31 Mayıs 2009 Pazar
Günce'm...
Nûreddîn Cerrâhî [K.S.]'den :
EDEB
Bir talebesine yazdığı mektup şöyledir:
“Ey evlâdım! Bu söyleyeceğim edebler, Allahü teâlâyı sevmek ve O'na yaklaşmak isteyen herkese lâzımdır. Evlâdım! Allahü teâlâyı sevmek ve O’na yakın olmak isteyen herkese lâzım olan edebler şunlardır:
Az konuşmalı, az uyumalı, insanlarla lüzumu kadar görüşmeli, elemlere, musîbetlere, acılara, açlığa, insanların sıkıntılarına sabretmeli ve kendisine zulmedeni affetmeli ve ondan intikam, öç almaya kalkmamalı, kendi için sevdiğini herkes için sevmeli ve istemeli, malıyla cömertlik yapmalı, insanlardan bir şey istememeli ve beklememeli, sâdece Allahü teâlâdan beklemeli, her ihtiyâcını Allahü teâlâya ısmarlamalı. Yaptığı amellere ve kabûl olduğuna güvenmemeli bilakis “Amellerim ayıplı ve kusurludur.” demeli; şahsı ile, ibâdetleri ile, ameli ile sevinmemeli, övünmemelidir. Aksine Allahü teâlâya ve Resûlüne ve O’nun şerîatına uymakla sevinmelidir.”
..............
Nerden eser bu Pazar günü yazıma böyle başlamak, değil mi? Çok dala ilgisi olup, hepsinde yarım kalmış olmak böyle bir şey olsa gerektir zannederim.Bir de katıldığım (izlediğim) bir topluluk...
Yarım, her şeyde yarım... Yazılarımı okuyup da belki bir şey zanneden olur diye yazmak ihtiyacını duydum. Arada ileri- geri konuşurum ya hani... Bu sebepledir ki, beni tanımayanlar yazılarımı okumasınlar bâri, ben rüzgârın estiği yönde yazmadan duramıyorum kimi zaman, ne kimisi, çoğu zaman... : ) Bu ruh hâlini anlamadan okumak yanılsamalara neden olabilir, yazık değil mi?
Ân olur hiç bir şey yapmadan izlesem derim, ân olur nereye yetişeceğimi, ne yapacağımı şaşırır, hepsinden vazgeçerim, ân olur gönül rüzgârımın sürüklediği yönde ilerlemeye çalışırım.İşte bu üçüncüsüdür ki, ruhuma farklı lezzetler sunan, bakışıma farklı ufuklar açan bir yüce el' den hediye gibidir. Sarhoş gibi olur, kendimi tanıyamam. Kimselere açıklayamam, damdan düşen gerektir ki anlayabilsin az biraz hâlimden...
Yine bir sohbetindeydim birkaç gün önce, C. Sargut hanım' ın... Sohbet sonrası yanıma bir hanımefendi yaklaştı. 60 yaş, belki üzeri, özenli ve uyumlu giyimi, vakur tavrı ile girişte dikkatimi çekmiş, sonra dalıp unuttuğum bir hanım... Kalabalığın dağılmasını bekliyorum o sırada oturduğum yerde ki Cemalnur hanımla biraz sohbet edebileyim. Yanıma yaklaşıp sarılırken, kulağıma şu sözleri fısıldadı: 'Muhammedî, kırık gönüllü olur!...'
O sarılırken, ayağa kalkmaya çalışıyorum bir yandan ki, insanlarla göz hizasında iletişim kurmayı severim. Bir an kısa süreli şaşkınlık yaşadım.
-'Nasıl, dedim. Nasıl hissettiniz?' O kadar mı belli oluyor diye düşünüyorum bir yandan da...
-'Kalpler arasında telgraf vardır.' benzeri bir cevaptı verdiği...
O kadar insanın arasında bir bana yaklaşıp bunları söylemesi çok şaşırtıcıydı benim için, itiraf ederim ki... Ben sarıldım bu kez ona ve:
-İsminizi lûtfeder misiniz? diye sordum.
-Estağfirullah, dedi. N..... Bu şekilde oldu ilk karşılaşmamız kendisiyle...
Cemalnur hanımla konuştuktan sonra dönüp aradığımda bulamadım, gitmişti. etkilendim doğrusu, daha yakından tanımak isterim kısmet olursa...
Bakara sûresinin ilk on âyetinin şerhi olan Bakara isimli kitabı çıktı Cemalnur hanımın. aldım, imzalattım ve aynı gün Göktürk' e gittiğimde Meryem kod adlı sevgili arkadaşıma hediye ettim. O da gitmek istiyordu ama bu aralar günü gününe uymuyor rahatsızlığı nedeniyle... Cemalnur hanıma söylediğimde, 'çok dua ediyorum onun için' dedi içten bir ifadeyle...
Meryem le bahçede oturduk.Hava güzel... Rüzgâr esiyor hafif- orta yollu... Dinliyorum kavak ağaçlarının ninnisini... Unutmuşum bu sesi, musikî gibi... Anlamaya çalışıyorum ne okuyor kâinat kitabından?
Kedileri doğum yapmıştı beş yavru kedi, binbir türlü maskaralık yapıyorlar. Kâh bahçe çitlerine tırmanıyorlar, kâh birbirleriyle şakalaşıyorlar. İçlerinden bir tanesi sarı... Menekşe renkli gözlerinde açık yeşilden bir halka var. Öylesine sevimli, ismi badem... : )
Ağaçlar çiçeklerini döküp meyveye durmuşlar, armutlar fındık iriliğinde henüz... Akasyalar büyük ölçüde dökülmüş, yine de güzeller...
Çayımızı bahçede içiyoruz kavak ağaçlarının melodisi eşliğinde... Sessizliğin sesini dinlemeyi severim. Kuşlar ötüşüyorlar ara nağme olarak...
Bir çiftlik komşularıyla tanışıyorum, daha önce söz etmişti Meryem. Çok büyük bir ev yaptırmışlar. tabanı 300 metrekare, toplamda 1050 metrekareymiş. Dönüşte birlikte kalkıyoruz, davet ediyor evlerinin önünden geçerken. Gülümsüyor, şakayla karışık:
Bir dönüm yer gezemem şimdi, başka sefere inşallah, diyorum.
Hocam geldi bu Perşembe ziyaretindeydim. Ne olur git demeyin bana diyorum. Hep siz konuşun ben dinleyeyim. Siz oturun, diyor.Gelini ve torunları var yanımızda...Ben namazımı kılayım.
Konuşuyoruz, sevgimden bahsetmeden yapamıyorum.
-Deliyim ben!.. diyorum .
-Sen, çok akıllısın diyor tebessüm ederek...
-Edebe uygun davranmıyorum, sizi incitiyor, rahatsız ediyor muyum? diye soruyorum.
-Biz şikâyetçi değiliz, halimizden memnunuz, merak etme.. yönünde oluyor cevabı.
Can dostuma soruyorum, nezâketinden mi öyle söyledi acaba? diye...
-Keyfini sür, diyor. Boşver. Öyle dediyse öyledir.
Bu Perşembe akşamı ilk kez Tuğrul İnançer ve Ahmet Özhan' ın katılımıyla gerçekleştirilen bir Mevlevî törenindeyim, Cerrahi dergâhında... İlâhiler, nefes halinde duyulan tesbihatlar, semâ gösterisi...
Çok etkilendim. benim mizacıma uygun değil diye düşünüyorum.İlk kez bu kadar huşû duyarak izlediğim bir zikir haliydi. Çok çok beğendim, etkilendim. Tekrar gitmek isterim.
Bu kadar şimdilik... Çok selâm ve sevgiler tüm gönül dostlarına... : ))
Hayat
26 Mayıs 2009 Salı
Gitmek
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel
21 Mayıs 2009 Perşembe
Etme
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Ey ay, felek harab olmuş, ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harab, öyle ziyan ediyorsun, etme.
Ey, makamı var ve yokun üstünde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.
Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri o şeker, şekeri zehrediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.
İsyan et eyy arkadaşım, söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
Mevlâna
Neden sevinçler değil de, hüzünler iz bırakır yürekte?
Neden sevinçler değil de, hüzünler iz bırakır yürekte?
İki mahkum, yağmur sonrası demirlerin arasındaki küçük pencereden dışarı bakar.
Biri der ki “Öf her taraf vıcık vıcık çamur oldu!”
Diğeri der ki “Kaldır kafanı bak ebemkuşağı çıktı rengârenk!”
En son siz kime iyilik yapmıştınız?
Peki, en son size kim kötülük yapmıştı?
Bize iyiliği dokunan insanları çabuk unutuyor ama kötülüğü dokunanları unutmuyoruz…
Günde binlerce başarılı cerrahi müdahalede bulunan doktorları görmüyor, bir tane sargı bezi unutan dikkatsiz doktoru unutmuyoruz…
Yine binlerce polis namusuyla dürüstçe işini yapıyor, rüşvet alan iki polisten dolayı tüm teşkilatı karalıyor hepsi böyle bunların diyoruz…
Gündemden düşmeyen iki tane mankeni biliyor, hepsini de öyle kabul ediyoruz
Terk ettiklerimizin sayısını bilmiyor, terk edenleri unutmuyor ve asla affetmiyoruz…
Yolsuzluk yapan -deprem sonrası da yargılanan- müteahhidi, Veli Göçer'i tanıyor, ama yıkılmayan yüzlerce binayı yapanları tanımıyoruz.
İktidarın yaptıklarını görmüyor yapmadıklarını biliyoruz.
Öğrenciyken iyi notu biz alıyor kötü notu hoca verdi diyoruz…
Sayısız örneklendirilebilir bunlar.
Biz iyi şeyleri unutmada balık hafızamıza sığınıyor, kötü şeyleri unutamamada deve kinine bürünüyoruz
Sürekli şikâyet ediyor, sürekli bir yerlerimizi kanatıyor bir türlü mutlu olmayı beceremiyoruz…
Oysa Oktay Rıfat nasıl güzel değiniyor hayatın ıskaladığımız yerlerine, farkında olamadıklarımıza, kıymetini bilemediklerimize…
SON SÖZ
Boğazından lıkır lıkır
Geçen
Şu suyun kıymetini
Bil
Nedir ki bu mavilik
Deme
Pencerenden görebildiğin
Kadar
Göğün kıymetini
Bil
Kıymetini bil çiçek açmış
Bademlerin
Beyazın siyahın
Yeşilin
Pembenin kıymetini
Bil
Dirilik öyle bir şey ki
Yürekte
Sevinçler
Çırpınır
Kavak yelleri eser insanın
Başında
İnsanoğlu kızar öfkelenir
Savaşır
Halk için girişilen
Savaşta
O korkulu
Sevincin
Öfkenin kıymetini
Bil
Bil ki
Bu
Budur işte
Güneş
Yalnız dirileri ısıtır
Güneşin kıymetini
Bil
Kötüyü düşünmek kötüyü çağırmaktır unutmayın! Polyanna olun demiyorum, ama karamsar da olmayın. Yarım bardak suya baktığınız da , bu bardağın yarısı boş demeyin, bu bardağın yarısı dolu deyin yeter…
Çocuğunuzun, sevgilinizin, babanızın, elemanınızın, patronunuzun dolu tarafını görün; kötüye meyletse de kalbiniz, aklınıza iyi yanlarını getirin…
Hepimiz bu ülkede yaşıyor eksik olanları hepimiz yaşıyoruz ama yaşadıkça ve yoğunlaştıkça da eksildiğimizi görüyoruz…
Enerjimizi yitiriyor, etrafa nefretle bakıyoruz.
Siz umut dolu cıvıl cıvıl çevreniz olsun istiyorsanız siz öyle olun önce!
Siz somurtan, sürekli dert yanan şikayet eden birini ne kadar istemiyorsanız bilin ki onlar da istemiyor…
Şimdi sorun kendi kendinize: “Ben ne kadar aranan bir arkadaşım ve arkadaşlarımın beni aralarında görmek istemelerinin gerçek sebebi ne?”
Bir de tavsiye –naçizane- siz de, sizin geçmişiniz de çocukluğunuz dahil kötü iz bırakan kimler varsa, hepini affedin yüreğinizde, ama samimiyetle…
İşte o zaman rahatlayacak ve bunca yıldır nasıl kendi kendinizi boşu boşuna yediğinizi anlayacaksınız
Ama önce kendinizi affetmek şartıyla!
Şimdi sıra sizde.
Sevinçler iz bıraksın artık yüreklerinizde..
BEDİRHAN GÖKÇE
16 Mayıs 2009 Cumartesi
Su köşkü, kermes, Cemalnur hanım, günlüğümden...
............
devam... 19 Mayıs 2009
Nerde bir defada yazı bitirmek artık? : ))
Taksit taksit yazabiliyoruz arada bir şeyler...
Çarşamba (13 Mayıs) günü kaçıverdim yine Erenköy' e...
Kalbim yine pır pırlıyor, yer yer gülümsüyorum.İnsanlar ne diyecekler, akıllı mı deli mi bu diye düşüneceklermiş, kimin umrunda?Lâf aramızda, bu delişmen hallerimi de özlemişim.
Anlamını da utanarak yazıyorum; delişmen: Söz ve davranışlarda ölçüsüz olan kişi. : (
Ne çok şey sanırmışım meğer ben kendimi önceden...
Âcizliğimi anlayabilmenin de mevsimi mi varmış acep?
Ağlamakla gülmek arası duygulardayım. Med- cezirlerle kavruluyor ruhum...
Heyecan, tatlı bir heyecan hâli....Bir sınav arefesi gibi, sevgiliyle randevu öncesi gibi...Adrenalin dozu yüksek anlar yaşıyorum.
Sohbete biraz geç gittim. Geçtiğim yollarda âşina bir koku...İçime çekiyor, çekiyorum. Limon çiçeği diye bildiğim bir ağaçcık var. Ayva çiçeğini andıran bembeyaz çiçekleri görünce, güzel kokunun sırrını anlıyor, mâziye dönüyorum kısa bir ân...
Güllere çok yakışırdı düzenleme yaparken, misler gibi kokardı hazırladığım buketler...
Sohbet sonrası yanına gidiyorum. Beni görünce gülümsüyor, tanıdı artık... : )
Yine sarılıyor, öpüp kokluyorum onu...
Yetmiyor, arabaya bindiğinde de yanına gidiyorum.
-Bir kez daha söylemeden yapamayacağım, sizi çokk seviyorum!... diyorum vurgulayarak.
Elimi alıp, dudaklarına götürüyor. Şaşırıyor, mukabele etmek istiyorum. Yüzünü avucuma alıp seviyorum, okşarcasına...
Yolda arkadaşımı aramıştım, sohbet öncesi.. Ayşenur , lise arkadaşım.
Bitince ara beni, bir Çamlıca' ya gideriz, diyor.
Arıyorum iki kez, duymuyor.
Meryem' i arıyorum bu kez, 'gel' diyor.
'Bugün yüreğimin götürdüğü yere gideceğim' , diyorum.
-Yüreğinin götürdüğü yere git o zaman, diyor.
-Yüreğim seni ister bilirsin, diyorum. Ortada bırakıyoruz, görüşebiliriz gibi...
Yola çıkmışken Ayşenur arıyor.Görüşmekte ısrarlı.
Peki, diyorum. Buluşuyoruz Acıbadem' de...
Küçük Çamlıca tepesi, Su köşkü'ne gidiyoruz.Tepedeki köşkler tâdilattaymış.
Aman ne isabetli olmuş.Bayılıyorum Su Köşküne...
Bir kameriyede oturuyoruz.Geçmişten, bugünden konuşurken nasıl da huzurluyum.
Dingin bir ruh hâli, nasıl özlemişim yürek çırpıntılarımdan sonra...
Yer yer dalgın gözlerle suya bakıyorum. Ağaçların aksiyle yemyeşil süs havuzu...Dinlendiriyor yeşilin tonları, gökyüzünün mavisi, kuş cıvıltıları, ılık.. nefes gibi ılık ve açık hava...
Anlatıyor Ayşenur, çeşitli konulardan, çeşitli hayatlardan, yaşanmışlıklardan...
Ruha şifâ gibi...
Lisedeyken de çok severdim onu.
Dönüşte evinden bir kitap alıyoruz, M. Zahid Kotku Hz. nin... Çeşitli dualar ve tesbihatlar var içinde. O kitapta 'Dua, kaderi değiştirebilir.' diye yazdığından söz etmişti bir önceki görüşmemizde.
Çarşamba sohbetinde Pazar günü (geçtiğimiz) bir kermes olacağı duyurulmuştu.
Kermese hazırlanıyorum bu kez.
Yine heyecanlı, yine sevinçliyim.
Hava o gün de çok güzel, dahası sıcak.
Büyük kızımla gidiyoruz bu kez.
Arabayı yarı yolda bırakıp tepeye tırmanıyoruz. Ne kadar da yokuşmuş Fethi Paşa Korusu' nun yolları...
Cemalnur hanımın sohbet ortamını sevmemin bir nedeni de, insanların gerçekten de çok nazik, anlayışlı, içten, sevecen davranmaları...
Herkes sanki kırk yıllık dost, ahbap...
Bir yer soruyorsunuz, ben de oraya gidiyorum, takıl bana, deyiveriyorlar.
Bu yakınlık, bu sıcaklık kuşatıp, sarmalıyor insanı, insanî değerleri çokca unutmaya başladığımız günümüz ortamında...
'Dostumun dostu, benim dostum' duygusunu orada yaşıyorsunuz.
Kızıma birşeyler beğeniyor, alıyoruz kermesten.Güzel şeyler...
Ben de bir kolye beğeniyorum.
'Hocamın kolyesi o' diyor görevli arkadaş...
Daha bir seviyorum o zaman, 'artık bende bu' diyorum Cemalnur hanıma, gülümsüyoruz karşılıklı...
Allah cc lafzı var üzerinde ve arkasında yazılı olanları okuyamıyorum. Sadece seviyorum.
Gittiğimde yemekteydi Cemalnur hanım. Yanına gidiyor ve:
-Size geleceğimin bir öncesi gününden, hattâ haberim varsa daha öncesinden heyecanlar alıyor beni, âşıkmışcasına... Size âşık oldum ben!... diyorum.
Elini tutuyor ve
'Kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın
Benim için sen her şeysin, neş'esin, hayatsın' ı gözlerinin içine bakarak söylüyorum.
Çok duygulanıyor o da, gözlerini kapatıyor dinlerken zaman zaman...
Bir başka anda da bir şeyi beğendiğini, sorduğunu görüyor, ona hediye etmek istiyorum.
Almak istemiyor önce, çok duygulanıyor, yine sarılıyoruz birbirimize.
O da bana bir fotoğraf albümü hediye ediyor.
-Lütfen, birkaç kelime yazar mısınız içine, günün anısına? diyorum.
-....... kızıma sevgilerimle... yazıp imzalıyor.
Dünyalar benim... : ))
Daha çok hoşluklar var da, burada mola vereyim.
Hep sevgiyle kalın e mi?
Hayat
15 Mayıs 2009 Cuma
Elif Şafak : Aşk
Konu: Elif Şafak ve kitabı: Aşk...
Kitapla ilgili ropörtaj linki aşağıda:
Elif Şafak , Aşk link
"Romandaki 40 değişim kuralının da kitabın bu kadar ilgi görmesinde rol oynadığını söyleyebilir miyiz? Kişisel gelişim kitaplarında da benzerlerine rastladığımız ve bizi uykudan uyandırmaya yönelik bu öze dönük yapıcı kurallara ihtiyacımız var mı?
- Romanda 40 kural var. Bunların hepsi hayali kurallar. Ben bunlara ´Gönlü Geniş Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin 40 Kuralı´ diyorum. Roman çıktığından beri bunlar çok konuşuluyor. İnternette dolaşıyor. İmza günlerinde bana getirilen kitaplara bakıyorum. Hep kuralların altı çizilmiş. Bütün bunlar beni mutlu ediyor. Bu kuralları kurgulamak bana da iyi geldi. Ama ben hiçbir zaman bunları ´kişisel gelişim kuralları´ gibi düşünmedim. Bunlar sadece dostane fısıltılar. Yoksa okura bir şey öğretmek gibi bir tavrı olmamalı yazarın. "
Kurallar:
1. kural: yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. şayet tanrı dedi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. yok, eğer, tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.
2. kural: hak yolunda ilerlemek yürek işidir,akıl işi değil.kılavuzun daima yüreğin olsun,omzun üstünde ki kafan değil.nefsini bilenlerden ol silenlerden değil !
3. kural: kur'an dört seviyede okunabilir.ilk seviye zahiri manadır.sonra ki batıni manadır.üçüncü batıninin batınisidir.dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmeye.
4. kural: kainattatki her zerrede allahın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü o camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. allahı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. kim o nu bulursa, sonsuza dek onda kalır.
5. kural: aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. akıl temkinlidir. korka korka atar adımlarını. aman sakın kendini diye tembihler. halbuki aşk öyle mi? onun tek dediği:
bırak kendini, ko gitsin; alık kolay kolay yıkılmaz. aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. ne varsa harap bir kalpte var
6. kural: şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. sen sen ol, kelimelere fazla takılma. aşk konusunda dil zaten hükmünü yitirir. aşık dilsiz olur.
7. kural: şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
8. kural: başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. bütün kapılar kapansa bile, sonunda o sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. şükret! istediğini elde edince şükretmek kolaydır. sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.
9. kural: sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. sabır nedir? dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.
10. kural: ne yöne gidersen git, doğu,batı,kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.
12. kural: aşk bir seferdir. bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.
13. kural: şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hacı, hoca ,şeyh, şıh var. hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. tutup da ona hayran olmaya değil.
14. kural:hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim olş. bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?
15. kural: allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. tek tek her birimiz tamamlanmamış birsanat eseriyiz. yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.
16. kural:kusursuzdur ya allah, onu sevmek kolaydır. zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde belebilir. demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, yaradandan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.
17. kural: esas kirlilik dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yap bağlamış haset ve art niyettir.
18. kural: tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. şeytanı kendinde ara, dışında, başkalrında değil ve unutma ki nefsini bilen rabbini bilir. başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak yaradanı tanır.
19. kural:başkalarından saygı,ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. yakında gül yollayacak demektir.
20. kural: yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. gerisi zaten kendiliğinden gelir.
21. kural: hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık.şayet allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi,hiç şüphesiz öyle yapardı.farklılıklara saygı göstermemek,kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak,hakk'ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.
22. kural: hakiki allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur.ama bekri aynı namazgaha girdimi orası ona meyhane olur.şu hayatta ne yaparsak yapalım,niyetimizdir farkı yaratan,suret ile yaftalar değil.
23. kural : yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret.kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar,perişan olur onun için.kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar.ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz.
aşırılıklardan uzak dur.sufi ne ifrattadırne tefritte.sufi daima orta yerde...
24. kural : madem ki insan eşref-i mahlukattır,yani varlıkların en şereflisi,attığı her adımda allah'ın yeryüzünde ki halifesi olduğunu hatırlayarak ,buna yakışır soylulukta hareket etmelidir.insan yoksul düşse,iftiraya uğrasa,hapse girse,hatta esir olsa bile,gene de başı dik,gözü pek,gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.
25. kural : cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama.ikisi de şu an da burada mevcut.ne zaman birini çıkarsız,hesapsız ve pazarlıksız sevmeyi başarsak, cennetteyiz aslında.ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak;nefrete,hasede ve kine bulaşsak,tepetaklak cehenneme düşüveririz.
26. kural : kainat yekvücud, tek varlıktır.herşey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır.sakın kimsenin ahını alma;bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma.unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi,tüm insanlığı mutsuz edebilir.ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.
27. kural : şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir.ağzından hayırlı bir laf çıkarsa,hayırlı laf yankılanır,şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur,sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et.kırk günün sonunda göreceksin herşey değişmiş olacak.senin gönlün değişirse dünya değişir.
28. kural : geçmiş zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret.gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.ne geleceğimizi bilebilir,ne geçmişimizi değiştirebiliriz.sufi daima şu anın hakikatini yaşar.
29. kural : kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir.bu sebepten,"ne yapalım, kaderimiz böyle"deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.kader yolun tamamını değil,sadece yol ayrımlarını verir.güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.öyleyse ne hayatının hakimisin,ne de hayat karşısında çaresizsin.
30. kural : hakiki sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa,ayıplansa,dedikodusu yapılsa,hatta iftiraya uğrasa bile,o ağzını açıpta kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.sufi kusur görmez kusur örter.
31. kural : hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı.her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir.kimi bir kaza geçirir,kimi ölümcül bir hastalık,kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp...hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız.ama kimimiz bunda ki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ,ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
32. kural : aranızda ki perdeleri tek tek kaldır ki allah'a saf bir aşkla bağlanabilesin.kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma.bilhassa putlardan uzak dur,dost.ve sakın kendi doğrularını putlaştırma.inancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama !
33. kural : bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol! menzilin yokluk olsun.insanın çömlekten farkı olmamalı.nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil içinde ki boşluk ise,insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.
34. kural : hakk'a teslimiyet ne zayıflı ne edilgenliktir demektir.tam tersine,böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir.teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır;emin bir beldede yaşar.
35. kural : şu hayyat ancak tezatlarla ilerleyebiliriz.mümin içinde ki münkirle tanışmalı,allah'a inanmayan kişi ise içinde ki inananla.insan-ı kamil mertebesine varana kadargıdım gıdım ilerler kişi.ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.
36. kural : hilden,desiseden endişe etme.eğer birileri sana tuzak kuruyor,sana zarar vermek istiyorsa,allah da onlara tuzak kuruyordur.çukur kazanlar o çukura kendileri düşer.bu sistem karşılıklar esasına göre işler.ne bir katre hayır karşılıksız kalır,ne bir katre şer.o'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz.sen sadece buna inan !
37. kural :allah kılı kırk yarark titizlikle çalışan bir saat ustasıdır.o kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur.ne bir saniye erken,ne bir saniye geç.her insan için bir aşık olma zamanı vardır;bir de ölmek zamanı.
38. kural :yaşadığım hayatı değiştirmeye,kendimi dönüştürmeye hazır mıyım ? diye sormak için hiçbir zaman geç değil.kaç yaşında olursak olalım,başımızdan ne geçmiş olursa olsun,tamamen yenilenmek mümkün.
tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa,yazık !
her an her nefeste yenilenmeli.yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.
39. kural : noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır.bu dünyadan giden her hırsız için bir hırsız daha doğar.ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır.hem bütün hiçbir zaman bozulmaz.her şey yerli yerinde kalır,merkezinde...hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
ölen her sufi için bir sufi daha doğar.
40. kural :aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım,yoksa dünyevi,semavi ya da cismani diye sorma!ayrımlar ayrımları doğurur.aşk'ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
başlı başına bir dünyadır aşk.ya tam ortasındasındır,merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..
11 Mayıs 2009 Pazartesi
Elif ile Vav...
İnsan vav şeklinde doğar, bir ara doğrulunca kendini elif sanır.İnsan iki büklüm yaşar, oysa en doğru olduğu gün ölmüştür.Kulluğun manası vavdadır, elif uluhiyetin ve ehadiyetin simgesidir.O yüzden Lafz-ı ilahi elifle başlar. Elif kainatın anahtarıdır, vav kainattır.
Yunus, vav olup balığın karnında anca kurtarmıştır kendini.İnsan iki büklüm olunca rahat eder ana karnında.Boylu boyunca uzansa da kim rahattır mezarında?
İyi bakıldığında, görmek için bakıldığında; Bazen bir insanın secdedeki hali, bazen bir ceninin anne karnında ki haline benzer..Vav Harfi, 'ın Vahid ismini ve birliğini simgeler. Ebced hesabında 6 rakamına denktir ki ; Bu yönüyle aynı zamanda imanın 6 şartını temsil ettiği söylenir.Harfi med olduğu gibi, kasem harfidir. Aynı zamanda, iki cümleyi veya özneyi bağlayan bağlaçtır.
Ey aşkın binbir başlı vav hali Ey sonsuz kavram Gaflet vaktinde Gel gönlümün üstüne Usta bir hattatım ben Aşkı çizerim mekânlara Aşk sığmaz ki bu ummana Vav olur gözlerimiz Bürünürüz canlara Bir seyyah gibi Gelip göçen, göçüp giden Bu mekândan mekân'a Demem o ki Tarifini yapamam ben imkâna Bir hattatım Zamana vav çizmekteyim Hilalin dolunaya Dolunayın hilale dönüştüğü zamana
Ve mahlukat Nefes nefes aşk çekerken Mevla'ya Üstümde aşk kokusu var Yaşadıkça beni yontar Ve benzetir insana Elimde vav Gönlümde vav Gözümde vav Dem dem vav kesilirim Beni insan yapana Ey kalbimden geçeni bilen Allah'ım 'Kulum' de kâfi bana İster nârına garket İster nuruna
Meşhur bir hikayedir:Hafız Osman fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş'a geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur. Kayıkçıya; 'efendi, yanımda param yok, ben sana bir 'vav' yazayım, bunu sahaflara götür,karşılığını alırsın' der. Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır. Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla alınıp satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı yazıyı alır almaz 'Hafız Osman vav'ı' diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata 'vav'ı satar kayıkçı. Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu 'vav' ile kazanmıştır. Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini uzatır kayıkçıya. Kayıkçı 'efendi para istemez, sen bir 'vav' yazıver yeter' der. Hafız Osman gülümseyerek ; 'efendi o 'vav' her zaman yazılmaz.Sen dua et para kesemi yine evde unutayım' der...Ruhları şâd olsun üstadların...
DuâManası: '(En üst orta:) Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlarım. (Sağ ve sol daire içi:) Allah Teâlâ'ya imân ettim (orta kısım) ve meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna, (ortanın altı) öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğuna inandım. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed onun kulu ve Resuludür.'Bu eser 1956 senesinde yazılmıştır ve şu anda orjinali İstanbul Topkapı Sarayı Yazı Salonu'nda bulunmaktadır. Orjinal boyutları 43x54 cm'dir. Eserin en alt satırında Arapça olarak İcazet yazı stili ile hattatın imza cümlesi yer almaktadır ve manası şöyledir: 'Bunu yazan Güzel Sanatlar Akademisi hat muallimi fakir Hacı Mustafa Halim günahlarının bağışlanmasını diler.'Hattatlar bazen eserlerinin sonuna bu tür imzalar atarlar ve kendilerini 'âciz', 'fakir', 'günahkâr' gibi sıfatlarla niteleyerek tevâzu gösterirler.Bu çalışmada İslam inancının temel taşlarını görüyorsunuz. Buradaki yazıların hepsine birden 'Amentü' adı verilir. Çoğu müslümanın ilk ezberlediğii duâlardan birisi budur. Çünkü bu duâ, Müslüman kabul edilmek için söylenmesi gereken sözleri toplu halde içermektedir.
10 Mayıs 2009 Pazar
Anne... Güncel...
İclal AYDIN
1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı;
2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti; Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.
3 yaşinizdayken size özenle yemekler hazirladi; Tabaginizi masanin altina dökerek tesekkür ettiniz.
4 yasinizdayken elinize rengârenk kalemler tutusturdu; Evin bütün duvarlarina resim yaparak tesekkür ettiniz.
5 yasinizdayken sizi cici kiyafetlerle süsledi; Gördügünüz ilk çamur birikintisine atlayarak tesekkür ettiniz.
6 yasinizdayken okula kadar sizinle yürüdü; Sokaklarda "gitmiycem" diye ağlayarak teşekkür ettiniz.
7 yasinizdayken size bir top hediye etti; Komşunun camini kırarak tesekkür ettiniz.
9 yasinizdayken size piano ögretmeni buldu; Notalari bir gün bile çalismayarak tesekkür ettiniz.
10 yasinizdayken dogumgünü partilerinden, dans derslerine kadar her yere sizi arabayla götürdü; Arabadan firlayip giderken arkaniza bile bakmayarak tesekkür ettiniz.
11 yasinizdayken sizi arkadasinizla sinemaya götürdü; "Sen bizimle oturma" diyerek tesekkür ettiniz.
12 yasinizdayken zararli TV programlarini seyretmenizi istemedi; O evde degilken hepsini izleyerek tesekkür ettiniz.
15 yasinizdayken sizi yurtdisinda yaz kampina gönderdi; Tek satir mektup yazmayarak tesekkür ettiniz.
17 yasinizdayken erkek arkadasinizla partiye gitmenize izin verdi; Bir telefon bile etmeden sabaha karsi eve dönerek tesekkür ettiniz.
19 yasinizdayken okul masraflarinizi karsiladi, sizi arabayla kampüse götürdü ve esyalarinizi tasidi; Arkadaslariniz alay etmesin diye kampüs kapisinda vedalasarak tesekkür ettiniz.
21 yasinizdayken is hayati ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi; "Ben senin gibi olmayacagim"diyerek tesekkür ettiniz.
22 yasinizdayken kep giyme töreninizde size gururla sarildi; Avrupa seyahati için para isteyerek tesekkür ettiniz.
24 yasinizdayken uzun süredir çiktiginiz çocukla tanismak istedi; "Zamanini ben bilirim" diye tersleyerek tesekkür ettiniz.
25 yasinizdayken dügün masraflarinizi karsiladi, sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandi; Siz dünyanin bir ucuna tasinarak tesekkür ettiniz.
30 yasinizdayken bebek bakimi hakkinda size akil vermek istedi; "Artik bu ilkel yöntemleri birak" diyerek tesekkür ettiniz.
40 yasinizdayken sizi arayip bir arakadaşına götürmeninizi istedi "Anne isim basimdan askin taksiye bin" diyerek tesekkür ettiniz.
50 yasinizdayken o, çok hastalandi, hafta sonunda onu görmeye gittiginizde mutlu oldu; Ona yaslilarin çocuk gibi nazli oldugunu söyleyerek tesekkür ettiniz
Derken bir gün... O, öldü...
EGER HÂLÂ SİZİNLEYSE,
ŞİMDİ ANNENİZİ HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK SEVİN...
8 Mayıs 2009 Cuma
HAYAT YAĞMURU
Gök gürlemeye ve yağmur yağmaya başladı. Hava karardı. Gri bulutlar gökyüzünü kapladı. Nazarlarımı denize çevirdiğimde denizin de gökyüzünün grimsi rengini aksettirdiğini gördüm. Deniz üzerinde bakışlarımı biraz daha oyaladığımda; ufuktaki aydınlığı, kasvetli havanın kenarındaki ışık yansımasını fark ettim.
Bu, bir an bana hayatı ve insanı düşündürdü.
Hayatta da her tarafımız kapkaranlık olur; ölümler, ayrılıklar, hastalıklar, parasızlık, ruhsal sorunlar, toplumsal problemler olarak yağar üzerimize… Say say bitmez.
Hayat yağmurunun altında şemsiyesiz, sırılsıklam kalakalırız. Hayat ne kadar da karanlık, sıkıntılı, umutsuz deyiveririz.
O an, üzerimize yağıp bizi ıslatan yağmurun, kasvetli havanın, gök gürültüsünün hiç bitmeyeceğini zannederiz. Heyhat ki biter! Dünya fani…
Bu yağmurun altında bir o yana bir bu yana koşar sığınacak bir dam ararız. Ama nafile! Hayat yağmurunu geçirmeyecek bir damın olmadığını anlamamız yıllar sürsede, nihayet anlarız!
İşte bunu anladığımızda; dalgalanan deniz misali bir an med-cezirler yaşarız. Bunu idrak etmek o denli acı gelir ki bize, bu yüzden bekli de, içimizde fırtınalar kopar. O fırtınalar ki; yerden yere çalar bizi.
Biz bir yandan bunlarla uğraşırken hayat yağmuru devam eder…
Bazen damlacıklar ılık gözyaşı gibi, yanağımıza damlayarak bir anlık yüreğimizi ısıtır. Bazen dolu olur; düştüğü yeri delercesine şiddetlenir. Bazen kar olur; bembeyaz, tertemiz yağıverir üzerimize. Her bir kristalinin farklı olduğunu düşünerek onu tanımanın hazzına varırız.
Hayat yağmaya devam eder, ‘ahmakıslatanıyla’ bile
Fakat durur da gözlerimizi ufka dikersek oradaki aydınlığı fark ederiz. Ve umudumuzu tazeleriz. Hayatta ıslanma mükâfatının, ufuktaki aydınlığa kavuşmak olduğunu anlarız.
Beklide bu yağmurda ıslandığımız ölçüde, kavuşacağız aydınlıklara. Belki lamba, belki ay, belki güneş, belki de bize nur olacak ıslaklığımız… Kim bilir?
Ya bulunduğumuz ortam aydınlık olup, ufkumuz karanlık olursa ne yapacağız?
Hayatın yağmuru bittiğinde, nura kavuşmak niyazıyla…
(Nilüfer GÜNDOĞDU)
HAYAT ''GERÇEKTEN'' ZOR MU?
Domates mi kırmızı?..
Hayat zor, diyenlere şaşmak lâzım... Çünkü "hayat zor"; eşittir deniz ıslak,
taş sert, domates kırmızı, kar soğuk!..
Kar soğuk olmasa "kar" olmaz!..
Kar olmasa ne kartopu, ne kardan adam yapılmaz...
Kar olmasa eğer, kar; baharı bekleyen çiçekler, ekinler ölür susuzluktan!..
Bugün kar yoksa eğer, yarın karınlar doymaz!..
Hayat mı zor?..
Bedavadan önüne konmuş domatesin "zaten kırmızı"
olduğunu kabul ettikten sonra, nerde ki problem?..
İki yol var sadece, iki yol; her zamanki gibi...
Birincisi; "Bu domates neden kırmızı" yolu...
İkincisi; "Bu domatesten ne yapabilirim" yolu!..
Dikkatli bakmak lâzım; hâlâ zor mu hayat?.. Yoksa deniz, hep ıslak mı hep...
Yoksa, bu yüzden mi içinde balıklar var?..
Dünyanın en basit, ama en lüzumlu düşünme biçimi önümüzdeyken; nasıl oluyor
da bazen, ıslak bir yün çorap gibi tersine çevirebiliyoruz kendimizi?..
Düşünüyorum, ve her birimizin de bildiğini biliyorum ki, yarın hiç birimize;
"Niye bin dörtyüzlü yıllarda değil de, bin dokuz yüzlü yıllarda doğdun" diye
sormayacaklar!..
Öyle değil mi?..
Yarin hiç birimiz; niye Sibirya'da, niye Ekvatorda, veya niye Okyanusya
adalarında doğmadığımızın hesabını vermeyeceğiz...
Hiç birimiz, dünyaya geldiğimiz ülkenin temellerinden, veya kendi
milletimizin köklerinden de sorulmayacağız...
Amerikan vatandaşı olmamızla Amazon yerlisi olmamız arasında bir fark mı
var, bizi yutacağı günü bekleyen sabırsız toprağın gözünde; veya, kendimizin
bir emeği mi var, tavşan yavrusu olmayıp da insan evladı oluşumuzda?..
Ben...
Hangi zamanda... Hangi kıtada... Hangi coğrafyada...
Hangi ülkede... Hangi yönetimde... Ve hangi yaşımda olursam olayım,
biliyorum ki yapmam gereken şey; "BİR İYİLİK DAHA"dır!..
Beni menzile götürecek olan; "BİR ADIM DAHA"dır!..
Belki benden beklenen; "BİR TEBESSÜM, BİR SADAKA DAHA"dır...
Ve belki de beni kurtaracak olan; alacağım "BİR HAYIR DUA DAHA"dır!..
21'inci yüzyılda, bilgisayarıma gelen elektronik postaya cevap yazmaktan bir
farkı mi olurdu, 12'nci yüzyılda suya düşmüş bir karıncayı kurtarmanın...
Yahut yolcuya su vermenin coğrafyası mı olur?..
Veya ülkesi mi olur insana tebessüm etmenin?..
Dünyalar ötesi sevmenin, yaşı mı olur?..
İşte bunları, benim, "kendim için" yapmam lâzım asıl...
Ulaşamadığı derinlikteki kuyunun basında, susuzluktan ölecekse o yavru
köpek; suyla doldurup önüne koymadığım pabuç ne işe yarar?..
Ha taş sert, ha kar soğuk...
Ha deniz ıslak, ha domates kırmızı...
Hayat mı zor?..
Hayatın zorluğu; bir adım daha atmayı, bir iyilik daha yapmayı, bir tebessüm
daha etmeyi, bir sadaka daha vermeyi, bir dua daha almayı bilmemektir!..
Her birimiz, her zaman, bir şeyler yapabiliriz güzelliklere doğru...
En acizimiz bile bir kağıt ve bir kalem bulup, işte böyle bir yazı
yazabilir; ve kim bilir belki de, okuyanlardan hayır dua bile alır..
Gönderen:Rabiya Çelik...
Siz değerlisiniz...
Çocukluğundan beri bütün hayali dünyayı dolaşmaktı ama art arda gelen olaylar yüzünden kasabasını terk edememiş, sonunda babasının pek de parlak olmayan işini devralmak zorunda kalmıştı.
Sevdiği bir karısı ve çocukları vardı.
Ama işler iyi gitmiyordu.
Borçlar birikmişti.
Yaşadığı hayal kırıklığına bir de borçlar eklenince dayanacak gücü kalmamıştı.
Karlı bir gece arabasına binip, kasabanın biraz ötesinden akan nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olana kadar içtikten sonra kendini köprünün üzerinden atıvermişti.
Stewart sulara düşerken, karanlık göklerden gelen bir konuşma duyuldu.
Tanrı, ‘ikinci sınıf meleklerden’ birine görev veriyordu.
- Eğer bu ümitsiz adama yeniden yaşama isteği vermeyi başarırsan, ben de sana çok istediğin o iki kanadı verir, seni birinci sınıf melek yaparım.
Ve, yeryüzüne tonton, yaşlı bir adam kılığında ‘başarısız’ bir melek düşüyordu.
O güne dek bir türlü verilen görevleri doğru dürüst yerine getiremediği için istediği kanatlara kavuşamayan, kederli bir melekti bu.
Görevi ise çok zordu.
Tümüyle çaresiz, borçlar içinde yüzen, hayallerini kaybetmiş, istediklerinden hiçbirine kavuşamamış, dünyayı gezmek isterken önemsiz bir kasabaya sıkışıp kalmış bir adama hayatı yeniden sevdirecek, onu intihardan vazgeçirecekti.
Melek yeryüzüne indiğinde, bir polis Stewart’ı sulardan çıkarıyordu.
Onu, kendini sulara atmadan önce son içkisini içtiği bara götürüyordu ama orası şimdi çok değişikti.
Serserilerin toplandığı, pis bir batakhane olmuştu.
Kimse Stewart’ı tanımıyordu.
Stewart kasabaya dönüyordu ama orada da eski dostları onun kim olduğunu bilmeyen gözlerle ona bakıyorlardı.
Kasaba bakımsızdı, çirkindi, karanlıktı.
Eski bir okul arkadaşı arka sokaklarda fahişelik yapıyordu.
Karısı ise bir kütüphanede çalışan zavallı bir yaşlı kızdı.
O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek kardeşinin ise bir kilisenin bahçesinde mezarı duruyordu.
Stewart, suya düşmesiyle çıkması arasında geçen bu beş dakikada her şeyin nasıl bu kadar değişebilmiş olduğunu anlayamadan etrafına bakarken ‘ikinci sınıf melek’ yanına yaklaşıyordu.
Ona anlatmaya başlıyordu.
- Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, sen hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun… Sen olmamış olsaydın ne olacaktı, gör…
Kardeşim ne zaman öldü, diye soruyordu Stewart.
- Sen dokuz yaşındayken o kuyuya düşmüştü ve sen onu kurtarmıştın…
Ama ben senin doğumunu iptal edince ve sen hiç doğmayınca onu kurtaracak kimse de olmadı… O çocukken öldü.
- Peki sınıf arkadaşım ne zaman fahişe oldu?
- Bir gün o çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu ve sen ona borç vermiştin… Ama sen olmayınca o gece kendini sattı ve sonra fahişe olarak kaldı.
- Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç gözüküyor?
- Çünkü sen babanın yerini aldıktan sonra insanlardan para toplayıp kooperatifler kurmuştun, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti… Sen hiç olmadığın için o kooperatif kurulmadı, o binalar yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı, o inşaatta çalışıp para kazanan birçok insan para kazanamayıp serseri oldu.
Bütün seyircilerle birlikte Stewart da, bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başka insanın hayatına değdiğini, o hayatları varlığıyla değiştirdiğini, en sıradan insanın bile bu hayatta tahmin edemeyeceği ölçüde önemi olduğunu görüyordu.
Tavana asılmış, birçok değişik parçadan oluşmuş oyuncaklar vardır, her bir parça başka bir parçaya dokunarak bir rüzgar yaratır ve oyuncak dönüp durur.
O parçalardan birini çıkardığınızda bütün rüzgarı kesersiniz.
Oyuncak kımıltısız kalır.
Frank Capra’nın o filminde de, hayatın aynen o oyuncak gibi birbirine değen insanlarla döndüğünü, aradan bir tek insanı bile çıkarıp aldığınızda hayatın dönüşünü etkilediğinizi, birçok olayın farklılaştığını, herkesin sandığından daha büyük bir rolü ve değeri olduğunu anlıyordunuz.
Değersiz ve işlevsiz kimse yoktu.
Stewart, o yaşlı ve tonton ‘ikinci sınıf’ melek sayesinde bu gerçeği görünce intihar etmekten vazgeçiyordu.
Kendisine o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrıyordu.
O intihar etmekten vazgeçince yeniden her şey eskisine dönüyordu.
‘Bu muhteşem bir hayat’ isimli film, mutlu sonla biterken de gökyüzünde bir ‘çın’ sesi duyuluyordu.
Tonton meleğe, Tanrı çok arzuladığı kanatlarını veriyordu.
Kendimizi manasız ve yararsız bulduğumuz zamanlar vardır. Değersiz olduğumuzu, sevilmediğimizi düşünürüz.
Hayal kırıklıklarıyla dolu hayatımızda neden istediklerimizin hiç gerçekleşmediğini merak ederiz.
Cevaplar ararız.
Bulamayız genellikle.
Cevaplar vardır aslında.
Kendimizi yararsız bulduğumuzda çok yararlı işler yapmışızdır, sevilmediğimizi sandığımızda sevilmişizdir, değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde değerimizi bilenler çıkmıştır.
Birçok hayatı aynı anda kımıldatan o sihirli rüzgarı yaratmakta bizim de farkına varmadığımız büyük bir rolümüz olmuştur.
Eğer Tanrı ‘ikinci sınıf’ meleklerinden birini bize gönderse ve bizsiz bir hayatın nasıl olacağını gösterseydi, sanırım hepimiz kendimize de hayata da başka türlü bakardık.
Hatta, o melek bize ‘istediklerimiz gerçekleştiğinde nasıl bir hayatımız olabileceğini’ gösterseydi belki istediklerimizin gerçekleşmemesi için dua ederdik.
Bu muhteşem bir hayattır.
Cevabı ve sırrı kendi içinde saklıdır.
Ve, o hayatı hep birlikte yaparız.
Bazen rolümüzden şikayet ediyorsak, bu da rolümüzün kıymetini bilemememizdendir.
-Alıntı-
6 Mayıs 2009 Çarşamba
Belki...
AMİN
HATİCE MARAL YÜZÜK
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Ayetelkursi Okumaları
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Belki bir nev'i tevhid ayetleri bunlar.
“Belki” değil öyle, bakın nasıl başlıyor:
Allahu lailahe illa hu muhteşem ve çok vurucu! Baştan tüm ilahlar yerle bir ediliyor, temizleniyor mekan ve eşsiz bir tek Olan vurgulanıyor!
Ah nefsim dön de bak, oku içine Ayetelkursi'yi..
Oku, sor içine: O mu tek içinde? Yok mu başka ilah? -İlah mı?
-Sen ne diyorsun yahu??
Temizledin mi ağyardan yüreğini?
İlla sen ya Rabbi! dedin mi? “Allahu lailahe illa Hu” Deyip de, gayrısına yüz suyu döküyorsan..
Sevgini, korkunu, umudunu O'ndan gayrısına yöneltmişsen..
Ah ki ah!. Kaç Ayetelkursi temizler seni?!
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
“Allahu lailahe illa Hu” Dikkat ettiniz mi ne kadar çok esma var içinde bu sûrenin?
Elhayy'ul Qayyum Ya Hayy! Çokça zikrettiğim bir esma..
Hani insanın ağzından çoğu kez gayri ihtiyari bir ayet, bir esma, bir zikir çıkar ya hep?
Benden genellikle Ya Hayy! çıkıyor işte..
Ve geçen öğrendim bu ismi zikredenler maddeten ve manen genç kalırlarmış.
El Hayyul Qayyum.. Hayy, hep diri olan hiç ölmeyen-ölmeyecek olan Qayyum, ipleri hep elinde tutan.
Hep diri olana yaslan ey nefsim..
Hiç ölmeyene, İpleri elinde tutana, kumanda hep elinde olana..
Ve kendini beğendir O’na, razı et, razı ol ki O’ndan O da sevsin seni..
Ümitsizlik yok asla çünkü O Qayyûm..
Olmayanı, olmayacak sandığını son anda olduruverir..
Çok vurucu Qayyûm ismi, O’nun Qayyûmiyeti ve bunun farkındalığı..
Çok büyük bir güç hem..
Beni çok etkiliyor..
Ya Qayyûm! Diye haykırarak, gözyaşlarıyla kucağına sığındığım anlar çoktur..
Elden geleni yapıp, sıkıştığında, O’na bırakınca işleri, O’nu Vekil tayin edince, olmayanı olduruyor..
Tek tek onarıyor kırıklarını..
O’na dayanan darda kalır mı hiç ahh..
Yeter ki dayan! Yeter ki bil, O Qayyum’dur, mülkünde söz sahibidir.“Ol!” derse oldurur, umutsuzlukları umuda çeviren yalnız O’dur..
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
La te’huzuhû sinetuvvelâ nevm O, uyumadığı gibi uyuklamaz da!
Nasıl bir güvenlik beyanıdır bu ya Rabbi?!
Nasıl da huzur veriyor insana..
Yeni doğmuş bir bebeğin anne kucağında tüm tehlikelerden emin, her ihtiyacı karşılanmış şekilde rahatça uyuması gibi..
Uyu sen! Rahat ol, ben varım!
Ben uyumuyorum asla da uyumam..
Her an seni koruyup-kollamaktayım..
Hiç kimseden de korkma!
Ben herşeyi görür-bilirim; Maddeten ve manen; açıkladıklarını da, gizlediklerini de..
Sen yeter ki bana sığın, sana kimseden zarar gelmez!
Koşsana bu kucağa!
Sarılsana..
Teslim ol-Kurtulsana!
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Lehu mâfissemâvâti ve mâ filard Göklerde ve yerde bulunanların tek sahibi O’dur.
İlk sahne:Hani titrersin ya yeryüzü sultanlarından..
Heyecanlanırsın huzura çıkacağın zaman, elin ayağın dolaşır hani, ne diyeceğini şaşırırsın belki..
O, sultanlar sultanı..
Gökte ve yerde ne varsa hepsi O’nun..
Uçsuz bucaksız bir memleket, mülk saltanat..
Ve sana şah damarından, yani sana senden daha yakın..
Düşün ki her an huzurundasın!
İkinci sahne: Korkma sakın! Huzursuz olma..
Gelecek endişesi seni sıkmasın.
Herşeyin sahibi benim, istediğime veririm, istediğimden de alırım..
Ve son sahne: başka açıdan: Yani?
Yani sen de kim oluyorsun ki?
Kendini gerçek sahip sanıp yorulma!
İdaresine asla güç yetiremezsin!
Sakın böbürlenme, büyüklenme, kibirlenme de!
Sana ait sandığın herşey, benim mülkümden sana lütfettiklerimdir, emanettir sende.. Emanetlerimi istediğim an geri alırım-alabilirim!
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Men zellezi yeşfeu indehû illa biiznih O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?
Hep sarar yüreğimi sıcacık bu ayet..
"Korkma!" der O var..
Korkma, O izin vermezse sana hiç kimse ne bir hayır ne de bir kötülük yapabilir..
Korkma! Bana dayan..
Bana dayanan asla darda kalmaz..
Madem böyle, gel sadece bana kul ol!
Yorulma sana hiç faydası olmayacak, üstelik de seni zillete düşürecekler karşısında..
Bana hakiki kul olanı sultan ederim, dünyayı ona hizmetçi kılarım..
"Bu, dünyaya bakan yüzü ayetin..
Öte yüzde ise; mahşerin kavrulmuşluğunda imdada yetişecek O sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaati..
Ya Veduddd! Esirge beni ne olur..
Cennetlerine sakla yüreğimi..
Ya Mucîb kabul eyle dileğimi..
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Ya’lemu mâ beyne eydîhim vemâ halfehum O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir
Velâ yuhîtûne bişey’in min ilmihî illâ bimâ şâe
Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar.
Alemde tesadüf yok, ilimler hep hazinende.
Sır, izin verdiğince ancak, âyân olur aleme!..
Ya Alîm ya Fettah!Öyle ya Rabbi evet! Hakkımda tasarlananı dahî bilirsin.
Ne kadar gizleseler de sen herşeyden haberdarsın!
Madem ki böyle, neden sakınayım?
Kimden niçin korkayım?!
Başa gelse bile sendendir, hikmetlidir..
Ve boynum, bilirsin kıldan incedir.
İnsanın, herşeyin sahibi, bilen, gözeten, hiç Uyumayan’ın kucağında olması ne güzel ne güvenli..
Ah ya Rabbi! Kucağında tut beni, O dipdiri sînende ebedi uyut beni..
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Vesia kursiyyuhussemâvâti vel ard.
O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır.
Velâ yeûduhû hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm.
Onların korunması, O’na güç gelmez, O pek yücedir, pek büyüktür.
Ah ya Rabbi her yerdesin, bilmekte görmektesin..
Zor gelmez asla sana “kûn feyekûn” dersin.Ya Rab “Ol!” dersen olur, bildim söyledim her dem..
Ben razı oldum senden..
Verdiğinden-vermediğinden..
Ve tasdik ettim gönülden.
Şahidsin her ânıma, sen de razı oluver benden.
Sen Âyetelkursi’den nerdesin?
Efendim, Ayetelkursi'nin, her namazdan sonra, gece yatmadan önce, arabaya binince vb. okunması konusunda teşvik eden pek çok hadis var malum..
Çünkü zırh gibidir hem manen hem maddeten koruyucudur..
Anlamını işte böylece bildikten, içimize yazdıktan sonra ancak anlıyoruz mesajı; Rabb’in bizi saran, dirilten gücünü..
Hiç bu yukarıdaki ayetleri okur da insan umutsuz olabilir mi? Korkar mı kimseden?
Başına ne gelirse gelsin yıkılır mı? Hayır tabii ki..işte bunun için ve de böyle okumalı daim; Hayatımızın içinde olsun, içimizde hayat olsun, diriltsin bizi her an diye..
Ya Rab, okuduklarımızı hayata geçirmeyi nasib eyle..
Bizleri daim seninle meşgul eyle..
Okuduğumuz sûreleri burada da orada da bize arkadaş eyle, amin.
Muhabbetle efendim..
Ayşe Reşad