1 Ağustos 2008 Cuma

Güne Dair..


Çok ayrıntıda boğulmak istemiyorum. Yoğun tempodayım yine bu sıra...Birkaç, zaman alacak işlerim var.Sonrası ablam gelecek inş yurtdışından. Arada olası başka programlar...Hayırlısı diyelim. : )
Aşağıya alıntıladıklarım iki yılda olanlardan yalnızca satır araları tahmin edebileceğiniz üzre..Onlar kadar ve de fazlası, ajandamda yazılmış, aktarılmayı bekliyor.Pek elim varmamıştı doğrusu.Bir ara yaparım belki, emin değilim.konular, olaylar, çıkarabildiğim kadarıyla alabildiğim dersler, nasıl ifade edebilirim başka bilemiyorum?Olayların üzerinden zaman geçtikten sonraki düşündürdükleri, yeni gelişmeler...
Neyse, bu akşam anneme uğradım.Küçük kızım ve ben, bilgisayar ve güneşe karşı da işimize yarayacak gözlükler kullanıyoruz artık.Beğendim, entel bir hava verdi ikimize de. : ))
Akşam üzeri bir de gümüş , turkuaz rengi boncuklarla bezeli bir küpe aldım kendime.Öyle 'pat' diye beğenmem genelde, sevdim renk tonlarını, hafifliğini ve genel havasını..Kızılderili prenseslerine döndüm. : ))
Annem merak etmiş,son iki gündür beni. Sevindi gördüğüne.. Gürcü bakıcısı da öyle..Sevdik birbirimizi. O da çocuklarını özlüyor, memleketindeki. Kızı gelecek bu aralar ziyaretine.Dizileri seviyor.Dizi kültürüm kırıktır benim.Sayesinde izliyorum ben de yarı buçuk.Hangi kanaldaysa, Elif diye bir dizisi var. Dizinin fon müziği, rahmetli Esmeray' ın kadife sesiyle söylediği bir eser, kendisiyle ünlenmiş..
boğazında düğümlenen hıçkırık
olayım/ unutma beni, unutama beni/ gözünden damlayamayan göz yaşın olayım/
unutma beni, unutama beni/ gölgen gibi adım adım/ her solukta benim adım/ ben
nasıl ki unutmadım/ sen de unutma beni, unutama beni/

bitmek bilmez kapkaranlık geceler
boyunca/ unutma beni, unutama beni/ ayrılığın acısını kalbinde duyunca/ unutma
beni, unutama beni/

........
Sözlerini söyletiyor bana, kendi alfabeleriyle, Türkçe okunuşunu yazıyor. Latin harfleri değil kullandığı ancak, sonuçta şarkının Türkçe okunuşunu kaydetmiş oluyor.Şarkılarımızı beğeniyor.Geçenlerde de bir başka eseri yazdırmıştım ona.Kendine özgü aksanıyla mırıldanıyor, ses rengi güzel. Söyle diyor, bir daha..Defalarca söylüyorum nakaratını, kimi zaman eşlik ediyor.Ağlıyor bir yandan..Seni seviyorum, güzel kadın.. diyorum.Ben de seni çok seviyor. Sen çok guzel, gerçek guzel.. : ) diyor karşılık olarak.
Annem, istekte bulunuyor, sözleri yürek ezici bir eser..Kaç kez istemiştir bunu benden, bir türlü repertuarıma katamadım : ))
Aslında 'ayaklı müzik kutusu gibisiniz' yakıştırmasını uygun görmüştü müzikle çok içiçe bir prof arkadaşım, ancak bu şarkı ve kim bilir daha niceleri yok işte bende.. : )
'Ayrı düştüm sevdiğimden,dünya bana dâr oldu, Gurbet elde kimsesizim,buna sebep yâr oldu.'
Sözlerini buldum az önce, sevdim. Öğrenir sana söylerim anne, tamam diyorum.
Annem ve anneannemin de sesleri güzelmiş. Pek bilir eski şarkıları ama yorumlamazdı.
Arada böyle beni aşan isteklerde bulunuyor yalnızca.. : )

Bîr sevdâdan hâtırâdır,benle hemdem kederim,/ Bir tesellî umdu gönül,şimdi
târumâr oldu, /Yine firkat,yine hicran,yine hüsrân kaderim, /Bir kıvılcım düştü
derken, o, serâpâ nâr oldu; /

'Ayrı düştüm sevdiğimden,dünya bana dâr oldu, /Gurbet
elde kimsesizim,buna sebep yâr oldu.'
Oğlum geliyor beni almaya. Hatırla Sevgili ' nin dizi müzikleri cd sini dinliyoruz yine.Zaman zaman eşlik ederek. Aynı şeylerden zevk almak hoş oluyor. Paylaşmak mı demeliydim? : )İki gün sonra gidiyor yine, inş. hayırlısıyla tamamlayıp dönsün, bütün askerlerimiz de, hayırlısıyla...Hiç sevmedi askerliği, hüzün moduna girdi bile dönüş biletini ayarladığında.

Şimdilik bu kadar..İçten sevgiler...Çoookk sevdiğim bir yazı, tekrar olsa da:Büyü DükkânıAynı adı taşıyan kitaptan alıntıdır.Sevgiler... Paylaşmak istediğim bir iki hikâye daha var ama korkarım ufak ufak yazılarımı parselliyor musunuz diyebilir yazarı..:)) Masalları severim ben de ilk öğretim yıllarımdan bu yana.. Bu aralar Pertev Naili Boratav' ın, uyumadan önce çocuklarıma da okuduğum ve hâlen severek söz ettikleri masal kitaplarını yeniden alıp okumak istiyor canım..Bakalım ne zamana denk düşer?
Büyü Dükkânı...




Büyü Dükkânı
Uzak diyarlardan birinde bir ülkede, yemyeşil tepelerin arasında, kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı. Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi "Büyülü Vadi" olarak anılırdı. Ona bu adi veren ise, vadideki ilginç bir dükkân ile bu dükkânda yaşananlardı. Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkânın adı "Büyü Dükkânı" idi. Büyü Dükkânının sahibi, ak saçlı, aksakallı bir ihtiyardı. Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi. Bu nedenle, dükkânın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi. Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu, tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya, bir verandadan giriliyordu. İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz. Büyük bir kütüphane, üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar, masa ve konsollar dükkânın dört bir tarafını kaplıyordu. Ancak bu kalabalık görüntü içinde çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu. Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu. Büyü Dükkânını çevreleyen pencereler, içerideyken bile günün aydınlığına ve vadinin güzelliğine hâkim olmanıza izin veriyordu. Dükkânın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı. Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu. Dükkâna gelen müşteriler, arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi. Her insanın, yaşamında çok istediği ancak sahip olamadığı bir şeyler vardır ya da sahip olup kaybettiği şeyler. Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler... İşte bütün bunlar, o ülkede yasayan insanların bir kısmi için, Büyü Dükkânına gelme nedeniydi. Bu dükkânda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz. Müşteriler, hayal edebildikleri her şeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler. Tabii, bedelini ödedikleri takdirde... Her yerde olduğu gibi bu dükkânda da almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı, dükkân sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, Büyü Dükkânında maddi bedellerin hiç bir hükmü yoktu. Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için ödenebilecek tek bedelin para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi. Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve pek çok müşteriyi şaşırtırdı. Dükkân sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar, kendine büyük bir fincan kahve yapar ve bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkânıyla gurur duyarak kahvesini yudumlardı. Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da pencerelerinin perdelerini sonuna kadar açarak, sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının yardımıyla okumaya başlardı. Büyü Dükkânında satıcı olmak bilgelik isterdi. O güne kadar dükkâna gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemişti dükkân sahibi. Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna onca yolu göze alarak gelir ve mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı. Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu. Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan basını kaldırır, yolu gören pencereye bir göz atardı. Eğer bir müşteri geliyorsa, onu ta uzaktan yakalayıp, dükkâna yaklaşana kadar izlemeyi severdi. Bu, onun için zihinsel bir hazırlık süreciydi. Bu süre içinde zihnini, biraz sonra gelecek olan müşteriyi iyi anlayabilmek için boşaltırdı. Sabah dışarı baktığında, yağan karin yolu iyice kapattığını gördü. Bu havada gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi. Büyü Dükkânı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı. Ancak yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu. Yaşlı adam, o günün de bunlardan biri olmasından korktu. Nedense ıssızlık içini ürpertmişti. Tam o sırada uzakta bir karartı gördü. Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında, bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı. İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve tam pencerenin karsısındaki sallanan koltuğa oturup, müşterisini beklemeye koyuldu. Kış mevsiminin bu soğuk gününde epeyce üşümüş, yorgun düşmüş olmalıydı. Kapının önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu. İyice kulak kabarttı. Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı. Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesildi. Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaslı adam. Çünkü hemen herkes o kapının önünde durup, bir kez daha düşünürdü. Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı. Sonunda kapı çalındı. Açtığında, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü. "İyi sabahlar, girebilir miyim?" diye sordu müşteri. Dükkân sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra, ısınması için ona bir kahve ikram etti. Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam, karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri olduğunu düşündü. Herhalde o da müşterisini anlar, onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi. Acaba Büyü Dükkânından çıkarken istediği gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı? Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi. Belki de dükkân sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi. Ancak karsısında, sabırlı bir ifade ile müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının, alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı. Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret hem de yumuşak bir etki yarattı. Anlaşılan, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu. Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi. "Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya... İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkânınızda bulabileceğimi söylediler. Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım." "İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim ?" "Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yani yolun yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dilim varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne kadarki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü ?" "Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkânımda her şey mevcut. Ancak tam olarak ne istediğinizi anlayabilmem için, bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?" Dükkân sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü. Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu. Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde birbirlerine karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar. Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri, yaşlı satıcının sorusu karsısında ancak şunları söyleyebildi; "Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım. Bunlar için pişmanlık duyuyorum... Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım. Zamanı hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor. Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım. Dostlarımla konuşmayı denedim. Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu, yardım etmeye çalışanlar da. Ama hiçbiri kar etmedi. Kendimi çok mutsuz hissediyordum. Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkânından söz etti. Bunu duyar duymaz sanki içimde bir ışık yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen elli beş yılımı bana geri verin." "Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı yeniden yasamak mı istiyorsunuz?" "Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil. Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum. Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım." "Herhalde bunu çok istiyorsunuz?" "Evet, hem de her şeyimi verecek kadar." "Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında siz bana ne verebilirsiniz?" "Ne isterseniz?" "Sanki bunun için her şeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz." "Hiç kuşkunuz olmasın. Su anda sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin." Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken, kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı.. Bir süre düşündü. Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi. Büyü dükkânına gelen kişiler, genellikle bir an önce istediklerini alıp gitmek için acele ederlerdi. Bu nedenle, yaşlı adam,pazarlığın başındaki düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı. Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu. Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı: "Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız da, ben sizden bir tek şey isteyeceğim." "Dileyin benden ne dilerseniz." "Belleğinizi. .." "Anlamadım!" "Belleğinizi dedim... Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum." "Ah evet anladım. İlginç bir bedel... Kabul ediyorum.Tamam alın belleğimi." "Emin misiniz?" "Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım." "Belleğinizi, içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz. Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız. Buraya neden geldiğinizi bile ..." "Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım. Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!" "O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz. Tabii o zaman benim yerime,bir başkası size yardımcı olur." "Hayır hayır ... Emin olun ki, şu dakika belleğimi size bırakıp elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı, bir daha dönmemek üzere terk edeceğim. Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim." "İsterseniz başka sözler vermeyin. Çünkü, az sonra, belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz." Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı. "Nasıl yani? Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarımızı bile, öyle mi? Yani hiçbir şeyi mi ? Buraya neden geldiğimi, sizin kim olduğunuzu ve hatta...!" "Ne yazık ki!" Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu. Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü. Son sözleri müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve bekledi. Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi. Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri, yaşlı satıcı için, sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi. Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı: "Sanırım ne demek istediğinizi şimdi anlıyorum. Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum. Belleğimden vazgeçemem. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılılığında satın almasına... Çok ilginç bir insansınız. Bana, Büyü Dükkânından almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı söylemişlerdi de inanmamıştım. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim, ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum. Size teşekkür ederim." "Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşça kalın." Yaşlı adam, müşterisini gözden kaybolana dek gülümseyerek izlerken, aklından "Santayana" nın bir sözü geçiyordu: "Geçmişi hatırlamayanlar, onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar."
***
Eh, biraz geçmişi hatırlayalım birlikte, ne dersiniz? : ))
Son iki yıla dair günlük notlarımdan alıntılar bulacaksınız alttaki linklerde.
Sevgiler...
Hayat

Hiç yorum yok: