığı yanan evleri...

Dışarıdan bakıldığında; içeride gölgelerin dolaştığı, kucaklaşıp sarmaş dolaş olduğu evleri severim ben. Sitem, şikayet ve hüzün yüklü hıçkırıkların olduğu kadar; şen şakrak kahkahaların çınladığı nefes alan evleri...

Dokunulduğunda çalan zilleri ve merakla açılan kapıları olsun isterim evlerin. Dağınıklığı, tozu ve her türlü yayıntısıyla yaşansın isterim günün her saati...Temizlik yapıldığında, mis gibi temizlik kokusunun kapı önü paspaslarından taşmasını isterim ki; herkes anlasın, evin kirletilip dağıtılmaya hazır hale getirildiğini...

Tatlı telaş arifeleri, dolu dizgin yaşansın isterim evlerde. Kına gecesi, düğün dernek hazırlıkları. Veya bayram ,yeni yıl hazırlıkları coşkuyla sıralansın evin merdivenlerine. Yok! ille de pahalı malzemelerle değil; ekmeğin yanında katık edecek kadar yaşama sevinci olsun, o evde yaşayanların yüreğinde.
Yeter!..

Özlemle beklenenlerin; bekleyenlerin vuslat anına şahit olsun pembe, mavi,sarı ve beyaz duvarlar... İster hayal kırıklıkları, ister en doyurucu müjdeler alınsın ve illa ki paylaşılsın evdekilerle...

Yaşama tek başına devam etmek zorunda olanlar için de "evdekiler kim mi olmalı?" bir saksı çiçek, çorba pişirilen tencere, eski bir el havlusu, sedefi dökülmüş kırık bir çerçeve, bir çift eski ama sımsıcak pantuf.

Ah sevimli ve sadık minik bir dostta olabilir elbette. Hani ayaklarınızın arasında dolaşıp duran. Sobanın yanında sımsıcak keyiflere ortak olan, minik ve tüylü dostlardan biri...


Acıları da tüm yakıcılığı ile yaşansın hayatın. Yüreklerin yangınına, göz yaşları derman olsun ölümlerin ardı sıra...Öfkeyle kapıyı çarparak çekip gidenlerin ardından; yıkılışlar, dibine kadar yaşansın duyguların enkazında...


Ben yaşayan evleri severim. Soluk alıp veren; nefes alan evleri...
Bilirim en zor olanı da; eve tek yürekle, soluk aldırmaktır. Tüm duyguları ve yoğunlaşmış zamanları paylaşacak birileri yoksa size ait duvarların arasında; zordur gerçekten soluk aldırmak!...Zordur zor!...

Bitişik odadan gelen çocuk sesleri; sevdiğiniz adamın kulağınızın dibindeki horlama sesi; tek aşkınız olan huysuz kadının bitmez dırdırları; kayınvalidenizin bilgiç lafları; annenizin tükenmez öğütleri ; babanızın tatlı ve sıcak kükreyişleri; delikanlı oğlunuzun veya genç kızınızın isyanları ve kuşak çatışmaları...

Daha daha pek çok sıradan olay; hani hep lüzumsuz bulup rahatsızlık duyduğunuz!...Evet işte tüm bunlar; yaşadığınız evin soluk alıp vermesini sağlayan ayrıntılardı. Ama şimdi hiç biri yok!..Ne yazık değil mi?...Oysa nasıl da bıkmıştınız o sıradan olayları yaşamaktan...


Evet!...Önümüz Kurban Bayramı ve yılbaşı... Yorgunlar, yalnızlar, küskünler, barışıklar, mutlular, mutsuzlar, aşıklar, yaşlılar, gençler ; uzun lafın kısası onca insan. Duygularınız, imkanlarınız ve mekanınız ne vaziyette olursa olsun; lütfen sıyrılın gri bulutlardan; ve unutmayın tek gücünüz; bir dilim kuru ekmeğin yanında katık edecek kadar yaşama sevinci olsun yüreğinizde; yeter!...
-Alıntı-

Hiç yorum yok: