31 Aralık 2009 Perşembe

Dizelerle Hayat...

Dizelerle Hayat...

Âfet-i gamdan acep dünyada kim âzâdedir
Herkesin bir derdi var madem ki Ademzâdedir
Bir humay-ı zevki bin sayyad-ı gâm takip eder
Böyle bir mevhuma,acep halk neden üftâdedir

(Dert âfetinden dünyada kurtulmuş, salıverilmiş olan kimdir?Âdemoğludur mâdem, herkesin bir derdi vardır.

Bir zevk kuşunu, bin gam avcısı tâkip eder.Birinden ikisinden kaçsan da, bininden nasıl kaçacaksın?Böyleyken nasıl olup da halk, yine de zevk kuşuna yakınlık duyar?)

(alıntı)

***

Etrafı, dünyayı ve hayatı doğru okumaktır bütün mesele. Böyle söylüyor kalem ve kelâm ehli. Israrla, ayrı ayrı açılardan bakarak dünyanın geçiciliğine işaret ediyor. Diyor ki; dünya hayatı bir uykudan ve hayâlden ibarettir. Tut ki hayâlinde sultan oldun, tut ki hayâlinde dilenci oldun. Uyandığın zaman ikisi de geçici olacağına göre ele geçmiş olan her şey sonsuz ve hakiki hayata başladığın zaman rüya hükmüne gireceğine göre ne diye gam çekersin.

Geç gelir tez gider deyû safa çekme keder
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider

İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider. Hâlbuki elem sıkça uğrar biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında “çamurumuz karılırken yağan kırk günlük yağmurun otuz dokuzu gam biri neşeydi” diye takviye ederler manayı.

Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer

ve şöyle devam eder;

Âdem oğlu âleme üryan gelir üryan gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider

İnsanoğlu dünyaya giyinmemiş olarak gelir ve öylece gider. Ağlaya ağlaya gelir ve yine ağlaya ağlaya gider. Aşağı yukarı aynı anlamda:

Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben

Yani gelirken de giderken de dökülen göz yaşlarına işaret eder ve der ki; hani nilüfer çiçeği vardır ya suyun içinde doğar ve yine oracıkta ölüverir. İşte ben de geldiğimde yıkandım giderken yıkandım, suda bittim suda yittim.

Anlamlarının çözülmesi bir miktar daha zor gibi görünen Sâbit merhum da beytinde şöyle söyler. İçinde bulunduğumuz dünya hayatında sabırlı olmak gerektiğinde çok güzel işaret etmektedir.

Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i murâd üzre felek amma neden sonra

Üst üste belki bin tane boş kadeh gelir. Arkasından bir dolu kadeh sunar şartlar, etraf , hayat. Ve senin mûradına uygun döner felek amma neden sonra. Sabra işaret eder. Güzelce sabretmek lazımdır, beklemek lazımdır. Dünya gamhânedir. Burada talebi çoğaltmamak lazım, emeli çoğaltmamak lazım. Çünkü ecel, emelin önündedir.

Av. Hayati İnanç

***

Yazılacak çok şeyler oluyor da içimden gelmiyor yazmak..Bu sıralar daha çok okuyorum.

Konya'ya gidip- döndüm Cemâlnur hanımlarla birlikte...

Resim ve videolar da var elimde ama yüklemek, anlatmak gerek :))
Çok selâm ve sevgiler ihmâl etmek istemediğim, aklımda, gönlümde olan tüm arkadaş- dostlarıma...

Güzelliklerle gelsin her yeni yıl...Umut olsun, şifâ olsun, devâ olsun gönüllere, cisimlere...
Aşk olsun...Muhabbet olsun...
Paylaşım ve huzur olsun...
E, daha ne olsun!... :))
Sevgiler çok çookkk...

Hatice/Hayat

10 Aralık 2009 Perşembe

Özledim... Ya sizler?...

Kuş Hâtıraları- İbrahim Sadri Link

Şiiri Gönderen : Ibrahim sadri
Şiir adı : Kuş Hatıraları
Benim çocukluğumda soframıza kuşlar konar
rüyalarımıza melekler uğrardı.
Kapımızdan yoğurtçu
bahçemizden ishakkuşu
kalbimizden yeni çıkan şarkılar geçerdi.

kışın bir sobamız olurdu
sobanın yanında kedimiz
kedinin önünde yün yumağı
bir Hayat Bilgisi fotoğrafı gibiydik.

Yerli malı kullanan
yurdunun üç tarafı denizlerle çevrili
kuru incir üzüm fındık
tütün çay narenciye kavun-karpuz yetiştiren
kuru üzüm inciri satan
karşılığında
çamaşır makinesi radyo ve otomobil alan
bir toprağın fertleri...
Biraz yoksul biraz mütevekkil
biraz mahcup biraz kırılgan
biraz naif ama hep umutlu...

Özlerdik.
Memleketteki halamızı
ince doğranmış bir dilim pastırmayı
yurttan sesler korosunu
akşam komşuluklarını
radyo tiyatrolarını
sabah ezanını
kalaycıyı bozacıyı
münir nurettin şarkılarını
orhan boran yarışmalarını
kandil gecelerini
duvarlarımızın sarmaşıklarını
bakkalımızın utana sıkıla veresiye hatırlatmalarını
okul önü kozhelvalarını
akşam oturmalarını
ve hayatı...

Top oynardık
ip atlar kedi kovalar
taşlarla birbirimizin başını yarar
mahalle savaşları çıkarır
gece olunca da tutar babalamızın elinden
yazlık sinemaya gider
Sadri Alışık Vahi Öz
Belgin Doruk Cüneyt Arkın seyreder
Olimpos gazozlar içer
güler eğlenir bağırır çağırır
dönerken yıldızları sayardık.
Sıkı çocuklardık.

Hepimizin birer yıldızı vardı
onlara isim takardık
onlar da bize isim takardı
pus ve dumandan önce bu şehrin
geceleri gözkırpan ve isimler takılan yıldızları vardı.

Benim yıldızıma Mehlika adını vermiştik
biz kimseden yana değildik.

Kimsenin de kendinden yana olmasını istediği birileri
olmazdı.
Bir değirmendeydik
öğütülen
öğütülürken türküler söyleyen
buğday başaklarına benziyorduk.
Ben
çorbalardan tarhanayı
yemeklerden kurufasulyayı
sigaralardan harmanı
belki bunun için çok sevdim.

Yollar bozuk musluklar bozuk
ziller bozuk paralar bozuk
ama adamlar sağlamdı.

Bu şehrin yıldızları vardı.
Saçlarına kurdelalar takan
çivitle yıkanmış beyaz çoraplarına
leke bulaşmasın diye su birikintilerinden sakınan
gözleri önlerinde
yürekleri ve beslenme çantaları ellerinde
küçük çocukları vardı bu şehrin
bu şehrin yıldızları vardı.

Ben Fenerbahçeyi amcam Vefayı tutardı.
Konya tahıl ambarı Mersin muz cennetiydi.
Taksim'den Fatih'e troleybus kalkar
Şişhane'de mutlak raydan çıkardı.
Vallahi hayat zor ve fakat çok matraktı.

Muammer Karaca adına bir tiyatro binası yoktu
bizzat kendisi vardı.

Başımız ağrırdı komşumuz vardı
gönlümüz daralırdı komşumuz vardı
Çorbamızı umutlarımızı
memleket kadar kalbimizi paylaştığımız komşularımız
vardı.

Geceleri bekçimiz
gündüzleri sütçümüz
bizim kadar zayıf da olsa
nohuta makarnaya alışmış da olsa
Sarman adında bir kedimiz
ceperimizde kırık misketlerimiz
çamur bulaşığı ellerimiz
ve gülümseyen bir yüzümüz
göstermekten utanmayacağımız bir içimiz
bir araya gelerek çektirebileceğimiz
bir aile fotağrafımız vardı.

Bir sabah bütün iyi şeylerin
Ayvansaray iskelesinden
hayal ülkesine doğru demir alan
bir şirket-i hayriyye vapuru gibi
aramızdan ayrıldığını gördük.
Sonra Ayvansaray'ın suları çekildiğini yazdı
gazeteler
Süheyla hanımın Raci beyin
Melahat mehveş ablanın
Niko'nun Ercüment efendinin çekildiğini ise
yazmadılar nedense
Ama yok ama yoklar.

Ne harman sigarası kaldı geriye
ne olimpos gazozu
ne Sadri alışık.

Kalan bir tortuydu belki.

Belki kırık bir rüya denizi
belki suya düşürdüğümüz suretimizin
cep aynamıza nüktedan bir yansımasıydı herşey.
Herşey Maltepe sigarasının
her arandığında
her bakkalda bulunabilmesi ile
büyüsünü kaybetmişti belki de.

belki de biz bir rüya mı görmüştük?

Hadi hepsi yalandı.
Hadi hepsi hayaldi.
Hadi hepsini ben uydurmuştum
Ama rüyalarımızın melekleri
ve sofralarımızın daim konukları kuşlar?
Ya onlar?
Onları siz de görmediniz mi?
Sizin de sofranıza konup
rüyalarınıza uğramadılar mı?
Onlar da mı yalandı?

* * *

Hepimiz özlüyoruz, değil mi?
Bugün ablamla telefonda konuşurken de söz ettim bu konudan (ablam yurtdışında yaşıyor).
Geriye döndürmek isteyip de döndüremediğimiz ne çok şey var. Basit görünen ama yitik, ulaşılamayacak kadar uzaklaşmış bir rûh, yaşam rûhu, kültürel değerlerimiz, alışkanlıklarımız... :)
Nasıl "dur!..." demeli bu olumsuza yönelişe? Ne yapabiliriz?
Çözüm arayışlarımız bile sanalda. Oysa yaşam gerçek...
Gerçekten ne zamana dek bu kopuş?
Nereye gidiyoruz?...


Epeyce uzak kaldım yazmaktan, blog dünyasından...Çok şeyler var da yaz/a/madım işte...
Uzaktan izlemeye çalıştım sizleri...
10 gündür kızım hastaydı ve ben zorunlu durumlar dışında ona nezâret etmeye çalıştım.

Şeb-i Arûs etkinlikleri başladı. Yarın Bağlarbaşı'nda, C:tesi ve Pazar Sütlüce' de etkinlikler var.
Pazar akşamı yola çıkmam gerekiyor bir engel olmazsa, inş.
Konya'ya yolculuk, birkaç günlüğüne...
Bakalım, kısmet...

Sevgiler...
Hatice