12 Ağustos 2008 Salı

Anlamak

http://bayflower.blogcu.com/anlamak_21704101.html
Anlamak
12/08/2008 -Kategori: Denemelerim
Ferit Edgü’den yaşama dair çok önemli bir söz...bir nasihat...bir tecrübe aktarımı...demiş ki Edgü “ Yaşım ilerledikçe daha iyi görüyorum:Önemli olan öğrenmek değil anlamakmış.”
Çünkü...çünkü...Geothe’nin dediği gibi “anlamadığımız şeyler bizim olamaz”. Öyleyse...bir şeyi çok istemişsek onu anlamalıyız. Peki anlamak için ne yapmalıyız önce ? Geothe bu defa da şöyle diyor “ Her insan ancak anladığı şeyi duyar.” Yani anlamak ve duymak iç içe geçmiş. Elbette duymak için de kulak vermek lazım önce ...yani kulaklarımızı kapatmamız lazım. Anlamak için de koşulsuz,kuruntusuz,vesvesesiz dinlemek...duymak lazım.Yani beynimizi yani ruhumuzu kapatmamak...
Öğrenmek değil...öğrendiğimizi anlamak... yargılamadan... sorgulamadan.. keşfetmek adına...sevgi adına...
Peki insanı en iyi kim anlar ?
Annesi ? Babası ? Arkadaşı ? Teyzesinin oğlu ? Halasının kızının kuzeninin kardeşi ? Evet kim ? Belki kendisi ? Hayır ! Bence sevdiği , bence yari , bence vazgeçilmezi ...ve o da aslında kendisidir. Ama öyle bir kendisidir ki ..insanı kendisi yapan şeydir ! “Biz” olmak “ben” olmaktan güzeldir. “Ben tekildir...yalnızdır” ama “biz çoğuldur ama öyle bir çoğulki tek den bile daha tekildir.”
Dedim ya annemiz değildir bizi daha iyi anlayacak yada bir arkadaş...bizi anlayacak kişinin “biz” olması lazım.Yani dışarda değil..yani içerde olması lazım. Teniyle ve ruhuyla...
Ama anlamakta bir sancılı süreçtir.
Değer bu sancıya...çünkü anlaşılan şey...insanın kendinden doğan diğer “beni” olur. Öyle bir ben ki...ben den ileri bir şey...anlamak anlaşılanı parçamız yapar...etimizden...ruhumuzdan bir parça...
“Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir” diyen Dostoyevski ne kadar da haklı. Ve sevgili...anlaşıldıkça...kavrandıkça...keşfedildikçe güzelleşir. Mektupçu Agah’ın bir sözünden çıkmıştı “sevgili” adlı şiirim. “Sevgiliden gelen herşey sevgilidir !” Diyorum ya...anladıkça...keşfettikçe güzelleşir sevgili. Ona ait olan her şey güzeldir çünkü.Tenine ve ruhuna ve yaşamına ait olan her şey....İyi ve kötü...doğru ve yanlış adına herşey...
“Ah kimsenin vakti yokDurup ince şeyleri anlamaya”
Ne güzel bir “ah” çekme değil mi? Ne güzel ince bir sitem Gülten Akın’ın söylediği...
Zaman ayırmalı “ince şeyleri” anlamaya. Ve aşk gibi ve sevda gibi ve sevgili gibi ve yar olmak gibi “ince şeyleri” anlamaya zaman ayırmak lazım.
Ve aşk bir yansıma ise her zaman söylediğim gibi.İşte bu doğruysa dibine kadar.İşte....işte o zaman anlamak bile anlamsız kalır.Çünkü yansımamızdır karşımızda ki “kendimizi bilmektir”.
Mevlana'nın o beynimin damarlarını açan sözü geliyor aklıma “ne kadar bilirsen bil ve ne kadar anlatırsan anlat,senin bildiğin karşındakinin anladığı kadardır.”
Ve bunca sözden sonra diyorum ki “ağlayan kız,seni anlıyorum” ve biliyorum ki “beni anlıyorsun” ve birbirimizi daha da anladıkça paylaşımlarımız daha da güzelleşir ...
Esat SELIŞIK

Sevgili Esat'a "Anlamak" başlık denemesini benimle paylaştığı için teşekkür ediyorum.FYÇ

Benden de teşekkürler Sn. Çiçek, güzel bir yazıydı. : )
Yorumum:
Aslında dar vakitlerde duygu paylaşımını sevmem ancak bol vakti de her zaman bulamıyorum.Ne kadar mükemmel olursa olsun vaktinde yetişmeyen işin kıymeti yoktur, diye düşünüyor ve mükemmelliyetçi karakterimi törpülemeye çalışıyorum. : )

Şöyle yazmışım geçmiş günlük yazılarımın birinde:
"Bu Fuzûli konusuna da bir girdim,peşisıra sürüklüyor beni.Bugün de karşıma şunlar çıktı.Zemini bende mevcut olduğu için hoşuma gitti,aktarıyorum.Belki biraz ağır gelebilir ama,dayanamadım: ........................... sohbet ediyorduk meczubla, daha doğrusu anlatıyordu ve ben dinliyordum. bir ara aşk meşk geçince tam yeridir diye leyla ve mecnun hikayesini sordum. dedim ki, nedir bunların çektikleri, aşk bu kadar kötü hallere neden sokar insanı ki biz ondan kutsal bir şey bilmeyiz... kavuşmak yokmudur sevgiliye bu kadar seven için... sarmak, sarmaşık gibi...
meczub bir müddet gülümsedi, sağa sola bakındı. anlatmak ve anlatmamak arasında kararsız kalmış gibi bir hali vardı. birde acaba anlar mı ki diye bakıyordu sanki bana. neyseki anlatmaya başladı :
leyla ve mecnun hiç ayrılmadılar ki. bütün o anlatılanlar herkesin kandığı bir yalan sadece. mecnun acılar çekmiş, çöllere düşmüş, kurtla kuzuyla arkadaş olmuş, ağlamış sızlamış hepsi yalan... leyla ve mecnun birbirlerine o kadar aşıktılar ki, sen ben, leyla mecnun kalmamış aralarında. her an bir olmuşlardı, birbirleri olmuşlardı. aşıklar kıskançtır, ve korkarlar başka bakışlardan. bu kıskançlık ve korkudan dolayı aşklarını, "bir"liklerini gizlemek istemişler, ve insanları kandırmak, bu hali gizlemek için türlü oyunlar yapmışlar. bakan onları ayrı görürdü, görünüşte ayrıydılar sadece. oysa mecnun konuşurken duyulan aslında leylanın sesi, leyla konuşurken duyulan mecnunun sesiydi. aşk yakıp eritmiyorsa "ben"liği, o aşk değildir. ama eğer aşk "ben"liği yakmışsa, artık benlik kalmamıştır, ve artık sevgili vardır yananın bedeninde. ben sevdim, aşık oldum diyerek sevgiliyi kast eder. ki fuzuli bunu anlamış ve şöyle demiştir :
kim cananı için canın severse, cananın sever
kim ki canı için cananı severse, canın sever
....
..ve anlamak üzerine:
1.Düşündüğünüz
2.Söylemek istediğiniz
3.söylediğinizi sandığınız
4.söylediğiniz
5.karşınızdakinin duymak istediği
6.duyduğu
7.Anlamak istediği
8.Anladığı
9.Anladığını sandığı
aralarında farklar vardır,ayırt etmen-m-iz dileğiyle.. : )
Saygı ve sevgiler...Hayat

Hiç yorum yok: