Evet, bugün Antigone ile ilgili forum mesajlarından örnekler alıntılamayı deneyeceğim, seçerek...
Farklı renklerle vurgulayacağım yazılarımızı.
Antigone için siyah, benim yazdıklarım için eflâtun tonlamalarını kullanacağım. İşte ilk mesajı:
merhaba...gruba yeni katıldım. tüm günceleri okuyamadım ama benim de anlatacak çok şeyim var...ve inanıon şu an "siz"leri bulduğum için, anlatacaklarımı ,hayatı , yaşadıklarımı dinleyecek insanlarının olduğunu gördüğüm için çok mutlu hissediyorum kendimi.
antigone,Siz de hoş geldiniz.. Nick' iniz ilgimi çekti, trajedi kahramanı seçmek tiyatro ilgisinden mi, gerçek hayatınızın çok daha olumlu, güzelliklerle dolu olması dileğimle..Yalnız değilsiniz, paylaşımlarınızı bekliyorum.Sevgilerle..
24-07-2007, 05:26
hayateylül...gördüğün için teşekkür ederim...İsmim tiyatroya ilgimden...yarım kalmış bir istek..belki yeterince istememekten ya da belki aynı anda başka birçok şeyi istiyor olmaktan. Tıpkı yemek arzum gibi...aynı anda herşey... Ama hepsi...hepsi... Neyin neyle karıştığı önemli değil,içime almak, ezmek...ezmek...ezmek...ezmek...daha...daha...daha ezmek... içerden içimde artık yer kalmadığı mesajı gelene dek tıka basa sanki bir çöplükmüş gibi midemi doldurmak...içeri gönderilenlerde hiçbir ayrım, gruplandırma yapmadan...en yan yana olmazları bile kol kola takıp da yollamak mideye. ama fazla alışmasınlar. midede çok kalmalarına izin vermeyeceğim, tuvalete gideceğim biraz sonra...ve eğileceğim...yeterli!gerisi kendiliğinden çıkacak.alıştılar. onlar da hemen oturmuyorlar içerde. biliyorlar benim onları içeri alışımdaki hevesle kovacağımı...
yarım kalan lezzetler...
yarım kalan istekler...
hiçbir şeyin tadını tam alamamalar...
karman-çorman bi yaşam, herşey birbirine karışmış, bulamaç...sıra yok, düzen yok...ama sürekli bir düzen, plan çabası var...
sürekli acele etme hali. yerinde duramama hali. sanki her an yakalanacakmışcasına bir yerde çok uzun süre duramama hali...
özür dilerim...
klavye başına oturmadan 5 dk olmadı tuvalette kaşar peynir, bezelye konservesi, kremalı bisküvi mideden nasıl çıkar onu izledim...
tek bir derdim var...
"dinlenmek"...
başka da bir şey istemiyorum.
evet ben de bu günlüğü kullanmayı istiyorum..
bulimik 3.5 ay hastanede yatılı tedavi görmüş, herşeyi iyice yoluna koymuş ama hayatında olan bir kriz durumu ile taa en başa dönmüş, tedavisi boşa gitmiş bir kadın olarak kelimelerimi buraya dökmeye devam edeceğim.
24-07-2007, 07:34
bu hastalığın tüm hayatımı dağıttığını, ilişkilerimi mahvettiğini sürekli görmek, sürekli bu hastalık kaynaklı mantık dışı davranışlarımla yüzleşmek...nefret ediyorum kendimden. çok mu lazımdı güzel olmak...neye yarayacaktı? neye yaradı? ne oldu? nefret ediyorum. bu çaresizlikten,bu yalnızlıktan, bu beklentisizlikten be dağınıklıktan. hayatımdaki herşeyi kaybediyorum...herşeyi...ailemi...sağlığımı. ..ilişkilerimi...dostlarımı...arkadaşlıkları mı...yarınımı...dişlerim kalmadı...önden bakan arkasını görebiliyor dişlerimin. diş doktorum; senin ağzına baktığımda dünyam kararıyor diyor. anlamaz ki. duyarlılık-mış..yalan! bu doktorlara eğitimleri sırasında duyarlılık sahibi olmalarını sağlamayı başaramıyor eğiticiler. iş-ten önce belki de duyarlı olmayı, karşısına geçen insanı görebilmeyi öğretmeleri gerekli.
erkekler...
hepinizden nefret ediyorum.Size kendimi beğendirmek için miydi bunca çaba?
uzaydan bakıldığında bi çin seddi bi de ben görülüyomuşum...ya öyle olsaydı.ne vardı? neden ağrıma gitti...o yaşlarda nerden bilecektim ki bunun buralara varacağını...ortaokuldaydım.alay ettiler durdular. sonra cine 5te gösterilen bir dizi..."top models"..ne mutlu bana, zayıflama yöntemini öğretti; KUSMAK!
nefret ediyorum...nefret ediyorum...
hele bir de tedavi sonrası geri dönüş yaşadığım için kendimi hiç affedemiyorum.
Nereye gidiyorum? ne olacak bana? neden daha iyiye gitmiyor-um?
NEDEN?
neden?
neden?
neden?
neden?
24-07-2007, 11:29
Sevgili antigone,
Tiyatro benim de ilk göz ağrılarımdandır, hâlen de benim için yeri çok özeldir.Öylesine ünlü, duayen niteliğinde isimleri izleme olanağım olmuştu ki tiyatronun yeri hep ayrı kalacak benim için..Şimdilerde eski tadı pek az oyunda bulabiliyorum yazık ki..
Dediğiniz gibi, aynı anda tüm ilgilerine yönelemiyor insan, tercihler yapma durumunda kalıyor.
Günlüğe dahil olalı kaç ay geçtiğini net hatırlamıyorum, kimlik bilgilerimden de bakmadım şimdi, hatırımda kaldığı kadarıyla 60 lı sayfalar civarında yazmaya başladım, bu süre içerisinde pek çok paylaşımı oldu arkadaşlarımızın, sabırla okuyabilirseniz yaşadıklarınıza benzer pek çok yaşanmışlıkla karşılaşacak, duygu ve düşüncelerinizde de ilerleme isteğinizde yalnız olmadığınızı göreceksiniz, inanıyorum ki...
Sevgili Crea' nın da dediği gibi pek çok şeyler yazıldı, çizildi, paylaşıldı yararı olabilir düşüncesi ve dileğiyle bu sayfalarda..
Düşünüyorum da söylenecek neler kaldı ek olarak, Son 1 yılda çeşitli sitelerde 1000 ya da fazla yazılar, alıntılar paylaştım ve kısa değildi bunlar, çokluk duygu ve düşüncelerimle harmanlanmış, onları destekler nitelikteki anlamlı bulduğum yazılardı.
Ne söylesem belki de kendimi tekrarlamış olacağım, olsun..
Yazmayı düşündüğüm bir hikâyem var, elim varmıyor birkaç gündür yazamadım, yazarken hüzünleneceğim, biliyorum, düşünürken bile etkileniyorum.
Bu gözler neler gördü, neler düşünüp sorguladı bu zihin, nelerle kavruldu bu yürek neler hissetti??
Söylemişimdir, insanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır.Bir gün ajandamı karıştırırken şu satırlarla karşılaştım:
"Rüzgâr ne kadar sert eserse essin, kayadan alıp götüreceği tozdur..!!! "
"Bizi öldürmeyen, bizi güçlendirir..!!! "
Bu sözlerden etkilenmiş ve kaydetmişim, günün tarihiyle..
Karakterimde olgunluğa meyil vardı zaten ancak yaşadıklarım bambaşka bir ben çıkardı ortaya..
Hep kendine güvenen bir tip olmuşumdur nedense..Bununla birlikte hayat bazen sizi düşünmediğiniz yönlere de sürüklüyor ve almanız gereken dersleri de alıyorsunuz.
Öğrendiklerimin bir kısmını paylaşmak isterim sizlerle de:
*Sevgi görmek için, sevgi verebilmeli, SEVGİ MERKEZDEN ÇEVREYE YAYILAN BİR ENERJİDİR..
*Sizden yayılan bu enerji, siz istemeseniz de insanları çekecektir.Aynen ışığın pervaneyi çektiği gibi..!
*Çevrenizi sevmenin yolu, öncelikle kendinizle barışık olmanız, kendinizi sevmenizden geçer.
*Yaşanılan hiç bir şey tesadüfi değildir ve kişisel gelişimimizi tamamlamamız adına muhakkak bir anlamı ve önemi vardır.
*İnsan, iradesine söz geçirebildiğinde kendini daha bir saygıya değer, sevilmeye değer hissediyor, bu çok hoş bir duygu, bir kez bunu yakaladığınızda vaz geçmek istemeyeceğinize inanıyorum.
*Yaşam disiplini önemli ve gerekli bir şey, adım adım da olsa eksikler tesbit edilip, tamamlanmaya çalışıldığında gerçekten de inanılmaz sonuçlara ulaşılabiliyor..
*Çok ve doğru kaynakları okumak, çok düşünmek, çok telkin insan üzerinde gerçekten etkili oluyor, zaman içerisinde neleri değiştirdiğinize kendiniz bile şaşırıyorsunuz..
En değerli varlığın kendinsin, biliyor musun? Lütfen hırpalama onu, varsa hatâlarınla bile barış, sana doğruyu bulduracak rehberler olsun onlar..Kendinle inatlaşma lütfen, ben denedim, barış imzaladığımda çok daha olumlu düşünüp, davranabildiğimi gördüm.
Düzenli ve dengeli beslenir ve "KİLO ALMA BAHASINA BİLE OLSA KUSMAYACAĞIM, EN ÖNEMLİ ŞEY BENİM SAĞLIĞIM VE BEN DOĞRU DAVRANIŞLARI HAYATIMA KATTIKÇA, YANLIŞ OLANLARDAN, BANA ZARAR VERENLERDEN UZAKLAŞACAĞIM.!! "düşüncesini ve bunun gereklerini bıkmadan, yorulmadan hayatına hakim kılmayı denersen, gerkli psikolojik desteği sağlarsan, "yaşadığım her ne olursa olsun, cevabım yemek yemek olmayacak..!!! "
"GEREKİRSE BİR TEK KİŞİ BİLE BEĞENMESİN, ŞU ANDA ÖNEMLİ OLAN TEK ŞEY SAĞLIĞIM VE BEN ONU GERİ KAZANACAĞIM..! " meydan okumasını yapabilecek cesareti bir gün kendinde bulacağına inanıyorum.
Lütfen geçmiş sayfalarda da yazılı olanları oku..
Zor olmakla birlikte imkânsız değil inan..!!!
Tüm arkadaşlara sevgiler...
25-07-2007, 11:16
Ne güzel şeyler söylüyorsunuz. Sözlükten ne güzel kelimeleri yan yana getirebilmiş, cümleler kurabiliyorsunuz. Ben de bunu yapıyorum. Gün boyu, her gün bunu yapıyorum. Kimliğinize dair neleri ne kadar anlatıyorsunuz bilmiyorum ama ben sanırım bahsetmek istiyorum.
2004 yılında üniversiteden mezun oldum. Mezun olduğum bölümün adı; Psikoloji. Yani ben şu an bi "psikolog"um. 3 seneye yakındır bu mesleği icra ediyorum. Görüşme yaptığım kişiler beni hayat dolu, neşeli, hep olumlu bakan biri zanneder. İnsanlara telkin vermeyi çok güzel becerdiğim söylenir sürekli. Görüşmelerim (bence) kayda değer geçmektedir. Ve şu an bir kamu kurumunda "psikolog" olarak görevime devam ediyorum. 2 senedir bir devlet memuruyum aynı zamanda. "Aynı zamanda" diyorum çünkü meslek bilginden başka bilgi ve beceriler istiyor devlet memurluğu. Ve inanın diğer kurumlardan farklı, başka bir kurumda çalışıyorum. Çok zor bir kurumda. Çalıştığım insanlar toplumun kaçtığı, kendini koruduğu, sevmediği, istemediği, nefret ettiği insanlar. "Suç işlemiş insanlar" ile çalışıyorum. İşlediği suç davranışından ötürü cezası verilmiş, infaz eden insanlarla çalışıyorum. Tüm gün kapalı, içeri havanın, güneşin girmediği, binanın içinde bulunan herkesin bin bir zorlukla çalıştığı bir kurumda çalışıyorum. Sabahları kuruma girerken herkesin nefesini tuttuğu ve akşam mesai bitiminde bina dışına çıkınca ancak nefesini bıraktığı bir kurumda çalışıyorum.
Çok “keyifli” bir mesleğim var. Yaptığım işin çok değerli olduğunu ve layık olabilmek için mesleğime elimden geleni yapıyorum. Ama kendimi PARÇALAR-CA-SINA!
Ben? Ben nerde kalıyor bilmiyorum artık. belki de kendime olan nefretimden, kendimle aramdaki uzaklıktan, sevmediğim-değiştiremediğim davranışlarımdan ötürü kendimi reddimden kaçıyorum. Kendimle iletişimi en iyi nasıl kesebilirim? Kendimden kaçarak... Kendimden en iyi nasıl kaçabilirim? Hayatımı "diğerleri" ne adayarak... Artık öyle bir hal aldı ki, insanlara hak ettiklerinden fazlasını bile vermeye başladım. Sürekli bir vermek, daha vermek derdim var. Her şey iyiydi, sorun yoktu ama artık somut olarak sağlık sorunlarım ve bunaltılarım başladığında... Üst üste sürekli olumsuz yaşantılar içine girmek zorunda kaldığımda hepsi ile aynı anda baş edemeyince gördüm ki, bana yardım eden yok!!!!!!!!
Ama bana yardım edecek bir "ben" de yok ortada. "ben"i kaçırmışım... Kızgın bana.
Ben "ben"le ilgilenmiyor. Derdime koşmuyor ben "ben"in! Bir başkası hiç koşmuyor.(-muş.) Aslında kızgın mıyım, üzgün mü? Kırgın mı? Yoksa yorgun mu bilemiyorum...
Babam bana bir defa demişti ki; "senin yaşadığın tüm şeyleri bir başkası yaşasa şu ana senin olduğun yere kadar bile gelemezdi. sen güçlüsün. Her şeye rağmen sen devam ediyorsun" Babamdan hayatım boyunca duyduğum tek güzel cümle budur. (biraz eşelediğimizde “ben”i altında “baba” çıkıyor zaten. Pek çok kız çocuğunun yetişkinliğini olumsuz yönde etkilemiş bir “baba”sı olduğu gibi…)
Ortaokul 2 sınıfın bitiminde tanışılan “bulimia” ile o gün bugündür yaşıyorum. Hemen herkesin de bildiği gibi başlarda çok güzeldi. Kilo veriyor ve gittikçe güzelleşiyordum (?). Orta sona başladığımda okulun “gözde kızı” olmuştum. Benimle dalga geçen erkekler bana çıkma teklifi etmeye başlamıştı. Her şey “güzellik” içindi. Dostluk, sevda tüm insani güzel değerler “güzellik” varsa vardı! Neyse o günlere fazla dönmek istemiyorum. Orta sondan sonra terapilere başladım. Özel psikolog ve psikiyatrist görüşmelerim başladı. Ama terapi ilerledikçe rahatsız olmaya başladım, başka şeyler çıktı su yüzüne; annem-babam…neyse onlardan da bahsetmek istemiyorum… Lise..Serseri, idealist, rocker bir genç kızdım. Baştan aşağı siyah giyinir, zincirler takar, gözlerimi bir hortlak gibi kopkoyu siyaha boyardım. Bilirsiniz bu görüntüyü, çok yabancı değil.
Lisede üniversite sınavına sadece evden uzaklaşmak için hırs yapıp da çalıştım. Gittim de… Bir deniz kentinde üniversite okudum. Denizle tanıştım. Deniz insanıyla elbet… Denizin olduğu yerde sürülen yaşamı yaşadım… Bu süreçte bulimia yetmiyor ya, çok zor, çok aşağılandığım, beni kadın çalışmalarında gönüllü çalışmaya yöneltecek kadar kendime güvenimi sarsan iki ilişki yaşadım. Anlatamam içeriğini. Kime neyi ne kadar anlatırsan anlat asla ulaşamaz o bildiği ile senin yaşadıklarına. Senin yaşadığın kadarı değildir, olamaz asla anlattıkların! Bu yüzden anlatmama gerek yok.
Üniversite bitti..işe başladım. Öğrenci iken daha kolaydı bulimik yaşam sürmek. Ama işe başlayınca… İnsanlar anlamadı. İnsanların hayatında “öğle yemeği” diye bi ara var. Ve insanlar o ara-da o kadar çok şey paylaşıyor ki… Bende yok. Ben de böyle bir ara, hayatımda böyle bir kavram olmadığı için onlara katılamadım, ortak olamadım. Ama ortak olamadıkça dışlandım iş yerimde. Tehlikeli algılanmaya başlandım. Tavırlar oluştu bana karşı, olumsuz… Ve ilişkilerimi kaybetmemek için kendime zarar vermeyi göze aldım; yemeklere katıldım, yedim…Ama sonra kustum. Bir süre iyi gitti. Ama o da olmadı.. yemek ardına da oturup kahve içiyorlar. Ama ben onlarla yemek ardına o kadar oturursam yediklerim içimden çıkmaz hale gelir. Erken kalktım. Bu defa da bu sorun oldu… Ne yapsam olmadı… Çünkü ne yapsam sonunda, içinde bir “kusmak” vardı. Hastanede tedavi olma kararı aldım. Apar topar işi bıraktım. O çok sevdiğim kenti terk ettim. Geldim doğduğum büyüdüğüm o koca kente yine. Hastaneye yattım hemen. Bir psikolog olarak psikiyatri servisinde yatmak ne demek, bunu da anlatamam… Nasıl zorlandım. Bulimia tedavisine geçmeden bunla uğraşmamız gerekti. 4 aya yakın hiç dışarı çıkmadan yattım. Hatta alkolizm eğilimi teşhisi de kondu. Alkol yasaklandı. (Hoş şu an hayatıma en sık misafir(?) olan şeylerden biri yine alkol).
Annem babam değil, ben yaptım bunları. Onlar sürekli beni suçlamakla, annem ağlamakla ve bana kızmakla meşguldü. İstesem kusmazmışım, neden yapıyormuşum? Anlatamadım. Açıp da bişeyler okumadılar, videoları izlemediler ben ve benim gibiler hakkındaki… Onlar için önemli olan bunu yapmamdı. Neden yapıyor? Beni görmeye çalışmadılar. Beni anlamak dertleri olmadı. Hiç olmadı zaten. Üniversiteyi kazandığımda da hiç unutmam; kazandın haberi geldiği an, babamla kavga etmeye başladılar. Beni tebrik eden yok. Bakakaldım. Kavga nedendi? “Başka bir kenti yazmasına neden izin verdin, al işte başka kente gidecek”in kavgası…Kaçtım… Ağlayarak kaçtım… Ve başka bir kentte okumaya gittiğime hiç ama HİÇ pişman olmadım.
Şimdi yine başka bi kentte çalışarak kendi hayatımı kendim kazanıyorum. Bunun adı kazanmak mı bilmiyorum… Ama yazdıkça fark ediyorum ki…Anlatamam…Ben bir şeyler yazdıkça aklıma bir şeyler geliyor, sıraya giriyor ama hepsini yazamam. Yazamam. Hatta yaz-ma-MALI olduklarım da var içlerinde.
Neyse… Biliyorum ben de bununla baş edebileceğim... Yaşadıklarım(yaşattıkları) kendimde en çok sevdiğim huyum “güven” duyma alışkanlığımı çok zedeledi. Artık öyle kolay güvenemiyorum kimseye. Aslında yine güveniyorum da güvenmemem gerektiğini düşündüğüm için nasıl kontrollü davranıyorum. Her adımdan önce 100 defa düşünüyorum. Ve işte bu beni yoruyor. Oysa insanlara güvenmek ne basitti. Hayatımı nasıl kolaylaştırıyordu. Anlamıyorum; insanlar güvenmeden yaşamayı nasıl başarabiliyor. Birilerine güvenmeden yaşamak çok daha zor, yorucu. Sürekli sana geme ihtimali olan şeylerin hesabını yapmak…Bu çok yorucu bir şey yaaa… Ben çok zorlanıyorum… Hayatı kaçırmak demek bu!
Dinlediğiniz için teşekkür ederim ama daha fazla anlatmak istemiyorum. Sizlerle olmaya devam edeceğim. Ben de bir günün geleceğini ve o günü hiç kusmadan(hastanedeki günlerim gibi) geçirebileceğimi tekrar biliyorum, güveniyorum, inanıyorum. Ama bu şu an olamıyor. Bunu da biliyorum, görüyorum ve yaşıyorum…
Bazen “kendiliği”ne bırakmak gerek hayatı…
“Kendiliği” yaratan zaten senin yaşamış oldukların.
Ve Oruç Aruoba’nın dediği gibi;
“İNSAN NE YAŞIYORSA ‘O’DUR”
* * *
Bugünlük de bu kadarı yeterli zannederim.
Bu notları toparlıyorum, izlemeye devam ediyorum pek çok boyutta, yalnızca bu boyutunda kalmıyorum yeme bozuklukları ve tedavi yöntemlerinin...
Kesinlikle hafife alınmaması gerektiğini bir kez daha yineliyorum.
Sevgiler...
Hayat
5 yorum:
Güzel yorumların için çok teşekkür ederim Hayat dolu ablam.Ablam diyorum oğlunuzdan bahsedince benden büyük olmalısınız.Hayırlı uğurlu olsun inşallah sözünüz.İnanın elimden geldiğince yardım etmeye hazırım bilmenizi istedim.En azından söz bohçasını yada tepsisini ben göndermek isterim adres verirseniz.Allah yardımcınız olsun sevgiler ablacım.
Çok nâziksiniz sevgili Nazar... : )
Sizin gibi dostlar oldukça sırtımız yere gelmez inşallah. : ))
Büyük eltim bu konularda inanılmaz maharetlidir, mesleği aynı zamanda, dikiş nakış öğretmeniydi.
Bohça örnekleri için link adresi vermen yeterli, bakalım bohçalarımız Konya ' dan mı gelir?
Yeri geldikçe sipariş verebilirim, değil mi canım?
İçten sevgiler...
Canim merhabalar buyur gel inan beklerim. Saglik icin de dinlenmek icinde, cok güzel yerlerdi, insallah bir daha firsat olurda gideriz, senide beklerim. Güller harikaydi, büyüleyici kokulari hala icimde hissediyorum, sevgiler...
yine ben geldim iyi akşamlar. Sipariş olarak göndermeyi kastetmemiştim.Benden küçük bir söz hediyesi olsun istedim içimden geldi. Göndermek için adres istemiştim.Yinede elimden geleni yapmaya hazırım sevgiler....
Canım ben bu ince düşüncenden dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum sana...
Söylemek istediğini anladım, çok da memnun oldum inan. : ))
Olur ki başka şeyler gerekir sevgili Nazar'cığım.
Malûm, kızımız da var yetişkin.
Şimdiden randevumuzu alıyoruz yani.. : ))
Sevgiler çok çok...
Yorum Gönder