31 Ağustos 2009 Pazartesi

Şehzadebaşı'nda iftar...

Şehzadebaşı'nda iftar...

Annem ve büyük kızımla,yemek sonrası çay faslı... İstek parçası benden:
"Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey
Mehtaba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey
Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken
Dünyada senin sevgilin olmak ne saadet
Bir bitmeyecek aşk-ı muhabbet ne güzel şey
Yıldızların altında ibadet ne güzel şey

Annemi Şehzade Mehmet Sofrası' na yemeğe götürdüm birkaç gün önce...
Yemek, servis, ortam hoştu.
Süzme mercimek çorbasına bayıldı annem..
Annem ki olağanüstü güzel yemek yapan birisidir, 30 yıl sonra bile yemeklerinin güzelliğinden söz eder hâlen tanıdıklar...
İnsan yaşlanınca basit şeyleri bile büyütebiliyor demek.
Ahududu şerbetini sevdim ben, ahududu' nu çok severim.

Bir ara semâ gösterisi düzenlendi.Canlı fasıl, isteklere de yönelikti.
Yukarıdaki eseri ortama uygun bulduğum ve sevdiğim için istedim.

Dün akşam da annem, gelinimiz ve yeğenler bendeydiler iftara..
Avukat kızımla çok güzel bir kuru patlıcan- biber dolması hazırladık.
Süzme çorbam dört dörtlüktü.
Kıymalı-patatesli börek, komposto, salata, z.yağlı fasulye benden tam not aldılar. Gelenlerden de tabii...
Aferin bize... : ))

A, bu arada üç gün sevgilimleydim, mânevî ortam çok güzeldi.
Yalnız önceki gece yolda filân olduğuma aldırmayıp, zırıl zırıl ağladım.
Arada yara kabukları açılıyor, kanama başlıyor.Aşağıdaki şiir geldi aklıma:

İbrahim sadri "ıhlamurlar çiçek açtığı zaman"


Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahaeddin KARAKOÇ
(Uzaklara Türkü)

(İbrahim Sadri seslendirmiştir)

Sevgiler...
Hayat


A HADIS FROM PROPHET MUHAMMED(SAV)

Rasulullah (Sallallahu alaihe wasallam) said: 'When a man dies and his relatives are busy in funeral, there stands an extremely handsome man by his head. When the dead body is shrouded, that man gets in between the shroud and the chest of the deceased.

Peygamber efendimiz demiştir ki birisi öldüğünde akrabaları cenaze işleriyle meşgul iken,son derece güzel bir kişi gelir mevtanın başının yanında durur.Kefenlendiğinde kefen ile merhumun göğsü arasına girer.

When after the burial, the people return home, 2 angels, Munkar and Nakeer(names of two special Angels), come in the grave and try to separate this handsome man so that they may be able to interrogate the dead man in privacy about his faith. But the handsome man says, 'He is my companion, he is my friend. I will not leave him alone in any case. If you are appointed for interrogation, do your job. I cannot leave him until I get him admitted into Paradise '.

Definden sonra herkes evine döner, Münker ve Nekir adlı iki özel melek gelir,öleni kişisel mahremiyet içerisinde imanı hakkında sorgulayabilmek üzere ,göğsünde duran güzel kişiyi ayırmaya çalışır.Güzel kişi der ki.”O benim refakatim,O benim dostumdur,hiçbir şekilde Onu yalnız bırakmam.Eğer siz sorgulama için görevlendirildiyseniz,görevinizi yapınız.Onun cennete girmesini kabul ettirinceye kadar terk edemem.

Thereafter he turns to his dead companion and says, 'I am the Qur'an, which you used to read, sometimes in a loud voice and sometimes in a low voice. Do not worry. After the interrogation of Munkar and Naker, you will have no grief.'

Sonra ölmüş arkadaşına döner der ki, ”Ben, bazen yüksek sesle bazen de kısık sesle okuduğun Kur’anım.Endişe etme,Münker ve Nekirin sorgusundan sonra üzüntü duymayacaksın.

When the interrogation is over, the handsome man arranges for him from Al-Mala'ul A'laa (the angels in Heaven) silk bedding filled with musk.

Sorgulama bitince güzel kişi Onun için Meleul Aladan(semadaki meleklerden)misk kokusuyla bezenmiş bir döşek hazırlar.

Rasulullah (Sallallahu alaihe wasallam) said: 'On the Day of Judgement, before Allah, no other Intercessor will have a greater status than the Qur'an, neither a Prophet nor an angel.'

Allahın Resulu(SAV) demiştir ki:Hesap gününde ne bir Peygamber,ne de bir melek, Allahın indinde Kur’andan daha imtiyazlı bir şefaatçi olamayacaktır.

Please keep forwarding this 'Hadith' to all .. because Rasulullah (Sallallahu alaihe wasallam) said:
'Pass on knowledge from me even if it is only one verse'. May A llah bestow this favour on all of us. AMEEN

Lutfen bu hadisi herkese gönderiniz,çünk
ü Resullah(SAV) demiştir ki:bir beyit dahi olsa benden olan bir bilgiyi iletiniz.Allahın lütfu hepimizin üzerine olsun.
AMİN

27 Ağustos 2009 Perşembe

Farklı 'aşk' larım...

Farklı 'aşk' larım...

Fotoğraf: Hatice
Fotoğraftakiler: Göksel Baktagir, oğlum Ahmet ...
Bir konser sonrası

Bir tanesi, kanun... İşte kanun hocamın websitesi ve Alaturka beste yarışmasındaki 3.lük ödülü alan bestesi:

Mecburum

Aşk ne zaman kalbe girer bilinmez.bilinmez,
Yer ettimi istesen de silinmez,
Aşktan daha beter acı bulunmaz,

Ben aşkımı ben sevgimi söylemeye mecburum,
Ben bu aşkı bu sevgiyi yaşayan bir Mecnunum.

Yaralıyam yana yana gezerim,
Sevdiğimi arar durur gözlerim,
Bir gün geçse canım gibi özlerim,

Ben aşkımı ben sevgimi söylemeye mecburum,
Ben bu aşkı bu sevgiyi yaşayan bir Mecnunum.

Görmeyince bir gün geçse aradan,
Yanıyorum gönlümdeki yaradan,
Kolaylıklar istiyorum Mevlamdan,

Ben aşkımı ben sevgimi söylemeye mecburum,
Ben bu aşkı bu sevgiyi yaşayan bir Mecnunum.

İstanbul radyosu Gökhan Sezen in sesinden dinlemenizi tavsiye ediyorum arkadaşlar.Bestekâr hocamızın sitesine girdiğinizde şarkıyı dinleyebilirsiniz.

Kanun ayrı bir yazı konusu, geçmiş ders kayıtlarımdan birkaçını da eklemek istiyorum bir ara.

Sevgili'm : ) geldi bugün ve ben kaçmalıyım.

Tanımayanlar için hayatımın bir bölümü, tanışma hikâyemiz:

(Aşk hikâyesi bekleyenler zahmet etmesinler lütfen, başka bir aşk bu... : )

Eveett, kayboluyorum bir süre...

Sevgiler herkese : ))


TERAZİLERİN BİR BAŞKA YÜZÜ


TERAZİLERİN BİR BAŞKA YÜZÜ

Neşeli güler yüzlü hoş sohbet bir Teraziyle karşılaştığınız zaman bütün Teraziler’in tatlı ve sempatik olduklarını sakın zannetmeyin. Hatta, o esprileriyle bütün kaygılarınızı silip süpüren dostunuz Terazi bile asık suratlı, yanına yaklaşılmaz biri oluverir. Kavga edenleri yatıştıran, arabulucu Terazi tiplerinin kendileri ise, tartışmaktan büyük zevk alır.
Çalışkan mı tembel mi, olduğuna karar veremeyeceğiniz tek burç Terazi’dir. Günlerce ve aylarca kafasını kaldırmadan çalışabilir. Kendini paralarcasına çalıştığını görüp ne kadar çalışkan olduğuna karar verirsiniz. Sonra öyle bir tembelleşir ki,kazağını sandalyenin üzerinden alıp dolaba götürmeye üşenir. Hele bir de etrafında pervane olup onun işlerini yapacak birileri varsa Terazi’nin üşengeçlik kefesi giderek ağır basacak, oturduğu koltuktan kalkmayacaktır .
Uzaktan baktığınız zaman son derece sakin, huzurlu ve dengeli bir görünümleri vardır. Sanki uyumun yürüyen sembolü gibi dolaşırlar. Ancak yanlarına sokulduğunuz zaman durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını anlamanız uzun sürmez. Evet, Terazi’lerin ne kadar huzursuz tipler olduklarını ancak, yanlarına iyice yaklaştıktan sonra anlayabilirsiniz. Fakat, bütün huzursuzluğuna rağmen yine de aceleci ve telaşlı davranmaz. Hatta rahatlığı sizi öldürebilir. Neredeyse vurdum duymaz denilecek derecede sakin davranır. Bu çelişkili durumun sadece sizi şaşırtacağını düşünmeyin çünkü, kendileri de zaman zaman sergiledikleri çelişkilerin farkına varıp çok şaşırırlar.
Terazi burcu adından da anlaşılacağı gibi iki kefesi olan bir teraziyle sembolize edilir. Bu aynı zamanda adaletin simgesidir. Ve Teraziler adil olmak için o kadar çok uğraşırlar ki, karşılaştıkları durumları enine boyuna ölçüp tartarlar ve bir türlü tartma işleminin sonunu getiremezler. Ya da bu işlem çok uzun sürer. Çünkü, terazinin kefelerinden biri yukarıdayken diğeri aşağıdadır. Her ikisi de aynı düzlemde duruncaya, dengeye gelinceye kadar çok inip çıkarlar. Terazi insanları da dengeyi buluncaya kadar hem duygusal hem de zihinsel açıdan iniş çıkışlar yaşar ve bir türlü dengeyi tutturamazlar. Tabii bu sırada birçok çelişkileri de içlerinde barındırırlar. Yani günün bir bölümünde son derece tatlı, cana yakın, esprili, çekici biriyken günün bir bölümünde sinir bozucu, kavgacı, inatçı, huzursuz, sıkıntılı, karamsar ve şaşkın biri olabilir. Yani kefelerin iki ucu bir aşağı bir yukarı sallanır durur. Tabii bu arada karar vermesi de mümkün değildir.
O kadar çok açıdan değerlendirip o kadar çeşitli düşünceler içinde bulunurlar ki, hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmak istemezler. Hatta herbir şeyi iki kez tartıp sonra karar vermeyi düşünür. Neden ve sonuçları parlak bir mantıkla inceledikten sonra doğru ve hakça bir karara varır. Bir kez karar verdikten sonra da dengesine kavuşacaktır. Dengeyi yakalayan Teraziler harikadır. Ve bu dengesini yeni bir karar dönemine girinceye kadar sürdürür. Daha doğrusu kararsız kaldığı durumla karşılaşıncaya kadar.
Beni çok iyi anlatığını düşündüğüm bir yazıydı. Sizinle de onun için paylaşmak istedim. Bazı yerleri uymuyor ama artık idare edeceğiz. Umarım beğenirsiniz. "
**
demiş birileri... Ben de gezerken gördüm maya'nın asıl benim yükselen burcum olduğundan (vardır sağda solda başkaları da eminim ;) bir paylaşayım dedim.
Her ne olursa olsun bana göre bir Terazinin iki belirgin özelliği vardır:
Güzel olmasa dahi gizemli ve câzibelidir.
Yazı konusunda oldukça başarılıdır. Daha da genişleteyim, 'artist ruhlu' durlar.
Bir de her telden çalmaları var mı acaba?
Sen ne dersin sevgili maya?
Sevgiler...
Hayat

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Güzel ve anlamlı bir sunu... Hayatın Sırrı


HAYATIN SIRRI
Yükleyen suhagurgen.

Güzel ve anlamlı bir sunu... Hayatın Sırrı
Sevgili
Süha Gürgen' e teşekkürlerimle... : ))
Ne zaman teknik yardıma ihtiyacım olsa sağ olsun, hiç geri çevirmemiştir.

--------------------------------------------------------------------------------

KAŞIKTAKİ YAĞLARI DÖKMEDEN...

Hayata ve olaylara hep kendi penceremizden bakıyoruz. Hayatın seri akışına kendimizi öyle kaptırmışız ki, önümüzde, arkamızda cereyan eden olayların bazen hiç farkına varmıyoruz.

Çoğumuz için doğrunun adresi tek...

Hayat koşturmacasının peşinde geçen günlerimizi kimimiz sadece para kazanmak, zengin olmak, çocuklarımıza rahat edecekleri bir gelecek bırakmak için çalışmak olarak değerlendirirken; kimimiz de nasıl olsa bu dünya boş ve geçici felsefi düsturunu kendimize rehber edinmeyi tercih edenler grubuna dahil olmuşuz. Oysa ki hayatın elde edilmemiş ve keşfedilmeyi bekleyen milyarlarca güzelliği olduğunu, bize düşenin etrafımıza sadece bakmak değil, baktığımızı görmek düsturuyla hareket etmek gerektiğini pek çoğumuz bilmiyoruz.

Keşfedilmemiş bir mağara vardır insanın içinde. Kimse bilemez nerede olduğunu. Herkes bir ömür boyu arar da bin ömür de geçse bulamaz. Sonunda böyle bir yer olmadığına karar verilerek vazgeçilir aramaktan. Oysa bize düşen etrafımıza biraz daha dikkatli bakmak ve görmek. Elimizdeki kaşıktaki yağları dökmeden sarayın güzelliklerinin farkına varabilmek. Konumuzla ilgili “Hayatın Gizemi” başlığında çok güzel bir hikaye varbunlardan birini paylaşmak istiyorum sizinle.

Hayatın gizemini ve mutluluğu arayan bir genç vardır. Bu genç hayatın gizemine ve mutluluğun kaynağına ulaşmak için bilgelerden yardım ister. Ve sonunda derdine bir kralın derman olabileceğini öğrenerek bilge kralın karşısına çıkar. "Bana hayatın gizemini ve mutluluğun kaynağını anlatır mısınız?" der. Kral kendisine daha sonra yardımcı olabileceğini söyler. Şimdi gidip sarayını dolaşmasını ister. Gence bir kaşık verir. Kaşığın içerisine de iki damla yağ koyar ve yağı dökmemesini tembihler.

Genç gidip sarayı dolaşır ve kendisine söylenen saatte tekrar kralın karşısına gelir.
Kral: "Sarayımı iyice dolaştın mı?" der. Genç "evet" der. Peki, der kral; gencin elindeki kaşığa bakar, yağ dökülmemiştir. Kral: "Sarayımdaki ünlü ipek halıları gördün mü?" der. Genç "hayır" der.

Peki, bahçemi gezdin mi? Çok güzel çiçekler vardı, bahçıvanım onları uzun yıllarda yetiştirdi, onları gördün mü diye sorar. Genç "hayır" der. Kral, ya muhafızları gördün mü? Çok eğitimli ve disiplinli bir ordum var.

Genç, görmedim der.

Kral, tekrar kaşığa yağı damlatır ve "yeniden sarayımı gez" der. Etrafına iyi bak, demeyi de ihmal etmez. Genç elinde kaşıkla birlikte tekrar sarayı gezmeye başlar. Sarayın muhteşemliğini görür, şaşkınlıkla tekrar kralın karşısına gelir. Hayretler içinde krala gördüğü bahçeden, ipek halılardan ve sarayın muhteşemliğinden söz eder. Bilge Kral, peki kaşıktaki yağa bir bakalım, der.

Gencin elindeki kaşıkta yağ kalmamış, hepsi dökülmüştür. Yağdan eser yoktur.

Bilge Kral gence:

İşte hayatın gizemi ve mutluluğun kaynağı budur, elindeki iki damla yağı yitirmeden etrafına bakabilmeyi öğrenmektir, der.

***
Hayatın gizemine erebilmek ve yaşayabilmek dileğimle,
Sevgiler...
Hayat

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Göktürk' le başlayalım...Meryem (Ülker) de bir gün...

Göktürk' le başlayalım...Meryem (Ülker) de bir gün...

Geçen hafta, Ramazan öncesi son 'hovarda'lığım.. ;)
Eczane çıkışı ilk kan iğnemi hastanede yaptırıyor ve doğruca Göktürk' e yollanıyorum.
Özlemişim Meryem (Ülker) i...
Tedavi görüyor, yazmıştım. Kemik iliği metastazı var, şu an için düzelmiş gibi olsa da... :(
Ne hayâllerimiz vardı, değil mi Ülker, buraya gelirken?
Birbirimize sık gelip- gidecektik, her Cuma Eyüp Sultan Hz. ni ziyaret edecek, sonra da Pierre Loti' de kahvemizi yudumlayacaktık seninle...
Hangi rüzgârların önünde savruluyorduk farklı yönlere...
Genelde uyuyor şimdilerde, konuşma sırasında bile esneme sesleri dikkatinizi çekecektir.
O akşam 19- 20.00 sularıydı gittiğimde.Uykudan yeni kalkmış.
Bir hoş-beşten sonra bahçeye girdik hemen.. Karanlık çökmeye başlamış, kayıt iyi değil o yüzden.
Korkuluğuyla başlayayım, kendisi hazırlamış, becerikli, meraklı böyle şeylere...


ülker hülya canan 060
by hayateylul


Bahçede mısırlar, domates, biber, patlıcan, karpuz, fasulye, bol miktarda, o görüntüleri yayınlamıyorum.
Topluyoruz sebzelerden ve elma ve kara erik (mürdüm) aramaya gidiyoruz arazinin diğer yönüne doğru...
Karanlıktan bir şey göremeyip dönüyoruz eve ama gece mavisi rengi, gece sesleri etkiliyor beni kayıtta...


Göktürk, Meryem 061
by hayateylul


Akşam, dışarıda oturuyoruz. Ortalık kedi dolu, üç de köpek gelecekmiş.
Ayağını uzatması gerekiyor otururken, ufak ir yağ bezesi operasyonu olmuş yeni...
Patchwork' e (kırkyama) döndüm diyor.
Kedi ayağını acıtınca 'Ah! ayağım... diyor, yankı gibi tekrarlıyorum:
'Ah!Ayağı...'


ülker Göktürk 065
by hayateylul


Sabah, namaz sonrası uyumuyorum.Bahçeye çıkıyorum.Akşam da ördekler karşılamıştı beni.Önümden kaçıp duruyorlardı.
Sabah bir fasıl daha görüştük onlarla... : ))
Kedi maması yiyorlar, en çok onu beğenmişler.
Arkadaşın eşi ve oğlu memlekete gitmişlerdi. Zâten geç gittiğim için, dönmek zor geldi bana.
Oğluma telefon açtım.Beni alabilirsen geleyim yoksa Ülker' de kalacağım.. diye...
'İyi uykular sana anneciğim : )' diye cevapladı.
Bu arada Hülya telefon açtı. Geldiğim ildeki yan komşumun kızı. Hikâyesi: Elif' le geçmişe yolculuk' ta...
Beni görünce annesini hatırlamış, neyse, onun hikâyesi beklesin şimdi.
Ertesi sabah görüşmek üzere bağladık telefon görüşmesini.


Göktürk, Meryem 067
by hayateylul


">Konu 40 lı 50 li yaşlarda insan psikolojisi...
O yaşlarda geriye dönüp bir hesap yapar insan..diyordu Psikolog arkadaşım.. Hedeflerini düşünür ve ne kadarını gerçekleştirebilmiş olduğuna bakar.Şunu aldım bunu yaptım veya alamadım, yapamadım.. diye düşünür.20- 30 yılı tek bir yıla sığdırmaya, bütün yapamadıklarını yapmaya uğraşır çok kısa bir sürede...
Bu yaşlar aynı zamanda çocukların büyüdüğü ve buna bağlı ergenlik vs. sıkıntılrının yaşandığı, ebeveynler hayatta ise onların da hastalık, yaşlılık vb. problemleriyle ilgilenilmesi gereken yaşlardır.
Kadın (Özellikle) bu iki kuşağın sorunları arasında sıkışır, buna sandviç etkisi deniyor, yanılmıyorsam..
Arkadaşıma söyletip kayda almaya çalışıyorum ama, ikinci kez söylemedi işte... : ))


ülker hülya canan 069
by hayateylul



Sabah, bahçeden topladığım domates, biberlere 1 yemek kaşığı sıvı yağ ve 1 diş sarmısak ekleyip soteliyorum.
Mmmmm... Beğeniliyor tabii ki...
Kimin bahçesinin ürünleri (tümüyle doğal) ve kimin eli değmiş, hıh... ;)

Sabahın 08.24' ünde -30 bile değil, dikkat! : ) - Cemâlnur Sargut hanımı arıyorum.
Tanıştırmıştım Ülker' le onu...
Çok da iltifat etmiş, eliyle yemek yedirmişti, bir yazım var o güne dair.
-Rahatsız etmediğimi umarım efendim, diye giriyorum söze.Bugün için programınız neydi acaba?
-Kur'an-ı Kerîm çalışmalarıma yoğunlaştım. diye cevaplıyor beni.
-Bakın, kiminleyim? deyip Ülker' e uzatıveriyorum telefonu.
Mahcup bir sesle, 'Rahatsız etmemişizdir inşallah' diyor Ülker..
Konuşuyorlar bir süre...
Telefonu kapattıktan sonra, 'Hep gelmesini istiyordun buraya. Bu konudan söz etmiştim ona da geri çevirmemişti sağ olsun.Çağırsan belki gelirdi bugün' diyorum.
-Ay, yok..O geldiğinde çağıracağım insanlar var.Onu tanımak istiyorlar.
Üst katta şark köşesini ayarlamak istiyorum o gün.. diyor.
Ah!..Sevgili Ülker, hayat yarınlara erteleyemeyecek kadar kısa ve sürprizli. Hep her şey mükemmel olsun istiyoruz. Oysa ki biz plânlar yaparken kader çok gülüyor yanıbaşımızda...
O da olur inşallah ancak ben boşu boşuna bu kadar deli- dolu davranmıyorum.
Teklifimi yapar ve çekilirim, olabilecek şeylerde.
Olursa da vardır bir hayır, olmazsa da..Sonucu baştan kabullenmişimdir her şekliyle...
Kahvaltı sonrası Hülya' yı arıyorum. Saat dokuz buçuk ve uyanmamış.
Nazlanıyorum, sevildiğimi bilmenin rahatlığı, teklifsizliğinde:
-Beni görmek istemiyor muydun sen? Daha uyuyacaksan, üzgünüm gitmek zorundayım. : ))
-Kalktım bile Hatice ablacım, bekliyorum hemen seni, diyor.
Ülker'in oğlu bırakıyor arabayla, beni, yakın zâten..
Tam asansörden indiğimde telefon çalıyor, Cemâlnur hanım arayan.
-Buyrun, diyorum.
-Beni aramışsınız, diyor.
-Tuş kilidi açık kalmış olsa gerek, arattırdılar her halde.. diyorum gülümseyerek..
Güzel şeyler söyleyip, dualaşıyoruz karşılıklı...
Sonra düşünüyorum da, nasıl aradım ki, son aranannumarayı otomatik arıyor ya da A harfiyle başlayan ilk numarayı belki, tuş kilidi açık kaldığında. Oysa o, C harfinde kayıtlı, denk düşme diyorum buna, görüşmemiz gerekiyormuş demek..
Ondan sonra Hülya' yı aramıştım çünkü, otomatik arasa onu araması gerekirdi son numara olarak...
Çok erken aradığım için hoş görmesini diliyorum yine..
Olur mu, diyor. O vakit öğlen gibi bizim için!..
Demek ki erken kalkıyor. Nasıl yapılır o kadar programlar nasıl yetişir başka türlü?
Hadi, burada mola verelim. Daha Canan ve Hülya var sırada anlatılacak...
Sevgiler herkese...
Hayat/Hatice

21 Ağustos 2009 Cuma

ARINMAK, Yaşamın Kuralları...

Yaşamın Kuralları...

Beydağ eğitim platformunun hazırladığı bir sunudan yükledim.
Dah önce de mail adresime gelip beğendiklerimden, belki yayınlamış olabilirim de...
En son E. Yurderi tarafından gönderildi, alttaki yazı da onun sayfasından alıntıdır.
İftariyelik olsun efendim, hayırlı Ramazanlar olsun hepimize...
Teşekkürler Sn Yurderi... : )

ARINMAK
Gerçek yoluna çıkan kimse, gönlünü arıtmakla başlar işe. Yanlışlarını, kusurlarını görerek onlardan sıyrılır. Gerçekleri öğrenip benimseyerek onları yaşar ve yaşatır.

Böylesine gönlünü arıtmaya, gönül eri olmaya ahdetmiş insana yüce varlıklar el uzatır, yardım eder. Onun hayrına türlü imtihanlar düzenleyerek, kısa yoldan düzelmesini ve yükselmesini sağlarlar. Bu yardım iki yönlü olur. Önce bilgiler verilir, doğru yol gösterilir. Sonra da bu bilgilerin ne derece benimsendiğinin imtihanı yapılır. Ve insan eksik olduğu taraflardan yoklanır. Ayağına kasten çelme takılır, içindeki şüpheler körüklenir, ona ters gelen olaylarla karşılaştırılır. Böylece insanın olaylar içinde yoğrularak eksiklerini görüp gidermesi, gerçek inanç ve teslimiyete bir an önce varması istenir. Vesvese veren herkesi en zayıf olduğu yerden yakalamaya çalışır. Benlik, kibir ve gurur mu taslıyoruz? Yoksa servet, şehvet ve şöhret yönünden bir düşkünlüğünüz mü var? Vesvese veren bunları bilir ve bu noktalardan insafsızca, aynı zamanda ustaca vurur. Ya doğrudan içimize ayartıcı düşünceler, şüpheler göndererek, ya da bir insanı vasıta olarak kullanarak… Elhasıl vesvese veren bizi baştan çıkarmak, yoldan saptırmak için ne lâzımsa yapar. İmtihanı kazanmak için vesvese vereni iki yerden de çıkarıp artmasını bilmek, Tanrının buyruğu ile gönlümüzün dileğini bir etmek gerekir. Bu da bir yandan Tanrıya sığınmak, diğer taraftan da kusurlarımızdan sıyrılmak, boşluklarımızı bilgiyle doldurmak, eksiklerimizi tamamlamak, böylece vesvese verene açık vermemekle mümkün olur.

Daha sonra benlik ve bencillikten kurtulma, kötülüklerden soyunma dönemi yerini Tanrısal erdemlerle bezenme dönemine bırakır. Vicdan ölçülerine göre yaşanılan, acımaya, sevgiye, hoşgörü ve bağışlamaya, iyilik, yardım, özveri ve özgecilik gibi duygulara ağırlık veren bir dönemdir bu. Bencillikten sencilliğe, sadece kendini düşünmekten başkalarını da en az kendi kadar düşüşünerek yaşamaya geçilmiştir. Öylesine hoş ve huzurlu bir ortamda herkes iyilikte birbirleriyle yarışarak, güzel örnekler vererek ve iyi huylarda birbirine özenip benzemeye çalışarak bir takım üstün niteliklerin herkesin gönlünde yer etmesi sağlanmış olur. Birçok yönleriyle yetişmiş, her biri bir güzelliğin, iyiliğin örneği olacak kimseler artık asıl işlerine, O’na ve kullarına kulluk görevine bir ölçüde hazırdırlar demektir.

Kaynak: “İnsanda buluşalım” adlı kitaptan alıntıdır.
Güngör Özyiğit

20 Ağustos 2009 Perşembe

Eski Dostlarla iki özel gün (Güncel)


Geçmiş yazı örneklerimden birkaçını alıntıladım, farklı başlıklar altında aşağıya...
Son iki gün bu dostlarla geçti, Canan' la 12 yıl sonra ilk yüz yüze görüşmemizdi.
Meryem' de kediler, ördekler, bahçe video kaydına alındı.
Hülya ve Elif' le görüşmemiz son derecede duygusaldı.
Hazırlamam vakit alır, yarın temizliğe birisi gelecek, ancak evle uğraşabilirim.
Bu akşam küçük kızıma 'Odanı topla, dağınıklık toplayamaz gelen..' diyorum.
'Ya ne yapacak o zaman?' diyor gülerek... : )
Neyse, tüm geçmiş alıntılar, günü anlatırken yabancı kalmaması için, tanımayanların...
Benim için de hatırlama oluyor aynı zamanda...
Sevgiler...

Hayat/Hatice

Dost: 3 Meryem... 1-2. Bölüm

Dost: 3 Meryem... 1-2. Bölüm
mutluluk,sevdigini hissetmektir yanında


"Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun."

Ben Sana Mecburum-Link

...
Hani, yürümeye çok yaklaşmış bir küçük çocuk düşünün... Bir adım atsa, devamı gelecektir, 'eli kulağında' dır deyim yerindeyse...
Hani, ağzı kelimelerle doludur minik yavrunun...Bir başlasa cümleler kurmaya, sular seller gibi çağıldayacaktır.
Ah, o ilk adım, ilk kelime!...
Anahtarı kapıların, ilk vuruşu domino taşlarının...

Sabahtan bu yana oyalanıyorum bilgisayar başında...
Biliyorum, yine doldum, taşımakta zorlanıyorum. Boğazımdaki düğümü çözmem gerek, yürek yükümün bir kısmını salıvermek...

Annemi doktora götürdük dün, yanımda Gürcü bakıcısı Lia (Maia diye sesleniyoruz)
Geçen kıştan bu yana kısmî felçli annem, önceki yazılarımı okumuş olanlarınız bilirler.

Oğlumu havaalanına bıraktım önce, dün...(Dede ve babaannesini ziyarete gitti)
Ardından kulak temizliği için KBB' a götürdüm annemi.. yanımda bakıcısı Maya...
Onu çıkarmakta zorlandığım için, hazır çıkmışken Meryem' e de bir uğrayayım dedim.
Sabah telefonda konuşmuştuk, annene gittiğinde haber ver, gelebilirim ben de müsait olduğumda.. diyordu.
Temizliğe kadın gelecekmiş, sen uğra fırsat bulursan dedi.
Arabayı Göktürk' e doğru sürdüm.
Yazıyı hazırlarken, önceki bölümlerde Meryem' e dair yazılanları okuyabilir dileyen arkadaşlar...
Bir hatırlayalım mı?


Geçen Yaz'dan (Meryem' le bir gezi)


Geçen Yaz' dan (Meryem' le bir gezi)
İlham… Tuhaf şey…İlham perileri….hesap-kitaplarını, sağlarını-sollarını anlayabilen varsa beri gelsin.
Uykum kaçtı-çok sık olmaz bu, yorgunluktan yenik düşerim uykuya. Pilimi bitirmek için gayret ettiğimi söylememe bilmem gerek var mı?? ) Gerçi yaz aylarında sabah namazı çok erken oluyor. Geç vakitte uyuyan insanın uyanması imkânsız gibi. Ben de beklemeyi tercih ediyorum bu durumda.
Terastayım. Sessizliğin içindeki sesleri dinliyorum. Misk gibi bir hanımeli kokusu getiriyor rüzgâr. Ağustosböceklerinin sesi hâkim ortama ve çook sevdiğim koku-hanımeli-… İçime çekiyorum kokusunu, yudumlarcasına…
A aa,,,Cici köpeğimiz havlamıyor. aferin, sabahın köründe nasıl davranması gerektiğini biliyor. Ayrıntıya boğmayayım daha fazla, korkarım yazı kaynayacak arada. )
Yine çok şey birikti.Kına gecesinden sonra yazdım mı? Hatırlamıyorum. Hâlâ sağ elimin ayasında kırmızı renkte bir daire var. Biraz solmuş ama. Denize gittik ya, deniz suyu çok etkilidir. Günlerimi karıştırdım gibi, aklımda kaldığı kadarıyla, Pazartesi(hafta başı) bebek beklediğini öğrendiğim bir arkadaşın canının çektiği jöleli pastayı hazırladım önce. Hazırladım ya, ben bu işlerden öyle el-ayak çekmişim ki(uzak kalmayı tercih ediyorum sürekli) ısınmam vakit aldı biraz. Hazır, pasta altı keki kullandım ki kendim daha güzel hazırlarım. Önce muhallebisi, ardından kremşanti, sonra meyveler ve çilekli sos. Aslında jöle kullanmam gerekiyordu ama mevcut olanı kullandım. Pratikliğimi severim, tariflerimi de değiştiririm, takılmam. Küçük sayılacak bir kap kullandığımdan(normalde fırın tepsisi boyutunda hazırlarım ve süslerken çok zengin desenler oluşturabilirim), bir de süsleme meyveler de istediğim çeşitler elimin altında olmadığından görüntü bana göre vasat kaldı. Lezzet mi? Sormayın yaa her zamanki gibi işte. Her tadına bakan tarifini istedi. Gerçi aynı tarifi başkalarına da veriyorum amaa..ı-ıh…benimki gibi olmuyooo… Ne çok övdüm kendimi, ayıp, ayıp! )
Aynı gün sosyal güvenlik kurumlarından biriyle sözleşmemi uzattım.Şu, kitap yaz, baskısını düşünme, benden diyen arkadaşıma uğradım, bilgisayarında bana göstereceği resimler varmış. (Meryem) Ertesi gün için kızlarımı da alıp onun kışlık evlerinde yan daire komşusu olan arkadaşının yazlığına gitmeyi plânladık. Aylardır istiyorduk da (arkadaşı çağırıyordu) ancak sıra geldi.Oradan çıkışta da annesi hasta olan arkadaşımla oturdum bir süre. Yoğun bakıma alınmıştı yine hasta… Doktoruyla konuşup durumu hakkında bilgi aldım.Sonrası da yürüyüş tabiî… Kimi zaman yetişemiyorum, bu aralar 7 günü 5 güne indirmek zorunda kalıyorum istemeden. Bakıyorum ki onu da bunu da yapayım derken vakit geç olmuş. Kimi zaman 10’da yürüyüşe çıktığımı bilirim. Hattâ site içinde(kapının önünde) 11-12 (23-24)de bile yürümüşlüğüm vardır. O saat iyi bir tercih olmuyor. Gevşetmemek adına inat ediyor ve yapıyorum ama kendimi dinlemeyi öğrendim az çok. Şimdi daha hoşgörülü, toleranslıyım kendime.
Ertesi gün(küçük kızım bir önceki günden beri sindirim sistemi enfeksiyonu yaşıyordu), arkadaşa gitmek üzere hazırlandık. Küçük kızım gelmeyeceğini söyledi. Gereken ilaçları vermiştim ve durumunu kontrol etmeye çalışıyordum. Normalde kendi hâline bırakırım. Hem ben gittiğim yerde daha rahat olurum (gönüllü gelmeyince hoşnutsuz olan taraf diğer tarafı da etkiliyor genelde) hem de o, daha hoşlandığı bir konuda yoğunlaşır, idare ederiz böylece.
O gün:Hayır kızım, dedim, bilirsin normalde ısrar etmem hiç. Gel, kendini oyalayacak kitap, müzik ne gerekiyorsa yanına al, oyalanırsın, olmadı, orada da uzanır dinlenirsin. İyi hissedersen de yüzersin. Seni yanımda istiyorum ve itiraz kabul etmiyorum. Çok inatçıdır. İstemediği bir şeyi yaptırmak hemen hemen imkânsızdır. Bununla birlikte benim kesin tavrım karşısında gönülsüz de olsa hazırlandı.
Önce birlikte gideceğim arkadaşımı (Meryem'i ) evinden aldım arabayla, tedavi görüyor ve dinlenmesi gerekiyor. İki araba ile gitmeye gerek yok ben seni alır bırakırım dedim. Yol yapımı vardı, yarım saatlik mesafeyi 1 saatten uzun sürede aldık. Bu da gönülsüz gelen küçükhanımın suratına yansıdı tabiî. Bu arada ben de ufaktan gerilmeye başlamıştım.Neyse, sonunda gideceğimiz yere vardık. Biraz sohbetten sonra hazırlanıp denize indik. Resimleri site ana sayfasında var. Yüksek bir konumda ev, denize merdivenlerle iniliyor. En hoş tarafı da özel arazi olması, çevrede kimsenin bulunmamasıydı. Hava aşırı sıcaktı o gün, tam deniz havası yani.Küçük kızım önce yüzmeye yanaşmadı, nasılsa sonra fikir değiştirdi. Su nasıl güzel, nasıl ılık… O sıcaklığa rağmen güneş de yakıcı değil… Kısaca çok güzel saatler geçirdik. Güneşin etkisini azalttığı saatlerde girdiğimiz vakit 1-2 saat arası oyalandık. Normalden uzun bir süre sürekli girilmediğinde denize ancak , sorun oluşturmadı.Sonrasında bir çay faslı, abartısız… Samimi, keyifli…Arkadaşı evine bırakıp biz de eve döndük.O gün yürümedim. Yeterince hareket etmiştim zaten.Kızımda sorun çıkmadı ancak sonraki iki gün ben …. Bulantı, iştahsızlık vs ile gezdim. Tedavi sırası bana gelmişti. Zoraki bir kahvaltı yarım yamalak… Onun dışında meyve bile görmek istemiyordum. O günü dinlenerek geçirdim.
Ertesi gün yardımcım ve kız kardeşi geldiler. Çocuklarımı büyüten (en fazla benimle çalışan hanım), 19 yıl olmuş bakıyorum da…Arada kaç yardımcı değişti. Uzun süre çalışanlar az oldu…Kötü huyum insanlara fazla insancıl davranmam ve onların bunu suistimal etmemelerini beklememdir.Dilimi anlayabilen birkaç kişi ile geçti yıllar işte.Biri bu hanım, şimdi çalışmıyor. Tanıyan herkesin, işini ve hanımlığını beğendiği birisi. Düşünüyorum da öyle güzel günlerimiz oldu ki... Geçmişte gecenin 11-12 sinde onu arabayla eve bıraktığım zamanlar oldu (genel düzenlemelerde vs)
Bir de birkaç yıl çalışan ve hâlâ görüştüğüm bir kızım ) vardır. Bir tanıdık aracılığıyla başladı çalışmaya. İlk görüşmemizde eczaneye geldi. Hatırlıyorum. Yemek konusunda da yardıma ihtiyacım var. Nasılsın bu konuda diye sormuştum. Çok kendinden emin bir:Oldukça iyiyimdir. Annem çalıştığı için küçük yaşlardan itibaren epeyce tecrübem oldu bu konuda, cevabını alınca biraz şaşırıp gülümseyerek:-Hmm, oldukça iddialıyız. Görelim bakalım…gibi bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum.Ona alışmak kolay oldu. Çok saygılıydı, temizdi, becerikliydi, çocukları seviyor, ablalık yapıyordu. Kısaca…gözüm arkada kalmıyordu.
Buna rağmen eğer evdeysem çocuklarımın okuldan gelir gelmez sordukları ilk sorunun:—Annem evde mi? Olduğunu çok net hatırlıyorum.Ya da eşim:—Anneniz evde mi? Ne kadar hassasiyetler var dikkat edilmesi gereken.Niye sadece evlenir insanlar-niye dikkat edilmesi gerekenlerin eğitimi uzun uzadıya verilmez evlenecek olanlara? Annelik eğitimi de öyle-çocuk yetiştirmek de öğrenene kadar ne çok yanlışlar yapılıyor, yapıyoruz.Yine konuyu çok dağıttım, toparlayacak olursak… Yardımcım ve kız kardeşi geldiler. Bahçeyle ilgilendi birisi dikmek istediğim sebzeler vardı. Diğerlerinin de gübrelenmesi vs.O akşam kargosuna zeytinyağlı yaprak sarma sözü vermiştim oğluma…Bir saatin içinde bahçe(iki komşunun ve bir de bizim) gezip yaprak toplamak, iç hazırlamak, yaprakları haşlayıp sarmak-halledildi.Diğer 1 saat pişmesine ayrıldı ve son yarım saat arabayla kargoya yetiştirmeye…Neden diyor- keşke az daha önce söyleseydin, hazırlardık Hayat hanım. Ya diyorum, yetişir… Hadi gayret. Bir taraftan da gülüyorum. Hızlı davranıyorum, sistemli- sakin ama hızlı tavrım onlara da bulaşıyor ve hallediyoruz şükür.Yola çıkmadan önceki son 1-2 dakikada yakalıyorum kargoyu, teslim ediyorum paketi.Doğru yürüyüşe…Ertesi gün oğlum arıyor:-Anne kim yaptı bu sarmayı?-İçini ben hazırladım, ….larla birlikte sardık.-Anne süper olmuş. Hiç bu kadar güzel olabilir mi ya ellerine sağlık.-Kafa mı buluyorsun? )-Yok anne ciddiyim gerçekten çok güzel olmuş.-Özlemişsindir.-Olabilir ama kaynatma, yine de çok güzel olmuş.-Sevindim, afiyet olsun.-Sağ ol anne-kız )
(Sürecek... demişim ama süremedi.. : ) Sevgiler... Hayat

19 Ağustos 2008 Salı

Eylül Esintileri (anı- günlük)


Yazının ilk bölümü linki:


Dalgaların çekimine karşı koyamamışımdır pek..'Deli ruh' umu mu yansıtır bana, niyedir acep böylesi çekmeleri beni?Onların bembeyaz köpüklerinde ruhumdaki kederler aklanır sanki, mırıltıları ninnidir bana...Günlerdir sıcak..rutubetli sıcak var İstanbul' da...Yoruyor bu hava insanı, dışarı çıkmak istemiyorum.Meryem' i anlatıyordum sizlere, yazmıştım, aynı dönemde geldik İstanbul' a.. Bir yıl geçti yaklaşık.Onunla nasıl tanışmıştık? hatırlamaya çalışıyorum..yok, olmuyor...Kampüsten ortak arkadaşlarımızdan birinde görmüşümdür muhtemelen.Çok sevdiğim ruhlardan biri o..Ruh ikizlerimden biri.Adımbaşı da bir ruh ikizine rastlayamıyor insan, mâlûm.. : )

Bir kahve hazırladım kendime..nescafe ya da cappuccino değil..nescafe sevmem, sütle içebilirim.Cappuccino alışkanlığım yok, tadından hoşlanmışımdır ama sürekli bulundurmam.Rüzgârla karışık sıcak-sert bir hava..kendime gelemedim henüz.Sabaha karşı iki buçuk civarında uyudum. 04. 45 te ayaktaydım. Kızlarımı havalimanına bırakıp, bir miktar daha uyudum.

Anneme gittik yine dün.Ablam da geldi, komşumuzun torununun kına gecesine bir uğradım.Çok eski arkadaşlarımdan birine de rastladım, biraz geçmişe döndük bu arada..Düzensizlik yoruyor insanı, gün ışığına endeksli yaşamak gerek.

Neyse,konuyu daha fazla dağıtmayayım. Meryem' in de İstanbul' da olmasına çok sevinmiştim hani...Kampüs yürüyüşlerimiz, onun balkonunda hazırladığı şark köşesindeki muhabbbetlerimiz,ortak arkadaşımız olan çok kafa dengi olduğu yan komşusuna gidip denizde geçirdiğimiz gün, hastalığını öğrendiğinde içine kapanması, ameliyat ve tedavisi, tekrar kendine gelmesi, ameliyat sonrası bir gün kampüsteki gül petallerini birlikte toplayıp gül reçeli hazırlamamız birer birer geçiyor aklımdan...Bizim evin bahçesinde çektiğim fotoğraflarına bakıyorum.Uçuk mavi bir döpiyes var üzerinde..aynı renk tonlarında eşarp, oğlunun anneler gününde aldığı.. gülümsemesi mahzun mu ne?...Yine yan daire komşusuyla ellerinde mimozalar bana geldikleri gün, birlikte hazırladığımız 'kısır' , seslendirdiğimiz 'nostalji şarkıları' , o günkü neş' emiz...
Sonbahardı buraya gelişim. Eylül...İçinde doğduğum ay, hüzünle romantizmi birarada barındırdığını düşündüğüm ve sevdiğim...Annemin felç geçirmesi kış dönemine denk geldi. Nasıl inceden ayarlanmış her şey diyorum. Yıllarca gurbette kal, döndüğünün iki üç ay sonrası annenin sana ihtiyacı olsun..İlk üç ay benim için çok yorucuydu, annem ve kendi oturduğumuz ev arasında, İstanbul trafiği ve uzaklık da dikkate alınacak olursa epeyce yorucu geçti.
Sonrası Gürcü bir bakıcımız oldu. Gönül Akkor' un kızı ile tanıştım (bir arkadaşımın komşusuydu). Ziyaret ettim annesini de hattâ..O vesile oldu bakıcımızı bulmamıza, sağolsun.Annesi de yıllar önce geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bakım gerektiriyor belli ölçüde. O da çok bakıcı değiştirmiş ve en son belli bir aracı kurumdan bulduğu şahıstan memnun kalmış.Referansımız o oldu.
'Güzel havalarda aklıma hep sen geliyorsun..' diyordu Meryem...Doğrusu, benim de aklıma o geliyordu. Biz, fırsat buldukça biraraya geldik bu dönemde.Henüz kalorifer sistemi ayarlanmamışken gitmiştim bir keresinde.Elektrikli ısıtıcılar vardı birden fazla. Gece onda kaldım. Nasıl ihtimam gösterdi, canım...Üşüyeceğim diye korkuyor.Bu görüşme sonrasında telefonumdan silmediğim bir mesajı var.
6.Aralık.2007Mesaj çekmeyi öğrendim.Sesini duymak için aramıştım.Sesin iyi.O gece seni hasta etmediğime sevindim.Ben grip oldum.Öptüm. Meryem...
Seni seviyorum Meryem, seni çok seviyorum.Gözlerimde bulutlar var bu yazıyı hazırlarken. Seni hüzünle hatırlamak istemiyorum ki ben, hüzün yakışmaz ki senin hâtırana...
İnsanın yüreğini bakışlarından okumaya çalışmış mısınızdır hiç? 'Gözler kalbin Aynasıdır' derler ya hani.. 'Gözler yalan söylemez.'Yüreğini yansıtan bakışlarıyla sevmişimdir onu.
'Hâlâ bu kadar ince düşünen insanlar kaldı mı?' dedirten söz ve davranışlarıyla, doğallığıyla, ölçülü çılgınlığı ( Bu da ne demek oluyorsa artık..) ile bağlanmışımdır.
Bir akşam vakti Göktürk' e gittim. Geleceğimi biliyordu. Karşıladı beni. Onun arabasıyla akşam karanlığında daldık araziye 'Dur sana ağaçları göstereyim' derken...N'apıyosun?.. demeye kalmadan çimenlerin üzerinde, ağaçların arasında turlamaya başladık.
'Çılgınım ben' diyordu gülerek..'Beni aratmazsın hani, sağ olasın' diye cevaplarken, biraz da şaşkın ama mutluydum.
Aynı akşam, budattırdığı ağaçlardan çıkan dallarla ateş yakacaktık, öyle planlamıştık. Şiddetli bir rüzgâr çıkınca vaz geçmek zorunda kaldık.
Kirazların çiçekte olduğu zamanlardı. Hava öylesine ılık ve aydınlık...Telefon açtım. 'Kiraz ağacının altında oturmuş seni düşünüyorum, gel hadi..' dedi.
Konuşmamız gerekmiyordu ki onunla olduğumuzda.. sesssizliğimizde dahi huzurluyduk biz...
Bir diğer gidişimdeyse kirazlar olgunlaşmıştı. 20- 30 yıllık birkaç ağaç.. Napolyon kirazları dalları eğiyor.. dipdiri gözalıcı renk ve tadları bir başka güzel...İkinci yıldönümü bugün hastalığımın ortaya çıkışının.. dedi. Neş'eliydi. Zaman zaman kendini yoruyor, sağ kolu şişiyordu fazlaca... Kaptırıyorum kendimi, çok zevk alıyorum bahçeden.. diyordu. Bilirim, bahçe ve toprak, seven için bir tutkudur. Aynı duyguları ben de taşıyorum.
Annesini yıllar önce kaybetmişti Meryem. Babasıyla diyaloğu çok farklıydı. Kocaman kızdım, omzunda gezdirirdi beni, aldırmazdı kimseye, utanırdım.. çok düşkündü bana.. diye anlatıyor o günleri.25 yıl gibi bir süre babasının yanına gidip geldi hafta sonları.. Onunla çok yakından ilgilendi.Hastalığı sonrası biraz uzak kaldı babasından. En son memlekete gittiklerinde beraberlerdi. İçime doğmuş gibi birkaç günde bir yanına gittim, diyordu.Ölümünden 5 gün önce 'gitme' demiş babası, yapamadım, döndüm.
Niye kalmadım?..Belki hastaydı da bana söyleyemiyordu.Yanında olsam ben farklı ilgilenirdim.
Bir tanem, bu duyguyu nasıl iyi tanırım bilemezsin. Babamın hastalığı sırasında gurbetteydim henüz.Çocuklarım küçüktü. Hastane sonrası tedavisini ben idame ettirmiştim.Epeyce de toparlanmıştı.Yaz tatiliydi.Eşim ve çocuklarım çağırıyorlardı. 'Gitme kızım' demişti babam. 11 yıl sonra bile ağlıyorum şimdi.Tekrar geleceğim baba, en ufak rahatsızlığında yanındayım inş. demiştim.Geldim evet..23 gün sonra cenazesine!...Nasıl suçladım kendimi. Neden dinlemiştim ki onları? Bilmiyorlar mıydı babamın durumunu, doktorların artık son demleri dediklerini...8 ay yastığım göz yaşlarımla ıslandı. Kimseye ama kimseye göstermediğim yaşlardı bunlar...
Sıkıntılarımı çok derin sıkıntılarımı hep içimde yaşadım ben.Bir mağrurluk mu var, hiç zor durumda olmamalı mıyım ki ben? Çok yoruyor bu karakter yapısı insanı. Hep güçlü olamaz ya insan!...
Geçen Pazar, kızlarımla gittim ona. 'Senin her gelişinde biber dolması ve elmalı pay oluyor.İnan ki o kadar sık yapmıyorum', diyordu.Köfte hazırladım ama kızartmadım. Onun bahçesinden biber, domates ve patlıcan topladık.Patates ekledim, onları da az yağda biraz buğulama benzeri kızarttım.Zaten hormonsuz, katkısız doğal gübreyle yetiştirilmiş sebzeler takdir edersiniz ki lezzetli olmaları için çok da hüner gerekmiyor.Başka bir tanıdık aile de geldi misafirliğe..Bir kısmımız (hanımlar) mutfağa yakın dış kapı önündeki masada yedik yemeğimizi. Resim çektim ancak ikinci bir servis ayrılmış olduğu için tabaktaki görüntü düzgün sayılmaz pek. Lezzetini garanti edebilirim.. : ))
Elma, armut, erik topladık bahçeden.. Yan sınır komşusuyla konuştuk bu arada. 'sarp sınır kapısı' diyor arkadaşım aradaki ayıraca.. : )
Mısırlar vardı, 'satıyor musunuz?' soruma olumlu yanıt aldım. Yerli ürünleri ve doğal olanları severim.Olduğunda bir 'alo' deyin, almaya gelirim.' dedim.Gülüştük...
Çay faslında arkadaşın eşi bir kaç hikâye- kıssa anlattı. Not aldım.Kendisi şahit olduğu bir olayı anlattı önce.Hacı Şaban Efendi Hz. , Bayburt' lu...Hastanede, kolunda serum takılı, çıkartmadan abdestini aldı, gömleğini ilikledi, ceketini giyip önünü ilikledi ve oturarak kıldı namazını diyor.Saygıyı görüyor musunuz?Bizler saygıyı kimlere gösteriyoruz acaba? Kızardım şu anda, utandım.Dünyalık değerler ne kadar döndürmüş başımızı?...Aynı zât...Allah c.c. dostu...'Yolda giderken, arabayı durdurun, şurada iki rekât namaz kılayım' diyor.'Namaz zamanı değil, 'ne namazı hocam?' diye soruyorlar.Bir ân..diyor. Allah c.c. ı unuttum.2 rek'at tevbe namazı kılayım!...
Allah' ım...Değil seni unuttuğumuz, unutmadığımız anların şükür namazını kılabilsek belki...Lûtfedip, bağışladıklarına kat bizleri de...Sen sev, sevdiklerine sevdir, sevindir Yâ Rabb!...Huzurunda huzur bulanlardan eyle. (âmin)...
Meryem düşünceli..Meryem durgun, gülümsemesi buruk..Bir metastazdan şüpheleniyorlar.Tetkik yapılacak.İçeride konuşuyoruz diğer hanım misafir, Meryem ve ben.Terapisi sırasındaki vücut direncinden vs. Öyleyse diyor misafir hn., bünye direncin çok iyi, atlatırsın.
-İstemiyorum ki.. diyor.
'Seni andığımda yüreğim titriyor. İçine kapanmana, benden uzaklaşmana izin vermeyeceğim' diyorum.Lütfen benimle bağlantını koparma. Hani, kitabımın baskısı sendendi? Hazır değil bak..Nereye?...'getir' ..diyor, sanki hemen bastırmaya hazır gibi bir tonlamayla.
Yapma Meryem.. parça parça tükenmekten yoruldum artık. Her sevdiğimle birlikte eksilmekten!......Son olarak geçen Salı günü gittim ona. Haber vermeden.O gün tetkiki vardı. Gündüz yorulup, uyumuş.Ben gittiğimde akşam üzeriydi.Sahipsiz köpekleri beslemeye gidiyorlardı oğlunun kullandığı motorsikletle..Tüm canlılara karşı öylesine merhametliler ki ailecek, maşallah.
Bahçede oturuyoruz. Elimi uzatıyorum. Yüz ifadesi donuk.. elim havada kalıyor.Taş olsa erir.. ifadesiz görünüyor. İçinde yanan volkan görünmüyor.Sanki uzanıp tutuverse çözülecek, darmadağın olabilecek gibi..üstelemiyorum.Hani, nasılsa üstesinden geldiğimiz yaralarımız vardır.
Şairin dediği gibi:
'Eski dikişler sökülüp de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben' ...
Bir şefkat gösterisinde oluk oluk kanayacak yaralarımız vardır içimizde hani...
'Ne olur, ara beni.. ne olur içine kapanma, yanında olmama izin ver.' diyorum.'Yapabileceklerimi değil, yapamayacaklarımı dahi iste benden!..'
Araba almadan gitmişim, oğlu ile birlikte beni durağa bırakıyor. Çok ısrar ediyorlar eve bırakmak için ya da en yakın merkeze. Geri çeviriyorum.Zaten yorgun her ikisi de. Sarsılacak boş yere. onları yormak için gelmedim ki ben.
Ayrılırken sarılmıyor 'radyasyon aldım' diyerek.Canım, yine düşünceli, yine şefkatli......Dün görüşüyorum telefonda. memlekete gideceklerinden söz ediyor. Arayamıyorum. Aklımdan çıkmıyor.
İçimde hüzün, dinlediğim parçada hüzün var. Hikâye sürüyor.Gerçek hayat hikâyesi...Devamını yazacak mıyım bilmiyorum.Bu kadarını yazmak için bile zorladım kendimi.Günlerdir erteliyorum.Önce kendi içimde çözümlemem gerek...
Etkilendiğim bir alıntıyla noktalamak istiyorum şimdilik:
Efsane Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi.. Hayranlarından biri sordu..
"Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?" Arthur Ashe cevap verdi..
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl 'Niye ben?' derim?.
Mutluluk insanı tatlı yapar. Başarı ışıltılı.. Zorluklar güçlü.. Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazı.. Tanrı'ya asla 'Neden ben' diye sormayın. Ne olacaksa olur. ...
Dipnot: Yazıyı yeni tamamlamışken bir telefon geldi.Ekranda 'Meryem Cep' ibaresi vardı. Meryem.. canımmm!.. diye hafif bir sevinç çığlığıyla açtım telefonu. Sesi neş'eliydi.-'Neredeyim, bil..' diyordu.-'Neredesin?'-'Sizin eski evinizin önündeyim.'-Girsen- e içeri. dur bir arkadaşı arayayım, müsait mi?Arıyorum evi alan arkadaşımı (çok sevip değer verdiğim, gerçekten çok özel arkadaşlarımdan birisi de odur.Evi satın almakta tereddüt edecek, 'Acaba Hayat ne düşünür?' diyecek kadar zarif, yüce gönüllü birisi o..Seni çok seviyorum arkadaşım. Cevaben şöyle demişimdir:'Çok emek verdiğim bir mekân orası. Senin gibi değer verdiğim bir arkadaşımın içinde yaşamasından ancak mutluluk duyarım!'Arkadaşımı arıyorum. İki samimi arkadaşım onlar ancak farklı arkadaş gruplarımdan oldukları için çok yakınlıkları olmamıştır, bu nedenle aracılık yapma gereği duydum.Sevdiklerimin tanışmalarını sağlamaya çalışırım ve bundan da olumlu sonuçlar almışımdır genelde.Hani, 'dostumun dostu, benim dostum' .. misâli...Anlaştığım insanların birbirleriyle de çok iyi diyaloglar kurabildiğine şahit olmuşumdur mutlulukla......Sevindim sesini duymaktan, neş'eli olmasına sevindim. Böyle bitmesini istemiyordum yukarıdaki yazımın..Sevdiğinin mutluluğuyla mutlu olabilmek çok çok güzel...
Sağlık esenlik diliyorum hepimize...İçten sevgilerle...Hayat
Diğer resimler:
http://hayateylul.blogcu.com/eylul-esintileri-ani-gunluk_22271961.html

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Dost-2 Portrelerimden:Canan...


Portrelerimden: Canan 1.Bölüm linki
http://hayateylul.blogcu.com/portrelerimden-canan_24097891.html

2.Bölüm:
Nerdeyse bir yıl geçmiş bu yazının üzerinden…Yazıp da notlarım arasında beklettiklerimden. Tamamlanması bugüne nasip olacakmış demek…Hep derim ya, var; her şeyin bir vakti- saati var! ...Sabah ezanı okunuyor ( Ramazan’ dayız ya, imsak vaktinde okunuyor.) Saat sabah 5 suları…Ne demişim, evet, gönlümdeki sevgin hiç eksilmedi bir tanem! …Seni ilk tanıdığım zaman, belki 20 yıl öncesiydi. Hastanede olmuştu ilk karşılaşmamız, değil mi? Dr. Filiz’ le tanışmıştım önce. O, hep söz ederdi senden. İkiniz de Ankara’ dan gelmiştiniz yıllarca yaşadığım ile…Tanışmamız, ilk konuşulanlardan bir kısmı hatırımda. Gülümsüyorum.Büyük kızlarımız aynı yaştalar, küçüklerimiz farklı.

Çalıştığın için daha çok hastane ortamında görürdüm seni. O zamanlar Radyoloji’ de asistandın. Hocanın dahi, tereddütlü olduğu vaka’larda senin görüşüne önem verdiğini, kariyer yapman için çok ısrar ettiğini hatırlarım.Muayenehane açmıştın sonra. Bizim bir uğrak yerimiz vardı artık.. İkinci adresimiz… : )

‘Sol yanım’ a seni özlemesi komutunu veren beynim midir, Yoksa bağımsız mı çalışır bilemem… : )Bildiğim tek şey enginliğinden –inşallah- şüphe etmediğim gönlümde senin tahtının bir başka olduğudur.

‘Gözden ırak olanlar gönülden de olurmuş / Meğer çok sevilenler bir gün unutulurmuş’ dizesini okudu en son gidişimde Neslihan… ( Temmuz’ da oradaydım) Şaşırdım…


Bu kadar kolay mı unutmak?Sevmek bu kadar basit mi?….

Çok insana sevgiyle yaklaştığım doğrudur, aynı zamanda insanları yakınlaştıktan sonra tanımaya çalıştığım da…İlk intibam önemlidir, sevmişsem sevmişimdir. Ya da ipuçlarımı almışımdır o kişiyle ilgili.Hislerimde kolay yanılmam şükür, sezgilerim güçlüdür. İşte bu noktadan sonra ya daha çok severim yakınlaştırırım kendime ya da farklı mesafelerde kalırlar tanıdığım insanlar.Çok yakın çevreme yaklaşabilmişlerse gerçekten de çizgi üzeri özellik- güzellik taşıdıklarını düşünüyorumdur.Bu derecede sevdiklerimin aynı zamanda genelde de sevilen insanlar olduklarını söyleyebilirim.Kimi anlatsam ‘bu arkadaşım çok özel’ diyebiliyorum. Hep mi özel benim çevremdekiler? Herkes için böyle söylediğim düşünülebilir belki…20- 30 yıl, bir insanı değerlendirmek için az bir süre değil zannederim. Ne çok paylaşımlar, yaşanmışlıklar sığar bu vakte…

Herkes bir şeyler biriktiriyor ya.. ‘Dost biriktirmek’ ten söz ediyordu bir yazısında sanırım C. Dündar.Dost biriktirenlerdenim, güzel değil mi?Sevgi verip, sevgi bulmak…Herkes kendi gibileri topluyorsa çevresine, benim de arkadaşlarımdan böyle söz etmeme şaşmamalı. Şükürler olsun ki vasat üzeri özellikler bağışlanmış bizlere, en azından böyle olduğuna inanıyorum.…..

Muayenehane diyordum.. Artık kimin bir röntgen- ultrason işi olsa soluğu sende alırdı. Aynı güler yüzle, aynı mutevazı tavır ve yakınlıkla ilgilenirdin, konuk ederdin onları…‘Canımsın’ derdin bana, hatırlar mısın? Canan… Sen ‘can’ dan ötesin! …

Hatırlarsın değil mi, en küçük çocuğumu (Seda) beklediğimi öğrendiğimde hemen tetkike almıştın beni, ‘Hadi bir bakalım’ diyerek… Fetüs görünmüyordu ve bu uzunca bir süre böyle devam etmişti. Büyüyen gebelik kesesi ve olmayan, görünmeyen fetüs… Hemen doktor izlemesi, araya giren bekleme süreleri, benim endişeli halim…Tecrübeli, gelişmeleri yakından izleyen biriydi doktorum. Hemen karar vermekten yana değildi, süre geçmesini bekledi. Literatürde böyle birkaç vaka kaydedilmişti. Kanda gebelik hormonuna bakıldı en son gün, olması gereken değerlerdeydi.Son bir ultrason… Buna göre gebelik sonlandırılacak ya da devam edecekti.Evet, Seda’ yı ilk görüşümüz o gün olmuştu. Benim Literatüre geçen kızım… : ) Bir görsen onu, ne çok bilmiş, ne hoş bir genç kız oldu, şükür…

Ankara’ ya gidişiniz…Çok sevdiklerimin uzaklıklarıyla sınandım çok kereler, kanatlarım kırıldı her keresinde, yaralandım, acılarla yoğruldum.Diyorum ya, tuvalimde bir ana renk eksiliyor, ağacımda bir ana dalım kırılıyor her biriyle…Gidişin zehir misâli yakmıştı yüreğimi……..İstanbul’ u çok severdin sen, hafta sonları İstanbul’ a geçerdiniz fırsat buldukça.Bak bir tanem, şimdi İstanbul’ dayım, NERDESİN?

Varlığını duyumsamak bile özümü mutlandırıyor. ‘Can’ dan ötesin’ hitabını senden duymak yok mu, tarifinden âciz kaldığım bir güzellik bu…Hatırladığım, seni en son görüşüm babamın vefatı zamanıydı. 11 yıl önce aylardan Ağustos…Yüzün, cismin belleğimde, sevgin özümde, yüreğimde tazecik. Eksilmedi, yıllandıkça değerlendi, inan.Ne güzeldi seni tanımak, sana yakın olmak.. Ne güzeldi gönle seni koymak, gönlünde yer bulmak.

Yalnız ben mi sevmiştim seni, olabilir mi? ‘Ortak sevgili’ mizdin sen, paylaşılamayan, gönüllerde taht kuran.‘Zor günler’ in dostuydun sen bir tanem. Ne zaman sıkıntıda olduğumu duyup- hissetsen sesin duyulurdu. Normalde ‘arama özürlü’ olarak tanımlasan da kendini, aradığın zamanlar o kadar gerekli anlar olurdu ki diğer zamanları unuttururdu.

Son aylarda haber alamadım senden. Telefonunun kapalı olduğunu gördükçe aradım.Sesli mesaj bıraktım ki sevmem makinelere karşı konuşmayı. Hissettim ters giden bir şeyler olduğunu.Şimdi ‘arama gücü bulmak’ tan söz eden mesaj- yorumun…Telefonuma gönderdiğin mesajı nemli gözlerle, defalarca okudum. ‘Sevgili’ den bir parçaydı o, öylesi değerliydi.


“Bilki çok arkadaşım var ama hiç biri senin gibi ‘can dostum’ değil…’ demişsin.Canımdan öte ‘can dost’ um! ... Kolay mı bu sıfatı kondurabilmek, taşıyabilmek, hakkını verebilmek?Gönüllerdir anlaşanlar, bilirsin; gönül denkliği gerek bunun için……..

Geçenlerde oğlumun Amerika’ dan getirdiği ‘Cadılar Bayramı’ oyuncağını buldum. Turuncu renkte, fıstık yeşili yaprak ve kordelası, fıstık yeşili- mor çift yüzlü peleriniyle, şarkı söyleyen, gülüşüne bayıldığım bir balkabağı o…Nasıl sevindim! …İşte, küçük bir mutluluk daha…Geldiğim ilde, sıkıntılı, üzgün zamanlarımda küçük kızım yanıma getirir ve düğmesine dokunurdu, bilirdi ya onun gülüşüne dayanamadığımı… başlardı sevimli bir çocuk sesi şarkıyı söylemeye:‘WHEN YOU’ RE SMILING’ O güldükçe, ben gülerdim. Ne kadar üzgün olsam da o ‘çocuk gülüş’ e karşı koyamazdım. : )Can dostum’ a okudum bu satırları. O da güldü ve dedi ki:

‘Rabbim sıkıntılarını gidersin, -düğmene dokunup- yüzünü güldürsün : ) sen güldükçe çevrendekileri de güldüresin.’ve ekledi:Ben de düğmesine dokunacak birini buldum.. : ))…..Hayat boyu hepimiz çeşitli imtihanlardan geçiriliyoruz. Rabbi’ m, (inşallah) sevdiği kuluyla muamelede bulunurmuş bir tanem. O’ nun sevdiği olabilmek kolay mı? Bugün yine hocamı aradım. Sıkıntısız da derece kazanmak olmuyor.. dedi bana, yine duada bulundu.31.08.08’ de yazıp, aktarmadığım bir yazıyı bu vesileyle paylaşayım isterim:

31.08.08

Solsan da sararsan yine gül pembe dehansın/ Rabbin bana bir nimeti var o da sensin! …Az önce yine hocamı aradım. Onu düşündüğümde bu dünyadan farklı bir boyuta yelken açıyorum.Annem karşımda, ‘yüreğin nasıl?’ diye soruyor. Yukarıdaki şarkıyı hatırlatıyorum ona ve:‘Hz. İbrahim’ in atıldığı ateşi gül bahçesine çevirmiş Rabbim. Öylesi bir ateş içerisindeki gül bahçesindeyim, diyorum.

Yıllardır telefonumdan silmediğim iki mesaj var ki arada açar okurum:

"Annecim, kitap okuyordum da şunu sana yazayım, belki sıkıntıların azalır hattâ mutluluk bulursun dedim: ‘Umumiyetle Allah c.c. sevdiği kişilere dünyayı nasip etmez. Ellerini her uzattıklarında dünya onlardan kaçar. Cenab-ı Hak onları çeşitli vesilelerle dünyaya küstürür. Erzurumlu bir âlim vardı. Oğlunun ölüm günü yemyeşil bayramlıklarını giydi ve herkese sürurla mukabele etti Diyordu ki:‘Allah c.c. benimle muamelede bulundu.” Allah c.c. bizi âhireti mâmur kullardan eylesin! … (Âmin)8 Mart 2005 17:48:46

‘Duanın en güzel en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi netîcesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’ nun kudret eli her şeye yetişir Îman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakikî îm3anı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.’ Bediüzzaman12 Ocak 2005 19:19:17

Çevreme ve geçmiş yaşamlara baktığımda, incelediğimde, ‘mânâ’da ilerlemiş insanların böylesi çile çemberlerinden geçtiklerini gözlemliyorum.Senle sanalda da olsa sohbet ettiğimizi varsayıyor, diyorum ki:Rabbim sıkıntılarını tez vakitte en hayırlı ve iyi biçimde neticelendirsin.Gülen yüzünle gönlünü bir etsin. Yüzünü- gönlünü güldürüp sevindirsin.Şâhidim ki sen, nicelerinin gülüp- sevinmesine vesile olmuştun. Nice gönüllerin vazgeçilmezi…Sevgili ‘can’ ım! …Hangi ateşteysen dilerim ki senin için Rabbim ‘gülistan’a çevirsin, serin ve ferahlık içerisinde kılsın seni ve sevdiklerini…Hiçbir zarar eriştirmesin sana Cümle bu duaya ihtiyacı olanları da…Kendimden bile sakındığımsın sen, sana kıyamam.

Seni aradım, telefonun açılmadı. İnsanın kozasına çekildiği ânları bilmez miyim sanıyorsun? Yazarken dahi gözlerim gölgeleniyor, yüzümü bir ateş dalgası sardı.O kozadan bir kelebek çıkacak ‘canan’ ım… Öylesine zarif, naif, güzel…İncelmiş, imbiklerden geçmiş bir ruh…

‘Gördüm ve anladım yaşamak mâcerasını / Bâkiyse ruh eğer, dilemezdim bekâsını’ demiş şair.Dünyadaki şartlarla bekayı ben de dilemiyorum. Zaman- zaman bu dünyadan bıktığım olmuyor da değil hani…Çabuk toparlanıyorum sonra.Ötüşen kuşları dinliyorum ağaran tan yerinin içinden.. Bir ağaca takılıyorum hafif esen rüzgârla salınan.. Bir buluta yoldaş oluyorum engin maviliklerde.. Bir nefes yudumluyorum usul ve derince, havadan…Orhan Veli’ nin dizelerini mırıldanıyorum usulca:

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN

Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!

Sürecek...

Bölüm:3
http://hayateylul.blogcu.com/bazen-acilar-gereklidir-ozellikle-canan-in-dikkatine_33159431.html

Dostlar, anılar ve güncel, Bölüm 1


http://hayateylul.blogcu.com/elif-le-gecmise-yolculuk_25742841.html Elif, Hülya Bölüm 1

Evet,öykümüz devam ediyor:
Bir gün öncesine dönüyorum.
Elif okula kaydolmuş, babası o akşam dönecek. Gülen abla sevinçli, eşi gelecek..O gün hiç görmediğim kadar hareketli...Merdivenleri hoplaya zıplaya inip-çıktığını söylüyor, çok iyiyim Allah'ıma şükürler olsun ki diyor.
Evde ne var ne yoksa dökmüş, balkonlarda havalandırıyor.Alışkın olmadığım bir durum bu..İşleri yardımcı kadın yapar, Gülen abla nezaretçi konumundadır normalde..
Karşılıklı giriş kat pencerelerimizden konuşuyoruz.Onun oturma odası, benim mutfak pencereme bakıyor.
O canlı, kıpır kıpır hali gözümün önünde...
........
Nasıl yani?...
Yok mu artık, bir daha aramızda olmayacak mı? Onun ışıldayan yüzünü; sevgiyle.. her şeye sevgiyle bakan gözlerini göremeyecek miyim?
Balkonda eşinin arkasından bakıyordu bir keresinde, büyük bir sevgiyle..Her keresinde yapardı bunu..Eşi de bilip, geriye bakar mıydı acaba?
Ya, bir gün de bakma!.. deyivermiştim, şakayla karışık...Mümkün müydü? Hayır!...
O gün yan komşum ve ben farklı arabalarla yola koyulmuştuk, aileyle birlikte..Yıkama, hazırlama işlemleri ve eve getirilişi...
RUH!... Şüphesiz ki Rabbimin bir sırrısın sen!...Nerede o canlılık, nerede, söyle bana!...
Nerede beni teselli eden diller, nerede esprili söylenen sözler, nerede o güzel yüreğin yansıdığı gözler.. o ışık?... Ne oldu, nereye gittiler?...
Tüm bahçe ışıklandırılıyor.Eve sığmıyor konuklar...Üç gece akşam namazından sonra Kur'an okunuyor, misafirlere ikramlarda bulunuluyor.Sanki bir düğün evi...
...
Issızlaştı o günden sonra ev...Teras ışıkları yanmaz oldu, balkon neş'eli gülüşmelerle çınlamaz!...
Hepsi evliydi çocukların, Elif hariç..
O da İstanbul' da okuyacaktı işte...
Mustafa ağabey, 9 ay süren yalnızlık devresinde ciddi bir ruhsal bunalım geçirecekti.Kimse iç halini bilemeyecek, sonrasında anlatacaktı duygularını, yaşadıklarını...
...
Evleneceği haberi geldi Mustafa ağabey'in... Şimdiki eşi Esen ile arada gelip düzenlemeler için bakıyorlar.
Tepkili gibiyim, niye? Bir başkasını o hâtıranın üzerine konduramıyorum.Oysa ki hayat devam ediyor.
Mustafa ağabey, benim içtenliğime alışkın, Esen' e de yakınlık göstermemi istiyor gibi...Gülümsüyor, nâzik konuşuyorum ama içtenlik?...Mesafeliyim...
Komşularla hayırlı olsun' a gidelim diyor ancak onları pek de evde bulamıyoruz.Sabahları birlikte çıkıyor, birlikte dönüyorlar.Biz de rahatsız etmek istemiyoruz, ağırdan alıyoruz.
Böylelikle geçiyor aylar...
Esen de hasta çiçeklerime, sıklıkla dile getiriyor bunu...Arada selâmlaşıp, havadan- sudan bir kaç lâf ediyoruz.
...
Mustafa ağabey hasta..Akciğer... Evleneli bir yıl olmamış daha. Tedaviler başlıyor.İlaç ve ışın tedavileri...
Bu dönem İstanbul' da geçiyor.Yine bir geçmiş yazımdan alıntı ekleyeyim:
"Komşumuz (eşi) maalesef hasta. Kemoterapi, radyoterapi vs uygulandı, kortizon kullanıldı. Onlarla sohbet ettim biraz ama olabildiğince neşeli bir havayla, yâ arkadaşlar, kasvetli ortamlara neşe getirmek değil mi ki amaç? Ağlayanla ağlamak değil, ağlayanı güldürebilmek değil mi yapılması güzel olan? Memnun olduklarını hissettim.
Komşumuz ilk eşini 3 yıl önce kaybetmişti, genç denecek yaşta, 52 mi ne..Olaylardan söz açıldı, anlatmaya ihtiyacı var gibiydi. Dinledim tabii, yer yer söz alarak, bir ölçü de hassas bir konuydu aslında çünkü ikinci eş de yanımızdaydı, belki rahatsızlık duyabilir miydi, bilemiyorum ilk eşten söz edilmesinden..İnsan ister istemez düşünüyor tabii. Bu konuyu şu nedenle anlatıyorum. Onların bir kızları vardı (Elif) ve Üniversite sınavında İstanbul' da bir bölümü kazanmıştı. Rahmetli komşum çok üzülmüştü. Kalp hastası ama olağanüstü yaşama bağlı, olağanüstü pozitif, eğlenceli, renkli bir kimlikti. Kayıt ertesi, daha okul açılmadan vefat etti. Onda da bir hayır varmış demek.. diye düşünmüştük ve bunu dün de dile getirdim. Komşumun eşi de aynı şeyleri dile getirdi. " Evet, dedi, taşlar tek tek yerine oturmaya başladı zaman içerisinde..Kızıma üniversiteyi kazandığında aldığım otomobil, en çok da tedavi için gittiğim İstanbul' da benim işime yaradı örneğin.." Sonuçta buradaki arabalarını oraya taşıyamıyorlar, İstanbul da da araba hele ki hastaysanız, uzak bir yerde oturuyorsanız çok gerekli oluyor. İşte bunu anlatmaya çalışıyorum, olayların düğümü zaman içerisinde çözülüyor, nedenleri, getiri- götürüleri zamanla anlaşılabiliyor ancak. Sabır..ve izle..bakalım neler oluyor sonrasında.. Hadi, hepimiz için her şeyin hayırlısı ve iyisini dileyelim."
........................
Hastalık döneminde Esen, tüm ailenin ve bizlerin sevgisini ve takdirini kazanıyor.Geceleri uykusuz, gündüzleri ayakta...Sanki bir şefkat eli...
Onunla yakınlaşıyorum bu arada..Zorluğunu görebildiğimi sanıyor ve mânevî destek olmaya çalışıyorum.
'Sen gittiğinde ıssızladı buralar..Kahkahalarını arıyorum, sesini... ' diyor.
Sıkça aramaya çalışıyorum onu...
Bir gidişimde şunları yazmışım günceme:
"Ertesi sabah akciğerinden hasta olan ve hastalığı böbreğe metastaz (sıçrama) yapmış olan komşumlardaydım.
Onlara, bir farklı soluk getirme çabası içerisindeyim elimden geldiğince.Bilirim zordur böylesi dönemler ve çok dikkatlice ama ümit ve moral ışıklarıyla donatılmak gerektirir konuşmalar, hal- tavırlar, yapmacıksız da olmalıdır aynı zamanda...
Herkes çok üzgün gidişinizden dediler onlar da, isim vererek...
Tekrar dönecek misiniz? Temelli olarak geri dönecek misiniz?
Bu soru..Ah, bu soru... Tutamadım kendimi, önce bir duraksadım, yüz ifadem ciddileşti, belki acı karıştı çizgilerine ifademin...
'Zor bir soru' dedim, sessizliğin ardından, güçlükle... Konuşmamam gerekiyordu, o anda çekip gitmem... Yapamadım.
Yine yaşlarla gölgelendi gözlerim, tutmaya çalışıyorum, hayır ağlamamalıyım, hayır!...
Sesim titriyor kendimi kasmaktan, bir yandan gülüyorum, hayır hayır diyorum; ağlamak hiç yakışır mı bana, ne ayıp!.. Olacak şey mi bu?
Geçti, geçti bile bakın.. : ))
İçimden kızıyorum, hem nasıl kızıyorum kendime. Ne bu yaptığın şimdi, aşk olsun, tam yeriydi burası bu duygu tezahürünün!...
Ne mutlu, ağlayabiliyorsun diyor komşumuz; ben ağlayamıyorum!!!
Beynimden vuruluyorum bu sözle.. Hayat, ne yaptın canım ya?
Yüzü sarı, sapsarı... Yine kan değerleri düşük demek. İki aylık ömrü kaldığından söz etmişler Çin' de -tedavi için gitmişlerdi- gün sayıyor.
Sigarayı bırakmıyor, inatla bırakmıyor.
Kendimi toparlayıp, durumu idare edecek bir kaç söz söylemeye çalışıyorum ya, ne söylediğim bile hatrımda değil şu anda..."
...
Son günlerde Mustafa ağabey çok hasta, zorlukla yürüyor artık.Rengi yine sarı- sapsarı..
O simsiyah gür saçlar yine dökülmüş ve beyazlamışlar..
Belki 10 yıl yaşlanmış.
Elif'in kınası ve düğününde görüyorum onu.
Elif kız mutlu, sevdiği ile evleniyor.Kınasında da düğününde de başrol oyuncusu gibi hâkim olaylara, gidişata...
Remide abla,Esen, Hülya, Elif... diğerleri...
Sıcacık kaynaşıveriyoruz yine, bıraktığımız yerden devam...
Elif'in halalarıyla aynı masadayız.Esen, gelip- gidiyor yanımıza, bir yandan da eşinin durumunu kontrol ediyor, misafirlerle ilgileniyor.
Halalarından birisi de hasta..Bir gece.. diyor,beni düğün sonrası eve bırakırken yolda benimle konuşmanızı hiç unutmadım.'Kitap gibi' bir konuşmaydı ve ben çok etkilenmiştim.Çok faydasını gördüğüme inanıyorum.Hastalığımın ilk dönemiydi ve böyle etkilendiğim bir iki konuşma daha olmuştu yalnızca...Hiç unutmadım, hep aklımda söyledikleriniz...
Benden değil.. diyorum.Rabb' dendir gelen..Ne güzel ki beni vesile kılmış böylesi bir güzelliğin oluşumuna..
Beni söyleten O'dur ve gelen her ne varsa O'ndan dır şüphesiz, iyilik nâmına...güzellik nâmına...
...
Yoruldum yine... Bu hikâye de böyle devam eder, bakalım nerelere varır, nasıl biter, niceleri başlar?...
Sevgimle...Hayat

16 Ağustos 2009 Pazar

Şimdi Uzaklardasın...

Şimdi Uzaklardasın...(Günlüğümden...)
16 Ağustos 2009, İstanbul
Herbirimiz farklı ateş çemberlerinden geçmişizdir yaşadığımız süre içerisinde.
Hiç biri diğerinin tıpatıp aynı değildir.
Sınanırız ateşle, zehirle; altının siyanürle -(Altın yada gümüşü üzerinde bulundukları değersiz maddelerden ayırma işleminin bir safhası olarak, ince öğütülmüş altın yada gümüş madenini siyanür eriyiği içinde muamele edilir), elmasın ateş ve basınçla muamelesi gibi... (Elması değerli kılan tüm özellikleri, oluşumu sırasında ortaya çıkan şartlara bağlıdır. Doğal elmasın oluşumu için olağanüstü koşullar, yani aşırı yüksek sıcaklık ve basınç gerekir.- muamelesinde olduğu gibi...
Sınanırız ki, özümüzdeki yabancı maddeler, değersiz şeylerden ayrılabilelim, taşıdığımız cevheri gün ışığına çıkarabilelim.
Her birimiz farklı şekillerde karşılarız bu imtihanları...
Kimimiz yumuşar, kimimiz kırılganlaşır, kimimiz özümüzü katılaştırırız tepki olarak ,yaşadıklarımıza...Geçmiş bir yazımı ekleyeyim burada, severim bu hikâyeyi...

11.09.2006 13:59:13
KAHVE TİRYAKİLERİ DER Kİ;
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında mesleği ahçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir sey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun ?
- Patates, yumurta ve kahve ?
diye alaylı bir cevap verdi kızı.
Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun. Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi. Aynı şekilde, yumurtayı da incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir sey anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba ?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
- Sen hangisisin ? diye sordu kızına.
Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin ?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın ?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlastırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasina izin mi vereceksin ?

......

Dün yoğun bir gündü benim için. İki kızım, Trabzon' daydılar, döndüler. Babaları da birlikte.
Evimizin dış cephesi yenileniyor, iskele kurmuşlar, rahatsız olduğum sıralardı, farketmemişim.
Kedimiz açık camı fırsat bilip, iskeleden kaçıp gitmiş.
Bunu, kızlara nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.
Önce küçük kızım geldi, lise öğrencisi olan.
Bana mesaj atmış.
-Özledim seni,Leylâ'yı (kedimiz), ev yemeğiniii :p ' diye...


Yemek hazırlamıştım. Masaya çağırdım.
-Leylâ nerde anne, oldu ilk sorusu. Odaları aradı.
-Bir yerlerde uyuyordur. Yemeğe gel şimdi, dedim.
Daha bir telâşla aramaya başladı ortalığı.
-Anne, yoksa Leylâ kaçtı mı, ona bir şey mi oldu, söyle!...
Anlattım.
Hıçkırıklara boğuldu.
-İki gün önce gelseydim kaçmayacaktı, diye kendisini suçlamaya başladı.Zâten hiç kalmak istememiştim.
-Sen gelmeyecektin ve o da kaçacaktı, yazı böyle yazılmış. Olanın arkasından ağlamanın faydası yok şimdi, dedim.
Hem, geri döner belki. İstiyor musun, bebek bekliyor olsun döndüğünde?
Gülümsedi bir an.
-Dönmez anne dedi, dönmez. Hem ya bir şey olursa ona?
Ablası onlarla gelmemişti. Biraz daha kalacakmış. Ona telefon açıp söylemek istedi.
-Dur şimdi, yalnızken telâşlandırma onu da. Gelince söyleriz uygun bir şekilde.
Bu arada büyük kızım telefon açtı anne, çok hastayım.Ne kullanayım diye..
Evde antibiyotik bulamamış önce.Biletini ayarlattırdık gece yarısına. Sabaha karşı geldi o da.
Bu arada antibiyotik bulup başlamış, yola çıkmadan önce.
Eve girdiğinde, sabah olmak üzereydi.
Yanıma gelip, Leylâ' yı sordu.
-Bu konuyu sabah konuşalım kızım, dedim.
-Anne, kaçtı mı, ona bir şey mi oldu, söyle!...
Anlattım ona da.
Sessizce döküldü gözlerinden yaşlar. Daha ağır bir tepki bekliyordum ondan, içine attı.
-Yeni bir kedi alacağım anne, belli etmedim ama içime oturdu acısı, dedi.
-Ne kedisi, dedi oğlum. Ne güzel kurtulduk işte.. : )
-Abi, taşınacak mısın, bizimle mi kalacaksın, diye sordu Senâ (büyük kızım).
-Sizin dönmenizi bekliyordum, taşınacağım, dedi oğlum.
Dün arabada giderken yanımızda bir akraba da vardı.
-Onbir ayın sultanı Ramazan geldi, dedi.
-Onbir ayın sultanı Ramazan, benim sultanım annem, dedi oğlum.
-Yalan olduğunu bilsem de hoşuma gitti, dedim.
-Ne yalanı anne yaa?
-Beyaz yalan oğlum, beyaz yalan... : )
Neyse, bizim evin hikâyeleri böyle sürer gider.Gelelim asıl hikâyemize:
Dün gece 10 sularıydı, iki cevapsız arama gördüm telefonumda.
'Ayla hanım, cep'
Aradım, çok severim kendisini.Öyle güzel günlerimiz olmuştur ki onunla ve Zeliha hanımla. Zeliha hanım ben yaşta kızı olan bir arkadaş ancak gayet iyi anlaşıyoruz.Ayla hanım da 9 yaş büyüktür benden.
İlçelerden birinin belediye başkanının kız kardeşi.
Âniden telefon açarlardı arada:
-Yoldayız Zeliha hanımla birlikte, müsaitseniz uğrayalım.
-Biraz gezecegiz, bir yemek yeriz dışarıda hem, gelir misiniz siz de?
-Yaylaya gidiyoruz, hadi siz de gelin.
-Dut pekmezi alacağız bugün ev yapımı, dut silkeleriz hem. Dâvet ettiler, siz de gelir misiniz?
Ne güzel günlerdi.
Evine gittiğimizde dost sıcaklığını hep hissettirdi bize.Son derecede kibar, içten, neşeli...
Kızını bir trafik kazasında kaybettikten sonra çok etkilenmişti.
Çok zor günler geçirmişti.Zeliha hanımla da o dönemde tanışmışlar ve yakın bir dostluk, arkadaşlık ilişkisi oluşmuş aralarında.
Zeliha hanım tanıştırmıştı bana onu...
Deniz kıyısındaydı arazileri.Balkonda içerdik çaylarımızı.Sonra, plaja gidip otururduk çay bahçesinde.Dalgaların sesi, denizin kokusu, gün batımları en önemlisi dostla muhabbetti.
İstanbul' a taşındığımda, bir hanımdan söz etmişti bana, eşi savcıymış.Benim oturduğum yere çok yakınmış evleri.
Sizi tanıştırayım, arkadaş olursunuz, diyordu.
Geçen yıl, gezmeye gittiğimde ona da gittik oturmaya.
-Biliyor musunuz, dedi. Savcı bey vefat etti.Eşi çok zorluk çekti, İstanbul' dan ayrıldı.
Dün gece, bir hâl-hatır faslından sonra aramızda şu konuşma geçti:
-Yayladayız, yanımda savcı beyin hanımı da var, hani söz etmiştim size.
_Zeliha hanım da yanınızda mı?
-Evet.
-Ah, ne çok isterdim şimdi ben de sizlerle olabilmeyi!...
-Sen hep bizimlesin, dedi Zeliha hanım.Hiç ayrılmadın ki...
-Ramazana kadar birkaç gün kalacağız burada.Az önce de mısır haşladık.
-Bir tane de benim için yeyin.Yerli mısırı çok severim.
-Bir ricam olacak sizden Hatice hanım.Savcı beyin hanımı rica ediyor.
'Şimdi Uzaklardasın, gönül hicranla doldu
Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayâl oldu..'
-Tamam, bu şarkı ses tonuma çok uygun değil ama söylemeye çalışayım.
Fon müziğini de bulayım şarkının, olacaktı bir yerlerde.
Fonsuz söylemek daha renksiz oluyor.
Buluyor, söylüyorum.
Hepimiz için, Silemezler Gönlümden' i rica ediyoruz şimdi, diyorlar.
Onu da söylüyorum.
Aslında şarkı da yazı da bir duygu işidir.O anda o şarkının duygu modunda değilseniz, şarkının hakkını veremezsiniz. Başkaları çok anlamasa da bunu siz anlarsınız.
-Bizi ağlattınız diyorlar.Çok duygulandık.Çok teşekkür ederiz.
-Rica ederim, diyorum.Ne demek? : )
Savcı beyin eşini telefona rica ediyorum, konuşmak isterse eğer.. diye.
Geliyor.
-Bu şekilde olacakmış ilk karşılaşmamız, tanışmamız, diyorum. Ben, sizinle yüz yüze de tanışacağımıza inanıyorum.
Sizin için yürekten dua ettiğimi, kalben yanınızda olduğumu biliniz lütfen...
Ağlıyor, yüreğime oturuyor acısı. Hiç teflon olamadım ki ben zaten, hep sünger olup emdim, duyumsadım başkalarının acılarını da.
Acılarımız vardır yüreğimizde gizlediğimiz. Yaralarımız vardır her nasılsa kabuk tutturduğumuz ancak bir ufak dokunuşta kanayabileceğini bildiğimiz.
Bugün hüzünlüyüm ben de, yüreğim acıyor.
Evden çıkacağım birazdan, annemin acısında unutayım bu kez kendiminkini.
Gözyaşlarım, kahkaha olarak dökülsün dudaklarımdan.
Dünya, mekân eylemedim seni, bilesin!...
Kime yâr oldun ki, bana olasın?
Gözüm yoktur aldatıcı hâlinde
Sen, seni yâr bilenlere kalasın!...
demek geldi içimden.
Steinbeck'in Cennetin Doğusu' nu aldım. Daha önce İngilizcesini yazdığım metnin Türkçesini de bir ara yazar ya da okurum ses kaydı olarak, umarım.
Bakalım neymiş dünya?
Bugünlük de bu kadar..
Sevgilerle kalınız.
Hayat/ Hatice