GÜNEŞE BAK DOSTUM
Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma....
kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de...
unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.
yolcuya bakıp, yolunu tanıma.
yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.
vahim olan, yolun yolcusuz olması değil;
asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır;
yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal.....
'en doğru yol: en dikensiz yoldur' diyenler seni aldatıyorlar.
onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.
aldırma....
ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.
dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever.
dostum, yollar yürümek içindir.
fakat, şu gerçeği de hiç unutma:
yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir.
yol boyunca; yola çıkıp da yürümeyenleri,
yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları,
yoldan metafizik uyuşturucularla keyif çatanları,
tel örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları,
maratona 100 metre koşucusu gibi hızlı gidip, 50. metrede yola yatanları,
yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zor atanları,
yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları,
ayağına batan tek bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları,
beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları,
yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanları göreceksin.
aldırma, yürü.....
İMKÂNIM YOKTU" deme.
Kendine doğruyu söyle.
"Üşendim" de...
"Tembellik ettim" de...
"Canım istemedi" de...
"Yapmak içimden gelmedi" de...
Hiç değilse "yattım" de...
Ne dersen de, ama "imkânım yoktu" deme.
Unutma, iman en büyük imkândır. İmanı olanın imkânı tükenmez. Hatta kimi zaman "imkânım yoktu" demek, "imanım yoktu" demeye bile gelebilir.
Birileri önüne çıkıp şöyle sorabilir: "Falancanın imkânı var, fakat yapmıyor. Neden acaba?"
O zaman diyeceğin bir şey, vereceğin bir cevap yoktur.
İmanın makarrı olan yürek, bitimsiz bir güç merkezidir. Göz ferini, diz dermanını, yumruk fermanını yürekten alır. Tıpkı kaslara komuta eden sinir sistemi gibi...
Başını dik tutan kasların değil, o kasa komuta eden beynindir. Yumruğunu havaya kaldıran pazuların değil, o pazulara komuta eden beynindir.
Gittinse, ayağın değil yüreğin götürdüğü için gittin.
Gitmedinse, yüreğin yetmediği için gitmedin.
Yaptınsa, elin erdiği için değil aklın erdiği için yaptın.
Yapmadınsa, elin ermediği için değil yüreğin yetmediği için yapmadın.
Gördünse gözün olduğu için değil, dahası baktığın için değil, gönlün olduğu için gördün. Eğer gözü olan herkes görseydi, bunca "bakarkör"ün varlığını nasıl ve neyle açıklardık? Eğer göz görmenin yegâne organı olsaydı, gözü olmadığı halde bir çok göz sahibinin göremediği hakikatleri gören kafa gözü kör, kalp gözü açık yiğidi nereye koyardık?
Görmedinse göz olmadığı için değil, hatta "göz bakmadığı" için değil, "gönül akmadığı" için görmedin. Tıpkı yapmadıklarını gönlün olmadığı için yapmadığın gibi. Tarih bir işe baş koyanların, önce o işe gönül koyduklarının şahididir. Unutma ki, baş işe düşmeden iş başa düşmez.
"Yapacaktım ama, kimsem yoktu" deme.
"Kimsesiz" değilsiniz, "kimse, sizsiniz."
Allah var, O yâr. Gerisi olmasa ne çıkar?
Yapacağı işte O'nu hesaba katmayanlar Besmelesizdirler. Besmeleli olanlar, yaptıklarını O'nun sayesinde, O'ndan aldıkları yetki ve güçle, O'nun yardım ve desteğiyle yaptıklarının bilincinde olanlardır.
O, elde var "Bir"dir.
O'nu yanında bilen kimseye muhtaç değildir, O'nsuz olanın kimsesi yoktur.
Görevini yapmak için sağına soluna ve dahi ardına bakanlar, O'nun gözetimi altında olduklarının, O'na karşı sorumlu olduklarının şuurunda olmayanlardır.
"Yürüyeceğim ama, kim gelecek?" deme, sadece yürü.
Yeter ki yürü ve iz bırak. Zamana ve mekâna bir soğuk damga gibi vur ayak izini. Yürüyüşünün tanığı olsun bıraktığın izler. Hiç iz bırakıp da izlenmeyen birini gördün mü? Unutma ki iz bırakanlar mutlaka izlenirler. İzlemeye gönlü olanlar, mutlaka iz ararlar.
Hem, baksana kendine. Sen, senden önce yürüyen birilerinin izini izlemiyor musun? Bunu ancak yolcu olduğunu unutmayanlar, yolculuğu her şeye rağmen sürdürenler bilir.
Zaten yol dediğin, izlerin icmalinden başka nedir ki?
Yolu yol kılan, biraz da senin ve senden önce yürüyenlerin izi değil midir? Zaman ve mekânda var olan tüm yolları, yolcular açmamışlar mıdır? Ve yolun kerameti yolcudan menkul değil midir?
Ve bir de "yapacağım ama, değerinin bilineceğinden umutlu değilim" deme.
Bir kere umut dediğin, imanın öz çocuğudur.
Çocuğuna kıyan, anasını ağlatır.
Umuduna kıyma ki, imanın ağlamasın.
Etrafına bak. Ne kadar umutlu adam varsa, hepsi de bir şeyler yapan, değer üreten, kıymet ortaya koyan kimselerdir. Yani yapanlar umutlu, yatanlar umutsuzdur. Handiyse birinin umuduna bakıp onun yapanlardan mı, yatanlardan mı olduğunu anlayabilirsin.
Hem yatanların umutlu olması hayra alâmet değildir, tabi ki yapanların umutsuz olması da...
Değerini kim mi bilecek?
Bu kaygı sahte değerlere yakışan bir kaygıdır. Sahici değerlere vurulanlar, "Değerim bilinir mi acaba?" diye kaygı duymazlar. Çünkü adı üstünde, değer değerini başkalarının bilmesine borçlu değildir, bu bir.
İkincisi, değer bilenlerin varlığı ve hâlâ bir şeyler yapıyor olmaları, değerin değerini takdir eden birilerinin her zaman mutlaka var olacağının en güzel ispatıdır.
kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de...
unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez.
yolcuya bakıp, yolunu tanıma.
yola bak, yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver.
vahim olan, yolun yolcusuz olması değil;
asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır;
yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal.....
'en doğru yol: en dikensiz yoldur' diyenler seni aldatıyorlar.
onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.
aldırma....
ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir.
dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır.
gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever.
dostum, yollar yürümek içindir.
fakat, şu gerçeği de hiç unutma:
yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir.
yol boyunca; yola çıkıp da yürümeyenleri,
yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları,
yoldan metafizik uyuşturucularla keyif çatanları,
tel örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları,
maratona 100 metre koşucusu gibi hızlı gidip, 50. metrede yola yatanları,
yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zor atanları,
yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları,
ayağına batan tek bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları,
beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları,
yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanları göreceksin.
aldırma, yürü.....
İMKÂNIM YOKTU" deme.
Kendine doğruyu söyle.
"Üşendim" de...
"Tembellik ettim" de...
"Canım istemedi" de...
"Yapmak içimden gelmedi" de...
Hiç değilse "yattım" de...
Ne dersen de, ama "imkânım yoktu" deme.
Unutma, iman en büyük imkândır. İmanı olanın imkânı tükenmez. Hatta kimi zaman "imkânım yoktu" demek, "imanım yoktu" demeye bile gelebilir.
Birileri önüne çıkıp şöyle sorabilir: "Falancanın imkânı var, fakat yapmıyor. Neden acaba?"
O zaman diyeceğin bir şey, vereceğin bir cevap yoktur.
İmanın makarrı olan yürek, bitimsiz bir güç merkezidir. Göz ferini, diz dermanını, yumruk fermanını yürekten alır. Tıpkı kaslara komuta eden sinir sistemi gibi...
Başını dik tutan kasların değil, o kasa komuta eden beynindir. Yumruğunu havaya kaldıran pazuların değil, o pazulara komuta eden beynindir.
Gittinse, ayağın değil yüreğin götürdüğü için gittin.
Gitmedinse, yüreğin yetmediği için gitmedin.
Yaptınsa, elin erdiği için değil aklın erdiği için yaptın.
Yapmadınsa, elin ermediği için değil yüreğin yetmediği için yapmadın.
Gördünse gözün olduğu için değil, dahası baktığın için değil, gönlün olduğu için gördün. Eğer gözü olan herkes görseydi, bunca "bakarkör"ün varlığını nasıl ve neyle açıklardık? Eğer göz görmenin yegâne organı olsaydı, gözü olmadığı halde bir çok göz sahibinin göremediği hakikatleri gören kafa gözü kör, kalp gözü açık yiğidi nereye koyardık?
Görmedinse göz olmadığı için değil, hatta "göz bakmadığı" için değil, "gönül akmadığı" için görmedin. Tıpkı yapmadıklarını gönlün olmadığı için yapmadığın gibi. Tarih bir işe baş koyanların, önce o işe gönül koyduklarının şahididir. Unutma ki, baş işe düşmeden iş başa düşmez.
"Yapacaktım ama, kimsem yoktu" deme.
"Kimsesiz" değilsiniz, "kimse, sizsiniz."
Allah var, O yâr. Gerisi olmasa ne çıkar?
Yapacağı işte O'nu hesaba katmayanlar Besmelesizdirler. Besmeleli olanlar, yaptıklarını O'nun sayesinde, O'ndan aldıkları yetki ve güçle, O'nun yardım ve desteğiyle yaptıklarının bilincinde olanlardır.
O, elde var "Bir"dir.
O'nu yanında bilen kimseye muhtaç değildir, O'nsuz olanın kimsesi yoktur.
Görevini yapmak için sağına soluna ve dahi ardına bakanlar, O'nun gözetimi altında olduklarının, O'na karşı sorumlu olduklarının şuurunda olmayanlardır.
"Yürüyeceğim ama, kim gelecek?" deme, sadece yürü.
Yeter ki yürü ve iz bırak. Zamana ve mekâna bir soğuk damga gibi vur ayak izini. Yürüyüşünün tanığı olsun bıraktığın izler. Hiç iz bırakıp da izlenmeyen birini gördün mü? Unutma ki iz bırakanlar mutlaka izlenirler. İzlemeye gönlü olanlar, mutlaka iz ararlar.
Hem, baksana kendine. Sen, senden önce yürüyen birilerinin izini izlemiyor musun? Bunu ancak yolcu olduğunu unutmayanlar, yolculuğu her şeye rağmen sürdürenler bilir.
Zaten yol dediğin, izlerin icmalinden başka nedir ki?
Yolu yol kılan, biraz da senin ve senden önce yürüyenlerin izi değil midir? Zaman ve mekânda var olan tüm yolları, yolcular açmamışlar mıdır? Ve yolun kerameti yolcudan menkul değil midir?
Ve bir de "yapacağım ama, değerinin bilineceğinden umutlu değilim" deme.
Bir kere umut dediğin, imanın öz çocuğudur.
Çocuğuna kıyan, anasını ağlatır.
Umuduna kıyma ki, imanın ağlamasın.
Etrafına bak. Ne kadar umutlu adam varsa, hepsi de bir şeyler yapan, değer üreten, kıymet ortaya koyan kimselerdir. Yani yapanlar umutlu, yatanlar umutsuzdur. Handiyse birinin umuduna bakıp onun yapanlardan mı, yatanlardan mı olduğunu anlayabilirsin.
Hem yatanların umutlu olması hayra alâmet değildir, tabi ki yapanların umutsuz olması da...
Değerini kim mi bilecek?
Bu kaygı sahte değerlere yakışan bir kaygıdır. Sahici değerlere vurulanlar, "Değerim bilinir mi acaba?" diye kaygı duymazlar. Çünkü adı üstünde, değer değerini başkalarının bilmesine borçlu değildir, bu bir.
İkincisi, değer bilenlerin varlığı ve hâlâ bir şeyler yapıyor olmaları, değerin değerini takdir eden birilerinin her zaman mutlaka var olacağının en güzel ispatıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder