1 Temmuz 2008 Salı

Japon Balıkları ve Felsefesi


Japon Balıkları ve Felsefesi

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir.
Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır.
Balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek için daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişlerdir.
Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur.
Dönüş bir-iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır.

Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir.
Bu problemi çözebilmek için balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlardır.
Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerdi.

Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hissedebiliyordu.
Ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemiyorlardı.
Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırdılar.
Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklardı, hatta, birbirlerine çarpa çarpa birazda aptallaşacaklardı, ama yine de canlı kalabileceklerdi.
Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabiliyorlardı.
Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri hareketli taze balığa göre lezzeti yine de etkilenmişti.

Balıkçılar nasıl olacakta Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebileceklerdi?
Siz olsaydınız ne yapardınız ?
Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçları ödediniz v.s.
Heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Aşırı çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız?
Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı?

Japonların taze balık probleminde olduğu gibi çözüm aslında basittir.
1950’lerde L.Ron Hubbart’ın gözlemlediği üzere: İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarfeder.
Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız.
Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız bundan da o derece mutluluk duyarsınız, heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız.

Japonlar da balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular,
ancak içine küçük bir de köpekbalığı attılar.
Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulmuştu, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdi.
Buradan da görüleceği üzere,
problemlerden uzaklaşmaktansa içine atlamak, boğuşmak ve onları yenmek gerekir.
Problemimiz çok ve çeşitli olabilir.
Ümitsiz olmayın.
Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın.
Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi o zaman görün...

1 yorum:

Sefer JAN dedi ki...

Merhaba;

Gerçekten çok güzel bir örnek.

Geçenlerde Danimarka'ya çalışmak için gitmiş ve oraya yerleşmiş bir abi ile tanıştım, memleketine tatile gelmiş. Eşini, çocuklarını da almış yanına. Eşi Danimarka asıllı bir bilim adamı (kadını daha doğrusu), mikro-biyolojik canlılar konusunda uzman. Üç çocuğu var abinin, biri oğlan ikisi kız, hepsi de çok tatlı. Babalarının (Türk) genleri de yansımış yüz hatlarına. Yalnız çocukları Türkçe konuşamıyor, anlamıyorlar da. Danimarka'da birkaç Türk kolejinin varlığından söz etti, "Ama çocuklarımı gönderemiyorum, Türkçe bilmedikleri için orada ezilirler." diye ekledi. Yanımızda duran bir arkadaşım da "Abi, bu dünyada ezilmeden bir şey öğrenilir mi ki?" diye sorunca, abi başını eğerek onayladı.

Bu dünyada değerli bir şey elde etmek istersek, gelişmek, öğrenmek, ve varlığımızın tadına varmak istersek, muhakkak bazı sıkıntılara, fedakarlıklara katlanmamız gerekir.

"Gülü seven dikenine katlanır" ifadesini konumuza uyarlarsak, "Başarı meşalesini tutmak isteyen, dumanına katlanır" diye düşünüyorum.

Teşekkürler.

Mutluyasa@blogspot