29 Ocak 2009 Perşembe

Önemli... Cep telefonu kullananların dikkatine...

çok önemli... dikkatle okuyun ve tanıdıklarınıza da gönderin,

Her arama yaptığımda ekranımdaki 'aktif aramalar' yazısı benim de dikkatimi çekiyordu aslında
ama durumun farkında değildim. ##002# 'i aradım hemen ben de. Gerçekten de aktarma iptal dedi.
Demek bize sormadan arama aktarması komutu verilmiş. Hemen siz de düzeltin.
ÇOK ÖNEMLİ!!!!! Lütfen Hemen Uygulayın...
Okuyacağınız yazı AVEA, TURKCELL ve VODAFON 'u karalama kampanyası değildir. Her ne kadar ilk okudunduğunda şüphe ile yaklaşılsa da, deneyince gördüm. Siz de mutlaka iletebildiğiniz kadar herkese bu maili forward edin.

AVEA, TURKCELL VE VODAFON KULLANANLAR Telefonunuzdan hemen ##002# yi tuşlayın ve arayın. Ekranınıza aktarma iptal diye bir yazı gelecek. Böylece bugüne kadar sizden para kırpan!! yönlendirmeyi kaldırmış oluyorsunuz. Bu işlemi yapmadığınız müddetçe, size ulaşamayan herkesten bir kontör düşülüyor...
Bunu AVEA, TURKCELL ve VODAFON kullanan herkese göndermenizi rica ediyorum. Göndermediğiniz takdirde sizin her Eğer aradığınız kişinin telefonu da telesekreter ayarli ise, dinlediğiniz 1 sn'lik 'aradığınız kişiye ulaşılamıyor' mesajı için de bir normal arama karşılığı ücretlendiriliyorsunuz!!!
İşin garip olan kismi bu değil aslında. Normal AVEA, TURKCELL ve VODAFON hatlarında default (fabrika çıkışı) olarak ayarli bir telesekreter yokken, herkese bu telesekreter otomatikolarak ayarlı geliyor!!! Yani, sizin hiçbir şeyden haberiniz yokken, tabiri yerindeyse belli etmeden sizden hıncını alıyor. Arkadaşınızı aradığınız ve ulaşamadınız mı? Hemen 1.5kontor . İki dakika sonra yine mi ulaşamadiniz bir 1,5 kontör daha...
İşin daha da kötüsü kimsenin böyle bir uygulamadan haberi yok, herkes (diğer operatörlerde olduğu gibi) aranılan
telesekreterin bedava olmasını bekliyor.

Bu olayı iptal ettirmek ise daha da komik; AVEA, TURKCELL ve VODAFONE'yi arıyorsunuz, durumu anlatıyorsunuz. Görevliler de size AVEA, TURKCELL ve VODAFON hatlı telefonunuzdan ##002# 'yi aramanız durumunda telesekreterin kaldırılabileceğini anlatıyorlar. Bu mail'i bana gönderen dostuma teşekkür ediyorum.


Dr. M. Turan Çuhadar
Vali Yardımcısı

23 Ocak 2009 Cuma

Problemin Güzelliği ve Çözüm (Alıntı: Sefer Jan)


Problemin Güzelliği ve Çözüm
22/1/2009 ·
Tibet dağlarının ücra köşelerindeki bir manastırda Üstadın başdanışmanı vefat etmişti. Üstad kendisi için bir başdanışman seçmeliydi. Başdanışmanlık görevini yürütebilecek düzeydeki talebelerini topladı ve durumu açıkladı:
- Bana yardımcı olacak bir başdanışman lazım. Birazdan vereceğim problemi çözen kişi benim başdanışmanım olacak.Bunu söyledikten sonra sehpanın üzerine, zarif bir gülün bulunduğu antika bir vazo koydu. Üstad "İşte problem bu", dedi ve öğrencilerine başka hiçbir şey söylemeden gözlerini yumdu. Herkes vazonun ve gülün güzelliğine hayran oldu. Ortada bir problemin olduğunu ve onun çözümünün bulunması gerektiğini bilen talebeler kafa yormaya başladılar.
Ansızın talebelerin birisi yerinden kalktı ve elinin tersiyle sehpadaki vazoyu yere savurdu. Üstad gözlerini açtı ve "Artık benim başdanışmanımsın", dedi. Talebeler olan biteni anlayamadı. Üstad ise sözlerine şöyle devam etti:
- Sizler problemin içindeki cazibeye kapılarak onu çözmekten aciz kaldınız. Bu kardeşiniz ise problemin problem teşkil ettiğinin bilincinde olarak onu ortadan kaldırdı. Hayatımızda cazibesine kapıldığımız bir sürü problem olur, kalbi okşayan ama sorun yaratmaktan başka işe yaramayan ve vazgeçmek istemediğimiz ilişkiler, alışkanlıklar ve istekler gibi. Önemli olan çözüme odaklanmaktır, bizi çözümden uzaklaştıran problemin içindeki güzelliğe değil.
Yazan: Paulo COELHOÇeviri: Sefer JAN
Teşekkürler mutluhayat... : ))

20 Ocak 2009 Salı

KELEBEK VE ÇİÇEK


KELEBEK

VE ÇİÇEK


Bir zamanlar birisi Allah'tan

bir çiçek ...

...ve bir kelebek diledi.


Fakat Allah bunların yerine ona bir kaktüs ...


... ve bir tırtıl verdi.


Adam üzgündü, neden dileği yanlış anlaşılmıştı, bir anlam veremiyordu.

Sonra şöyle düşündü:

Allah'ın ilgilenmesi gereken o kadar çok insan var ki ...

Ve sorgulamamaya karar verdi.

Bir zaman sonra, adam öylece bıraktığı dileğinin ne durumda olduğuna bakmaya gitti.


Fakat gördüklerine inanamadı: dikenli ve çirkin kaktüsten güzel bir çiçek ortaya çıkmıştı.

Ve göz zevkini bozan tırtıl

harika bir kelebeğe dönüşmüştü.


Allah ne yaptığını bilir.

O’nun yolu HER ZAMAN en doğrusudur, bize tamamen yanlış görünse bile.

Eğer Allah'tan bir şey isterseniz ve O size başka bir şey verirse, GÜVENİN.

O’nun her zaman size ihtiyaç duyduğunuz şeyi uygun zamanda vereceğine emin olabilirsiniz!


İstekleriniz ...

... her zaman ihtiyacınız olan şeyler değildir !

Allah dileklerimizi her zaman yerine getirir, o yüzden kuşkulanmadan veya şikayet etmeden O’na inanmaya devam edin.

Bugünün DİKENİ ...

... Yarının ÇİÇEĞİDİR !

18 Ocak 2009 Pazar

Her şey 'yeterli' olsun...

Sevgili annemin kızıyım blogcu arkadaşımızın kızının doğum günüymüş bugün... Ne dilesem diye düşünürken bu yazı geldi aklıma... Diğer blogumdaki arşiv yazılarımdan biridir. Sizlerle de paylaşayım istedim:

HER SEY YETERLI OLSUN...

Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. Güvenlik kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba "Seni seviyorum. Her şey yeterli olsun," dedi.

Kız, "Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba," diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.

Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ayakta dururken ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım; ama

"Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşça kal dediniz mi hiç?" diye sorarak adeta beni sohbete davet etti.

"Evet, dedim," diye yanıtladım.

Bunu söylemek, beni anılara, benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi ve minneti ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü. Zamanının sınırlı olduğunu bildiğimden, benim için ne kadar önemli olduğunu yüzüne söylemek için özel zaman ayırmıştım. Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum.

"Sorduğum için bağışlayın; ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir veda?" diye sordum. "Ben yaşlıyım; o da çok uzakta yaşıyor. Önümde bazı ciddi mücadeleler var. Gerçek şu ki, onun buraya bir sonraki gelişi cenazem için olacak," dedi.

"Veda ederken 'Her şey yeterli olsun' dediğinizi duydum. Bunun ne anlama geldiğini sorabilir miyim?"

Gülümsemeye başladı.

"Eski nesillerden kalma bir dilek. Annem ve babam, bunu herkese söylerlerdi."

Bir an duraksadı; sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi baktı; kocaman gülümsedi.

"'Her şey yeterli olsun' dediğimizde, karşımızdaki kişinin onu ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz," diye devam etti ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu:

Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.

Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.

Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.

Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına
yetecek kadar acı diliyorum.

İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.

Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.

Son 'Elveda' yı atlatmana yetecek kadar 'Merhaba' diliyorum.

kaynak:internet

17 Ocak 2009 Cumartesi

Her Şey Bahane

Her Şey Bahane


Eylemlerimizle istek ve amaçlarımız arasındaki mesafe hemen hemen hiç kapanmaz; zira elde ettiklerimiz kadar elde edemediklerimiz de vardır; ayrıca bir de elde ettiğimiz hâlde elde tutamadıklarımız.

Gerçekleştirmek isteğimiz şeylerin bir kısmını belki gerçekleştirebiliriz; fakat çoğunlukla isteklerimizin büyük bir kısmı gerçekleşmemiş olarak kalır. İsteriz ama olmaz.

Buna mukabil bazen de istemediğimiz şeyler olur; olması için hiçbir şey yapmadığımız, yapmayı istemediğimiz hâlde, bizim dışımızda gelişen hâdiselerin etkisi altında oradan oraya savruluruz. Sadece irademiz yoktur; iradeler vardır. Dahası bütün iradelerin üstünde bir başka irade! Öyle ki kendimizi etken değil edilgen, fail değil münfail hissederiz. Olup bitenlerin ardından âdeta rüzgârda uçan bir yaprak gibi sürüklendiğimizi duyumsarız. İstemediklerimizin gerçekleşmesine engel olamayız; engel olmayı istemediğimiz hâlde değil, istediğimiz hâlde engel olamayız.

Kader inancının devreye girdiği aralıktır burası. Kendi kişisel irademizin yetersizliğini, güçsüzlüğünü görüp işin içinde daha büyük iradenin olduğunu farkederiz. Nitekim küllî irade, cüzî irade ayrımı, yapıp ettiklerimizden bizzat kendimizin sorumlu olduğu bir alanın geçerliliğini isbat etmeyi amaçlar.

Yaptıklarımdan ben sorumluysam, sırf bu sorumluluk nedeniyle yaptıklarımın karşılığını (ceza ve mükâfatı) hak ederim. Bu yüzdendir ki iyi davranışlarımın iyilikle, kötü davranışlarımın kötülükle karşılık göreceğine inanırım.

Buraya kadar sorun yok gibi.

Peki ya iyi davranışlarım kötülükle, kötü davranışlarım iyilikle karşılık görüyorsa. İyilerin başına, iyi davranmalarına rağmen kötülük, kötülerin başına kötü davranmalarına rağmen iyilik geliyorsa? İnsanın niyet ve eylemleriyle, bu niyet ve eylemlerin sonucunda ortayan çıkan tablo arasında giderilemeyecek tezatlar varsa? Kısacası, hayır bildiklerimiz şerre, şerr bildiklerimiz hayra dönüşüyorsa?

Ne garip değil mi, hızlı akışı içinde yaşamımızı küçük tesadüflerin belirlediğini çokluk farketmeyiz bile. Yaptıklarımızı isteklerimizin belirlediğine inanırız. Olanların, biz onların öyle olmalarını istediğimiz için olduğunu zannederiz. Hele hele gençlik dönemlerinde.

Yeterli yaşam tecrübesine sahip olduğumuz yıllardaysa, iş tersine döner; bir bakarız ki tesadüflerin (Bana göre tesadüf kelimesi yerine Tevâfuk kelimesi daha uygun olur, denk düşürülmeler diyelim. Hayat) yaşam çizgimizdeki belirleyiciliği, kişisel irademize nisbetle çok daha baskın imiş.

Fatih türbedarı Amiş Efendi, küllî irade-cüzî irade ayrımının mecazen kabul edilebileceğini, hakikatte irade'yi cüzî ve küllî şeklinde ikiye bölmenin ise O'na ortak koşmak (şirk) olacağını söyler; zira O'ndan gayrı mevcud olmadığı için, haklı olarak O'nun iradesinden gayrı irade de olmayacağını kabul eder.

“Bir şeyin olup olmaması nezdinde müsavi değilse nakıssın evlâdım!” sözü ona aittir. Yani bir şeyin olup olmaması senin için aynı değilse, isteklerinin olup olmamasını eşit görmeyi beceremiyorsan henüz kemâline erememiş ve eksik kalmışsın demektir.

Rıza ve teslimiyet makamıdır burası. Söylemesi kolay, yapması zordur. Ne garip değil mi, tam da iradesizlikle, iradesizliği seçmekle, kendimizi suyun akışına bırakmakla suçlanacağımız makam. Hani Yunusumuzun, “ne varlığına sevinirim, ne yokluğuna erinirim” dediği şu makamların makamı: sırr'ul-esrar.

Gerçekleşmesini şiddetle istediğimiz arzu ve hayallerimiz varsa, ister hırs ve ihtiras denilsin, ister azim ve gayret, peşinden koşmaya değer bulduğumuz 'şeyler' (!) uğruna yanıp tutuşuyorsak, böylesi bilgece öğütleri onayacak gücü kendimizde nasıl bulabiliriz? Bulabilir miyiz? Üstelik bahanelerden, vesilelerden çok bizzat vehmimizce değer atfettiğimiz bahaları gerçek kabul ediyor, tesadüf olarak adlandırdığımız o mini mini nedencikleri görmeye tenezzül bile edemiyorsak? Kaybedeceğimiz için korku, kaybettiğimiz için üzüntü duyduğumuz şeylerin çokluğuyla büzüşmüşken ruhlarımız, sahip ve malik olduklarımızın ve olacaklarımızın yokluğunu nasıl içimize sindirebiliriz? Hâl böyleyken, hâlimiz böyleyken, Amiş Efendi'nin bilgece öğüdünden nasıl yararlanabiliriz?

Ey talib! Hakikaten talib-i hakikat isen eğer, henüz yolun başındayken, âlemde her ne olup bitiyorsa 'Kün!' (Ol!) emrinin tezahüründen ibaret olduğunu anlamaya çalış! Yapmayı değil sadece, yapmamayı da iste!

En nihayet ne olmuşsa, o olana razı ol; olduktan sonra değil, olmadan önce de razı ol! Çünkü isteyen veya istemeyen sen değilsin, sen sadece istiyor ve istemiyor görünensin!

Dücane Cündioğlu

13 Ocak 2009 Salı

Nerden başlasam?


Hani birikir de bir şeyler, nerden başlayacağınızı, nasıl başlayacağınızı bilemezsiniz.

.... ve tarih değiştirip, dün başladığınız yazıya böyle rastgele bir giriş yaparsınız.
Güzel hatırlanacak bir gündü, 'dün' ...
Esas kaydadeğer nokta, beni bu yolculuğu yapmaya iten inceliklerdi ancak, çok ayrıntılı anlatmak istemiyorum.

Hacer hanıma gidecektim ya geçtiğimiz Pazar... Doğru, yalnızca düşündüğümü yazmıştım. Ciddî ciddî niyetlenip hazırlıklarımı da yapmaya çalıştım.
İçimde bir sıkıntı, niye? Yüreğim mengenede sanki, anlayamıyorum....
Gitmeme iki saat kala hocamı arıyor, durumu kısaca anlatıyorum, gitme.. diyor. İtaat ediyorum. O dakikada yok oluyor iç darlığım... Oysa ki dolunaya bile takılmıştı gözlerim o gün 'Sebebi sen olabilir misin bu huzursuzluk hissinin?' diye, neredeyse...
Hacer' e anlatıyorum. İnan ki gelsen ancak bu kadar sevinirdim diyor vazgeçme nedenimi açıklayınca... Oysa telefonu açtığımda:
N' olur geliyorum de...' olmuştu ilk sözü...

Yine Hacer aracılığıyla konuştuğum, hattâ bir istek şarkı bile yorumladığım bir arkadaşı var onun... Ayşegül hn. Arkadaşıma yaraşır hoşlukta, diye düşünmüştüm konuştuğumda...
İstanbul' da, çocuklarının sınav dönemi, yanlarında olacakmış bir hafta kadar... diyor Hacer...
Tanışmak isterim, diyorum. Tel no sunu alıp arıyorum. Aynı gün Cevahir alış veriş merkezine yakın bir yerde buluşuyoruz. Bir çay, sohbet...
Yanılmadığımı düşünüyorum, tanımış olmaktan mutluyum.

Bir buçuk yıldan fazla süre geçmiş onunla konuşmamızın üzerinden... Erzincan' dan bir arkadaşım var yanımda deyip telefonu uzatıvermesi, konuşma metnimizi de defterime yazmıştım kısaca, o zaman...
Birkaç yazım var o döneme ait, elim varmadı paylaşmaya... Günü bile yakalayamıyorum, inanın... Yazılarım şişirme, baştan savma gibi görünüyorlar gözüme artık...

Yine bu iki arkadaşımın tanıdığı birini görmeye, Büyükçekmece' ye gidiyorum. Sözü edilen kimse, sürekli orada değil, bu görüşmeyle ilgili arka planı anlatmıyorum yine, kendime hatırlatma olsun bu satırlar yalnızca...
Bir şey var ki yazmadan geçemeyeceğim aslında pek de giderim gibi gelmiyordu bana ben de şaşırdım inanın Kastamonu' ya gitmeyi düşünürken İstanbul' da Erzincan' dan gelen bir arkadaşla tanışmamı ve aynı akşam " .....' de buradaymış, yeni gelmiş.." , sözünü duymam...

Hava nasıl güzel dün arkadaşlar, ben nasıl keyifliyim. İçim içime sığmıyor. Bir eski yazımda ' Bugün, prense dönüşmesini beklemeden bir kurbağayı bile öpebilirim.' diye yazdığımı hatırlıyorum. Aynen öylesi bir ruh hali içerisindeyim. Yapraklarını dökmüş ağaçlar güzel, güneşin ışıklarıyla ışıldayan göl suları güzel, açık, aydınlık ama hafifçe sis barındıran hava güzel...
Radyodaki şarkılar güzel, düşünmek güzel, zihni boşta tutmak bile güzel...

Bu yolculuk hakkında ayrıntı yazmayacağım yalnızca bana düşündürdüğü bir kaç şeyi yazayım:

**'Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş...'

** 'Her şeyi merkezinde bırakırdım.' (Merkez Efendi Hz.)

Merkez Efendi'nin asıl ismi Musa'dır. Denizli'nin Sarhanlı Köyü'ndendir. İstanbul'a ilim öğrenmeye gelen Merkez Efendi, Kocamustafapaşa'daki Sünbül Sinan Efendi'nin talebesi oldu. Sohbetlerinde bulundu. Bir gün ders esnasında Sünbül Efendi Merkez Efendi'ye "Alemi sen yaratsaydın, nasıl yaratırdın?" diye sorunca Merkez Efendi de "Bu mümkün değil! Ama mümkün olsaydı her şeyi merkezinde bırakırdım" demiş. Sünbül Efendi de "Aferin Musa! Demek her şeyi merkezinde bırakırdın. O zaman senin adın Merkez Muslîhuddin olsun" demiş. O zamandan beri de "Merkez Muslîhuddin" olarak tanınmış.

** 'Allah c.c. sevdiği kuluyla muamelede bulunur, sevdiği kulunun yakarışı O' na çok sevimli, hoş gelir.'

Bize düşen, kabımızı genişletmek, göl olabilmek kısacası...

Dünya buymuş demek... Hayat başlayacak sanıyordum ben oysa... Gülüyorum şimdi, eskiden beni üzen ne çok şeye gülerek bakabiliyorum.
Dünyanın cennet olamayacağını bildiğimi sanıyorum artık. Bir baharı oluyor dünyanın belki ancak... Kışta baharı yaşayabilmek mi marifet yoksa Hz. İbrahim misâli ateşte gül bahçesini görebilmek mi?

Önceki gün çok soğuktu ve biraz dışarıda kalmam gerekti. Sinüzit ya da üst solunum yolu enfeksiyonu sinyalleri var bende de, başımı eğemiyorum ağrıdan... Hani grip sırasında olur ya...

Oldukça karışık bir anlatımdı, bir kısmını da özellikle gölgeledim. Bir kaç mesaj verebilirse yeter sanırım arkadaşlar, herkes nasibini alır derler ya hani... : ))
Bu da bu günün nasibi...

İçten sevgiler...
Hayat

12 Ocak 2009 Pazartesi

Sevgiye yer kalmadı mı?


Uzakdoğu'da bir Budist tapınağında geçmiş bir olayı anımsadım.Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak ya da çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı,içerdeki "bilgelik arayıcısı" kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
İçerdeki bir süre kayboldu,sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu "Yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü,aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
İçerdeki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır.
Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.


Nicedir hayatımızda sevgiye yer bulamadığımızı düşündüm. Bize sevgiyi anlatan bir olayı haber yapamıyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir kişiyi dinlemiyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir duyguyu görmüyoruz. Bize sevgiyi anlatan bir yazı yazmıyoruz, böyle bir yazıyı okumuyoruz.
Bir Polonya filminde Nazi dönemi anlatılıyordu.Nazi komutanı güzel bir evi komutanlık merkezi yapmıştı.Evin güzel sahibesi üst kata çıkmıştı ve az görünüyordu.Komutan bu kadına âşık olduğunu anladı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Madam, aşkınız beni zayıf düşürüyor.
- Hayır komutan, sevginiz sizi insan yapıyor.
İnsan ruhu da doğanın bir parçasıdır ve doğa gibi boşluk kabul etmez. İçinde sevgiyi barındıramayan insan nefretle dolar ve insanlıktan uzaklaşır.
Nefret etmeden birine kötülük yapamazsınız.
Nefret etmeden birini öldüremezsiniz.
Nefreti içinde barındırmak isteyen insan önce kendisinden nefret etmek zorundadır.
İçinde nefreti yaşatan insan yüreğindeki sevgiyi kovmuştur. Artık onu bulması çok zordur ve bunun ağır bedelini ödeyecektir.
Sevgisizlik ağır bir yüktür ve insan bundan kurtulmak için çok kötü şeyler yapar.

Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.
Hoşgörü sevgi değildir, istemediğine katlanmaktır.
Bağımlılık sevgi değildir,gereksinmenin karşılanmasıdır.
Sevgi, değer vermesini bilmektir.
Sevgi,yaşama hakkını kabul etmektir.
Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.
Sevgi, birlikte olmaktan sevinç duymaktır.
Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdır.
Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.
Sevgi, bilinçtir.
Sevgi, insan olmaktır.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine parayı koyduk.
Para için yaşıyoruz, para için eğitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalışıyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.


Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve yerine üstün olmayı koyduk.
Üstün olmak için yaşıyoruz, üstün olmak için yarışıyoruz, üstün olmak için kendimizden başkasının aşağı olmasına çalışıyoruz.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ve nefreti içimize çağırdık.
Birbirimizden nefret ediyoruz nefretle yaşıyoruz, nefretle çalışıyoruz, nefretle dövüşüyoruz, nefretle öldürüyoruz.
Para, üstün olmak ve nefret etmek hayatımızı dolduruyor.
Hayatımız da savaşlarla, dünyayı yağmalamakla, birbirimizi boğazlamakla geçiyor.
Sevginiz olmadıktan sonra daha çok paranız olsa, daha üstün olsanız, daha çok toprağınız, eviniz arabanız, malınız olsa ne olur?


Sevginiz yok ve hiç bir şeyiniz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur.

Mail forward ederken dikkat!...


Haydi Acele Edin

Bu Sunumu Sonuna Kadar Okuyun ve Listenizdeki Herkese Gönderin


  • Evet başlığı okudunuz, bu ve bunun gibi birçok başlık dikkatinizi çekiyor ve maili arkadaşlarınıza göndermek için sabırsızlanıyorsunuz.
  • Mesela “ya doğruysa” diye başlayan “msn paralı olacakmış”, “bu maili …sayıda kişiye gönderirsen hesabına çuvalla para yatırılacak” gibi konuları içeren saçma sapan maillerden bahsediyorum.

  • Tabi bunların yanı sıra duygu sömürüsü yapan veya dini inançları kullanarak size gelen postayı arkadaşlarınıza göndermenizi sağlayan sahtekarlar da var…
  • “Bu maili 3 saat içinde 5 kişiye göndermezsen başına geleceklerden microsoft sorumlu değildir” falan filan.
  • Yaşıyorsa kaç yaşına geldiği bilinmeyen yanık yüzlü çocuğun fotoğrafının olduğu mailden hiç bahsetmek istemezdim ama. Her seferinde aynı fotoğraf, farklı isim ve telefon numarasıyla Forward edilen maillere hala kanıp ciddiye alanlar var.
  • Microsoft veya X kuruluş hiçbir maili takip edipte, bir şahsa veya yardım kurumuna para vermez.
  • Sayısız kişiye gönderdiğiniz mailler hiç bi yardım kurumuna Para girişi sağlamıyor…
  • Tek sağladığınız çakallara para kazandırmak…
  • Peki kim bu çakallar;
  • Siz bu şekilde gelen 1 maili insanlık namına listenizdeki herkese FORWARD ederken mail içeriğindeki adres sayısı artışa geçiyor…. Sıradaki slaytta görüldüğü gibi…
  • Mail içeriğindeki adresler birikerek dolaşıyor.Keşke bu mail en son microsoft a gitse de, microsoft ta: “ooo ne kadar çok insan okumuş bu maili…” deyip unicef e ya da yüzü yanık çocuğun ailesine para yağdırsa…
  • Ama öyle olmuyor işte .
  • Bahsettiğimiz çakallar burada devreye giriyor.

Peki bu çakallar nasıl para kazanıyor???

  • Sizin bilgilenmesini ya da sevaba girmesini isteyerek mail gönderdiğiniz arkadaşlarınızın mail adreslerini toplayıp, reklam ve tanıtım şirketlerine satarak…
  • “Siz arkadaşınıza mail gönderdiğinize göre o mail adresi aktiftir” mantığıyla çalışan sistem o kadar iyi işliyor ki hiç duymadığımız şirketlerden ilanlar ve kampanyalar yağıyor mail adreslerimize...
  • Bazı maillerde “ bu mail sana geldiyse bilki seviliyorsundur”, “bir çin inancına göre bu maili şu kadar kişiye göndermen gerekiyor”, “bu maili X kadar kişiye gönder, sana gönderen arkadaşına mutlaka geri gönder” gibi cümleler kullanılır. Bunu kullanmalarının amacı mailin daha çok dolaşarak, 1 ihtimal kendilerine geri dönmesidir.

Nasıl Engelleriz

  • Herkesin inancı ve düşüncesi farklıdır.
  • Paylaşmak istediğiniz her mail, bahsettiğimiz maillerden olmayabilir.
  • Gelen mailden etkilenip arkadaşlarınızla paylaşmak isteyebilirsiniz.
  • Birden fazla kişiye göndereceğiniz maillerde “Kime” kutusunu kullanmazsanız MAILLIST çılgınlığına alet olmamış olursunuz.

  • Size gelen 1 maili Forward etmeden önce sadece metnin veya resmin olduğu kısmı bırakacak şekilde düzenleyin. Bu ne demek oluyor derseniz, size gelen mailin içeriğindeki diğer mail adreslerini silin.
    (Bkz:Resim2)
  • Bu şekilde sizinle beraber ve sizden önce bu maili grup olarak alan kişilerin mail adresinin dolaşımını durdurmuş olursunuz.
  • İkinci aşamada yapacağımızsa az önce bahsettiğimiz “Kime” kutusuyla ilgili.
  • Göndereceğiniz mail adreslerini “Kime” kutusuna değil “Gizli” kutusuna yazarsanız, gönderdiğiniz herkes maili sadece ona gönderdiğinizi sanar.
  • Arkadaşlarımızın adresini de “Gizli” kutusuna yazıcaz.
  • İngilizce arayüze sahip maillerde “Gizli” alanı BCC olarak yer alır.

BCC: blind carbon copy'nin kisaltmasi. atilan emailin baska alıcılara birbirlerinden bihaber olarak gitmesini saglar. yani mail'i alan baska kimlere gonderildigini goremez eger bcc alanına adi girilmişse.


  • Gizli bölmesine kendi mail adresinizi de yazarak deneme yapabilirsiniz. Mail gelir ama sizden başka kime gitmiş göremezsiniz.
  • Böylece ne sizin mail adresiniz ne de arkadaşlarınızın mail adresleri hiçbir şekilde satılamaz.
  • Bu slaytı kaç saatte kaç kişiye gönderirsin bilmem ama bilgilendirebildiğin kadar arkadaşını bilgilendir ki saçmalıkların farkına varıp Maillist olayına alet olmasınlar.
  • Sadece maillist olayı da değil; kimse mail adresinin, hiç tanımadığı bir insanın ekranında görünmesini istemez.

TOPLU MAIL GÖNDERİRKEN

bu mail dahil GİZLİ BÖLÜMÜNÜ KULLANALIM

10 Ocak 2009 Cumartesi

Sevgi Elini Önce Siz Uzatın

Pek çoğumuz bir tartışma, yanlış anlama, veya yetiştirilme biçimindeki farklılıklardan kaynaklanan küçük kırgınlıklara dört elle sarılırız. Kırıldığımız kişi bir dost veya akraba olsun, inatla onun bize el uzatmasını bekler, onu bağışlamak ve eski ilişkiyi tekrar, başlatmak için bunun tek yol olduğuna inanırız.


Sağlığı pek de iyi olmayan bir hanım dostum yakınlarda bana oğluyla üç yıldan beri konuşmadığını söyledi. “Neden?” diye sordum. Bana geliniyle ilgili bir konuda ters düştüklerini ve önce oğlu aramadıkça, onunla bir daha hiç konuşmayacağını söyledi. Ona kendinin el uzatmasını önerince önce itiraz etti ve “Bunu yapamam, çünkü onun özür dilemesi gerekir” dedi. Kadın biricik oğluna elini uzatmadan nededeyse ölmeye bile hazırdı. Biraz tatlı dil döküp onu ikna ettikten sonra telefon açmayı kabul etti. Sonuçta oğlu annesi onu aradığı için büyük minnet duydu ve kendiliğinden özür diledi. Hep olduğu gibi, taraflardan biri bir fırsat bulup dostluk elini uzatırsa, bundan herkes kazançlı çıkar.


Ne zaman öfkemize saplanıp kalsak “ufak şeyleri” kafamızda kurup, gerçekten “büyük mesele” haline getiririz.


Sanki haklı oluşumuz mutluluğumuzdan da önemliymiş gibi görünür. Oysa, hiç öyle değildir. Eğer daha huzurlu bir insan olmak istiyorsanız şunu anlamanız gerekir ki, haklı olmak hemen hiçbir zaman kendinizi mutlu etmekten daha önemli değildir. Mutluluğun yolu yargıları bir yana atıp, sevgi elini uzatmaktır. Bırakın, başkaları haklı oluversin. Bu sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez. Her şey yoluna girecektir. Siz işin ucunu bırakmanın keyfini yaşayacaksınız. Elinizi uzatıp, haklılığı başkalarına bıraktığınız zaman onlar da size karşı daha az savungan ve daha çok sevecen olurlar. Çoğu kez onlar da size el uzatırlar. Ama eğer bu gerçekleşmezse, hiç dert etmeyin. Daha çok sevgi olan bir dünya yaratmak için size düşeni yapmanın huzuru yeter.


Kaynak: Ufak Şeyleri Dert etmeyin

Dr. Richard Carlson

Alkım Yayınları, İstanbul, 2006


Gitmek mi zor, kalmak mı zor?


8 saat... 506 kilometre... İstanbul- Kastamonu arası...
Deli desem değil, akıllı desem o da değil!... Bir gönül var ki, yaramaz çocuklar misâli can yakar oldu yine...
Zor şeydir zıtları birarada barındırıyor olmak...
Yazmışımdır burç merakımı, Terazi yükselenli Başak burcu olduğumu... 40 yaşından sonra yükselen burcun etkisinin ağırlık kazandığını okumuştum bir yerlerde yanılmıyorsam...
Başak yönüm daha bir temkinli, ağırbaşlı, mantıklı olsa gerek...
Terazi mi? : )
Artist, duygusal, denge özürlü... : ) (dengedeyken mükemmel her şey... )
ZekÎ ve 'saf' olabilmek... Mantıklı ve duygusal!... Yine dengem bozuk anlaşılan ya da hesaplar kafamı karıştırdı.
Ah Hacer, hep senin yüzünden!...
: ) Daha Şeb-i Aruz' un şokunu üzerimden atamamışken ne diye 'Gel' dersin ki?
Hocası gelecekmiş, tanışmamı istiyordu.Onun etkilendiğini bilmek, benim de etkilenme ihtimâlimin yüksek olması demek...
Sabah oğlumu havaalanına bıraktım. Yönlere takıldı gözlerim, daha bir gözüme batmaya başladı yazılar:

'Edirne Ankara'
Direksiyonu kıracağın yön önemli, anlık karar... Yine yapmadım ama sallanan bir fay hattındayım.Ne zaman kırılır -mı- bilemem...
Dün aradı Hacer (can dostum) yine... Bir arkadaşı dâvet etmiş, yoldaymış. Konuştuk ordan- burdan...
Yolda birisine rastladı ve '... ' ya gidiyorum. Sen de gel.' dedi.

-Bana mı dedin, gelebilirim bak.. diye girdim araya...

-Sen zâten benimlesin, dışarıda değilsin ki, oldu cevabı...

Gönülde taşımak ve taşınmak, güzel şey... : ))

Akşama yakın aradım onu bir yazıyı paylaşmak için... Size de olmuştur değil mi, paylaşamadığınızda eksik kalacaktır bir şeyler ve herkesle de paylaşmaktan aynı hazzı alamazsınız. Muhatabınızın 'siz' olması gereklidir. Sizden.. sizin gibi...
Arkadaşında mısın hâlâ? , diye sordum. İstersen ve onlar da isterlerse hoparlörünü aç telefonunun, diğer arkadaşların da dinlesinler ya da çıkıyorum demiştin, sen yoldayken dinle okuyacaklarımı...
Hoparlör açıldı ve diğer arkadaşıyla da konuştuk bu arada, ev sahibesi olanla... Okudum yazıyı. Doğum günüymüş arkadaşının da, hediye gibi geldi.. demiş.
Bir şarkı istemişti konuşmanın başında arkadaşım. Ben de, bakalım nasipte ne çıkar demiştim.

Doğum günü olduğunu öğrenince, 'Hediyeniz şarkı olsun o zaman' deyiverdim gülerek..
Kalbimin sahibi sensin Orda yalnız sen varsın (Link)
Benim için sen her şeysin Neş'esin hayatsın

Ömrüm geçip de saçlarıma beyazlar dolsa bile

Benim için sen her şeysin Neş'esin hayatsın
Sesim iyidir, duygulu olduğu zamanlarda kendim de beğenirim. : )
Duygulu okudum şarkıyı, ev sahibesi arkadaş da mutlu olduğunu ifade edip:
'Sizi tanımayı çok isterim. Misafirperverizdir, çok iyi ağırlarız inş. Gelseniz...' deyiverdi. ....
Gitmek mi zor kalmak mı zor... diyeyim ve geçtiğimiz Çarşamba' ya geri gitmeden burada ara vereyim. Lise arkadaşlarımla buluşmamızdan kısa da olsa söz etmek isterim. Nasipse...

Sevgiler herkese...
Hayat

6 Ocak 2009 Salı

Yalnızlık...(Arşivimden)

Yalnızlık...

Hayatta tesadüflere inanmam, inandığım çok inceden inceye hesaplanmış, takdir buyurulmuş 'denk düşmeler, düşürülmeler' olduğudur..

Hiç düşünmezken bloga taşımama neden olan 'yalnızlık' adlı yazı gibi..

Bu konudaki düşüncelerimi farklı zamanlarda farklı yazılarımda dile getirmişimdir, yeri ve zamanı geldiğinde onlar da bu sayfaya ekleneceklerdir inş.

Alta alıntıladığım bölüm, yazıya cevabımın kopyasıdır:

"Zihnimdekileri toparlayıp, duygularımı dile getirmek istiyordum son günlerde yoğun olarak..

Yazdıklarım, yazacaklarım, hissettiklerimi olabildiğince iyi yansıtabilsin istedim, başka yoğunluklarımı ön plâna almak zorunda kaldım ve bekledi yazım..
Bir konuşma sırasında aşağıdaki satırları yazmışım:
Öyle inanıyorum ki,
Allah cc
sevdiği (umarım..) kullarını SEVDİKLERİYLE imtihan ediyor
ve..
GÖNÜL O'nun mâbedidir,
kendisinden başkasını o mabedin zirvesine oturtttuğunuzda imtihanınız başlıyor..
Kişisel düşüncem bu yönde..


Şimdi yazıda bu düşüncelerimle örtüşen satırları görmek, dahası neredeyse her satırına yüreğimle katılmak, heyecanlandırdı beni..
İyi ki taşımışsınız bu yazıyı bu sayfaya..
Günüme renk kattınız, sağ olunuz...
İzninizle bu yazıyı, sayfayı referans göstererek, blogumda yayımlamak isterim.
Teşekkürlerimle..."

Hayat

* *** *

Yalnızlık...
Doğum ve ölüm tarihleri arasında var olan bir hayatın
yorgunlarıyız. Yaşadığımız, bir garip yalnızlık hikayesi.
Etrafımızdaki yüzlerce insana rağmen yine kendimizi
yalnız, çaresiz, kifayetsiz hissediyoruz.
Bunca sınırlı arasında sınırsız olanı özledikçe büyüyor
yalnızlığımız. Ruhumuzun vadilerinde gezinen yüzlerce
insan dahi unutturmuyor ‘hesabı yalnız verilen
imtihanımızı.'
Aksine; her hikâye altını çiziyor yarımlığımızın.

Yalnızlık, yarım oluşumuzdur. Yalnızlık, ‘yalnızlığın
mahsus olduğu varlığa' duyulan özlemdir. Mecburiyettir.
Alnımızda insan olmanın imzasıdır.

Yalnızlık, şaire “ Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge. /
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı.” satırlarını
yazdıran bir histir. O his ki; kalabalıklarda yaşanan bir
tenhalıktır.
Tenhalığımız, bize güç verebilir, gücümüzü de alabilir.
Melankolik hisler içinde arabesk bir yalnızlığı tercih
edersek ruhumuz günden güne zayıflayacaktır.
Ama mezarların neden tek kişilik kazıldığını düşünüp
‘yegane' olana inancımız artarsa yalnızlığımız bizi
güçlü kılacaktır.

Sevdiklerimiz oldu, sevenlerimiz de oldu. Gidenler, dönenler
oldu; gidip de dönmeyenler oldu.
Doğanlar, ölenler oldu. Güneş bir görünüp bir kayboldu.
Kayan yıldızlar dileklerimize umut oldu. En büyük
hatamız, geçici olana “ her şeyim” demek oldu.

Bir insan, bir eşya, bir mekana “her şeyim”
dediğimizde, onu yitirmekle elimizde “hiçbir şey”
kalmamış oldu.
Yürek coğrafyamızda yaşanmış onca devasa sevgi
dahi hissettirmedi mi bize yalnızlığı? ‘Bitimsiz bir tat
aramadık mı savruluşlarda'?

Kalbimizde dost yoğunluğunu en çok hissettiğimiz anda
bile o anın geçici olduğunu bir an olsun çıkardık mı
aklımızdan?
Güzel anlar hiç bitmesin diye fotoğraf karelerine
sığınmadık mı?
Günde beş kez yalnızlığımızı itiraf etmedik mi?
Avucumuzu açıp ‘tek olana' dua ederken,
küçüklüğümüzden büyüklüğüne köprüler kurmadık mı?

Düştüğünde “ acımadı ki” diyen çocuklar gibi
gizlemek istiyoruz acılarımızı. Düşlerimiz ipinden
kopmuş balonlar gibi kaybolduğunda, bir kez daha
anlıyoruz yalnızlık imtihanımızı.
Kalbimizin özgül ağırlığını bir başka kalp
taşıyamazken ve ancak gölgemiz kadar var
olabilirken bir başka kalpte nasıl beka bulabiliriz?
Ve nasıl anlatabiliriz kendimizi,
kendini dahi anlamamışlara?

Bizi anlamayan insanlar arasında bir hayatın
ardına düşerken, onlara kızmak, sınırlı oluşlarını
yüzlerine vurmakta değil hüner.
Asıl hüner, bizim çaresizliğimizle onların
çaresizliklerini birleştirip bir ‘ çare' bulabilmekte.
Hiçbirimizin ‘yağmur'u sözcük biçiminde uymuyorken
birbirine, hepimizinkinin uyduğu bir üçüncü yağmuru
bulmalı. Etrafımızdaki insan yoğunluğuna rağmen,
ruhumuzun pergelini ‘tek' olanda sabit tutup,
insanlar arasında bir ‘sınırlı' gibi yaşamalı.

İnsanların bizi anlamadığı anlar olur. Hattâ bizi
tamamen yanlış anladıkları zamanlar da olur.
En çok emeğimizin geçtiği, fedakârlık kapılarını
sonuna kadar araladığımız insanlar,
küçük bir noktaya takılıp bizi unutabilir.

En çok ihtiyacımız olduğu anlarda en sevdiklerimizi
bile yanımızda bulamayabiliriz. Ya da en güvendik-
lerimiz bizi şaşırtıp, kalbimizde çizikler olmasına sebep
olabilir.
Her kim, ‘sürekli değişen' anlamına gelen ‘kalb'e sahipse,
sürekli değişecek ve hiçbir zaman tamamıyla ‘güvenli'
olmayacaktır.
Hasılı bu dünyada insana dair ne varsa hep bir yanı
yarım, bir yanı eksik kalacaktır. İnsan insana yetemez,
ancak hayatına anlama katabilir, muhtaçlığını
azaltabilir.
Hayatın bütün karmaşası ve kalabalığı arasında
hepimiz kişisel menkıbemizi yaşarız.
Küçük hayatlarımız ve yalnızlıklarımız birbirine
eklendiğinde kanaviçe misali, hal diliyle
‘herkesin her şeyi' olan varlığı
ifade ederiz.

“ Sıcaktan kaçan ve bir ağaç gölgesine sığınan
adam, ne gariptir ki, ağaçtan hoşlanmaz da
gölgeyi sever.”diyor Molla Cami.
Öyle ki, soru sorup cevap verme yeri olan
aklımıza ve hissedip duyma yeri olan kalbimize
‘yegâne' olanı işaret ediyor. ‘Alâka-i kalbe lâyık
olmayanlara' haddinden fazla bağlanırken,yenilgi
üstüne yenilgi yaşadığımızı anlatıyor.
Ne nefis sadık bir yar, ne de dünya kalıcı bir
diyarken tutundukça kavileşen bir bağa dikkat
çekiyor. Bu şiir de o bağı ne güzel özetliyor.:
Kimsesiz hiç kimse yok,
herkesin var kimsesi. /
Kimsesiz kaldım medet,
ey kimsesizler kimsesi.”

Bu yaşadığımız bir yalnızlık hikâyesi.
Elif gibi dik, elif kadar anlam dolu. Yanına gelen
her harfe
hayat katmasından ziyade, kendi sırlarıyla iç içe…
Hüzün dolu ama mağrur bir başı var elifin.
Bir başına ama sırtını dayadığı güçten dolayı
çok kudretli.

Kendi yalnızlığının farkında lığıyla birlikte
‘tek ve bir' olan varlığa ışık tutuyor. İnsana düşen;
kendi ruh rıhtımına çekilip, dışarıdaki seslerden
uzaklaşarak ‘yalnız'lığın bilincine
varmak ve içindeki sesleri çoğaltmak.

Issız yerlerde kendisi için bir evren olabilmek…
Ve bütün sözlerin üstündeki o büyük sözü bulabilmek…
( alıntıdır)
Kaynak yazı: